13. RİYA
1.
GİRİŞ
Dinin esası, Allah’ın varlık ve birliğini,
hâkimiyet ve kudretini kabul edip, hareket ve davranışlarını O’nun rızasına
uygun şekilde düzenlemeye çalışmaktır. Yani iyi bir insan ve iyi bir kul
olmaktır. Gerçek kulluk her işte ihlâs ve samimiyeti gerektirir. O halde ihlâs
nedir? Varlığı ile davranışlara değer katan ihlâs; riya, gösteriş ve şirkten
kaçınmak demektir. Bir şeyi Allah için, sadece Allah’ın hoşnutluğu için
yapmaktır. Bütün ibadet ve davranışlarımızda, başka maksatla değil, sadece ve
sadece Allah rızasını ölçü olarak almaktır.
Yapılan bütün işlerin başlangıç noktası
niyettir. Niyet, bir işte güdülen maksat ve gaye demektir ve ihlâsın
göstergesidir. İşte, ihlâsın tersi olan ve yapılan işlerin insanlara gösteriş
ve kendini beğendirmek amacıyla yapılması anlamına gelen riya, günümüzde
insanlar arasında çok yaygın hâle gelen manevî hastalıklardan biridir. Bu
sebeple bu bölümde riya üzerinde duracak, riyanın zararları ve ondan korunma
yollarını açıklamaya çalışacağız.
2. KAVRAM TAHLİLİ
a) Sözlük Anlamı: Riya, iş, söz ve
davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya bir ameli Allah’ın rızasını
kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Böyle bir
davranışta bulunan kimseye, riyakâr veya mürâî denir. (Tahanevî, Muhammed Ali
b. Ali, Keşşafü Istılahatı’l-Fünûn, Kahraman Yay., İstanbul 1984, I, 607; Şâmil
İslâm Ans., “Riya” mad., İstanbul 2000, VII, 50; Ece, Hüseyin K. İslâmın Temel
Kavramları, Beyan Yay., İstanbul 2000, s. 541.)
b) Terim Anlamı: Ünlü mutasavvıflardan
Haris el-Muhasibî riyayı şöyle tarif etmektedir: “Riya, kulun Allah’a itaat
ederken kullara yaranmak istemesidir.” Başka bir ifadeyle riya, itaat ederken
Allah’tan başkasına gönül vermektir. Öyleyse riya, Allah’a itaat etmiş
gözüküyorken, aslında amacı Allah’ın kullarının arzularını, beğenilerini
kendinde toplamaya çalışmaktır. (el-Muhasibî, Haris, er-Riâye, Çev. Şahin
Filiz, Hülya Küçük, İnsan Yay., İstanbul 1998, s. 294-295)
Gazalî’ye göre riyanın dört derecesi
vardır:
Birincisi, riyanın en ağır olanıdır. Riya
ile yaptığı ibadette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında abdestsiz bile
namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan kimse gibi. Bu namaz
sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.
İkincisi, ibadeti gösteriş için yapar.
Fakat Allah’ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır. Yalnız
kaldığında bu ibadeti yapmayacaktır. Sevaba niyet etmese de gösteriş için bunu
yapacaktır.
Üçüncüsü, gösteriş ve sevap tarafları eşit
olmaktır. Eğer riyanın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya
niyeti olmasa, bu ameli yapmayacaktır. İkisinin eşit olarak bulunmasıyla bu
ameli yapmıştır. Kişi, bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.
Dördüncüsü de, ibadeti insanların duymuş
olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle
birisi, kimse duymasa da ibadetini yapacaktır. Dolayısıyla ibadeti sırf riya
maksadıyla yapmadığı için yaptığı ibadetten fayda görebilir. (Gazalî, İhya,
III, 654.)
2.
KUR’ÂN’DA RİYA KAVRAMI
İhlâs, ibadet kastıyla söylenen sözlerin,
yapılan işlerin sadece Allah rızası için yapılmasıdır ki, ihlâs ile yapılmayan
hiçbir ibadet, Allah katında makbul değildir. Dinin ruhu ihlâstır, yani
ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. Başka bir gaye için yapılan ibadette
ihlâs yoktur. İhlâsla yapılmayan her ibadet ise kabul görmeyecektir. İhlâsın
karşıtı olan riya, haramdır ve gizli şirk sayılmaktadır.
Yüce Allah, Kehf suresi 110. ayette:
“Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette
hiçbir şeyi ortak koşmasın.” buyurmaktadır.
Bu ayette geçen, ibadette Allah’a şirk
koşmaktan maksat, ibadette ihlâslı ve samimi olmamak, Allah’ın rızası dışında
riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir. (el-Beydâvî,
Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vîl, Mısır 1955, II, 14. )
Allah Teala, ihlâslı mümin kullarının
amellerinden bahsederken onların şöyle dediklerini haber vermektedir:
“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz;
sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan 9)
Tabiunun önemli müfessirlerinden Mücahid,
bu ayeti açıklarken şu noktalara yer vermektedir: Sadık kullar, bu sözü
dilleriyle değil, sadece kalpleriyle söylüyorlar. Dolayısıyla Allah Teala,
onların bu durumunu, başkalarına örnek olsun diye anlatmaktadır. Kalplerinde,
yaratılmışların övgüsünü ve onlardan gelecek herhangi bir karşılık duygusunu
çıkarıp attıkları için, Allah onlardan hoşnut olmuştur. (Taberî, İbn Cerir,
Camiu’l-Beyan an Te’vili Âyi’l-Kur’ân, Daru’l-Fikr, Beyrut 1995, XIV, 262.)
Riya,
Kâfir ve Münafık Vasfıdır
Riya, Kur’ân’da kâfir ve münafıkların
vasfı olarak anlatılmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe
inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve
incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 264)
“Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları
halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba dûçâr
olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” (Nisa
38)
“Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye
kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar
namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar,
Allah'ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa 142)
Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere,
kâfirler ve münafıklar gösteriş düşkünüdürler. Zira onlar, yaptıkları işleri
insanlara gösteriş için yaparlar. Mesela kâfirler, mallarını gösteriş için
harcarlar, münafıklar da namaza, dinin emri olduğu için değil, gösteriş için
üşene üşene giderler. (er-Razî, Fahruddin, Tefsir-i Kebir (Mefatihu’l-Gayb),
Akçağ Yay., Ankara 1995, VIII, 378.)
Yine başka bir ayette Yüce Allah: “Çalım
satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için
yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını
çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal 47)
buyurur.
Bu ayette de yurtlarından böbürlenerek,
insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve insanları Allah yolundan men eden
müşrikler örnek verilerek müminler ikaz edilmekte ve onlar gibi yapmamaları
istenmektedir. Çünkü Müminler, Allah’a inanan, ona dayanan ve Allah için
hareket eden insanlardır. Onlar, Allah için birbirlerini sever ve gösterişten
hoşlanmazlar.
Riya, Mâun suresi 4-7. ayetlerde de
münafıkların çirkin huylarından biri olarak gösterilmektedir: “Yazıklar olsun o
namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş
yapanlardır, hayra da mâni olurlar.”
Onlar, Allah’a inanarak samimiyetle değil,
sırf gösteriş için namaz kılarlar. Bunun için de onlar kıldıkları namazdan
gafildirler. Gafil oldukları için onu kılmış sayılmazlar. Çünkü insanlardan
istenen sadece şeklen namaz kılmak değil, gerçek manada namaz kılmaktır. Onlar
namazlarını gaflet içinde kıldıklarından dolayı namaz ruhlarında bir tesir
göstermez. Ayrıca onlar zekât vermeyi, kardeşlerine yardım etmeyi ve iyilik
etmeyi önlerler. Allah’ın kullarına hayrı engellerler. Eğer gerçek manada namaz
kılmış olsalardı, Allah’ın kullarına yardım etmeye engel olmazlardı. İşte
ibadetin Allah katında makbul olması için, gösterişten uzak, ihlâs ve
samimiyetle yapılması gerekir. (Seyyid Kutub, Fi Zılali’l-Kur’ân, Trc.
Komisyon, İstanbul 1992, XVI, 392.)
Razî, bu ayetlerin tefsirini yaparken
münafık ve riyakâr arasındaki farkı şu şekilde açıklamaktadır: “Münafık,
zahiren iman etmiş görünüp, içinde küfrü saklayan kimsedir. Riyakâr ise,
kendisini görenler, dindar olduğuna inansınlar diye, kalbinde olmadığı halde,
alabildiğine bir huşu gösteren kimsedir. Münafık, kimsenin olmadığı, görmediği
yer ve zamanda namaz kılmayan; riyakâr ise, en güzel namazı insanların yanında
kılan kimsedir.” (er-Razî, a.g.e., XXIII, 446; ez-Zuhaylî, Vehbe,
et-Tefsiru’l-Münir, Daru’l-Fikri’l-Muasır, Beyrut 1991, XXX, 426.)
3.
HADİSLERDE RİYA KAVRAMI
Birçok hadis-i şerifte, riyanın çirkinliği
ve riya yapanların kazandıkları kötü sonuçlar açıklanmaktadır. Efendimiz
(s.a.s)’den rivayet edilen bir hadise göre, bir adam Allah Elçisine: “Ey
Allah’ın Elçisi kurtuluşumuz neye bağlıdır?” diye sorunca, Hz. Peygamber
(s.a.s): “Allah’ın emrettiği şeyleri, insanlar istiyor diye yapmaktan
sakınmandır.” cevabını verdi. O kimse bu defa: “Amellerde kurtuluşa nasıl
erilir?” diye sordu. Hz. Peygamber, o kişiye, riyayı terk etmesi gerektiğini
bildirdi. (Buharî, Meğazi, 77; Müslim, Vasiyet, 5; Ebu Davud, Vesaya, 2;
Tirmizî, Vesaya, 2; Nesai, Vesaya, 3.)
Yapılan amellerin, Allah katında kabul
görüp o ameli yapan kişiye sevap verilmesi için ihlâsla yapılması gerekir. Aksi
halde geçici dünya hayatını ve süsünü amaçlayarak amel eden kimsenin amelinin
boşa gideceği, hadiste şöyle haber verilmektedir: “Kulun amelini ilâhî huzura
sundukları zaman Allah, meleklere şöyle karşılık verecektir: “İşte bu kulum
ameliyle beni kastetmemiştir. Benim rızamı gözetmedi. Onu cehenneme atın.” (İbn
Mübarek, Zühd, 67; İbn Ebi’d-Dünya, İhlâs.)
Abdullah b. Amr b. As (r.a)’ın, Hz.
Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim amelinde riya/gösteriş
yaparsa, Allah da o kişiye ona göre muamelede bulunur.” (Buharî, Rikak, 36,
Ahkâm, 9; Müslim, Zühd, 47, 48; Tirmizî, Nikâh, 11, Zühd, 48; İbn Mace, Zühd,
21; Darimî, Rikak, 35; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 140, 270, IV, 313, V, 45.)
Ebu Hureyre (r.a)’nin rivayet ettiği bir
hadis ise şöyledir: “Allah yolunda öldürülen, malını tasadduk eden ve Allah’ın
Kitabını okuyan kimselerden her birine Allah Teala, kıyamet gününde şöyle
diyecektir: “Birinciye, ‘Yalan söyledin, aslında filânca bilgindir’ denilmesini
istemiştin.’ İkinciye ise: ‘Hayır tam tersine filânca korkusuzdur” denilmesini
amaçlamıştın.’ Üçüncüye de, ‘falancanın eli boldur denilmesini murat etmiştin’
denilecektir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yapmıştır:
“İşte bu üçü de ateşe girecektir.” (Müslim, İmare, 43; İbn Mübarek, Zühd, 160.)
Bu hadislerden açıkça anlaşıldığına göre,
insan her ne amel yaparsa yapsın Allah rızası için yapmalıdır.
Allah rızası olmadan, sadece riya/gösteriş
için yapılan hiçbir amel Allah katında kabul edilmez ve kişinin o amellerinden
sevap alması da mümkün değildir. Demek ki, riya, amellerin boşa çıkmasına sebep
olmaktadır. Allah Resulü (s.a.s.): “Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiçbir
amel kabul edilmeyecektir.” (Müslim, İman, 148, 149; Ebu Davud, Libas, 26;
Tirmizî, Birr, 61; İbn Mace, Mukaddime, 9, Fiten, 27, Zühd, 16; Darimî,
Mukaddime, 7; Ahmed b.Hanbel, a.g.e., I, 451, II, 164, 215, IV, 151.) buyurur.
Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i ağlarken
gördüğünde ona, “niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da, Hz. Peygamber’in kabrini
göstererek, “Şu kabrin sahibinden duyduğum söz” beni ağlatmaktadır. Zira Hz.
Peygamber (s.a.s.): “Riyanın en azı bile şirktir.” buyurmuştur. (Tirmizî,
Nüzur, 9; İbn Mace, Fiten, 16.)
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), riyayı
küçük şirk olarak değerlendirmekte ve “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey
küçük şirktir.” diyerek, ümmetini riyadan şiddetle sakındırmaktadır. Ashab-ı
Kiram dediler ki: “Ya Resûlallah, küçük şirk nedir?” Resûlullah (s.a.s):
- “Riyadır. Yani başkalarına gösteriş için
ibadet yapmaktır. Allah Teala, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını
verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der: “Dünyada
kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların
yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?” (Tirmizî, Nüzur, 9; İbn
Mace, Fiten, 9; Malik b.Enes, Muvatta, Büyu, 34; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., IV,
124.)
Şeddad b. Evs, Efendimiz (s.a.s.)’in
“Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Şirk ve gizli şehvet. (Yaptığı ibadeti
şehvetinden dolayı terk etmektir.)” uyarısı üzerine:
- “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra
ümmetin Allah’a ortak mı koşacak?” demiş, Efendimiz (s.a.s) de:
- “Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve
puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar.” buyurmuştur.
(Ahmed b. Hanbel, a.g.e., IV, 24, 126.)
Allah Resulü (s.a.s), Müslümanlar için en
çok korktuğu şeyin küçük şirk olan riya olduğunu belirterek riyayı, İslâm
ümmeti için çok korkunç bir tehlike olarak nitelendirmektedir. Hadislerde riya,
bazen şirk, bazen küçük şirk ve bazen de gizli şirk olarak nitelendirilmekte,
amelde Allah’a başka bir şeyi veya kimseyi ortak etmek anlamına geldiği ifade
edilmektedir. Ayrıca hadislerde yapılan iyiliklerin duyurularak gösterişe
vesile kılınmasının da Allah katında kötü ve çirkin bir davranış olduğu
belirtilir. Gösteriş olsun diye hafızlık yapmak, ne âlim adam desinler diye
ilim elde etmek, insanlar cömert desinler diye sadaka vermek, ne yiğit adam
desinler diye savaşmak daima yerilmektedir. Amellerini gösteriş için yapanların
cehennem ateşiyle cezalandırılacakları ifade edilir. (Okumuş, Ejder, Gösterişçi
Dindarlık, Pınar Yay., İstanbul 2002, s. 73.)
4.
RİYANIN SEBEPLERİ
İnsanları riyakârlığa yönelten hususların
bilinmesi ve bunlardan kaçınılması çok önemlidir. İnsanı riyaya sevk eden
çeşitli sebepler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. İman zayıflığı, 2.
Övülme isteği, 3. Dünyada yerilme ve kötülenme korkusu, 4. İnsanların
elindekilere karşı hırsla dolu olması. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 298; Gazalî,
İhya, III, 669-670; Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul 1994, s. 141.)
1) İman Zayıflığı: Her şeyden önce
imandaki zayıflık riya sebebidir. Her ümidine ulaştıracak, her korktuğundan
emin kılacak tek varlığın Allah olduğunu gönlüne yerleştirmeyen, maddî
sebeplere ve insanlara gereğinden fazla değer veren, Allah’ı unutup onun
dışındaki varlıklardan bir şeyler bekleyen zayıf imanlı kişiler, riyaya düşmeye
mahkûmdurlar. (Komisyon, İslâmî Kavramlar, Sema Yazar Gençlik Vakfı Yay.,
Ankara 1997, s.606.) Gerçek iman sahipleri ise, tüm davranışlarını Allah’ın en
yüce kudret sahibi olduğu duygusuyla yalnız onun rızası için yapacaklarından
dolayı, insanların değerlendirmelerine fazla önem vermezler. Çünkü onlar şunu
çok iyi bilirler ki, (Hadiste geçtiği gibi) eğer Allah Teala, bir hayrın
kendisine dokunmasını takdir etmişse dünyadaki bütün insanlar karşı çıksalar,
buna engel olamazlar. Eğer Allah Teala, bir kötülüğün ona isabet etmesini
takdir etmişse bütün insanlar bunu kaldırmaya çalışsalar yine de başarılı
olamazlar.
2) Övülme Arzusu: İnsan fıtratı gereğince
daima övülmeyi, methedilmeyi ve yüceltilmeyi sever. Kötülenmekten hoşlanmaz,
kötülenmemek, insanların beğenisini kazanmak için riya/gösterişe girer. Allah
için yaptığı ibadetlere bile insanların övgüsünü kazanmak için riya karıştırır.
Hâlbuki insanlar, onu övmekle ne hayat süresini uzatabilir, ne rızkını
çoğaltabilir, ne ağzının tadını ziyadeleştirebilir, ne herhangi bir belayı
başından savabilir ve ne de Allah’ın takdir etmiş olduğu kötü bir şeyi ondan
uzaklaştırabilirler. (el-Muhasibî, a.g.e., s. 303.)
Riyakâr kişi, insanlara kendini
beğendirerek ya maddî bir menfaat ya makam mevki veya şöhret elde etmek ister.
Aslında bunlar hayat gayesi yapılmaya değer şeyler değildir. Arınmış ruhlar,
böyle geçici dünyalıklar peşinde koşmazlar.
Müminin kendisini çevresindeki insanlara
sevdirebilmek için riyakâr bir tavra ihtiyacı yoktur. Çünkü kişiyi diğer
insanlara sevdirecek olan Allah’tır. Hayatının her anında ihlâsla Allah’ın
rızasını kazanmaya çalışan bir mümini, tüm inananlar doğal olarak kalben sevip
desteklerler. Güzel ahlâklı, samimi, dürüst, ihlâslı ve içi dışı bir olan
insanı sevmek müminlerin fıtratında vardır. Allah’ın rızası beraberinde kişiye
müminlerin rızasını da kazandırır. Ama sadece insanların rızası için yapılan
bir işte Allah’ın rızasından yana hiçbir kazanç sağlanamaz. (el-Muhasibî,
a.g.e., s. 304; Komisyon, İslâmî Kavramlar, s. 606.)
3) Yerilmekten Korkmak: Yerilme korkusu,
kulun insanların kendisini kötülediğini, doğruluğuna güvenmediğini ve iyi
yaptığı işlerde bile ona kötü zan beslediklerinin farkına varması, bunu
bilmesidir.
Toplumda yerilen bir kimsenin sözüne
güvenilmez, şehadeti geri çevrilir. Kimse onunla oturup kalkmak ve onunla
sohbet etmek istemez. Böyle bir insanın selamına karşılık verilmez, talepleri
geri çevrilir. Kendisine güvenilip hiçbir şey emanet edilmez. Adeta toplumdan
dışlanır. Bunun için bazı insanlar, insanların kendisini yermelerinden korktuğu
için söz ve fiillerinde gösterişe riyakârlığa yönelir. İnsanlara olduğundan
farklı görünerek onların sevgisini çekip yergilerinden kurtulmak ister.
4) İnsanların Ellerindekine Göz Dikmek,
Hırs ve Tamahkârlık Göstermek: Kuşkusuz kişi, kendisi için takdir edilmeyen
hiçbir şeyi elde edemez. Eğer herhangi bir şeye kavuşmuşsa, kavuştuğu bu şey,
her şeye rağmen, kendisi için takdir edilenin dışında değildir. Eğer Rabbine
ihlâsla ibadet etseydi, ulaşacağı şeye mutlaka ve mutlaka ulaşırdı. Dolayısıyla
insanların ellerindekine göz dikmenin hiçbir faydası yoktur. Kişi Allah’ın
kendisi için takdir ettiğine razı olmalı ve haline şükretmelidir. Eğer kul,
Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükrederse Allah, o kimseye nimetlerini
artırır. Kur’ân’da Allah bu hususu şöyle ifade etmektedir:
“…Eğer şükrederseniz, elbette size
(nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok
şiddetlidir.” (İbrahim 7)
5.
RİYAYA KAPALI DAVRANIŞLAR
Riya konusunu açıklarken burada riya ile
karıştırılmaması gereken hususlara da işaret etmekte yarar bulunmaktadır. Bazı
amel ve ibadetler vardır ki onlara riya, gösteriş girmez. Nitekim bazı İslâm
âlimleri, farzlarda ve dinin alameti sayılan (şeâir) türünden amellerin açıktan
yapılmasının riya olmayacağını belirtmişlerdir. (Bediüzzaman, Said Nursi,
Lem'alar, Ankara 1957, s. 6; Komisyon, İslâmî Kavramlar, s.607.)
Farz olan ibadetlere riya girmez. Çünkü bu
ibadetleri bütün kulların yapmaları gerekir. Dolayısıyla her Müslüman için
yapılması farz olan namaz, oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin açıktan eda
edilmesi efdaldir. İslâmiyet alameti sayılan ya da “şeâir” dediğimiz dini tutum
ve davranışlarda da riya bulunamayacağından dolayı açıktan yapılabilir. Çünkü
“şeâir” İslâm toplumunun bütününü ilgilendiren bir ibadet şeklidir. Dolayısı
ile bu şekilde “şeâir”den sayılan dinî davranışlara da riya girmemekte, hatta
bu ibadet nafile nevinden bile olsa şahsi farzlardan daha üstün hale
gelmektedir. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 47. )
Bediüzzaman Said Nursî, bu husustaki
fikirlerini “Kastamonu Lahikası” adlı eserinde tafsilatlı bir şekilde şöyle
açıklamaktadır: “Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiyede ve sünnet-i seniyenin
ittibâında ve haramların terkinde riya giremez; bu türlü ibadetlerin açıktan
yapılması, riya olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyakâr
ola. (İnsanın imanının zayıf olmasından dolayı bu amelleri riya için yapması
hariç) Belki, şeâir-i İslâmiyeye temas eden ibadetlerin açıktan yapılması,
gizli yapılmasından çok daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî
(r.a) gibi âlimler açıklamışlardır. Diğer nafilelerin gizli yapılması çok
sevaplı olduğu halde, şeâire temas eden, özellikle böyle bidatlerin yaygın hale
geldiği zamanlarda, sünnete ittiba etmenin ne kadar önemli olduğunu gösteren ve
böyle büyük (kebâir) haramların terkinde takvalı davranmak, değil riya, belki
gizlenmesinden pek çok derece daha sevaplı ve halistir.” (Bediüzzaman,
Kastamonu Lahikası, s. 141.)
Ancak burada şunu da özellikle belirtmemiz
gerekir ki, farzları ve şeâiri açıktan yapanlar kalplerine çok dikkat
etmelidirler. Allah rızası için insanlara mesaj vermek, tebliğde bulunmak,
insanlara örnek olmak ve güzel amellere teşvik etmek dışında en ufak bir
duygunun kalplerine girmemesine özen göstermelidirler. Mesela insanları teşvik
için sadaka, namaz, oruç, cihad, hac gibi ibadetleri eda eden kişi başkalarına
örnek olabileceği durumlarda açıkça bu ibadetleri yapabilir. Kuşkusuz
riya/gösteriş tehlikesi olduğu için de sürekli kalbini murakabe etmelidir.
(Okumuş, a.g.e., s. 74.) Aksi takdirde bu tür ibadetlere de farkında olmadan
riya girebilir.
6.
RİYANIN ZARARLARI
Riya/gösteriş inanan bir insanda
bulunmaması gereken kötü bir huydur. Riya, ihlâsla kesinlikle bağdaşmaz. Kişi
riya ile yaptığı hiçbir amelin ve ibadetin sevabına kavuşamaz. İbadetlerine
riya karıştıran bir insan, ahirette sevaptan yoksun kalır. Yaptığı ameller
sadece dünyada kalır. Dünyada iken ameli onu kurtarsa da ahirette boşa gider.
(el-Muhasibî, a.g.e., s. 302.)
Riyanın
İki Büyük Zararı
1. Riya, ateşin odunu yediği gibi
sevaplarımızı yiyip bitirir. Kişinin bu dünyada yaptığı amellerin Allah katında
makbul olabilmesi için amellerini ihlâsla yapması gerekir. İhlâs ile yapılmayan
hiçbir ibadet makbul değildir. Dinin ruhu ihlâs, yani ibadetin yalnız Allah’a
yapılmasıdır. İhlâsla yapılmayan her ibadet reddedilir. Zira Yüce Allah: “Her
kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi
ortak koşmasın.” (Kehf 110) buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz de bir kutsi
hadiste: Allah’ın “Kim benim için yaptığı bir işe benden başkasını ortak
yaparsa onu şirkiyle baş başa bırakırım. Ben, ortaklıktan uzağım, ortaklıktan
beriyim.” (Müslim, Zühd, 46; İbn Mâce, Zühd, 21; Ahmed b.Hanbel, a.g.e., II,
301, 435.) buyurduğunu ifade etmektedir.
Yine bir başka hadislerinde Hz. Peygamber
(s.a.s.): “Sizin için en korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştur. Bunun
üzerine Ashap sordu: Ey Allah’ın Resulü! Küçük şirk nedir? Hz. Peygamber:
“Riyadır. Kullar amellerinin karşılığında ceza ve mükâfatlandırılacakları gün
gösterişçilere: Dünyada kime gösteriş yaptınızsa onlara gidin, yanlarında bir
karşılık bulabilecek misiniz bir bakın?” denilecektir. (Ahmed b.Hanbel, a.g.e.,
V, 428.)
Demek ki riya insanın amellerini, ateşin
odunu yakıp bitirdiği gibi yok etmekte ve o kişiyi sevapsız bırakmaktadır.
Ahirette amellerimizin sevabını istiyorsak, riyadan uzak, sadece Allah rızasını
gözeterek amel yapmalıyız.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursi:
“Amelinizde Allah rızası olmalı. Eğer O, razıysa bütün dünya küsse ehemmiyeti
yok. Eğer O, kabul etse bütün halk reddetse tesiri yok. O, razı olduktan ve
kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti lazım gelirse, sizler istemek
talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder.
Onun için, bu hizmette doğrudan doğruya yalnız Cenab-ı Hakk’ın rızasını esas
maksad yapmak gerektir.” (Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı, 20. Lema, s. 662-663.)
sözleriyle insanların hoşnutluğundan arınıp sadece Allah’ın rızasını kazanmaya
yönelmenin önemini belirtmektedir.
Yine Bediüzzaman Said Nursi, yapılan
amellerde ihlâsın önemini açıklarken şöyle demektedir: “… Rıza-yı İlahî
kâfidir. Eğer O yâr ise, her şey yârdır. Eğer o yâr değilse, bütün dünya
alkışlasa beş paraya değmez.
2. Riya, insanın Allah’ın gazabına ve
lanetine uğramasına sebep olur. İnsanın Allah’ın dışında herhangi bir başka
varlığın rızasını düşünerek hareket etmesi Kur’ân’da ‘şirk’ ya da ‘Allah’a
ortak koşmak’ olarak ifade edilmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadislerde de
görüldüğü gibi riya şirktir. Şirk ise Allah’ın asla affetmediği en büyük
günahtır. (Nisa 48, 116.) Kim amellerini tümüyle Allah’tan başkasının
beğenisini ve rızasını gözeterek yaparsa, bu davranışıyla Allah’ın gazabına ve
lanetine uğrar.
İnsanın bu konuda nefsinin telkinlerine
karşı da son derece uyanık olması ve nefsini kendini kandırmadan dürüstçe
değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü nefsin en büyük arzularından biri de
Kur’ân ahlâkına zıt olarak, insanların hoşnutluğunu, beğenisini ve takdirini
kazanabilmektir. Nitekim çoğu insan yaptığı pek çok işi kendi istek ve
tercihleri doğrultusunda değil de, sırf çevrelerinden takdir toplayabilmek ve
bu takdir ile de toplumda bir yer edinebilmek için yapar. Dolayısıyla da bu
insanların hayatlarını yönlendiren ana mantık ‘insanların hoşnutluğunu
kazanabilme arzuları’ olur.
İhlâsı kazanmak isteyen bir müminin,
cahiliye toplumlarında hayatın en temel dayanağı olan “insanlar ne der”
mantığından tamamen kurtulması gerekir. Çünkü insanların hoşnutluğuna dair
endişeler yaşandığı sürece insanın katıksız bir i hlâs anlayışından
bahsedebilmesi mümkün değildir.
İşte insanın ihlâsı kazanabilmek için her
zaman niyetini halis tutması ve katıksızca Allah’ın rızasına yönelmesi
gerekmektedir. Allah dilemediği sürece rızası kazanılmış olan insanların kişiye
bir faydası olmaz, ama Allah’ın rızasını, desteğini, sevgisini ve hoşnutluğunu
kazanan bir insan, tüm bu insanların kendisine sağlayacağı desteği zaten
kazanmış demektir. İhlâsla hareket ettiği için Allah zaten ona dünyada da
ahirette de en güzel hayatı yaşatacak, ona hiçbir insanın sağlayamayacağı
desteği sağlayacak, hiçbir insanınkiyle kıyaslanamayacak bir dostluğu nasip
edecektir.
7.
RİYADAN KURTULMA YOLLARI
Riyadan kurtulmak çok zordur. Ancak bir
Müslüman olarak bu zoru başarmak mecburiyetindeyiz. Bunun için her şeyden önce
Allah Teala’ya dua edip yardımını talep etmeliyiz. Bu hastalıktan kurtulmak
için çok ciddi gayret göstermeliyiz. Şunu iyi bilmeliyiz ki, riyanın tek ilacı
ihlâstır. İhlâs ise, söylenen her sözde ve yapılan her işte Allah Teala’nın
rızasını talep etmektir. Yaptığı her işte Allah Teala’nın rızasını talep eden
böylece kalbini ihlâsla dolduran bir mümin, kulların rızasını almak için
amellerini yok ederek riyakârlığa duçar olur mu?
O halde riyadan kurtulmak için, ihlâsı
kazanmak, muhafaza etmek ve ihlâsa engel olabilecek manilerden kurtulmaya
çalışmak gerekir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi, “Lem’ alar” adlı eserinde
ihlâsı kazanıp muhafaza ederek ve manileri defetmek için birtakım düsturlara
sarılıp yapışmayı ve hayatımızda uygulamamızı tavsiye etmektedir. Bu düsturları
şöyle özetleyebiliriz:
1. Amelimizde rıza-yı ilahî olmalı, yani
yapılan ameller sırf Allah rızası gözetilerek yapılmalı,
2. Kur’ân’a hizmet eden din kardeşlerimizi
tenkit etmemeli ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarını
tahrik etmemeli,
3. Bütün kuvvetimizi ihlâsta ve hakta
bilmeli,
4. Din kardeşlerimizin meziyetlerini
şahıslarımızda, faziletlerini kendimizde tasavvur edip, onların şerefleriyle
şâkirâne iftihar etmeliyiz. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 149-151.)
İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en
etkili bir sebebi de, “Rabıta-i Mevt”tir. Evet, ihlâsı zedeleyen ve insanı
riyaya ve dünyaya sevk eden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret ettiren ve
ihlâsı kazandıran, rabıta-i mevttir. Yani, ölümü düşünüp, dünyanın fani
olduğunu mülahaza edip, nefsin desiselerinden kurtulmaktır. (Daha geniş bilgi
için Bediüzzaman, Lem'alar, s. 151-155.)
Riyanın asıl çözümü ve riyadan korunma
yolu ise, nefsi arındırmaktır. Zira nefis arınmadığı sürece, yalnız da olsa
kişi, amelini nefsi için yapmak gibi bir hale düşebilir ki, bunda hem riya ve
hem de şirke girme ihtimali vardır.
Son devir Osmanlı Ahlâkçılarından Ahmet
Rıfat’a göre, riyayı yok etmenin çaresi şudur: “Riyakâr, riyanın amelleri boşa
çıkardığını, Allah’ın kahrını üzerine çektiğini, bundan umulan dünyevî
faydaların ilk anda iyi olsa da, sonunda acıya dönüşeceğini düşünerek nefsiyle
mücadele etmesidir. Bu mücadele neticesinde insan, çaresi zor olan bu
hastalıktan kurtulabilir.” (Ahmet Rifat, Bergüzar-ı Ahlâk, İstanbul 1317,
s.161)
Eğer insan, riya belasından kurtulamazsa
sonunda daha da tehlikeli olan “nifak” hastalığına yakalanır. (Draz, Muhammed
Abdullah, Dusturu’l-Ahlâk fi’l-Kur’ân, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1996, s.
562.)
Bununla ilgili olarak yine Ahmet Rıfat:
“Riyanın ifratı halinde meşru olmayan maddî ve manevî menfaatler gözetilmeye
başlanır, sonunda münafıklık ortaya çıkar.” demektedir. (Ahmet Rifat, Bergüzar-ı
Ahlâk, İstanbul 1317, s.147)
İmam Gazali
İhya-u Ulumiddin adlı eserinde riyadan korunma yollarını iki makama ayırarak şöyle
demiştir:
“Birinci
makam: Onun damarlarını ve kol salan dallarını kesmektir.
İkinci
makam: Ondan hâl-i hâzırda gelen vesveseleri silip bertaraf etmektir.
Birinci Makam
Bu
makamın temeli, mertebe ve makam sevgisidir.
Bir
bedevi Hz. Peygamber (sav)’e der ki:
“-Ey
Allah'ın Rasûlü! Kişi (vardır ki) hamiyetten dolayı çarpışır. Bir kişi de
vardır ki kahramanlığı bilinsin diye çarpışır. Başka bir kişi vardır ki zikir
için çarpışır. Bu
kişiler hakkında ne buyurulur?
-Kim
sadece Allah'ın kelimesi (kanunu ve nizamı) en yüce olsun diye çarpışırsa, o
kimse Allah'ın yolundadır.” (Buhari, Müslim)
Hz.
Ömer (r.a) şöyle demiştir: "Derler ki 'filan şehiddir'. Oysa o, devesinin
yükünün iki yanını gümüş (para) ile doldurmuştur".
“Kim
sadece bir deve yuları için savaşa katılırsa, ona ancak niyet ettiği vardır”. (İmam
Ahmed, Darimi, Nesai, İbn Hibban, Taberani, Hakim ve Beyhaki)
Madem
durum budur, acaba halkın medhetmesinde ne hayır vardır, eğer sen Allah katında
kötü ve ateş ehli isen? Allah nezdinde iyi ve mukarrebler (yaklaştırılanlar)
zümresinden isen halkın zemmedişinden ne zarar gelir?
Kalbinde
âhireti, ebedî olan nimetlerini, Allah katındaki o yüksek mertebeleri hâzır
bulunduran kimse, hayatına mahsus olan ve halkla ilgili bulunan herşeyi
içindeki bulanıklıklarla beraber hakir görmelidir. Böylece himmeti derlenip
toplanır, kalbi Allah'a yönelip riyanın zilletinden ve halkın kalplerini
gözetme külfetinden kurtulur. İhlâsından kalbine nûrlar akar, onlarla göğsü
inşirah bulur. O nûrlar sayesinde manevî keşiflerin letâiflerinden
(inceliklerinden) Allaha karşı olan ünsiyetini, halka karşı olan nefretini,
dünyayı tahkir ve âhireti tâzim etmeyi gerektiren durumlar keşfolunur. Halkın
büyüklüğü kalbinden silinir. Riyanın çağırıcısı uzaklaşır. İhlâs yolunda
rahatlıkla yürüyebilir. Bu ve daha önce verdiğimiz ilâçlar, ilmî ilâçlardır.
Riya ağacının kökünü kazır.
Amelî
ilâca gelince, nefsini ibâdetlerin gizlenmesine ve üzerine kapıları kapatmaya
alıştırmalıdır. Fuhşiyat için kapılarını kapattığı gibi kapatmalıdır ki kalbi,
Allah'ın ibadetine muttali olmasına kanaat etsin. Bu takdirde nefis, kendisini
Allahtan başkasının bilinmesine zorlamaz.
“Bir
toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı
değiştirmez.” (Ra'd 11)
Kuldan
mücâhede, Allah'tan hidayet, kuldan kapıyı çalmak, Allah'tan açmaktır:
“Allah güzel iş yapanların mükâfatını zayi etmez.” (Hûd 115)
“İyilik
olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.” (Nisâ 40)
İkinci Makam
Riyanın
hatarat (tehlike)leri üçtür. Bazen bu üç tek bir hatarat gibi birden meydana
gelir. Bazen de tedricî bir şekilde meydana gelir:
Birincisi:
Halkın muttali olduğunu bilmek ve ummaktır.
İkincisi:
Nefsin heyacanla onların övgüsüne tâlip olup onların yanında büyük derece elde
etmeye çalışmasıdır.
Üçüncüsü:
Nefsin o övgüyü kabul edip meyletmesi ve tahakkuku hususunda samimî olarak
heyacanlı rağbeti gelir. Birincisi mârifettir, ikincisi, şehvet ve rağbet adı
verilen bir durumdur. Üçüncüsü, adına azmetmek ve kesin akd denen bir fiildir.
Kuvvetin kemâli ancak birinci hatarayı (tehlikeyi) daha ikincisi gelmeden önce
defetmektir. Bu bakımdan halkın (hâl-i hâzırda) amellerine muttali olmalarının
mârifeti veya gelecekte muttali olmalarının ümidi kalbine geldiği zaman, ona
şöyle demekle defedilebilir: 'Senin halkla ne alıp vereceğin vardır?
Bilmelerinde veya bilmemelerinde ne kârın, ne zararın vardır? Allah senin hâlini
bilir! O halde, başkasının bilmesinde ne fayda vardır?'
Allah
Teâlâ kullara ancak güçlerinin yeteceği kadar yükler. Şeytanı vesveselerinden
menetmek, tabiatı şehvetlere meyletmeyecek derecede dumura uğratmak, insan
gücünün haricindedir.
Haberlerden
şu rivayet buna delâlet eder: Hz. Peygamber'in (sav) sahabîleri, ona şikayet
ederek şöyle dediler:
“Bizim
kalbimize öyle şeyler geliyor ki, eğer biz gökten düşüp, kuşlar bizi kapsa ve
uzak bir yere atmak üzere rüzgâr gibi götürse, kalbimize gelenleri söylememizden,
bizim için daha sevimli olur!
Bunun
üzerine Hz. Peygamber (sav) dedi ki:
Siz
bunu kalbinizde buldunuz mu?
Ashab
'Evet, buluyoruz!' dedi. Hz. Peygamber (sav) İşte o açık imandır' dedi.” (Müslim
, Îmân, 209)
Ashab
vesveseden, kerahet getirip tiksinmekten başka birşey görmediler. 'Açık imandan
vesveseyi kasdetti demek mümkün değildir. Bu bakımdan ancak riya ve vesveseye
karşı olan kerâhete hamledip tefsir edilir. Bu, her ne kadar korkunçsa da Allah
hakkındaki vesveseden daha hafiftir. Bu bakımdan en büyüğün zararı kerahet
getirmekle defolunduğu takdirde en küçüğünün zararının kerahet getirmekle yok
edilmesi daha evlâ ve uygundur. İbn Abbas'ın hadîsinde Hz. Peygamber (sav)'den
şöyle rivayet edilmiştir:
“Şeytanın
hilesini vesveseye dönüştüren Allah'a hamd ve senâlar olsun.” (Ebu Dâvud, Nesâî
ve Tayalisî)
Kişi
şeytan ne zaman vesvese verirse içinde bulunduğu ihlası daha da artırmaya
azmetmelidir. Allah'a ibâdet ile daha da fazla meşgul olmalı, sadaka ve
ibâdetini daha fazla gizlemelidir. Bütün bunları, şeytanı öfkelendirmek için
yapmalı; zira şeytanı öfkelendirir, yolunu tıkarsa tekrar gelip kendisine
musallat olamayacağı ümidi kendisinde yerleşir.
8.
SONUÇ
Netice olarak diyebiliriz ki, riya,
insanın kalp, ruh ve düşünce dünyasının kirlenmesine sebep olan, Allah’ın asla
sevmediği ve razı olmadığı kötü ve çirkin bir davranıştır. İnsanın bu dünyada
yaptığı güzel amellerden ahirette de istifade edebilmesi için amellerini ihlâs
ve samimiyetle yapması gerekir. Aksi takdirde, başkalarına riya için yapılan
amelden sevap beklemek doğru değildir. Çünkü riya, insanın amellerini, ateşin
odunu yakıp bitirdiği gibi yakıp bitirir ve o kimseyi sevaptan mahrum bırakır.
9.
ÖDEV
Rahle Dergisi 60. Sayı M.Murat BAYRAK’ın
“Rabıta-ı Mevt” başlıklı yazısının okunması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder