13. RİYA

 

13. RİYA

1. GİRİŞ

Dinin esası, Allah’ın varlık ve birliğini, hâkimiyet ve kudretini kabul edip, hareket ve davranışlarını O’nun rızasına uygun şekilde düzenlemeye çalışmaktır. Yani iyi bir insan ve iyi bir kul olmaktır. Gerçek kulluk her işte ihlâs ve samimiyeti gerektirir. O halde ihlâs nedir? Varlığı ile davranışlara değer katan ihlâs; riya, gösteriş ve şirkten kaçınmak demektir. Bir şeyi Allah için, sadece Allah’ın hoşnutluğu için yapmaktır. Bütün ibadet ve davranışlarımızda, başka maksatla değil, sadece ve sadece Allah rızasını ölçü olarak almaktır.

Yapılan bütün işlerin başlangıç noktası niyettir. Niyet, bir işte güdülen maksat ve gaye demektir ve ihlâsın göstergesidir. İşte, ihlâsın tersi olan ve yapılan işlerin insanlara gösteriş ve kendini beğendirmek amacıyla yapılması anlamına gelen riya, günümüzde insanlar arasında çok yaygın hâle gelen manevî hastalıklardan biridir. Bu sebeple bu bölümde riya üzerinde duracak, riyanın zararları ve ondan korunma yollarını açıklamaya çalışacağız.

2. KAVRAM TAHLİLİ

a) Sözlük Anlamı: Riya, iş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya bir ameli Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Böyle bir davranışta bulunan kimseye, riyakâr veya mürâî denir. (Tahanevî, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafü Istılahatı’l-Fünûn, Kahraman Yay., İstanbul 1984, I, 607; Şâmil İslâm Ans., “Riya” mad., İstanbul 2000, VII, 50; Ece, Hüseyin K. İslâmın Temel Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000, s. 541.)

b) Terim Anlamı: Ünlü mutasavvıflardan Haris el-Muhasibî riyayı şöyle tarif etmektedir: “Riya, kulun Allah’a itaat ederken kullara yaranmak istemesidir.” Başka bir ifadeyle riya, itaat ederken Allah’tan başkasına gönül vermektir. Öyleyse riya, Allah’a itaat etmiş gözüküyorken, aslında amacı Allah’ın kullarının arzularını, beğenilerini kendinde toplamaya çalışmaktır. (el-Muhasibî, Haris, er-Riâye, Çev. Şahin Filiz, Hülya Küçük, İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 294-295)

Gazalî’ye göre riyanın dört derecesi vardır:

Birincisi, riyanın en ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibadette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan kimse gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.

İkincisi, ibadeti gösteriş için yapar. Fakat Allah’ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır. Yalnız kaldığında bu ibadeti yapmayacaktır. Sevaba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.

Üçüncüsü, gösteriş ve sevap tarafları eşit olmaktır. Eğer riyanın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa, bu ameli yapmayacaktır. İkisinin eşit olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır. Kişi, bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.

Dördüncüsü de, ibadeti insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da ibadetini yapacaktır. Dolayısıyla ibadeti sırf riya maksadıyla yapmadığı için yaptığı ibadetten fayda görebilir. (Gazalî, İhya, III, 654.)

2. KUR’ÂN’DA RİYA KAVRAMI

İhlâs, ibadet kastıyla söylenen sözlerin, yapılan işlerin sadece Allah rızası için yapılmasıdır ki, ihlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet, Allah katında makbul değildir. Dinin ruhu ihlâstır, yani ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. Başka bir gaye için yapılan ibadette ihlâs yoktur. İhlâsla yapılmayan her ibadet ise kabul görmeyecektir. İhlâsın karşıtı olan riya, haramdır ve gizli şirk sayılmaktadır.

Yüce Allah, Kehf suresi 110. ayette: “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” buyurmaktadır.

Bu ayette geçen, ibadette Allah’a şirk koşmaktan maksat, ibadette ihlâslı ve samimi olmamak, Allah’ın rızası dışında riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir. (el-Beydâvî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vîl, Mısır 1955, II, 14. )

Allah Teala, ihlâslı mümin kullarının amellerinden bahsederken onların şöyle dediklerini haber vermektedir:

“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan 9)

Tabiunun önemli müfessirlerinden Mücahid, bu ayeti açıklarken şu noktalara yer vermektedir: Sadık kullar, bu sözü dilleriyle değil, sadece kalpleriyle söylüyorlar. Dolayısıyla Allah Teala, onların bu durumunu, başkalarına örnek olsun diye anlatmaktadır. Kalplerinde, yaratılmışların övgüsünü ve onlardan gelecek herhangi bir karşılık duygusunu çıkarıp attıkları için, Allah onlardan hoşnut olmuştur. (Taberî, İbn Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili Âyi’l-Kur’ân, Daru’l-Fikr, Beyrut 1995, XIV, 262.)

Riya, Kâfir ve Münafık Vasfıdır

Riya, Kur’ân’da kâfir ve münafıkların vasfı olarak anlatılmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 264)

“Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçâr olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” (Nisa 38)

“Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa 142)

Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere, kâfirler ve münafıklar gösteriş düşkünüdürler. Zira onlar, yaptıkları işleri insanlara gösteriş için yaparlar. Mesela kâfirler, mallarını gösteriş için harcarlar, münafıklar da namaza, dinin emri olduğu için değil, gösteriş için üşene üşene giderler. (er-Razî, Fahruddin, Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb), Akçağ Yay., Ankara 1995, VIII, 378.)

Yine başka bir ayette Yüce Allah: “Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal  47) buyurur.

Bu ayette de yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve insanları Allah yolundan men eden müşrikler örnek verilerek müminler ikaz edilmekte ve onlar gibi yapmamaları istenmektedir. Çünkü Müminler, Allah’a inanan, ona dayanan ve Allah için hareket eden insanlardır. Onlar, Allah için birbirlerini sever ve gösterişten hoşlanmazlar.

Riya, Mâun suresi 4-7. ayetlerde de münafıkların çirkin huylarından biri olarak gösterilmektedir: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mâni olurlar.”

Onlar, Allah’a inanarak samimiyetle değil, sırf gösteriş için namaz kılarlar. Bunun için de onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Gafil oldukları için onu kılmış sayılmazlar. Çünkü insanlardan istenen sadece şeklen namaz kılmak değil, gerçek manada namaz kılmaktır. Onlar namazlarını gaflet içinde kıldıklarından dolayı namaz ruhlarında bir tesir göstermez. Ayrıca onlar zekât vermeyi, kardeşlerine yardım etmeyi ve iyilik etmeyi önlerler. Allah’ın kullarına hayrı engellerler. Eğer gerçek manada namaz kılmış olsalardı, Allah’ın kullarına yardım etmeye engel olmazlardı. İşte ibadetin Allah katında makbul olması için, gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılması gerekir. (Seyyid Kutub, Fi Zılali’l-Kur’ân, Trc. Komisyon, İstanbul 1992, XVI, 392.)

Razî, bu ayetlerin tefsirini yaparken münafık ve riyakâr arasındaki farkı şu şekilde açıklamaktadır: “Münafık, zahiren iman etmiş görünüp, içinde küfrü saklayan kimsedir. Riyakâr ise, kendisini görenler, dindar olduğuna inansınlar diye, kalbinde olmadığı halde, alabildiğine bir huşu gösteren kimsedir. Münafık, kimsenin olmadığı, görmediği yer ve zamanda namaz kılmayan; riyakâr ise, en güzel namazı insanların yanında kılan kimsedir.” (er-Razî, a.g.e., XXIII, 446; ez-Zuhaylî, Vehbe, et-Tefsiru’l-Münir, Daru’l-Fikri’l-Muasır, Beyrut 1991, XXX, 426.)

3. HADİSLERDE RİYA KAVRAMI

Birçok hadis-i şerifte, riyanın çirkinliği ve riya yapanların kazandıkları kötü sonuçlar açıklanmaktadır. Efendimiz (s.a.s)’den rivayet edilen bir hadise göre, bir adam Allah Elçisine: “Ey Allah’ın Elçisi kurtuluşumuz neye bağlıdır?” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.s): “Allah’ın emrettiği şeyleri, insanlar istiyor diye yapmaktan sakınmandır.” cevabını verdi. O kimse bu defa: “Amellerde kurtuluşa nasıl erilir?” diye sordu. Hz. Peygamber, o kişiye, riyayı terk etmesi gerektiğini bildirdi. (Buharî, Meğazi, 77; Müslim, Vasiyet, 5; Ebu Davud, Vesaya, 2; Tirmizî, Vesaya, 2; Nesai, Vesaya, 3.)

Yapılan amellerin, Allah katında kabul görüp o ameli yapan kişiye sevap verilmesi için ihlâsla yapılması gerekir. Aksi halde geçici dünya hayatını ve süsünü amaçlayarak amel eden kimsenin amelinin boşa gideceği, hadiste şöyle haber verilmektedir: “Kulun amelini ilâhî huzura sundukları zaman Allah, meleklere şöyle karşılık verecektir: “İşte bu kulum ameliyle beni kastetmemiştir. Benim rızamı gözetmedi. Onu cehenneme atın.” (İbn Mübarek, Zühd, 67; İbn Ebi’d-Dünya, İhlâs.)

Abdullah b. Amr b. As (r.a)’ın, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim amelinde riya/gösteriş yaparsa, Allah da o kişiye ona göre muamelede bulunur.” (Buharî, Rikak, 36, Ahkâm, 9; Müslim, Zühd, 47, 48; Tirmizî, Nikâh, 11, Zühd, 48; İbn Mace, Zühd, 21; Darimî, Rikak, 35; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 140, 270, IV, 313, V, 45.)

Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir: “Allah yolunda öldürülen, malını tasadduk eden ve Allah’ın Kitabını okuyan kimselerden her birine Allah Teala, kıyamet gününde şöyle diyecektir: “Birinciye, ‘Yalan söyledin, aslında filânca bilgindir’ denilmesini istemiştin.’ İkinciye ise: ‘Hayır tam tersine filânca korkusuzdur” denilmesini amaçlamıştın.’ Üçüncüye de, ‘falancanın eli boldur denilmesini murat etmiştin’ denilecektir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yapmıştır: “İşte bu üçü de ateşe girecektir.” (Müslim, İmare, 43; İbn Mübarek, Zühd, 160.)

Bu hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, insan her ne amel yaparsa yapsın Allah rızası için yapmalıdır.

Allah rızası olmadan, sadece riya/gösteriş için yapılan hiçbir amel Allah katında kabul edilmez ve kişinin o amellerinden sevap alması da mümkün değildir. Demek ki, riya, amellerin boşa çıkmasına sebep olmaktadır. Allah Resulü (s.a.s.): “Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiçbir amel kabul edilmeyecektir.” (Müslim, İman, 148, 149; Ebu Davud, Libas, 26; Tirmizî, Birr, 61; İbn Mace, Mukaddime, 9, Fiten, 27, Zühd, 16; Darimî, Mukaddime, 7; Ahmed b.Hanbel, a.g.e., I, 451, II, 164, 215, IV, 151.) buyurur.

Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i ağlarken gördüğünde ona, “niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da, Hz. Peygamber’in kabrini göstererek, “Şu kabrin sahibinden duyduğum söz” beni ağlatmaktadır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Riyanın en azı bile şirktir.” buyurmuştur. (Tirmizî, Nüzur, 9; İbn Mace, Fiten, 16.)

Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), riyayı küçük şirk olarak değerlendirmekte ve “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” diyerek, ümmetini riyadan şiddetle sakındırmaktadır. Ashab-ı Kiram dediler ki: “Ya Resûlallah, küçük şirk nedir?” Resûlullah (s.a.s):

- “Riyadır. Yani başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır. Allah Teala, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der: “Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?” (Tirmizî, Nüzur, 9; İbn Mace, Fiten, 9; Malik b.Enes, Muvatta, Büyu, 34; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., IV, 124.)

Şeddad b. Evs, Efendimiz (s.a.s.)’in “Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Şirk ve gizli şehvet. (Yaptığı ibadeti şehvetinden dolayı terk etmektir.)” uyarısı üzerine:

- “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra ümmetin Allah’a ortak mı koşacak?” demiş, Efendimiz (s.a.s) de:

- “Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar.” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., IV, 24, 126.)

Allah Resulü (s.a.s), Müslümanlar için en çok korktuğu şeyin küçük şirk olan riya olduğunu belirterek riyayı, İslâm ümmeti için çok korkunç bir tehlike olarak nitelendirmektedir. Hadislerde riya, bazen şirk, bazen küçük şirk ve bazen de gizli şirk olarak nitelendirilmekte, amelde Allah’a başka bir şeyi veya kimseyi ortak etmek anlamına geldiği ifade edilmektedir. Ayrıca hadislerde yapılan iyiliklerin duyurularak gösterişe vesile kılınmasının da Allah katında kötü ve çirkin bir davranış olduğu belirtilir. Gösteriş olsun diye hafızlık yapmak, ne âlim adam desinler diye ilim elde etmek, insanlar cömert desinler diye sadaka vermek, ne yiğit adam desinler diye savaşmak daima yerilmektedir. Amellerini gösteriş için yapanların cehennem ateşiyle cezalandırılacakları ifade edilir. (Okumuş, Ejder, Gösterişçi Dindarlık, Pınar Yay., İstanbul 2002, s. 73.)

4. RİYANIN SEBEPLERİ 

İnsanları riyakârlığa yönelten hususların bilinmesi ve bunlardan kaçınılması çok önemlidir. İnsanı riyaya sevk eden çeşitli sebepler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. İman zayıflığı, 2. Övülme isteği, 3. Dünyada yerilme ve kötülenme korkusu, 4. İnsanların elindekilere karşı hırsla dolu olması. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 298; Gazalî, İhya, III, 669-670; Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1994, s. 141.)

1) İman Zayıflığı: Her şeyden önce imandaki zayıflık riya sebebidir. Her ümidine ulaştıracak, her korktuğundan emin kılacak tek varlığın Allah olduğunu gönlüne yerleştirmeyen, maddî sebeplere ve insanlara gereğinden fazla değer veren, Allah’ı unutup onun dışındaki varlıklardan bir şeyler bekleyen zayıf imanlı kişiler, riyaya düşmeye mahkûmdurlar. (Komisyon, İslâmî Kavramlar, Sema Yazar Gençlik Vakfı Yay., Ankara 1997, s.606.) Gerçek iman sahipleri ise, tüm davranışlarını Allah’ın en yüce kudret sahibi olduğu duygusuyla yalnız onun rızası için yapacaklarından dolayı, insanların değerlendirmelerine fazla önem vermezler. Çünkü onlar şunu çok iyi bilirler ki, (Hadiste geçtiği gibi) eğer Allah Teala, bir hayrın kendisine dokunmasını takdir etmişse dünyadaki bütün insanlar karşı çıksalar, buna engel olamazlar. Eğer Allah Teala, bir kötülüğün ona isabet etmesini takdir etmişse bütün insanlar bunu kaldırmaya çalışsalar yine de başarılı olamazlar.

2) Övülme Arzusu: İnsan fıtratı gereğince daima övülmeyi, methedilmeyi ve yüceltilmeyi sever. Kötülenmekten hoşlanmaz, kötülenmemek, insanların beğenisini kazanmak için riya/gösterişe girer. Allah için yaptığı ibadetlere bile insanların övgüsünü kazanmak için riya karıştırır. Hâlbuki insanlar, onu övmekle ne hayat süresini uzatabilir, ne rızkını çoğaltabilir, ne ağzının tadını ziyadeleştirebilir, ne herhangi bir belayı başından savabilir ve ne de Allah’ın takdir etmiş olduğu kötü bir şeyi ondan uzaklaştırabilirler. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 303.)

Riyakâr kişi, insanlara kendini beğendirerek ya maddî bir menfaat ya makam mevki veya şöhret elde etmek ister. Aslında bunlar hayat gayesi yapılmaya değer şeyler değildir. Arınmış ruhlar, böyle geçici dünyalıklar peşinde koşmazlar.

Müminin kendisini çevresindeki insanlara sevdirebilmek için riyakâr bir tavra ihtiyacı yoktur. Çünkü kişiyi diğer insanlara sevdirecek olan Allah’tır. Hayatının her anında ihlâsla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan bir mümini, tüm inananlar doğal olarak kalben sevip desteklerler. Güzel ahlâklı, samimi, dürüst, ihlâslı ve içi dışı bir olan insanı sevmek müminlerin fıtratında vardır. Allah’ın rızası beraberinde kişiye müminlerin rızasını da kazandırır. Ama sadece insanların rızası için yapılan bir işte Allah’ın rızasından yana hiçbir kazanç sağlanamaz. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 304; Komisyon, İslâmî Kavramlar, s. 606.)

3) Yerilmekten Korkmak: Yerilme korkusu, kulun insanların kendisini kötülediğini, doğruluğuna güvenmediğini ve iyi yaptığı işlerde bile ona kötü zan beslediklerinin farkına varması, bunu bilmesidir.

Toplumda yerilen bir kimsenin sözüne güvenilmez, şehadeti geri çevrilir. Kimse onunla oturup kalkmak ve onunla sohbet etmek istemez. Böyle bir insanın selamına karşılık verilmez, talepleri geri çevrilir. Kendisine güvenilip hiçbir şey emanet edilmez. Adeta toplumdan dışlanır. Bunun için bazı insanlar, insanların kendisini yermelerinden korktuğu için söz ve fiillerinde gösterişe riyakârlığa yönelir. İnsanlara olduğundan farklı görünerek onların sevgisini çekip yergilerinden kurtulmak ister.

4) İnsanların Ellerindekine Göz Dikmek, Hırs ve Tamahkârlık Göstermek: Kuşkusuz kişi, kendisi için takdir edilmeyen hiçbir şeyi elde edemez. Eğer herhangi bir şeye kavuşmuşsa, kavuştuğu bu şey, her şeye rağmen, kendisi için takdir edilenin dışında değildir. Eğer Rabbine ihlâsla ibadet etseydi, ulaşacağı şeye mutlaka ve mutlaka ulaşırdı. Dolayısıyla insanların ellerindekine göz dikmenin hiçbir faydası yoktur. Kişi Allah’ın kendisi için takdir ettiğine razı olmalı ve haline şükretmelidir. Eğer kul, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükrederse Allah, o kimseye nimetlerini artırır. Kur’ân’da Allah bu hususu şöyle ifade etmektedir:

“…Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim 7)

5. RİYAYA KAPALI DAVRANIŞLAR

Riya konusunu açıklarken burada riya ile karıştırılmaması gereken hususlara da işaret etmekte yarar bulunmaktadır. Bazı amel ve ibadetler vardır ki onlara riya, gösteriş girmez. Nitekim bazı İslâm âlimleri, farzlarda ve dinin alameti sayılan (şeâir) türünden amellerin açıktan yapılmasının riya olmayacağını belirtmişlerdir. (Bediüzzaman, Said Nursi, Lem'alar, Ankara 1957, s. 6; Komisyon, İslâmî Kavramlar, s.607.)

Farz olan ibadetlere riya girmez. Çünkü bu ibadetleri bütün kulların yapmaları gerekir. Dolayısıyla her Müslüman için yapılması farz olan namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin açıktan eda edilmesi efdaldir. İslâmiyet alameti sayılan ya da “şeâir” dediğimiz dini tutum ve davranışlarda da riya bulunamayacağından dolayı açıktan yapılabilir. Çünkü “şeâir” İslâm toplumunun bütününü ilgilendiren bir ibadet şeklidir. Dolayısı ile bu şekilde “şeâir”den sayılan dinî davranışlara da riya girmemekte, hatta bu ibadet nafile nevinden bile olsa şahsi farzlardan daha üstün hale gelmektedir. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 47. )

Bediüzzaman Said Nursî, bu husustaki fikirlerini “Kastamonu Lahikası” adlı eserinde tafsilatlı bir şekilde şöyle açıklamaktadır: “Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; bu türlü ibadetlerin açıktan yapılması, riya olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr ola. (İnsanın imanının zayıf olmasından dolayı bu amelleri riya için yapması hariç) Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin açıktan yapılması, gizli yapılmasından çok daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî (r.a) gibi âlimler açıklamışlardır. Diğer nafilelerin gizli yapılması çok sevaplı olduğu halde, şeâire temas eden, özellikle böyle bidatlerin yaygın hale geldiği zamanlarda, sünnete ittiba etmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren ve böyle büyük (kebâir) haramların terkinde takvalı davranmak, değil riya, belki gizlenmesinden pek çok derece daha sevaplı ve halistir.” (Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 141.)

Ancak burada şunu da özellikle belirtmemiz gerekir ki, farzları ve şeâiri açıktan yapanlar kalplerine çok dikkat etmelidirler. Allah rızası için insanlara mesaj vermek, tebliğde bulunmak, insanlara örnek olmak ve güzel amellere teşvik etmek dışında en ufak bir duygunun kalplerine girmemesine özen göstermelidirler. Mesela insanları teşvik için sadaka, namaz, oruç, cihad, hac gibi ibadetleri eda eden kişi başkalarına örnek olabileceği durumlarda açıkça bu ibadetleri yapabilir. Kuşkusuz riya/gösteriş tehlikesi olduğu için de sürekli kalbini murakabe etmelidir. (Okumuş, a.g.e., s. 74.) Aksi takdirde bu tür ibadetlere de farkında olmadan riya girebilir.

6. RİYANIN ZARARLARI

Riya/gösteriş inanan bir insanda bulunmaması gereken kötü bir huydur. Riya, ihlâsla kesinlikle bağdaşmaz. Kişi riya ile yaptığı hiçbir amelin ve ibadetin sevabına kavuşamaz. İbadetlerine riya karıştıran bir insan, ahirette sevaptan yoksun kalır. Yaptığı ameller sadece dünyada kalır. Dünyada iken ameli onu kurtarsa da ahirette boşa gider. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 302.)

Riyanın İki Büyük Zararı

1. Riya, ateşin odunu yediği gibi sevaplarımızı yiyip bitirir. Kişinin bu dünyada yaptığı amellerin Allah katında makbul olabilmesi için amellerini ihlâsla yapması gerekir. İhlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet makbul değildir. Dinin ruhu ihlâs, yani ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. İhlâsla yapılmayan her ibadet reddedilir. Zira Yüce Allah: “Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz de bir kutsi hadiste: Allah’ın “Kim benim için yaptığı bir işe benden başkasını ortak yaparsa onu şirkiyle baş başa bırakırım. Ben, ortaklıktan uzağım, ortaklıktan beriyim.” (Müslim, Zühd, 46; İbn Mâce, Zühd, 21; Ahmed b.Hanbel, a.g.e., II, 301, 435.) buyurduğunu ifade etmektedir.

Yine bir başka hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.s.): “Sizin için en korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştur. Bunun üzerine Ashap sordu: Ey Allah’ın Resulü! Küçük şirk nedir? Hz. Peygamber: “Riyadır. Kullar amellerinin karşılığında ceza ve mükâfatlandırılacakları gün gösterişçilere: Dünyada kime gösteriş yaptınızsa onlara gidin, yanlarında bir karşılık bulabilecek misiniz bir bakın?” denilecektir. (Ahmed b.Hanbel, a.g.e., V, 428.)

Demek ki riya insanın amellerini, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi yok etmekte ve o kişiyi sevapsız bırakmaktadır. Ahirette amellerimizin sevabını istiyorsak, riyadan uzak, sadece Allah rızasını gözeterek amel yapmalıyız.

Nitekim Bediüzzaman Said Nursi: “Amelinizde Allah rızası olmalı. Eğer O, razıysa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O, kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O, razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti lazım gelirse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas maksad yapmak gerektir.” (Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı, 20. Lema, s. 662-663.) sözleriyle insanların hoşnutluğundan arınıp sadece Allah’ın rızasını kazanmaya yönelmenin önemini belirtmektedir.

Yine Bediüzzaman Said Nursi, yapılan amellerde ihlâsın önemini açıklarken şöyle demektedir: “… Rıza-yı İlahî kâfidir. Eğer O yâr ise, her şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya alkışlasa beş paraya değmez.

2. Riya, insanın Allah’ın gazabına ve lanetine uğramasına sebep olur. İnsanın Allah’ın dışında herhangi bir başka varlığın rızasını düşünerek hareket etmesi Kur’ân’da ‘şirk’ ya da ‘Allah’a ortak koşmak’ olarak ifade edilmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadislerde de görüldüğü gibi riya şirktir. Şirk ise Allah’ın asla affetmediği en büyük günahtır. (Nisa 48, 116.) Kim amellerini tümüyle Allah’tan başkasının beğenisini ve rızasını gözeterek yaparsa, bu davranışıyla Allah’ın gazabına ve lanetine uğrar.

İnsanın bu konuda nefsinin telkinlerine karşı da son derece uyanık olması ve nefsini kendini kandırmadan dürüstçe değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü nefsin en büyük arzularından biri de Kur’ân ahlâkına zıt olarak, insanların hoşnutluğunu, beğenisini ve takdirini kazanabilmektir. Nitekim çoğu insan yaptığı pek çok işi kendi istek ve tercihleri doğrultusunda değil de, sırf çevrelerinden takdir toplayabilmek ve bu takdir ile de toplumda bir yer edinebilmek için yapar. Dolayısıyla da bu insanların hayatlarını yönlendiren ana mantık ‘insanların hoşnutluğunu kazanabilme arzuları’ olur.

İhlâsı kazanmak isteyen bir müminin, cahiliye toplumlarında hayatın en temel dayanağı olan “insanlar ne der” mantığından tamamen kurtulması gerekir. Çünkü insanların hoşnutluğuna dair endişeler yaşandığı sürece insanın katıksız bir i hlâs anlayışından bahsedebilmesi mümkün değildir.

İşte insanın ihlâsı kazanabilmek için her zaman niyetini halis tutması ve katıksızca Allah’ın rızasına yönelmesi gerekmektedir. Allah dilemediği sürece rızası kazanılmış olan insanların kişiye bir faydası olmaz, ama Allah’ın rızasını, desteğini, sevgisini ve hoşnutluğunu kazanan bir insan, tüm bu insanların kendisine sağlayacağı desteği zaten kazanmış demektir. İhlâsla hareket ettiği için Allah zaten ona dünyada da ahirette de en güzel hayatı yaşatacak, ona hiçbir insanın sağlayamayacağı desteği sağlayacak, hiçbir insanınkiyle kıyaslanamayacak bir dostluğu nasip edecektir.

7. RİYADAN KURTULMA YOLLARI

Riyadan kurtulmak çok zordur. Ancak bir Müslüman olarak bu zoru başarmak mecburiyetindeyiz. Bunun için her şeyden önce Allah Teala’ya dua edip yardımını talep etmeliyiz. Bu hastalıktan kurtulmak için çok ciddi gayret göstermeliyiz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, riyanın tek ilacı ihlâstır. İhlâs ise, söylenen her sözde ve yapılan her işte Allah Teala’nın rızasını talep etmektir. Yaptığı her işte Allah Teala’nın rızasını talep eden böylece kalbini ihlâsla dolduran bir mümin, kulların rızasını almak için amellerini yok ederek riyakârlığa duçar olur mu?  

O halde riyadan kurtulmak için, ihlâsı kazanmak, muhafaza etmek ve ihlâsa engel olabilecek manilerden kurtulmaya çalışmak gerekir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, “Lem’ alar” adlı eserinde ihlâsı kazanıp muhafaza ederek ve manileri defetmek için birtakım düsturlara sarılıp yapışmayı ve hayatımızda uygulamamızı tavsiye etmektedir. Bu düsturları şöyle özetleyebiliriz:

1. Amelimizde rıza-yı ilahî olmalı, yani yapılan ameller sırf Allah rızası gözetilerek yapılmalı,

2. Kur’ân’a hizmet eden din kardeşlerimizi tenkit etmemeli ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemeli,

3. Bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta bilmeli,

4. Din kardeşlerimizin meziyetlerini şahıslarımızda, faziletlerini kendimizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmeliyiz. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 149-151.)

İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en etkili bir sebebi de, “Rabıta-i Mevt”tir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve insanı riyaya ve dünyaya sevk eden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret ettiren ve ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümü düşünüp, dünyanın fani olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. (Daha geniş bilgi için Bediüzzaman, Lem'alar, s. 151-155.)

Riyanın asıl çözümü ve riyadan korunma yolu ise, nefsi arındırmaktır. Zira nefis arınmadığı sürece, yalnız da olsa kişi, amelini nefsi için yapmak gibi bir hale düşebilir ki, bunda hem riya ve hem de şirke girme ihtimali vardır.

Son devir Osmanlı Ahlâkçılarından Ahmet Rıfat’a göre, riyayı yok etmenin çaresi şudur: “Riyakâr, riyanın amelleri boşa çıkardığını, Allah’ın kahrını üzerine çektiğini, bundan umulan dünyevî faydaların ilk anda iyi olsa da, sonunda acıya dönüşeceğini düşünerek nefsiyle mücadele etmesidir. Bu mücadele neticesinde insan, çaresi zor olan bu hastalıktan kurtulabilir.” (Ahmet Rifat, Bergüzar-ı Ahlâk, İstanbul 1317, s.161)

Eğer insan, riya belasından kurtulamazsa sonunda daha da tehlikeli olan “nifak” hastalığına yakalanır. (Draz, Muhammed Abdullah, Dusturu’l-Ahlâk fi’l-Kur’ân, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1996, s. 562.)

Bununla ilgili olarak yine Ahmet Rıfat: “Riyanın ifratı halinde meşru olmayan maddî ve manevî menfaatler gözetilmeye başlanır, sonunda münafıklık ortaya çıkar.” demektedir. (Ahmet Rifat, Bergüzar-ı Ahlâk, İstanbul 1317, s.147)

İmam Gazali İhya-u Ulumiddin adlı eserinde riyadan korunma yollarını iki makama ayırarak şöyle demiştir:

“Birinci makam: Onun damarlarını ve kol salan dallarını kesmektir.

İkinci makam: Ondan hâl-i hâzırda gelen vesveseleri silip bertaraf etmektir.

Birinci Makam

Bu makamın temeli, mertebe ve makam sevgisidir.

Bir bedevi Hz. Peygamber (sav)’e der ki:

“-Ey Allah'ın Rasûlü! Kişi (vardır ki) hamiyetten dolayı çarpışır. Bir kişi de vardır ki kahramanlığı bilinsin diye çarpışır. Başka bir kişi vardır ki zikir için çarpışır. Bu
kişiler hakkında ne buyurulur?

-Kim sadece Allah'ın kelimesi (kanunu ve nizamı) en yüce olsun diye çarpışırsa, o kimse Allah'ın yolundadır.” (Buhari, Müslim)

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: "Derler ki 'filan şehiddir'. Oysa o, devesinin yükünün iki yanını gümüş (para) ile doldurmuştur".

“Kim sadece bir deve yuları için savaşa katılırsa, ona ancak niyet ettiği vardır”. (İmam Ahmed, Darimi, Nesai, İbn Hibban, Taberani, Hakim ve Beyhaki)

Madem durum budur, acaba halkın medhetmesinde ne hayır vardır, eğer sen Allah katında kötü ve ateş ehli isen? Allah nezdinde iyi ve mukarrebler (yaklaştırılanlar) zümresinden isen halkın zemmedişinden ne zarar gelir?

Kalbinde âhireti, ebedî olan nimetlerini, Allah katındaki o yüksek mertebeleri hâzır bulunduran kimse, hayatına mahsus olan ve halkla ilgili bulunan herşeyi içindeki bulanıklıklarla beraber hakir görmelidir. Böylece himmeti derlenip toplanır, kalbi Allah'a yönelip riyanın zilletinden ve halkın kalplerini gözetme külfetinden kurtulur. İhlâsından kalbine nûrlar akar, onlarla göğsü inşirah bulur. O nûrlar sayesinde manevî keşiflerin letâiflerinden (inceliklerinden) Allaha karşı olan ünsiyetini, halka karşı olan nefretini, dünyayı tahkir ve âhireti tâzim etmeyi gerektiren durumlar keşfolunur. Halkın büyüklüğü kalbinden silinir. Riyanın çağırıcısı uzaklaşır. İhlâs yolunda rahatlıkla yürüyebilir. Bu ve daha önce verdiğimiz ilâçlar, ilmî ilâçlardır. Riya ağacının kökünü kazır.

Amelî ilâca gelince, nefsini ibâdetlerin gizlenmesine ve üzerine kapıları kapatmaya alıştırmalıdır. Fuhşiyat için kapılarını kapattığı gibi kapatmalıdır ki kalbi, Allah'ın ibadetine muttali olmasına kanaat etsin. Bu takdirde nefis, kendisini Allahtan başkasının bilinmesine zorlamaz.

“Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (Ra'd 11)

Kuldan mücâhede, Allah'tan hidayet, kuldan kapıyı çalmak, Allah'tan açmaktır:
“Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez.” (Hûd 115)

“İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.” (Nisâ 40)

İkinci Makam

Riyanın hatarat (tehlike)leri üçtür. Bazen bu üç tek bir hatarat gibi birden meydana gelir. Bazen de tedricî bir şekilde meydana gelir:

Birincisi: Halkın muttali olduğunu bilmek ve ummaktır.

İkincisi: Nefsin heyacanla onların övgüsüne tâlip olup onların yanında büyük derece elde etmeye çalışmasıdır.

Üçüncüsü: Nefsin o övgüyü kabul edip meyletmesi ve tahakkuku hususunda samimî olarak heyacanlı rağbeti gelir. Birincisi mârifettir, ikincisi, şehvet ve rağbet adı verilen bir durumdur. Üçüncüsü, adına azmetmek ve kesin akd denen bir fiildir. Kuvvetin kemâli ancak birinci hatarayı (tehlikeyi) daha ikincisi gelmeden önce defetmektir. Bu bakımdan halkın (hâl-i hâzırda) amellerine muttali olmalarının mârifeti veya gelecekte muttali olmalarının ümidi kalbine geldiği zaman, ona şöyle demekle defedilebilir: 'Senin halkla ne alıp vereceğin vardır? Bilmelerinde veya bilmemelerinde ne kârın, ne zararın vardır? Allah senin hâlini bilir! O halde, başkasının bilmesinde ne fayda vardır?'

Allah Teâlâ kullara ancak güçlerinin yeteceği kadar yükler. Şeytanı vesveselerinden menetmek, tabiatı şehvetlere meyletmeyecek derecede dumura uğratmak, insan gücünün haricindedir.

Haberlerden şu rivayet buna delâlet eder: Hz. Peygamber'in (sav) sahabîleri, ona şikayet ederek şöyle dediler:

“Bizim kalbimize öyle şeyler geliyor ki, eğer biz gökten düşüp, kuşlar bizi kapsa ve uzak bir yere atmak üzere rüzgâr gibi götürse, kalbimize gelenleri söylememizden, bizim için daha sevimli olur!

Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) dedi ki:

Siz bunu kalbinizde buldunuz mu?

Ashab 'Evet, buluyoruz!' dedi. Hz. Peygamber (sav) İşte o açık imandır' dedi.” (Müslim , Îmân, 209)

Ashab vesveseden, kerahet getirip tiksinmekten başka birşey görmediler. 'Açık imandan vesveseyi kasdetti demek mümkün değildir. Bu bakımdan ancak riya ve vesveseye karşı olan kerâhete hamledip tefsir edilir. Bu, her ne kadar korkunçsa da Allah hakkındaki vesveseden daha hafiftir. Bu bakımdan en büyüğün zararı kerahet getirmekle defolunduğu takdirde en küçüğünün zararının kerahet getirmekle yok edilmesi daha evlâ ve uygundur. İbn Abbas'ın hadîsinde Hz. Peygamber (sav)'den şöyle rivayet edilmiştir:

“Şeytanın hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamd ve senâlar olsun.” (Ebu Dâvud, Nesâî ve Tayalisî)

Kişi şeytan ne zaman vesvese verirse içinde bulunduğu ihlası daha da artırmaya azmetmelidir. Allah'a ibâdet ile daha da fazla meşgul olmalı, sadaka ve ibâdetini daha fazla gizlemelidir. Bütün bunları, şeytanı öfkelendirmek için yapmalı; zira şeytanı öfkelendirir, yolunu tıkarsa tekrar gelip kendisine musallat olamayacağı ümidi kendisinde yerleşir.

8. SONUÇ

Netice olarak diyebiliriz ki, riya, insanın kalp, ruh ve düşünce dünyasının kirlenmesine sebep olan, Allah’ın asla sevmediği ve razı olmadığı kötü ve çirkin bir davranıştır. İnsanın bu dünyada yaptığı güzel amellerden ahirette de istifade edebilmesi için amellerini ihlâs ve samimiyetle yapması gerekir. Aksi takdirde, başkalarına riya için yapılan amelden sevap beklemek doğru değildir. Çünkü riya, insanın amellerini, ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi yakıp bitirir ve o kimseyi sevaptan mahrum bırakır.

9. ÖDEV

Rahle Dergisi 60. Sayı M.Murat BAYRAK’ın “Rabıta-ı Mevt” başlıklı yazısının okunması.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler