İSLÂM AHLÂKI DERSLERİ
36. SONUÇ
Rabbimize hamdolsun Nazari Ahlak, Ferdi Ahlak,
İbadet Ahlakı ve İçtimai Ahlak ana başlıklarıyla konuyu ele almış olduğumuz
Ahlak Kitabımızı tamamlamış olduk.
Söz konusu ana başlıklara ilişkin
temel bilgilerin yanında ilgili konularda üstün takva örnekliklerini de vermeye
gayret ettik. Çünkü temelde hedefimiz muhatabın tekâmül etmesine katkıda
bulunmaktı. Kitabımızın içeriğini oluştururken ilim geleneğimizden gelen temel
metinleri referans alarak günceli de ihmal etmedik.
Günümüzün yozlaşan dünyasında
insanların Rabbiyle olan bağlarını koparmaları ve ahlaki değer yargılarından
uzaklaşması ferdi ve içtimai birçok bozulmaya yol açmıştır. Cinsel
sapkınlıkların bariz şekilde artması, alenileşmesi ve her mecrada hızlıca
yaygınlaşması; cinsiyet eşitliği söylemi etrafında kadın-erkek arasında
fıtrattan gelen farklılıkların yok edilerek kişiliklerin erozyona uğraması;
flörtün meşrulaştırılması, evlilik dışı ilişkilerin yaygınlaşması, evliliğin
hem zorlaşması hem istenmemesiyle birlikte aile kurumunun ağır yara alması,
hatta tehlikede olması; toplumumuzda geçmişten gelen küçüklere sevgi büyüklere
saygı kültürünün yeni kültürde kendine yer bulamaması, azalması; ebeveynlerin
inanç ve davranışlarını çocuklarına aktaramaması; yaygın şekilde dini
inançlardan ve salih hayatlardan kopmaların yaşanması; yemek, eğlence ve süsün
alabildiğine yaygınlaşması, özendirilmesi, medyada reklam edilmesi ve tek hedef
haline getirilmesi; zenginlik ve konfora ilginin artması ve dünyevileşmenin
yaygınlaşması şeklinde tehlikeli sonuçlarla karşı karşıyayız.
Böyle bir manzara ahlaka tekrar
dönüşü her zamankinden daha acil hale getirmiştir. Bundan hareketle eski
metinlerimizdeki “ulaşılamaz gibi görünen o güzel ahlak örnekliklerini” toplu
bir şekilde bugünün insanına sunmak istedik ve bunun neticesinde okuduğunuz bu
kitap ortaya çıkmış oldu.
Bu niyetle kitapta bencillik ve
narsisizm hastalığına karşı isar ve tevazuya yönelmeyi önerdik. Şehevi arzularına
yenik düşüp istek ve arzularının peşinde koşan modern dünyadaki müslümana
yemesini azaltmasını, oruç tutmasını salık vererek nefis terbiyesini önerdik.
Son derece mutlu bir şekilde içinde kaybolduğumuz dünyanın asıl yurt
olmadığını, hayatın geçici olduğunu ve ölümü - ahireti unutmamak gerektiğini
hatırlattık. En küçük şeylere dahi öfkelenen, imkân eline geçtiğinde
etrafındaki her şeyi tarumar eden insana Rabbinin kendisinden daha güçlü
olduğunu söyledik. İnsanın başkasına göstermek için yaptığı işlerin Allah
katında bir değerinin olmadığını, gösteriş çağında yaşadığımız günümüz
insanının dikkatine sunduk. Malla, güzellikle, bineklerle, makamlarla övünme
gibi kibir kaynaklarının hepsinin bir gün yok olacağını ve üstünlüğün ancak
takvada olduğunu vurguladık. Başkalarındaki nimetlere hasedin yanlışlığını
ifade edip Rabbimizin taktirine rıza göstermeyi tavsiye ettik.
İnsana Kur’an, namaz, oruç,
infak, zekât, dua, tefekkürle arınmasını tavsiye ettik. Korku ve ümit
arasındaki bir kulluğun orta yol olduğunu söyledik. İnsanın kalp evini
kötülüklerden koruması ve temiz tutması gerektiğini; Allah’ı zikrettikçe
kalpteki kötülüklerin azalacağını ve kalbin itminana kavuşacağını vurguladık.
Müslümanın niyetinin amelinden üstün olduğunu ve salih amellerin niyete bağlı olarak
değer kazanacağını ifade ettik. Tahammülsüz günümüz insanına sabrı tavsiye
ettik. Nankörleşen modern insana kanaat etmesini ve şükrü önerdik. Her şeyin
sebeplere bağlandığı bir çağda Rabbimize dayanmanın ve elinden geleni yaptıktan
sonra tevekkül etmenin gerekliliğini, muvaffakiyetin yalnız Allah’tan olduğunu
söyledik. Patronunu, eşini, çocuklarını ve başkasını razı etmeyi odağına
almışinsana öncelikle Rabbini razı etmesini tavsiye ettik. Sosyal medya ile
dilinin ayarı bozulan günümüz insanına sözün en güzelini söylemesini salık
verdik.
İslam toplumunun temel
taşlarından biri olan ailenin önemini vurguladık. Ailede İslami bir hayatın
tezahürünün önemli olduğunu ve aile üyeleri arasındaki ilişkilerin bu minvalde
kurulup korunması gerektiğini söyledik. İnsanların gözünde giderek önemsizleşen
iffet ve mahremiyetin değerini ifade ettik. Faizin temel alındığı, her türlü
hile ve sahtekarlığın kazanç yoluna dönüştürüldüğü bir çağda helal kazancın
esas alındığı bir ticaret ve iş ahlakına işaret ettik. “Gemisini kurtaran
kaptan” edasıyla bencilce yol alan insana kardeşlik iklimi içinde hayra
koşmanın, paylaşmanın ve cemaat olmanın önemine işaret ettik. İslam’ın
güzelliklerini yaşayıp diğer insanlara anlatmayı teşvik ederek daveti
özendirdik. İyiliği emir ve kötülüğü nehyin vazgeçilmez bir meziyet olduğunu
ifade ettik.
Rotasını şaşıran günümüz insanı
için bir deniz feneri olması ümidiyle kaleme almış olduğumuz kitabımızın
dertlerimiz için küçük de olsa bir deva olmasını ümid ederiz. Bu çabamızın
ahirimizde karşımıza yüz akı olarak çıkmasını umarız.
24. TEVBE ve İSTİĞFAR
24.
TEVBE ve İSTİĞFAR
1.
GİRİŞ
Allah (cc), insanı şerefli bir varlık olarak yaratmış, onu
yeryüzüne halife tayin etmiş ve verdiği nimetlerle diğer yaratılanlara onu
üstün kılmıştır. İnsan her ne kadar Allah (cc)’ın mükemmel bir biçimde
yarattığı varlık olsa da aynı zamanda günah ve sevap işleme özelliğinde
yaratılmış bir varlıktır. Resulullah (sav): "Eğer siz günah
işlemeseydiniz, Allah (cc) sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip peşinden
tevbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe 9-10-11) buyurarak bu durumu
belirtmiştir.
İslam
fıtrat dinidir. İslam’da insanın günah işleyebileceği kabul edilmiş, bundan
korunma ve kurtulma yolları ona öğretilmiştir. İşte yapılan kötülükten, işlenen
günah ve kabahatten kurtulmanın yolu tevbedir. Tevbe ile insan, yapmış olduğu
günah ve kusurlardan kurtulur. Ve hatta o günah ve hataları hiç yapmamış gibi
tertemiz olur. Nitekim bu hususta Resulullah (sav): “Günahından
tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, zühd 30;
et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/150) buyurmaktadır. Günah işlemek
insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. Önemli olan hataya meyyal oluşumuzu
ve zafiyetimizi bilerek düşülen kusurlara takılı kalmak veya önemsememek değil
her günah sonrası Rabbimizin af kapısı tevbeye sarılabilmektir. Resulullah
(sav)'in şu hadisinde vurguladığı gibi: “Bütün Ademoğulları günahkardır,
günahkarların en hayırlısı ise tevbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd 30)
Tevbe,
ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (as)’la gündeme gelen bir konudur.
Zira, hem ilk hatayı (zelle) hem de ilk tevbeyi yapan Hz. Adem (as)’dır.
Buradan da anlaşılmaktadır ki, insan, fıtrat itibariyle hata ve günah işlemeye
müsait bir yapıda olmakla birlikte hatasını anladığı an pişman olup tevbe
ederek Rabbine dönebilecek bir donanıma da sahiptir. Zaten İslam’ın
müntesiplerinden beklediği de ‘kusursuz bir hayat’ değil, zaman zaman sürçmeler
olsa bile affedeceği ümidi ve inancıyla Allah’a (cc) yönelip O’ndan af ve
mağfiret dilenen ‘tevbe boyutlu bir hayattır.
2.
TEVBE ve
İLGİLİ KAVRAMLAR
Tevbe: Kelime olarak Arapça tâbe, yetûbu fiil kökünden gelmekte
olup mastardır. Allah (cc)’ya dönüş ve yöneliş anlamına gelmektedir. Tevbe daha
çok günahtan Allah (cc)’ya dönme anlamında meşhur olmuştur.
İstilahi olarak
Tevbeyi; yapılan kötülüğü, işlenen günahın günah olduğunu bilip, onu terkedip
bırakarak Allah (cc)’a dönmek, O’ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek,
yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız Allah (cc)’a yalvarmak diye
tanımlayabiliriz.
Gazali:
“Tevbe, geçmiş hatalardan dolayı insanın içinin
yanmasıdır” demiştir.
İstiğfâr: Sözlükte
"örtmek, örtbas etmek" anlamına gelen istiğfâr, dinî bir kavram
olarak, hata ve günahların Allâh tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek;
kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları artırmaya çalışması,
günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir.
‘İstiğfar’
Allah (cc) ‘tan hata ve günahların bağışlanmasını istemek, mağfiret (bağışlanma) dileğinde bulunmak demektir.
İçerisinde ‘istiğfar’ (bağışlanma dileği ) bulunan tüm dualara da ‘istiğfar
duası’ denmiştir.
Günah: Farsça bir
kelime olup sözlükte “suç” anlamına gelir. Allah (c.c)’ın emirlerine aykırı
olarak görülen iş, ahirette cezayı gerektiren davranıştır. Emredileni yapmamak,
yasaklananı işlemektir. Arapça‘da günahın karşılığı olarak; ism, zenb, isyan,
cürm kelimeleri kullanılır. İsm günahın tam karşılık anlamıdır. Zenb, cürm, insanın
Allah’ın (c.c) rızasını kazanmasını engelleyen şeylerdir, isyan ise, Allah’a
(c.c) itaat etmemek demektir.”
Günah,
emirlerin yerine getirilmemesi veya yasakların çiğnenmesiyle ortaya çıkan ve
dini ve vicdani açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur.
3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün.
Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte
iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan
cennetlere sokar..” (Tahrîm 8)
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları
bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 53)
''Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine
zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar
ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar,
işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.'' ( Âl-i İmrân 135)
''Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine
ölüm gelip çatınca «Ben şimdi tevbe ettim» diyenler ile kâfir olarak ölenler
için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.''
(Nisâ 18)
“Allah,
kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları)
dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 48)
4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
“Vallahi ben, günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni
bağışlamasını dilerim, tövbe ederim.” (Buharî, Daavat, 80/3)
“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâla’nın duyduğu
memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zaman ki
sevincinden çok daha fazladır.” (Buhâri, Daavât, 80/4)
“Allah Teâla gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek
için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek
için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar böyle
devam edip gider.” (Müslim, Tevbe, 31)
“Bir kul can çekişmeye
başlamadığı sürece, Allah Teâla onun tövbesini kabul eder.” (İbn Mace, Tevbe, 30)
5. TEVBE ve İSTİĞFAR İLİŞKİSİ
Sözlükte ‘örtmek, örtbas etmek’ anlamına gelen istiğfar, dini bir
kavram olarak, hata ve günahların Allah tarafından af ve mağfiret edilmesini
istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları arttırmaya
çalışması günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir. Aynı
kökten gelen ‘Gufran’ ve ‘Mağfire’ kelimeleri, Allah’ın (cc) kulun hata ve
günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir.
İstiğfar ile ‘günahtan vazgeçme’ anlamına gelen tevbe arasında bazı farklar
vardır.
Kişi ancak kendi günahından dolayı tevbe edebilirken, başkalarının
günahından dolayı da istiğfar edebilir. Yani başkasının affını Allah‘tan (cc) dileyebilir.
Allah’ın (cc) güzel isimlerinden olan ‘gafur’ ve ‘gaffar’, günahları örten,
bağışlayan, affeden demektir. Kur’an-ı Kerim de pek çok ayette istiğfarda
bulunmak emredilmiş, Allah (cc)‘nın mağfiret edici olduğu ısrarla vurgulanmış,
özellikle seher vakitlerinde olmak üzere istiğfar edenler övülmüştür. ( Mesela
: Al-i İmran 17 / Zariyat 18 )
İstiğfar lafzını veya manasını içeren her duaya istiğfar denir.
Gerek Kur'an-ı Kerîm'de ve gerekse hadis-i şeriflerde istiğfar teşvik
edilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de; "Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin;
çünkü O çok bağışlayıcıdır." (Nuh 10) "(Resûlüm!) Şimdi sen sabret.
Çünkü Allah’ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah
Rabbini hamd ile tesbîh et." (Mümin 55) buyrulur.
Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Resullah (sav):
"Vallahi ben Allah (cc)'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum"
buyurmuştur. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamberin günde yüz defa istiğfar
ettiği belirtilir. (Müslim, Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Sûre, 47/1)
Bu nedenle Ebu Hureyre (r.a): "Peygamberden daha çok istiğfar edeni
görmedim" (el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, l V, 210.) demiştir.
Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfar etmek
vaciptir. Peygamberimizin ifadesiyle, "İstiğfâr eden kimse günde yetmiş
defa da günah işlemiş olsa bunda ısrar etmiş sayılmaz. “ (Tirmizi, Deavat, 107)
İstiğfarın Allah (cc) nezdinde ki değeri bir hadiste şöyle ifade
edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî
Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan,
diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı
dilerim)" derse, Allah (cc) günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok
olsa da bağışlar" (Tirmizî, Deavât, 17) buyrulmuştur. Sadece dili ile
istiğfarda bulunmak yeterli değildir. Niyeti ve amelleri de dilini
doğrulamalıdır.
Tevbe İle İstiğfar Arasındaki Fark
İnsan günah işlediği zaman ısrar etmemeli, hemen istiğfar ve tevbe
etmelidir. ‘İstiğfar’, günahın bağışlanmasını istemek , ‘tevbe’ ise günahtan
vazgeçmektir. Yani, yapılan hata veya günahta hemen insanın bundan vazgeçmesi,
hata veya günah işlediğini fark ederek veya bilerek hemen bundan bağışlanma
istemesine ‘istiğfar’ denir. Bu günahtan
tamamen vazgeçmeye karar vermeye veya bir daha işlememeye gayret ve söz
vermeye, yani bundan tamamen vazgeçmeye çalışmaya da ‘tevbe’ denir.
6. TEVBE’NİN ÖNEMİ
Tevbe etmek, herkese farz-ı ayndır. Tevbe’nin farz oluşu Kur’an,
Sünnet ve İcma-i Ümmet ile sabittir. Nitekim Cenab-ı Hak, bir ayeti kerimede “Ey
müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz…” (Nur 31), başka
bir ayeti kerimede ise, “Ey iman edenler!
Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün…” (Tahrim 8) buyurmaktadır. İşte
bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hak, suçlu-suçsuz ayrımı yapmaksızın bütün
müminlere tevbe ve istiğfarı emretmiş ve ancak bu yolla kurtuluşa
erebileceklerini bildirmiştir.
Sevgili Peygamberimiz (sav) de, değişik hadisi şeriflerinde tevbe üzerinde
bolca açıklamalarda bulunarak tevbenin önemine dikkat çekmiştir. Rasulullah
(sav) bu hadis-i şeriflerinden birisinde şöyle buyurmuştur: “Bütün insanlar
hata işleyebilirler. Ancak hata edenlerin en hayırlısı (hatasını anlayıp pişman
olarak) tevbe edenlerdir.” (Tirmizi, Kıyamet, 50 ; İbn Mace, Zühd, 30)
Gerek Peygamber, gerek alim ve gerekse cahil olsun her insan hata
edebilir ve bu hatası neticesinde tevbeye muhtaçtır. Aslında her peygamber
yaptığı ‘zelle’ karşılığında, durumuna muvafık bir şekilde tevbe etmiştir.
Mesela, Hz. Adem (as): “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize
zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden
oluruz.’’ (Araf 23) demiş. Hz. Musa (as) “Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim
(başıma iş açtım). Beni bağışla...” (Kasas 16)
diyerek yalvarmıştır. Sadece onlar değil, Cenab-ı Hak tarafından geçmiş
ve gelecek bütün hata ve günahlarının bağışlandığı bildirilen (Fetih 2) Nebi
(sav) bile her gün bir rivayette yetmiş, diğer bir rivayette ise yüz defa istiğfarda
bulunduğunu söylemiştir. Günahlardan masum olan Peygamberimiz (sav) bu kadar
tevbe ve istiğfarda bulunurken, hayatı hata ve kusurlarla dolu olanların ne
kadar tevbe etmesi gerektiğini herkes kendi vicdanına danışmalıdır. Günah ruhun
kiri, tevbe ise cilasıdır. Günahta ısrar kulun ruhunu iyice bozar.
Tevbe, işlenen günahtan gönülden hissederek pişman olmaktır.
Ömrünün kalan kısmında Allah (cc)’a yönelmek, günahtan sakınmak, salih amelde
bulunmak, tevbeyi fiili olarak gerçekleştirir. Günahtan sakınmak, terk etmeyi
gerçekleştirdiği gibi; tevbe, var olma (varlık) eylemidir. Tevbe edenin Rabbine
dönüşünü içerir. Allah (cc)’ın emirlerini ısrarla eda etmeye tutunmaktır. Kişi,
günahı mücerret olarak terk edip, Allah (cc)’ın sevdiği amellere dönmemişse,
tevbe etmiş sayılmaz. Ancak Kul; Allah (cc)’a yönelip dönerek ısrar düğümünü
çözüp tevbenin gerçek manasını diliyle söylemeden önce kalbiyle kabul etmeli,
Allah (cc)’ın geniş olarak beyan ettiği; itaat edenlere vaad edilmiş Cenneti ve
isyan edenlere vaad ettiği Cehennemi düşünerek, korku ve ümit kuvvet buluncaya
kadar gayret sarf etmelidir. Allah (cc)’a korku ve ümit arasında tevbesini
kabul etmesi için dua etmelidir. Günahını, kusurunu yıkasın, hatasını gidersin.
Böylece tevbeden kazanması gerekeni, Allah (cc)’ın kerih gördüğünden sevdiği ve
razı olduğu amellere yönelerek elde etmelidir. Öyle ki sütün memeye dönmediği
gibi, günaha dönmeyecek şekilde tevbe etmelidir. Kalbiyle pişman olmalı,
diliyle istiğfar etmeli ve bedenini o kötü fiillerden korumuş olmalıdır.
Böylece Allah (cc)’dan gelen nur ile sevabını O’ndan umarak ve azabından
korkarak O’na itaat etmelidir.
Mümin nefsinin şerrinden kendisini korumalı, takvalı olmalı, ıslah
etmelidir. Allah (cc), ıslah edenlerin en hayırlısıdır. Allah (cc) onun Rabbi
ve mevlasıdır. Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa sorumluluğu nefse terk
etmemelidir.
Tevbe, İslam dininde ancak meşakkat ve yorgunluk sonucu ya da
Allah’ın (cc) dışında birinin önünde itiraf edilmesi gereken ve ulaşılması güç
olan engebeli bir yol değildir. Bilakis, tevbe kolay ve basittir. Kapısı her
zaman açık, isteyen tevbe etmek ve temizlenmek için her an o kapıyı çalabilir.
Hiç kimse onu Allah (cc)’ın rahmetinden kovamaz. Haddi ne kadar aşmış olsa
bile, Rabbiyle onun arasına kimse giremez. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O,
çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer 53)
Sırat-ı müstakime (doğru yola) dönmek isteyen önce tevbeye koşsun,
kendisiyle tevbe arasına engel olacak gün gelmeden günahtan vazgeçsin. Terk
ettiği amellerden dolayı üzülmeli, tahammülün kalmadığı zor durum, pişmanlığın
fayda vermediği saat gelip çatmadan, hesap günü için canla başla iyi amellere
sarılmalı, diliyle Allah (cc)’a tevbe etmeli, iman ve salih amelle tevbe
hakikatinin gerçekleşmesi için kalbiyle azmetmeli. Umulur ki Allah (cc)
tökezlemesini azaltır, dönüşünü kabul eder ve günahını da affeder. İman ve
amel-i salihle, hidayet yolunu tutsun ki, Allah (cc) onu salih kullarıyla
beraber kılsın. Şu ayeti kerimenin manasını doğrulayıcı olarak “Şu da muhakkak
ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda
giden kimseyi bağışlarım.” (Taha, 82)
İmam Gazali konuyla ilgili İhyau Ulumid Din adlı eserinde ‘Tevbe
Herkese ve Her Hâlükârda Vacibdir.’ başlığı altında konunun önemini şöyle izah
eder:
“Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz…” (Nur 31).
Zira tevbenin mânâsı; Allah'tan uzaklaştıran ve şeytana yaklaştıran yoldan
dönmek demektir. Böyle bir dönüş, ancak akıllı bir kimse için düşünülebilir.
Akıl, ancak şehvet, gazab ve şeytanın insanı aldatma vesileleri olan diğer kötü
sıfatların kemâlinden sonra kemâl bulur Şehvetler, şeytanın askerleridir. Akıl
da meleklerin ordularındandır. İkisi bir araya geldiğinde mecburî olarak
aralarında savaş patlak verir; zira biri diğerinin yanında duramaz. Çünkü
birbirine zıddırlar. Bu bakımdan aralarındaki boğuşma, gece ile gündüzün, nur
ile zulmetin arasındaki boğuşma gibidir. Biri galebe çaldığı zaman, zarurî
olarak diğeri kaçar! Şehvetler çocuk ve gençlerde aklın kemâlinden önce
yerleştikleri zaman şeytanın orduları gelmiş ve mekânı istilâ etmiş demektir.
Kalp bunlara yakınlık göstermiş olur. Şüphesiz ki bu takdirde şehvetlerin
isteklerine uyması da normal olur ve bu durum kalbe hâkim olur. Artık kalbin bu
durumdan kurtulması zorlaşır. Sonra Allah'ın hizbi ve askeri olan akıl ortaya
çıkar ve tedricî bir şekilde dostlarını düşmanların ellerinden ve esaretinden
kurtarır. Eğer akıl kuvvet bulmaz ve kemâle ermezse, kalp memleketi şeytana
teslim olur. Şeytan da va'dini yerine getirir! Zira şeytan şöyle demiştir: Eğer
beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun zürriyetini, pek azı müstesna kandırıp
kendime bağlarım.
Eğer akıl kemâle erip kuvvetlenirse, onun ilk meşgalesi şehvetleri
kırmak, âdetlerden ayrılmak, tabiatı cebr yoluyla ibâdetlere zorlamak suretiyle
şeytanın ordularını yok edip uzaklaştırmak olur. Tevbenin mânâsı bundan başka
birşey değildir. Böyle olmasının isbatı da şehvetten, rehberi şeytan olan bir
yoldan dönüp Allah (cc)'ın yoluna yönelmektir.
Tevbenin daima ve her durumda yapılmasının farziyeti şu demektir:
Hiçbir insan günahsız değildir; zirâ peygamberler bile bu zellelerden
kurtulamamıştır. Nitekim Kur'an'da ve hadîslerde peygamberlerin bu zellelerden
tevbelerinden ve hatalarından ötürü ağlamalarından haber verilmektedir.
Eğer azaların günahından bazı durumlarda kurtulursa, kalp ile
günahları arzu etmekten kurtulamaz. Eğer kalp de bazı durumlarda günahları
arzulamaktan kurtulursa, Allah'ın zikrinden gaflet ettiren şeytanın
vesveselerinden kurtulamaz.
Eğer bundan da kurtulursa Allah, Allah'ın sıfatları ve fiilleri
hakkındaki ilim hususunda kusur ve gafletten kurtulamaz. Bütün bunlar,
eksikliktir. Bunun sebepleri vardır. Sebeplerin zıdlarıyla meşgul olmak
suretiyle sebepleri terketmek, onun zıddına dönmek demektir. Tevbeden de maksat
dönüştür. Hiçbir insanın bu eksiklikten uzak olması düşünülemez. Ancak insanlar
miktar hususunda birbirlerinden ayrılır. Asıl ise bütün insanlarda vardır.
Bunun için Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim de kalbimin üzerine
pas çöker. Öyle ki gece ve gündüz yetmiş defa Allah'tan af talebinde
bulunurum.”
Bunun için Allah Teâlâ, peygamberine şöyle demek suretiyle ikramda
bulunmuştur: “Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana
olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Fetih 2)
Hz. Peygamber (sav)'in yüce makamına rağmen hali bu olursa, acaba
başkasının hali ne olacaktır?
Tevbe'nin tamamlanması, geçmişi tamamiyle telâfi etmekle olur.
İnsanın peşinden sürüklendiği her şehvetten bir karanlık insanın kalbine
yükselir. Nitekim insanın nefesinden berrak aynaya buharın yükseldiği gibi...
Eğer şehvetlerin karanlığı birikirse, (kalp üzerinde) 'Reyn' denilen pas olur.
Nefesin buharının aynada biriktiği zaman lekeye dönüştüğü gibi... Nitekim Allah
(cc) şöyle buyurmuştur: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları
(kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifin 14)
Bu bakımdan 'reyn' (pas) biriktiği zaman mühre dönüşür. Aynanın
yüzündeki buhar gibi o mühürle kalp mühürlenir. Birikip zaman uzadıkça, demirin
içine işler, onu ifsâd eder. Artık ondan sonra işlem kabul edemez hale gelir,
pastan mühürlenmiş gibi olur. Şehvetlerin arkasında gitmeyi terketmek de kâfi
gelmez. Kalpte tabiatlaşan o pasların silinmesi lâzımdır.
Nitekim eğer aynada tabiîleşen kirler silinmezse, sadece buharları
silmenin kâfi gelmediği gibi. Günahlar ve şehvetlerden kalbe zulmet yerleştiği
zaman da durum böyledir. Bu bakımdan kalbe ibadetlerden bir nur yükselir. O
ibadetlerin nuruyla mâsiyetin zulmeti silinir.
Buna Hz. Peygamber (sav)’in şu hadîsi işaret etmektedir: “Bir
kötülük işlediğinde arkasından iyilik yap ki kötülüğü yok etsin.” (Müsned, V.
153,158,269; Tirmizi, Birr 55) O halde kul kalbinden günahların eserlerini,
sevap işleyerek silmekten müstağni değildir.
“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de
sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul
eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp
da içlerinden birine ölüm gelip çatınca «Ben şimdi tevbe ettim» diyenler ile
kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir
azap hazırlamışızdır.” (Nisa 17-18)
Bu ayetin mânâsı; hatayı işlediği halde hatasından pişman olması,
onun eserini hemen akabinde yapmış olduğu bir hasene (sevab) ile daha pas
kalbin üzerine yerleşip silinmeyi kabul etmeden önce silmesi demektir.
Bu bakımdan helâk olan bir kimse ancak tevbeyi geciktirmekten
dolayı helâk olur. Öyleyse tevbeyi geciktirmenin kalbi karartması önce, ibâdet
ile parlatılması ise sonradır. Bu durum böyle devam eder. Sonunda ölüm ansızın
gelir, yaka paça götürür ve dolayısıyla temiz olmayan bir kalp ile Allah'ın
huzuruna varır. Oysa ancak temiz bir kalp ile Allah'a varan kurtulur. Öyleyse
kalp, Allah'ın kul yanındaki emanetidir. Ömür de Allah'ın kul nezdinde
emanetidir. İbadetlere vesile ve âlet olan diğer şeyler de böyledir. Bu
bakımdan emanete hainlik yapan ve hainliğini telâfi etmeyenin durumu
tehlikelidir.
7. TEVBENİN YERİ ve ZAMANI
a) Tevbede Zaman Unsuru:
Günahlar, Allah (cc)’a giden yolda birer engeldir. Günahkar zehirlenmiş
bir insan gibidir. Zehirlenen kişi için, vakit geçirmek ne derece tehlikeli ise
günah işleyenin de tevbede gecikmesi o derece risklidir.
Günah işleyen mü’min, imanının bir belirtisi olarak rahatsızlık
duyacak ve hemen ondan kurtulmanın yollarını arayacaktır. Günahın hemen
ardından tevbe etmenin farz olduğu hususunda icma mevcuttur. Ayrıca tevbeyi geciktirenler
bu sebeple günah kazanmaktadırlar.
Gazali’ye göre; kişi yaptığının günah olduğunu anladığı an, derhal
pişmanlık duymalı ve onun tesirini iyi ameli ile silmeli. Aksi halde,
kötülükler kalbi istila eder ve bir daha izalesi mümkün olmaz.
Nitekim hadis-i şerifte: “Mü’min günah işlediğinde, siyah bir leke
olur. Tevbe eder, günahı terkeder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur,
günah artarsa siyahlıkta artar...” (İbni Mace, Zühd 29) buyrulmaktadır.
Tevbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize
fikir vermektedir: “Allah kulunun tevbesini can boğaza gelmedikçe kabul eder.”
(Tirmizi, Deavat 100; İbni Mace, Zühd 30) Ölüm kesinleşip, can boğaza
geldiğinde ise tevbe kabul edilmeyecektir.
Son nefeste tevbenin kabul edilmeyişinin sebepleri şunlardır:
İnsan o anda ümitsizlik halindedir. Halbuki tevbe, kişinin hayattan ümidini
kesmediği bir ortamda olmalıdır. Son nefeste fertlerden teklif kalkar. O anda
yapılan işler için iyi veya kötü denmez. Halbuki tevbe dünya işlerindendir ve
teklif kalkmadan yerine getirilmelidir. Ahirette herkes pişman olacaktır, ancak
o halleri tevbe olarak nitelendirilmeyecektir. Zira son nefeste günahkarların
pişmanlık duydukları an, teklifin olmadığı andır. Son nefeste yapılan tevbe
kabul edilmediği gibi o bir yok hükmündedir ve sonuç olarak hiçbir şey ifade
etmemektedir. Ömrü boyunca hiç tevbe etmeyenle, ölümü anında tevbe eden sonuç
itibariyle aynı görülmektedir.
Ne zaman günahkar ciddi, kararlı ve takva ile salih amel tohumları
ekerek, yaptığından dolayı pişman olduğunu ve Rabbinin rahmetini ümit ettiğini
samimi bir şekilde ifade ederse, Allah (cc) da onun tevbesini kabul eder.
Kovulmuş ve şaşkın olarak terk edilmez. Bilakis, onu doğru yola koyar ve
elinden tutar, adımlarını destekler ve ona yolu aydınlatır. Bu durumda kul için
şu iki seçenekten başka seçenek yoktur.
1) Tevbede acele etmesi, ta ki günah silinmeyi kabul etmeyen huy
halini alıp kalbe hakim olmasın.
2) Tevbeyi hastalık ve ölüm gelmeden önce yapması. Tevbeyi ağırdan
alan, günah işlemekte ısrar eden ve kötülük işleyen aldatılmışlar, ölüm geldiği
zaman, ben işte şimdi tevbe etmeliyim (tevbe zamanı şu andır) demekten
sakınmalıdırlar. Çünkü böyle bir tevbe ihtiyari değil zorunludur. Bundan dolayı
hayata hiçbir çeki düzen vermez ve kalpte hiçbir güzel amel doğurmaz. O, güneş
batıdan doğduktan sonra, kıyamet günü Allah (cc)‘ın azabı gelip çattıktan sonra
yapılmış bir tevbe gibidir.
Ecel gelip çatmadan, ümitler tükenmeden, pişmanlığın fayda vermeyeceği
gün gelmeden mü’min Allah (cc)’a tevbeye acele etmelidir.
Kul, bir günah işlerken tevbeyi hatırlarsa, ona hemen en acil
şekilde yönelmeli. Geciktirmeye, ertelemeye ve umutlara yaslanmamalı. Günahtan
tevbeye acele etmek, hemen yapılması gereken bir farzdır. Geciktirilme caiz
değildir. Eğer geciktirirse bundan dolayı da tevbe etmelidir.
Sonuç olarak tevbe ile ilgili şöyle bir zaman dilimi çizebiliriz.
Tevbe için zaman; günahın peşinden başlamakta, ileriki günlerde herhangi bir
vakte bağlı kalmadan devam etmekte ve ölüm alametleri belirince son
bulmaktadır. Yani tevbenin son sınırı; yaşama ümidinin bitmesi, ölüm
alametlerinin belirmesi ve şahsın son anlarını yaşamasıdır.
b) Tevbede Mekan Unsuru:
Namaz, hac gibi bazı ibadetlerin, belli mekanlarda yapılması,
faziletli veya gerekli olduğu halde, tevbe için böyle mekan şartı yoktur. Zira
tevbe, çok yönlü bir eylem olduğu için, yalnız bir mekanda başlayıp sona
ermeyecektir.
Bu sebeple, tevbe edebilmek için, şahsın camide bulunması, tekke
veya zaviyede olması şeklinde bir şart yoktur. Ayrıca tevbe edebilmek için,
Allah sevgililerinin evine gitmek, onların dizinin dibine oturmak mecburiyeti
de yoktur. Diğer taraftan; cemaat halinde, bir araya toplanarak, topluca tevbe
etmek de şart değildir.
Günah işlemiş insan, tevbesini her mekanda gerçekleştirebilir.
Şahıs için, günahlarını göz önüne getirdiği, onların çirkinliklerinden
kurtulmaya karar verdiği her yer tevbe mekanıdır. Yani işçi işinin başında,
çiftçi tarlasında, evde kalanlar evlerinde, bu kararı verebilir ve tevbe
sürecini başlatabilir.
Nitekim Yunus (as) balığın karnında ve denizin karanlıklarında: “Zünnûn’u
da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla
sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka
hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye
niyaz etti.’’ (Enbiya 87) deyip, günahını itiraf ederek Allah (cc)’den af
dilemiştir. Allah (cc) de onu affetmiştir.
Tekrar ifade edelim ki, tevbe süreci, günahlardan kurtulmaya
kalbin kesin olarak karar vermesiyle başlamaktadır. Bu kararın verilebildiği
her yerde tevbe sahihtir. Tevbeyi bir mekana hasretmek, tevbe için kutsal bir
mekan şartını ileri sürmek, tevbe olayını bilmemek ve konu ile ilgili İslam’ın hikmetini
yakalayamamak demektir.
8. TEVBENİN ŞARTLARI
Allah (cc)’a tevbe etmek, en büyük salih amellerdendir. Çünkü
tevbe, kul ile Rabbi arasında nefisteki gizli, saçma arzu, kapris ve engelleri
kaldırır. Tevbe, kalbi ümitlerle doldurur ve nurun kaynağına yönlendirir.
Tevbe eden, tevbesinde sadık olduğunun şartlarını getirdiği kadar
tevbesi de sadık ve makbul tevbe olur. Bu şartlar şunlardır:
1) Tevbe sadece Allah (cc)’ın rızası için olmalıdır.
Çünkü Allah (cc) hiçbir ameli kabul etmez, ancak sadece kendi
rızasını kazanmak için yapılan halis ameller hariç.
Tevbeye sevk eden sebep, Allah (cc)’ın sevgisini, tazimini, rızasını
ve mükafatını arzulama özlemi olmalıdır. Tevbeye riyakarlık katarak hiçbir kimseye
şirin gözükmeye çalışmamak ve geçici dünya malından bir şey istemeye
niyetlenmemelidir.
2) Günahı terk etmek.
Nefis, günahın lezzetiyle meşgul olduğundan, salih amelde ihlas
göstermesi güçtür. Kötülüğün köklerini kalbinden söküp atmak için tevbe eden
kişi çok çalışmalı ki, kalbi saf, halis ve arınmış olsun. Böylece salih
niyetle, Allah (cc) tarafından kabul gören hayır ameller o kişiden sadır olsun.
Eğer günah, haram bir fiille işlenmişse, hemen terk etmeli, yok eğer bir
vacibin terk edilmesiyle olmuşsa, onu hemen yerine getirmeli, yok eğer kaza
edilmesi gereken bir amel ise, onu hemen kaza etmeli, yok eğer herhangi bir
kişinin hakkıyla (kul hakkı vs.) alakalıysa hemen helallik dilemeli ve onu
yerine getirmelidir.
3) Geçmişte olanlardan dolayı pişmanlık.
Kişinin geçmişte yaptığı günahlara üzülüp, pişmanlık duyana kadar
tevbesi sadık ve gerçek bir tevbe olmaz. Allah’a (cc) pişman olduğunu
göstermeli ve tevbe edip O’na dönmelidir.
4) Günaha bir daha dönmeyeceğine kesin kararlı olmak.
Kişi tevbe ettiği günaha bir daha asla dönmeyeceğine kesin kararlı
olmalıdır.
5) Günahta ısrarcı olmamak.
Israr, kalbi günah arzusuna bağlamak, bunda istikrar kılmak ve
tekrar işlemeye azmetmektir. Çünkü tevbe ile beraber günah işlemekte ısrarcı
olmak, ancak yalancıların tevbesidir. Onlar (yalancılar) günahı geçici olarak
terk edip günaha tekrar dönmek için elverişli fırsatı kollarlar. Günahın tadı
kalplerinde kalmış olduğu için ona yol buldukça nefsin isteğini (günah işleme
arzusunu) temenni ederler. Halbuki Allah (cc) Cennet’e girmek ve günahların
affedilmesi için, tiksindirici (fahiş) fiilde ısrar etmemeyi ve nefse zulüm
etmemeyi şart koşmuştur.
6) Tevbe kalp ve lisanla olduğu gibi salih amelle de olur.
Salih amel, kalbin fiili tercümanıdır. Zira salih amel insanı
günahtan vazgeçirmek için olumlu bir vasıtadır. Böylece ömrünün günah ve nefsine
uyarak geçirdiği kısmını, ömrünün kalan kısmında gerçekleştireceği salih amellerle
telafi eder.
7) Tevbesinde devam etmek.
Tevbe eden, tevbesini bozacak ya da ona muhalif olacak şeyleri
yapmayıp tevbesinde devam etmelidir.
Zira tevbede devamlılık, tevbenin sıhhat ve faydalı olmasında aranan
şartlardır.
8) Tevbeyi günahın ardından hemen yapmak
Tevbenin zamanı, ecel gelmeden ve güneş batıdan doğmadan öncedir.
Bununla anlaşılıyor ki; kim ki bir şartı yerine getirir ve
diğerlerinden gafil olursa tevbesi tevbe sayılmaz, diğer şartlar yerine
getirilmeyinceye kadar. Tevbe bir bütündür. Bir parçasını kaybettiğinde, bütün
özelliklerini kaybeder.
Tevbe, öyle bir makamdır ki, ömre başından sonuna kadar refakat
eder. İnsanlar tevbeye her zaman muhtaçtır. İnsanlar tevbe etmeli ve
tevbelerini devam ettirmelidirler. Bu sebeple kul, her zaman ve fırsatta mutlak
olarak tevbe ve istiğfara muhtaçtır.
9) Kul
hakkı ile ilgili olan günahların tevbesinde hak sahipleriyle helalleşmek.
İnsanların
hakkıyla ilgili olan günahlardır ki, iki çeşittir.
a) Telafi
edilebilir, eski haline getirilebilir olanlar. Zarar gören, çalınan, gasp
edilen malın sonradan telafi edilebilmesi gibi. Bunun gibi kul hakkı
ihlallerinin giderilmesi, eğer varsa sahibine iadesi, aşırı hasar görmüş ya da
bulunamıyorsa, benzeriyle giderilmesi gerekir.
Çünkü bu
kesin bir haktır. Sahibine iade edilmesi vaciptir. Meşru olduğu biçimde hak
sahibine imkan vermek gerekir. Eğer mağduriyet giderilemez ve sahiplerine iade
edilemezse, pişman olarak tevbe ederse tevbesi Rabbi ile arasında olur. Ama
adamın hakkı onda kalır, hak sahibi hakkını isteyebilir. Yoksulluktan dolayı
veremezse, Allah (cc)’ın onu affetmesi umulur. Affına güven olur, fazileti de
boldur. Nice akıbetlere kefil olmuştur ve nice kötülükleri iyilikle tebdil
etmiştir.
b)
Benzeriyle onarılamayan, aynısıyla yerine getirilemeyen, bilakis aynı cinsten
karşılığı olmayan haklar. Kazf (iftira), had, celd (kırbaç cezası), zina gibi.
Zira bu suçlardan herhangi birisi ispatlanınca cezası ya recm ya da celddir.
Ama gıybet
yapan, iftira atan günahkardır. Eğer helallik dilememiş ise, azaba müstahaktır.
Böyle günahları işlemek sadece kul ile Allah arasında olduğu için kimse bilmez,
tevbesi pişman olmaktır. O fiili terk etmek ve çok istiğfar etmek gerekir.
Gıybetini ettiği adama vs. için nefsini yalanlaması, yaptığı iftiralardan
dolayı ailesine dil uzattığı (iftira ettiği) için, adama iyilikte bulunması,
hak sahibi için Allah’a dua etmesi ve onun için tevbe etmesi gerekir. Gıybet ve
iftira ettiklerine söylediğinin aksini aynı yerlerde söylemesi de gerekir.
Gıybetini övgü ve sena ile tebdil eder, gittiği yerlerde iyiliklerini zikreder.
İffetli olduğundan, iyi bir kişi olduğundan söz eder ve gıybet ettiği kadar
istiğfar eder.
9. TEVBE KAPISI HER GÜNAHA AÇIKTIR
Tevbe
kapısı her daim her insana açıktır. Rabbimiz’in; “İnkâr edenlere, (sana
düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.” (Enfal
38) ayetinde belirttiği gibi velev ki inkar günahını işlemiş olsalar bile.
Kalbi, aklı, gönlü uyanık olan her kimse tevbe kapısından girmeli, en büyük
günahı işlemiş olsa bile Rabbine dönmelidir.
Rabbimiz’in
geniş ve sonsuz mağfiretine sığınmak
için ivedilikle tevbe etmeyi gerektiren önemli günah ve haramları şu
şekilde sıralayabiliriz:
1) Allah’a
ortak koşmak
Bu,
günahların en büyüğüdür. Şirk, Allah’a ortak koşmak, ortak edinip onu Allah’ı
sever gibi sevmek ona dua etmek, yardım dilemektir. Şirk affedilmez en büyük
günahtır. Ancak tevbe edip, Allah (cc)’ı, tevhid esaslarını kabul ederek
inanırsa, şirk büyük olsun, küçük olsun affedilmede aynıdır. Küçük şirk; riya,
gösteriş için ibadet etme, Allah’ın dışında başka bir şeye – onu Allah’a eş ve
ortak görerek- yemin etmek, Allah’a ve sana tevekkül ettim gibi durumlardır.
Bundan dolayı tevbe eden kişinin, Allah (cc)’a tevhid çizgisinde gerektiği
şekilde iman etmesi gerekir. Sadece Allah Teala’nın (cc) veli, ilah, mabud,
yardımcı, vekil, koruyucu ve yardım dilenen tek Zat olduğunu kabul etmelidir.
Kişi, ihlaslı bir şekilde, emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak ve
rızasını dileyerek, tüm ibadet niyetlerini Allah’a has kılmalıdır.
2) Küfür
(inkar)
Küfür,
büyük bir günah ve cinayettir. Küfürden dolayı bütün ameller boşa çıkar. Bunu
işleyen kişi, en büyük ve şiddetli azaba ebedi olarak girer. Küfrün çeşitleri
çoktur ve buna rağmen Allah (cc) tevbe kapısını açmış, her kim küfrü ve inadı
bırakır, teslim olup Allah’a dönerse, Allah (cc): “Eğer sana düşmanlıktan
vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının) bağışlanacağını söyle, yok, yine (savaşa)
dönerlerse, öncekilerin (başına gelen Allah) kanunu, (onlar için de
uygulanmaya) devam edecektir.” buyurmaktadır. (Enfal 38)
3) Nifak
(Münafıklık)
Nifak
(münafıklık), tedavisi çok zor gizli bir hastalıktır. Öyle ki kişinin her
tarafına siner, fakat o bunun farkına varamaz. Nifak, insanlar arasında gizli
bir şeydir. Öyle ki, çoğu insanlar bunu karıştırır, ona müdahale ettiğin zaman
iddia eder ki, kendisi ıslah edicilerdendir. Halbuki o fesatçıdır. Ona engel
olmaya çalışana ve iç hastalıklardan dolayı yardımcı olmak isteyene engel olur.
Eğer tevbe ile tedavi edip onları gidermezse Allah‘a (cc) salim bir kalple
gidemez. Allah (cc), bizi söz ve amelimizde nifaktan korusun. Allah (cc) şöyle
buyuruyor: “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık
onlara asla bir yardımcı bulamazsın.“ (Nisa 145)
Münafığın
tevbesi, Allah’a (cc) iltica etmek, tereddütlerden, yerli yerince oturmamış
ahlaktan kurtulmaktır. Münafık bunları yerine getirdiğinde tevbe eden
müminlerin vasfına erişir.
4) Doğru
Yoldan Sapmak
Doğru
yoldan sapmanın her türünden; fiili bir isyan ya da Allah’ın (cc) nehyettiği
bir şeyi yaparak emrine isyan etmek ya da inançta olan bir sapma, tahrif ve
bid’at ehli olma gibi durumlardan tevbe etmek. Böylece takva gerçekleşir ve
tevbe sahih olur. Bu da Allah (cc) ‘dan olan bir nur ile rahmetini umarak ve
azabından korkarak ona itaat etmekle olur. Kul, günahtan hicret edip Kitap ve
Sünnete sarılmakla, nefsi istek ve aşırı arzularını (şehvetleri) Allah korkusu
ve O’na itaat etme güç ve kuvvetiyle yenebilir.
5) Bid’at
Bid’at:
“Kur’an, sünnet ya da onun ikisinden kaynak alınan şer’i delillerden hiçbir
dayanağı olmadan tasarlanmış yollar“ demektir.
Bid’at
sahibinin tevbesi; bid’atini itiraf etmesi, bid’at olduğunu bilmesi, ondan
dönmesi ve önce inandığının zıddına inanmasıdır. Ama ona kötü ameli (fiili)
süslendirilip o da onu hoş görürse bu durumda onu hoş karşıladığı müddetçe
tevbe etmiş olmaz. Bütün hallerde bid’atten tevbe edebilir.
6) Zina ve
İftira
Zina ve
iftiradan Allah’a (cc) tevbe eder. Yaptıklarından pişmanlık duyar. Kazf
(iftira) eden kişi, iftira ettiklerine iyi davranmalı, iftirasını itiraf etmeli
ve onlar hakkında söylediğinin tersini söylemelidir.
7) Faiz
Bu durumda
sadece (ana parasını) alır fazlalık aldığı haksız kazancı iade eder. Faiz olan
miktar ve faizle ilgili bütün işlemleri bırakarak tevbe eder.
8) Zulüm
Zulüm iki
çeşittir.
- Nefse
zulüm (kendi kendine zulmetmek)
Bir vacibi
terk etmek ya da haram bir fiili yapmakla kişi kendi kendine zulüm eder. Çünkü
her iki durumda günahlardan, hatalardan ve kötülüklerdendir. Farzlardan,
kaçındıklarını kaza etmeli ve haram fiillerden nerede olursa olsun
kaçınmalıdır. İmanda, tevhide, farzlarda Allah’ın (cc) haram kıldığı günahları
da terk etmelidir. Tevbe eden, tevhide ve imanın hakikatlerine dönmeli; namaz,
hac, oruç, zekat gibi kaçırdığı farzları da kaza etmelidir. Kişinin yaptıkları
ya lehinedir veyahut aleyhinedir. Aleyhine olanlardan istiğfar eder. Doğru
olmayan, kötü zanda bulunabilir. Eğer böyle bir şey yaparsa Allah’a (cc)
istiğfar eder. Sözü ya da fiili sonucunda azap (ceza) getirecek günahlardan
tevbe eder.
-
Başkasına zulüm
Başkasına
zulüm; can, mal ya da ırzına haksızlık ederek gerçekleşir. Gücü yetiyorsa o
haksızlığı gidermelidir. Eğer mal, borç almış ise, onu geri verene kadar borçlu
sayılır. Borcu ödenmezse, kıyamet günü onun iyilikleri -hasenatları- alınıp
alacaklıya verilir. Şayet hasenatları yok ise, o zaman alacaklının günahları
borçluya yüklenir ve böylece -Allah bizi korusun- borçlu cehenneme sürülür. Bu
durum, Müslümanlara tevbe etmeyi, özellikle kul hakkı için tevbe etmenin
ehemmiyetini ortaya koyuyor.
10. GÜNAH
İLE KALBİN ALAKASINI KESEN VESİLELER
Her akıllı
kişi günahın ve isyanın neticesinden sakınmalıdır. Çünkü günah helak edici bir
zehirdir. Kötü etkileri vardır. Günahta müdavim olmanın sahte lezzet ve tadı
kalbi karartır, kulu Allah (cc)’dan uzaklaştırır. Akıllı kimse günahlardan
uzaklaşıp kendisini Allah’a (cc) yaklaştıracak
bir azık hazırlayandır. Çünkü Allah (cc) avf ve mağfiret sahibidir ama aynı
zamanda acı veren azap sahibidir.
1) Bil ki
günah ya gaflet sebebiyle olur ki onun ilacı ilimdir. Tevbe eden hidayet yolunu
tutmalı, ilim öğrenmeli ve ona davet etmeli ve de onunla amel etmelidir.
Kur’an-ı Kerim’in uyarılarını, günahkarlara verilecek cezaları ve günahlarından
dolayı geçmiş ümmetlerin başına neler geldiğini düşünmelidir.
Günah,
şehvetin galip gelmesi ya da nefisteki
çekişmeler sebebiyleyse, onu tedavi etmenin yolu sabırdır. Mükafatı da Allah’ın
(cc) indindedir. Kulun şehvet ve kızgınlık ateşini abdest, namaz ile
söndürmesi, ne güzel söndürmedir! Abdest alsın, namaz kılsın vaktini Allah (cc)
için geçirsin, nefsini itaatle, kötü ahlaktan ve yerilmiş özelliklerden
temizlesin.
2)
Günahtan uzak kalmanın bir yolu da Allah’a (cc) iltica etmektir. Kim Allah’a
(cc) iltica eder, bütün hallerde O’na sığınırsa O’ndan hiç ayrılmayan ve terk
etmeyen iki düşmanına karşı Allah (cc) ona yardım eder, korur. O iki düşman,
nefis ve taşlanmış şeytandır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “…Her kim Allah’a
bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.” (Al-i İmran 101)
3) Cezanın
acilen dünyada verilmesinden korkmak. Bazı rızıklarda, işlediği günahlardan
dolayı mahrum olabilir. Eğer isyanda ısrar ederse, hastalıktan, fakir düşmekten
korksun.
4)
Yediklerini temiz tutmak ve sadece helal yemek. Haram yiyecekle yapılan ibadet,
deniz dalgaları üzerine bina yapmak gibidir.
5) Yarın
Allah’ın (cc) önünde olacağını hatırlamak. Kul yarın Allah’ın (cc) önünde
olacağını ve onu bütün amellerden hesaba çekebileceğini hatırlamalı. Yaptığı
günaha baksın ki onun lezzeti gitmiş cezası ise üzerinde kalmıştır. Nefsini
engellesin, yaptığı günahtan korksun. Kendisini Allah’dan (cc) uzaklaştıracak
bütün yollardan uzak dursun.
6)
Rabbiyle karşılaşmanın ne kadar çabuk olacağını hatırlamak. Her an ölümün
gelebileceğini ve ölümden sonra olacak cezayı, dünyadan sonra cennet ve ateşten
başka yer olmadığını, dönüş durumunu, doğacak korkunç hali, Allah’ın (cc) gücünü,
kudretini ve acı veren azabını düşünsün.
7) Kötü
arkadaşlardan uzak durmak. Arkadaş grubunu seçerken kötülerin yerine salih
insanları dost tutmalı ve Allah (cc)’a yönlendirenleri tercih etmelidir.
Alimler, bütün asırlarda ışık saçan meşalelerdir, onlarla oturmalı, ilim ve
nasihatlerinden nasiplenilmelidir. Kişi bunu yaptığı vakit bereketli bir kazanç
ve çok hayırlar görecektir.
8)
Taşlanmış şeytanın vesveselerinden ve şerrinden Allah’a (cc) sığınmayı dilemek.
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni
dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” (Fussilet 36)
9)
İstiğfar en büyük hayırlardandır. Kim sözü ve amelinde nefsinin kendisine galip
geldiği ya da rızkının değiştiği (zengin iken fakir olmak gibi) durumlarda kendinden
bir ihmal hissederse, tevbe, istiğfar etmelidir. Tevbe, istiğfarı sıdk ve
ihlasla yaparsa, onda şifa vardır.
10)
Gereksiz yeme, bakma ve konuşmaktan kaçınmak. Nerede ve nasıl olursa olsun,
Allah (cc)’a itaat etmeli, gereksiz yeme, bakma ve konuşmaktan kaçınmalıdır.
Günahta ısrar etmeyip, her kötülüğün ardından bir iyilik yapma hasleti
geliştirmelidir. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Çünkü iyilikler kötülükleri
(günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hud 114)
11. TEVBEDEN UZAKLAŞTIRAN SEBEPLER
Nefis,
bedenin tabiatına meylederek, büyük şehvetlerle lezzetleri arzular. Günah,
kalbi hayır işlemeye karşı zayıf düşürür. Böylece onda günahı işleme arzusu
yavaş yavaş kuvvet bulur; ta ki tamamen sıyrılana kadar. Günah benzerlerini
eker ve bir kısmı diğer kısmını doğurur. O da ancak bazı sebeplerden dolayı
olur. Şöyle ki:
1)
Allah’ın (cc) rahmetinin geniş olduğunu düşünmek. İnsanın, Allah’ın (cc)
rahmet, kerem ve affının genişliği ve bolluğuna güvenmesi. Öyle ki, bazılarına
nasihat babından konuşulduğu ya da bir günahtan dolayı uyarıldığında, hemen “Allah’ın
(cc) rahmeti geniş ve affı da bütün günahları kapsar.” diye karşılık verir. Bu
miskin (gariban) Allah’ın (cc) affı ve rahmeti geniş ve bol olduğu gibi
azabının da çok şiddetli olduğunu unutmuştur.
2) Şehvet geçici bir lezzettir. Bu acil
lezzeti terk etmemek, nefis için daha sonra olacak vahim bir duruma sebep
olabilir.
3)
Erteleme ve umutlara aldanma.
4) Mal
edinme hırsı. Mal edinme hırsı ve bütün gücünü mal edinmek için harcama ve onun
etrafında yoğunlaşma, kalbi mal gelişi ve elde edildiği maddelerle meşgul
olmak, insanı çıkılmaz bir gaflete sürükler ve ölüm sonrasına hazırlığı
unutturur.
5) Gaflet
ve cehalet. Gaflet ve cehalet (dalgınlık ve bilgisizlik) kişiyi haram olan
isteklerle sevinmeye sürükler. Bu sevinç günahı hırsla istemenin bir kanıtıdır.
Kime isyan ettiğini ve akıbetinin ne kadar berbat olacağını bilmediği gibi
tehlikesinin büyüklüğünü de düşünemez.
6) Günahı
küçümsemek. Günahı küçümseme Allah’tan (cc) korkmamaya sebep olur.
12- TEVBEYİ BOZMAK
Tevbe, öyle bir konumdadır ki, kulun
mükellef olduğu anda başlar, hayatın sonuna kadar onunla beraberdir. Eğer tevbe
eden, niyet ve kasdını birleştirip nasuh bir tevbe ile tevbe ettiyse, sütün
memeye dönmediği gibi, o da günaha dönmez. Eğer günaha döner, tekrar ederse,
tevbesini bozmuş olur. Çünkü tevbenin sıhhati onda devamlı olma şartına
bağlıdır. Fakat bir günahtan tevbe etse, sonra tekrarlarsa, daha önce tevbe
ettiği günahtan dolayı cezaya müstehak olur mu? Yani hem ilk hem de daha sonra
işlediği günahtan dolayı ceza alır mı? Doğru olan, tevbe ettiği günahtan
tevbesini bozsa da onun günahı ona dönmez. Çünkü tevbe etmekle o günahı
işlememiş gibi olur. Sanki o günah yokmuş gibi, bundan dolayı önceden işlediği
kötü fiilin günahı olmaz. Öncekinden dolayı değil, yeni işlediğinden günah
alır. Çünkü tevbe güzel bir başlangıçtır. Günaha dönüş ise kötüdür. Dolayısıyla
o günaha tekrar dönmesi, bu iyiliği geçersiz kılmaz. Nitekim Resulullah
(sav)’in şöyle buyurduğu gibi: “Günahından tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç
işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, zühd 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr,
10/150)
13. TEVBE EDENLERİN DERECELERİ
Tevbe edenlerin dereceleri, hallerindeki
değişiklik ve amellerindeki farklılığa bağlı olarak değişir. Ömrünün sonuna
kadar tevbelerinde doğru yolu takip edenlerin, bağlılıklarının derecesi dört
derecededir.
Birinci Derece:
Tevbelerinde ömürleri boyunca
dosdoğrudurlar. Hiçbir zaman içlerinden o günaha dönmeyi geçirmezler ve ona
yaklaşmazlar. Bunlar nefsi mutmaine sahibi kişilerdir. Onlar tevbenin en yüksek
makamındadırlar. Çünkü onlar dosdoğru yolu tuttular. Emirleri yerine getirerek,
yasaklardan da kaçınarak… Bütün
günahlardan ve Rableri’nin razı olmadığı ahlaktan soyutlandılar. Bu, tevbe
edenlerin en yüksek derecesidir.
İkinci Derece :
Doğru yolu tutanlar ve hayatları boyunca
tevbeye devam edenler ancak nefislerinin onlara güzelleştirdiği ve çekici
kıldığı günahları düşünmekten ayrılamazlar, ne zaman günah işlemek için niyet
etseler, nefislerini kınar ve azimlerini yenileyip; ‘ne diye bu kötülüğü yaptım’
diye pişman olur ve ‘ne diye çok hayır amel işlemedim’ der. Bu da yüksek bir
derecedir, tabii ki birinci derece kadar
değil. Tevbe edenlerin çoğu bu kategoridedir.
Üçüncü Derece :
Tevbelerinde belli bir zaman devam edip
şehvetleri onlara galip gelip, daha sonra günaha meyledenler. İyi ve kötü
amelleri birbirine karıştırıyorlar, bununla beraber nefislerini yaptıkları
aşırılıktan azarlayıp, yaptıklarından pişman olup nefislerine galip geliyorlar.
Fakat fazla hayalci olmaları ve daha sonra tevbe ederim mantığı onları tevbede
geciktiriyor. Bu durum büyük bir tehlikedir. Olur ki tevbe etmeden ecelleri
gelir ve tevbeye zaman kalmadan ya da tevbenin kabul olmayacağı zamanda tevbe
ederler. Fakat faydasız bir tevbedir ve böylece ölürler.
Dördüncü Derece:
Bir müddet tevbe edip sonra nefs-i
emmare onları bedeni istek ve
duygularına kaptırıp, şehvetleri onları sarıp nefisleri günahlara meyledenler.
Tevbe etmeden bu günahlara düştüler. Akıbetlerinden gafil bir şekilde nefsin
hevasına tabi olmalarından dolayı akıbetlerinden korkulur.
Akıllı ve nasipli kişi haddini aşmadan
günahı kontrol altına alır ve nefsini Rabbi’ne itaate çevirir. Doğru yola
döner, Kur’an-ı Kerim’in nuru ve Peygamber’e (sav) bağlanarak hidayet bulur.
14. TEVBE GEÇMİŞİ SİLER
Kimileri bazen şöyle der: “Tevbe etmek
istiyorum, ancak tevbe ettiğimde
Allah’ın beni bağış-layacağını kim garanti edebilir? Ben doğru yola
girmek istiyorum, ancak tereddütlerim var. Bilsem ki, Allah beni bağışlayacak,
tevbe ederdim.”
Böyle kimselere denir ki; sizin bu
hissettiklerinizi sizden önce Rasulullah’ın (sav) ashabı da hissediyordu. Eğer
şu iki rivayeti iyice düşünürseniz emin olun ki sizlerdeki bu duygular Allah’ın
(cc) izniyle yok olacaktır.
1) Amr b. As’ın (ra) Müslüman oluşunu
anlattığı kıssada İmam Müslim şu rivayette bulunur: “Allah Müslüman olmamı
kalbime koyunca, Rasulullah (sav)’a gelip, sağ elini uzat sana biat edeyim.”
dedim.
Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi
çektim. Bana :
‘Sana ne oluyor ey Amr?’ dedi.
‘Ben size bir şart koşmak istiyorum’ dedim.
‘Neyi şart koşmak istiyorsun’ buyurdu.
‘Allah’ın beni bağışlamasını’ dedim.
Hz. Peygamber (sav): ‘Bilmiyor musun ki
ey Amr, İslam kendinden önceki günahları yok eder. Hicret de öncesini yok eder.
Hacc da öncesini yok eder.“ buyurdular. (Müslim, İman, 192)
2) Rivayete göre müşriklerden bir
topluluk çokça adam öldürmüş, çokça zina etmişlerdi. Fakat bir taraftan da iman
ışığı kalplerini yoklamaya başlamıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)’e
şöyle haber gönderdiler: “Senin kendisine davet ettiğin din, hiç şüphesiz güzel
bir şeydir. Tevbe edersek, tevbemiz kabul olur mu dersin?” (Müslim, İman 193)
Yine rivayete göre Mekkeli müşrikler
şöyle demişlerdi: “Muhammed (sav) putlara tapan ve Allah’ın haram kıldığı cana
kıyan kimsenin günahının bağışlanmayacağını söylüyor. Peki nasıl hicret edelim?
Nasıl müslüman olalım? Biz hem Allah ile birlikte başka ilâhlara ibâdet ettik,
hem Allah’ın haram kıldığı cana kıydık.” (Kurtubî, el-Câmi‘, XV, 268)
Şu ayet nazil oldu: “De ki: Ey kendi
nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!”
(Zümer 53)
15. SONUÇ
Allah (cc), insanı sevap ve günah
işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Yapılan kötülüklerden, işlenen günah
ve kabahatten kurtulma yolu tevbedir. Tevbe ile insan, yapmış olduğu günah ve
kusurlardan kurtulur ve o günahı hiç işlememiş gibi tertemiz olur. Her insanın
tevbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Tevbe, günahın hemen peşinden
olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine
kadar devam eden bir zaman içinde yapılabilir. İnsanın eceli kendince belli
olmadığı için, bir an önce tevbe etmelidir.
Tevbe etmek için, insanın bir aracıya
ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekanda tevbe eylemini gerçekleştirmek
gibi bir zorunluluk da yoktur.
Gerçek tevbe için; kişi geçmişe
pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı
ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının sahibine iade edilmesi tevbenin
en önemli ruknüdür.
Yapılan tevbe sonucu, günahlardan
temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersizdir. Allah (cc) her türlü günah
işleyeni temizlemek için tevbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanın dikkatli
olması gereken husus; tevbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.
İslam uleması Sahih bir tevbe için şu
dört eylem şartını sıralamıştır;
1-
Kalpten pişmanlık duymak.
2-
İşlenen o günahtan hemen rücu etmek, yani yüz çevirip sevaba yönelmek.
3-
Bir daha benzerini işlememeye azmetmek.
4- Bu eylemleri birilerinden utandığı ya da
korktuğu için değil sadece Allah’ı memnun etmek için yapmak.
16. ÖDEV
a. "Estağfirullâhe'l-Azîm
ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm ve etûbü ileyhi’’ zikri, günde 70
kez.
b. http://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/nedamet-kapisi-2037301
17. VİDEO
a. Nasıl tevbe edilir? /Birfetva - Nureddin
YILDIZ
https://www.youtube.com/watch?v=gmex-fsGJ-g
b. Bu Dua'yı Sabah-Akşam Mutlaka Oku! (Seyyidü'l
İstiğfâr) & Nureddin Yıldız
https://www.youtube.com/watch?v=6YxWHu9xgxQ
c. Günahlarımdan Çok Korkuyorum! Nureddin Yıldız
https://www.youtube.com/watch?v=_7HjDFIDKEk
Öne Çıkan Dersler
-
22. KUR’AN ÂDÂBI 1. GİRİŞ “Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah'a...
-
11. NİYET İHLAS SIDK 1.GİRİŞ Kalp ameli olarak değerl...