7. ŞEHVET
1. GİRİŞ
İnsanda üç önemli kuvvet
vardır: Akıl, öfke ve şehvet. İnsandan beklenen öfke ve şehvetini ( vahye tabi
) aklın kontrolünde orta yolda tutmasıdır. Şehvet insanın dünyaya karşı meylini
ifade eden bir kuvvettir. İnsanın dünyaya ilişkin bütün arzu ve istekleri
şehvetin kapsamındadır. Yeme, içme, dokunma, koklama, işitme, giyinme, sahip
olma, cinsellik gibi hayatta yer alan tüm cazibeler şehvet kapsamındadır. İnsan
helali haramı olan bu unsurlara meylettiğinde hayatın tüm alanlarında orta yoldan
sapma, haramlara ve şüphelilere düşme ihtimali vardır. Bu sebeple müslümanın
şehvete ilişkin durumları bilip kendisinde orta yola uygun düşmeyen şeyleri
dengeli hale getirmesi gerekmektedir. İnsanın şehvetlere karşı duruşunda
kurtuluş ancak şehvetlere yenik düşmeden aklın gereği bir hayat yaşamaktır.
Günümüzde içinde
bulunduğumuz modern hayat tarzında; iş hayatı, eğitim ortamları, çarşı pazar,
alışveriş merkezleri, sesli ve görüntülü medyada, sosyal medyada ve diğer
iletişim araçlarında kısaca hayatın tümünde insanın şehvetini azgınlaştıran
unsurlar fazlasıyla yer aldığından şehvetin kontrolü meselesi daha zor ve önemli
hale gelmiştir. Bu sebeple şehvet konusu altında insanı şehvet tuzaklarına
düşmekten kurtaracak yolları gösterip kurtuluşu sağlayan şeyleri bulmaya
çalışacağız.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Şehvet; bir şeye karşı
duyulan şiddetli arzu, tutku, nefsin arzu gücü, cinsel ihtiyacın uyardığı
istek.
Sözlükte “bir şeyi isteme, sevme, arzulama, şiddetli arzu, tutku” anlamında
masdar-isim olan şehvet için (çoğulu şehevât) terim olarak “nefsin kendisi için
uygun olanı talep etmek üzere harekete geçmesi”, “kişinin hissî zevklere
duyduğu güçlü arzu”, “hazza ulaşmak için gerekli veya faydalı olduğuna inanılan
şeylere doğru insanı tahrik eden güç” gibi tanımlar yapılmıştır. Aynı kökten
iştihâ alelâde arzuyu, şehvân ve şehvânî bir şeyi şiddetle arzulayan kimseyi,
şehî ve müştehâ ise arzulanan şeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât,
“şehv” md.; et-Ta’rîfât, “şehvet” md.; Lisânü’l-Arab, “şhv” md.; Gazzâlî, s.
25-26). Kaynaklarda şehvet yerine hevâ da kullanılmaktadır.
Arap dilinde şehvet
kelimesinin tekil kullanımlarında genellikle cinsel istek anlamı kastedildiği
gibi fıkıh literatüründe de şehvet daha çok “cinsel arzu” anlamında
kullanılmıştır.
Şehvet insanın hayvanla
ortak yanını teşkil eder. Şehvet duygusu aklın kontrolüne verilir, arzulanan
şeyler arasında doğru bir ayırım yapılırsa bundan iffet fazileti doğar. İffet
şehvet düşkünlüğüyle şehvet zayıflığı şeklindeki iki aşırılığın ortasıdır.
Ebü’l-Hasan el-Mâverdî
esas itibariyle şehvetin kötülükleri iyilik, çirkinlikleri güzellik gibi
göstererek akılları çeldiğini, dolayısıyla yapılan her kötülükte şehvetin
tesiri bulunduğunu söyler (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 310). Şehvetin, biri
ihtiyaçtan fazla şeylere sahip olma arzusu, diğeri haz veren şeyleri elde etme
isteği şeklinde iki türü vardır. Bunların ilki akıl ve din tarafından
menedilir. Çünkü bu şehvette eziyet doğuracak derecede ifrat, zarara yol açacak
derecede arzu sapması vardır. İkincisi de insanı azgınlığa götürecek bir
aşırılık, aşağılık duruma düşürecek bir sapmadır.
Râgıb el-İsfahânî insanın
biri hayvanlara, diğeri meleklere benzeyen iki yönünün bulunduğunu belirterek
yeme içme ve cinsel ilişkiyle ilgili bedensel arzuları (şehevât) yönünden
hayvanlara; hikmet, adalet, cömertlik gibi ahlâkî güçleri bakımından meleklere
benzediğini, Allah’ın insanlara iki yol gösterdiğini bildiren âyetin (el-Beled
10) buna işaret ettiğini belirtmektedir (eź-Źerî’a ilâ mekârimi’ş-şerî’a, s.
89). İsfahânî’ye göre bütün kötü huylar insandaki fikir, şehvet ve hamiyet
denilen üç yeteneğin bozulmasından doğar. ( İslam Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi
)
3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER
“Nefsanî arzulara,
(özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe,
salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük (şehavat) insanlara
çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki
varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” ( Al-i İmran 14)
“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan (heva)
uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (Nâziât 40-41)
“Nihayet onların peşinden
öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına (şehvet
) uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” ( Meryem 59)
4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
“Cennet şehvetlerle,
cehennem hoşlanılmayan şeylerle çevrilmiştir” (Müsned, II, 260; Buhârî,
“Riķāķ”, 27; Müslim, “Cennet”, 1)
“Haram bakış, İblis'in
oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terk ederse, Allah
Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...” (Hakim,
Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63)
“Ademoğlu
midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Ademoğluna belini doğrultacağı
kadar birkaç lokma yeterlidir. Eğer daha fazla yemek istiyorsa, (midesini üçe
ayırsın), üçte biri yemek, üçte biri su, üçte bir de nefesi için.” (Ahmed
(4/132); Tirmizî (2381); İbn Mace (3349))
5. ÇEŞİTLERİ
“Kur’ân-ı Kerîm’de şehvet
kelimesi iki yerde “cinsel istek” mânasında kullanılmıştır (A‘râf 81; Neml 55).
Üç âyette geçen şehevât ile genel olarak nefsânî isteklerin kastedildiği
anlaşılmaktadır. Bunların ilkinde insanlara dünya nimetlerinin çekici kılındığı
belirtilmekte (Âl-i İmrân 14), diğer ikisinde şehvetlerine uyanlar
eleştirilmektedir (Nisâ 27; Meryem 59). Ayrıca sekiz âyette “istemek ve
arzulamak” anlamında olmak üzere iştihâ masdarından fiiller yer alır. Biri
hariç (Nahl 57) bu fiiller cennet nimetlerine duyulan güçlü arzuyu ifade etmek
için kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Mu’cem, “şhv” md.). Hadislerde de aynı
kullanımlar söz konusudur (Wensinck, el-Mu’cem, “şhv” md.). Bu hadislerden
birinde Resûlullah, ümmeti hakkında en çok kaygı duyduğu iki şeyin şirk ve gizli
şehvet olduğunu belirtmiştir (Müsned, IV, 124). Gizli şehvet tabiri bazı
kaynaklarda kadını da içine alan dünya zevkleri (a.g.e., IV, 126), bazılarında
kişinin daima içinde yaşattığı kötü arzular (meselâ bk. İbnü’l-Esîr, II, 516)
şeklinde açıklanmıştır. “Cennet şehvetlerle, cehennem hoşlanılmayan şeylerle
çevrilmiştir” meâlindeki hadiste geçen şehvetler (Müsned, II, 260; Buhârî,
“Riķāķ”, 27; Müslim, “Cennet”, 1) genellikle dinen sakıncalı olan dünyevî
hazlar diye yorumlanır. Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî’ye göre bu hadisteki
temsilde cennetin ancak kötülüklere karşı direnerek kazanılacağı, cehennemden
kurtulmanın ise nefsi kötü arzulardan korumakla mümkün olduğu anlatılmak
istenmiştir (el-Câmi, IV, 28). Arap dilinde şehvet kelimesinin tekil
kullanımlarında genellikle cinsel istek anlamı kastedildiği gibi fıkıh
literatüründe de şehvet daha çok “cinsel arzu” anlamında kullanılmıştır.”
( İslam Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi )
Şehvetin çok farklı
çeşitleri olsa da cinsellik ve mideyle ilgili
olan kısımlarını ele alacağız.
6. FAYDALARI / ZARARLARI
“İbrâhim b. Mûsâ
eş-Şâtıbî, yaratılıştan gelen bir duygu olduğuna göre şâriin bi-zâtihi şehveti
yasaklamasının düşünülemeyeceğini, gerçekte dinen yasaklananın helâl sayılmayan
fiillere götürecek şekilde şehveti tahrik eden davranışlar olduğunu belirtir.
Ayrıca dinî hükümlerin amaçlarını, bunların kulların istek ve şehvetleriyle
ilgisi yönünden aslî ve tâbi şeklinde ikiye ayırıp insanın istek ve
şehvetlerinin göz önünde bulundurulmadığı amaçların birinci, diğerlerinin ikinci
gruba girdiğini söyler. Buna göre tâbi gayelere yönelik hükümler, insanın
yaratılışında bulunan şehvet ve istekler aracılığıyla bazı amaçlara ulaşmayı
sağlar; zira yüce yaratıcının hikmeti, dinî ve dünyevî işlerin insanı
kendisinin ve başkasının ihtiyaçlarını karşılamaya iten istek ve meyiller
vasıtasıyla gerçekleşip düzene konmasını gerekli kılmıştır. Meselâ yeme içme
arzusu ile cinsel şehvet, insanı bu ihtiyaçlarını karşılamak için gereken
sebeplere sarılma yönünde harekete geçirir. Aynı şekilde sıcaktan, soğuktan ve
beklenmedik durumlardan korunma isteği insanı barınma ve giyinme ihtiyacını
gidermek için çalışmaya sevkeder (el-Muvâfaķāt, II, 110, 178-179).” ( İslam
Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi )
İmam Gazalî der ki:
Kişi yemek, evlenmek,
elbise, mesken ve muhtaç olduğu her şeyde ihtiyaç miktarı ve zaruretin
gerektirdiği oranla yetinmelidir. Çünkü kişi, bunların birinden zevk alırsa,
ona alışır. Öldüğü zaman ondan dolayı dünyaya yeniden gelmeyi temenni eder.
Oysa dünyaya yeniden gelmeyi, ancak ahiretten hiçbir şekilde nasibi olmayan bir
kimse temenni eder. Bundan kurtuluş ancak kalbin Allah'ın marifeti, sevgisi,
Allah hakkında düşünmesi ve Allah'a iltica ile meşgul olmasıyla mümkündür. Buna
güç yetirmek de ancak Allah'ın inayetiyle olur. Ahiret yoluna süluk için kalbin
ıslahı, ancak mubah şeylerden tıka basa yemekten sakınmaya bağlıdır. Çünkü
nefis, mubahların bir kısmından menedilmediği zaman, bu sefer mahzurlu ve haram
şeylere yönelir. Bu bakımdan dilini gıybetten, fuzulî konuşmaktan korumak
isteyen bir kimsenin Allah'ın zikrinden ve dinin önemli işlerinden başka
konuşmamak için dilini zorlaması gerekir ki konuşma arzusu ölsün ve ancak hak
ile konuşabilsin. Bu bakımdan böyle bir kimsenin sükût etmesi de konuşması da
ibâdettir. Ne zaman ki göz, her güzel şeye bakmayı âdet edinirse helâl
olmayanlara bakmaktan da korunamaz. Diğer şehvetler de böyledir. Çünkü
insanoğlu helâli ne ile istiyorsa aynı şeyle haramı da ister. Bu bakımdan
şehvet birdir. Oysa kula, şehveti haramdan menetmek farzdır. O halde kul şehvetlerin
ancak zarurî kısmıyla yetinmeye nefsini alıştırmazsa, şehvetler ona galebe
çalar. İşte bunlar mubahların afetlerindendir. Bunun arkasında bundan daha
büyük afetler vardır. Şöyle ki, nefis dünyadan faydalanmakla sevinir, dünyaya
meyleder. Çılgınca dünyaya dadanır. Dünya ile sarhoş olur ki sarhoşluğundan
gözünü açamayan bir sarhoş gibi dünya ile ağzına kadar dolar. İşte dünya ile bu
şekilde sevinmek, öldürücü bir zehirdir. Damarlara sirayet eder. İnsanın
kalbinden korku ve üzüntüyü, ölümü hatırlamayı ve kıyametin dehşetlerini
çıkarır. İşte kalbin ölümü bu demektir.
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs,
aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir.
Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur
da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise
çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya
hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd 20)
İnsanın ne şehvetleri
tümüyle yok etmesi ne de ifrat derecesinde şehvetlere dalması uygundur.
Şehvetleri amaç haline getirmeden zaruret miktarıyla yetinmesi, şehvetlerle
elde ettiği kazanımları ahirete raci olan işlerde kullanması gerekmektedir.
7. FAYDAYI ARTIRMA ZARARI AZALTMA YOLLARI
Şehvetin helâli hesaptır.
Haramı ise ikab ve azaptır. Şüpheli kısımları ise itabdır. İtab ise, azabın bir
türüdür.
Bu bakımdan kıyamet
arasatında hesaba çekilen bir kimse muhakkak azaba uğrar. Bütün bunları
bildikleri için Allah’ın has kulları nefislerini azaptan kurtardılar.
Şehvetlerin esaretinden kurtulmak, Allah'ın zikrine alışıp ibâdetle meşgul
olmak suretiyle hürriyete, dünya ve ahirette daimî mülke vardılar.
Doğan kuşuna ne
yapılıyorsa onlar nefislerine onu tatbik ettiler. Doğan kuşunun eğitilip,
yırtıcılık ve vahşilikten kurtulması, sahibine itaat etmesi istendiği zaman,
önce karanlık bir evde hapsedilir. Uçmaktan ümidi kesilinceye kadar gözleri
bağlanır. Daha önce başıboş uçma alışkanlığını unutuncaya kadar bu durum devam
eder. Sonra sahibine alışıncaya kadar yavaş yavaş et yedirilir... Öyle bir
alışkanlık kazanır ki sahibi kendisini çağırdığı zaman derhal gelir. Ne zaman
sahibinin sesini işitirse derhal dönüş yapar. İşte nefis de alışkanlıklarından
kurtulmadan Allah'a yakınlaşamaz. Halvette iken Allah'ı medh u senâ edip
zikretmeye alıştırılır ki Allah'ın zikrine meyletme alışkanlığı, dünya ve diğer
şehvetlerle olan alışkanlıklarının yerini alsın. Bu durum, başlangıçta gayet
ağır gelir. Sonuçta ise, tıpkı süt emen çocuk gibi zevk almaya başlar. Süte
karşı şiddetle zaafı olduğu halde memeden kesilir. Oysa memeden kesildiği
zaman, bir saat sabredemez, dehşetli bir şekilde ağlayıp üzülür. Süt yerine
kendisine takdim edilen yemekten şiddetle kaçınır. Fakat sütten menedildiği
zaman süte karşı sabretmekten dolayı yorgunluğu çoğalıp açlık kendisine galebe
çaldığı zaman, zoraki bir şekilde yemeye başlar. Sonra yemek kendisine
tabiîleşir. Eğer yemeye alıştıktan sonra meme verilirse kabul etmez, memeyi
terkeder... Sütten tiksinir, yemeğe iyice alışır. Binek hayvanı da başlangıçta
eğerden, gem ve binilmekten ürker. Zorla buna alıştırılır. Önce zincir ve
kayışlar vasıtasıyla kabul etmekten kaçındığı eğere daha sonra alışır. Öyle ki
eğer yerine konduğu zaman artık o hayvancağız, bağlamaksızın eğerin altında
durur. Nefis de tıpkı bu şekilde kuşun ve binek hayvanının terbiye edildiği
gibi terbiye edilir. Nefsin terbiye edilmesi, dünya nimetine bakmaktan, onlara
alışıp sevinmekten menedilmesidir. Hatta ölümle elinden gidecek şeylerle sevinmekten
menedilmesidir. Zira nefse denilmiştir ki, 'İstediğini sev, muhakkak ondan
ayrılacaksın'. Bu bakımdan nefis birşeyi sevdiğinde, muhakkak o sevdiğinden
ayrılacağını bildiği zaman, artık onun ayrılmasından dolayı üzülmez. Kalbini
kendisinden ebediyyen ayrılmayacak şey ile meşgul eder. O da Allah'ın zikridir.
Çünkü Allah'ın zikri kabirde de insana arkadaşlık yapar, ondan ayrılmaz.
8. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
a. Açlıkla Şehveti Önlemek
Açlık
şehvetin dizginlenmesinde önemli unsurlardan biridir.
Açlığın Fazileti,
Tokluğun Zemmi
“Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmuş
değildir! Âdemoğluna, belini doğrultmasını sağlayacak birkaç lokma yeter. Eğer
mutlaka yemek istiyorsa karnının üçte birini yemek, üçte birini su ve üçte
birini de nefes alıp verme için ayırsın.” (Tirmizî)
Açlığın Faydaları,
Tokluğun Zararları
Soru: Açlık için bu büyük fazilet nereden
geliyor ve sebebi nedir? Oysa açlıkta sadece mideyi boş tutma ve eziyetlere
katlanma vardır. Eğer sebebi bu ise, insanoğlunun kendi kendisine vurması, etini
kesmesi, zahmetli şeyleri yapması ve bunlara benzer hareketlerde bulunması gibi
eziyet verici her şeyde büyük ecir bulunması gerekir!
Cevap: Bu söz, tıpkı içtiği bir ilâçtan
fayda görüp de bu faydanın, ilâcın acılığından ve zahmet verişinden geldiğini
zannederek acı ve hoşuna gitmeyen herşeyi yutan kimsenin davranışına benzer.
Oysa bu davranış yanlıştır; çünkü görülen fayda, ilacın acılığından değil,
içerisinde bulunan bir özellikten gelmektedir. Bu özelliği de ancak ve ancak
doktorlar bilir. Bunun gibi açlığın faydalarının gerekçelerini de ancak
âlimlerin yetişkinleri bilir. Şeriatın açlık hakkındaki medh u senâsına uyarak
nefsini aç bırakıp da bunun faydasını gören kimse -bu faydalanmanın illet ve
gerekçelerini bilmese dahi- ilâç içip de ondan fayda gören kimse gibidir; çünkü
böyle bir kimse ilâcın faydasının nereden geldiğini bilmese de fayda bulmuştur
Bu bakımdan deriz ki
açlıkta on fayda vardır:
Birinci Fayda
Kalbin saflık kazanması,
tabiatın nûrlanması ve basiretin açılmasıdır. Çünkü tokluk kalbi köreltir,
beyindeki buharlaşmayı çoğaltır ve sarhoşluğa benzer haller meydana getirir. Bu
buhar, fikrin kaynaklarını istilâ eder. Bu yüzden kalp, fikirlerde cereyan etme
bakımından ağırlaşır; çabuk anlama ve kavrama özelliğini kaybeder
İkinci Fayda
Kalbin incelip yumuşaması
ve saflaşmasıdır ki insanoğlu bu sayede münâcaattan zevk almaya ve zikirden
etkilenmeye hazırlanır; zira kalbin huzuruyla birlikte sadece dil üzerinde
cereyan eden nice zikir vardır ki kalp bundan ne zevk alır ve ne de etkilenir.
Hatta sanki onunla kalp arasına, kalbin katılığından oluşan bir perde
gerilmiştir. Bu perde bazı durumlarda incelir. O zaman kalp zikirden daha çok
etkilenir ve münâcaattan da daha fazla zevk alır. Bu incelmeyi sağlayan en
büyük ve en açık etkense midenin boş olmasıdır.
Cüneyd-i Bağdâdî şöyle
demiştir: 'Bir insan, kendisiyle göğsü arasına bir yemek torbası asar ve buna
rağmen münacaatın tadına ermek ister!'
Üçüncü Fayda
Şehvetin ve serkeşliğin
kırılması, nefsin uysallaştırılması, fazla sevinç ve neşe hâlinin bertaraf
edilmesi ve oburluğun sökülüp atılmasıdır. Oburluk, Allah'tan gafil olmanın ve
haddi aşmanın kaynağı ve başlangıcıdır. Bu bakımdan nefis, açlıkla uysallaşıp
kırıldığı gibi hiçbir şeyle uysallaşıp kırılmaz. Aç kalan nefis, sahibine karşı
sakinleşir ve ondan korkar. Acizliğini ve zelilliğini anlar; zira kuvveti
zayıflamış, elinden kaçan birkaç lokma yüzünden hileleri oldukça daralmış,
içemediği bir yudum sudan dolayı da dünya kendisine zindan kesilmiştir.
İnsanoğlu nefsinin zelilliğini ve acizliğini anlamadıkça mevlâsının izzet ve
kahrını göremez. İnsanoğlunun saadeti ancak daimi olarak nefsinin zillet ve
acziyetini anlayıp, mevlâsının izzet, kudret ve kahrını bilmesindedir. Bu
bakımdan insanoğlu daima aç, mevlâsına muhtaç ve mecbur olduğunu bilmeli ve
bundan zevk almalıdır. Bunun içindir ki kendisine dünya ve hazineleri
sunulduğunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hayır, istemem. Bilakis bir
gün aç, bir gün tok olmak isterim. Aç kaldığım zaman sabreder, mevlâma
yalvarırım. Tok olduğum zaman da Allah'a şükrederim.” (Tirmizî)
Dördüncü Fayda
Allah'ın belâ ve azabını
ve bunlara düçar olanları unutmamaktır; çünkü tok olan kimse açları ve açlığı
unutur. Zeki bir kul, insanların başına gelen belalardan âhiret azabını, bu
dünyadaki susuzluğundan halkın mahşer yerindeki susuzluğunu, açlığından da
cehennemliklerin açlığını hatırlar. Cehennemlikler darı (kuru diken) ve zakkum
(cehennemde biten bir ağaç) yeyip, derilerinden akan sarı sularla erimiş bakır
içerler. Bu bakımdan kulun, âhiret azabını ve elemlerini bir saniye dahi
aklından çıkarmaması gerekir; çünkü korkuyu harekete geçiren etken, bu
zihniyettir. O halde zillet, illet ve kıllet (açlık ve fakirlik) çekmeyen ve
belâlara düçar olmayan kimse, âhiret azabını unutur.
Beşinci Fayda
Faydaların en
büyüklerinden olan bu beşinci fayda, bütün günahların şehvetini kırmak,
kötülüğü emreden nefse hâkim olmaktır; çünkü bütün günahların menşei şehvet ve
kuvvettir.
Kuvvet ve şehvetlerin
aslı (kaynağı) ise hiç kuşkusuz yiyeceklerdir, Bu bakımdan yemeklerin
azaltılması her türlü şehvet ve kuvveti zayıf düşürür. Asıl saadet, kişinin
nefsine hâkim olmasıdır. Şekâvet (bedbahtlık) ise, nefsin kişiye hâkim
olmasıdır. Huysuz bir bineğin ancak aç bırakılmak sûretiyle zayıf düşürülüp
zaptedildiği, doyurulduğu zamansa kuvvet alıp ürktüğü ve huysuzluk yaptığı
gibi, nefis de kuvvetli olduğunda huysuzlaşır, zayıf olduğunda ise uysallaşır.
Aç olan bir kimsenin
fuzulî konuşma şehveti harekete geçmez. Böylece kişi dilin gıybet, kötü ve çirkin
konuşmak, yalan söylemek, dedikodu yapmak ve benzerleri gibi âfetlerinden
kurtulur. Açlık onu bütün bu âfetlerden korur.
Tenâsül uzvu şehvetinin
tehlikeleri apaçık ortadadır. Onun şerrinden insanı ancak açlık korur. Kişi,
doyduğu zaman tenâsül uzvuna sahip olamaz. Takvâsı buna mâni olsa bile, bu kez
de gözüne sahip olamaz; zira tenâsül uzvu gibi göz de zina eder. Kapatmak
sûretiyle gözlerini de tasarrufu altına alsa, bu defa da düşüncelerine sahip
olamaz. Şehvet yüzünden kalbi kötü fikirlerden, nefsin vesveselerinden bir
türlü kurtulamaz Kalbe hâkim olan vesveseler kişinin münâcaatını bozar ve
huzurunu kaçırır. Hatta çoğu zaman kişi namazın tam ortasında bu tür
vesveselere mâruz kalır!
Altıncı Fayda
Uykunun defedilip
uykusuzluğa alışılmasıdır; zira tok olan kimse çok su içer. Çok su içen kimse
ise çok uyur. Uyku galip geldikçe, kul kalkıp teheccüd namazını kılsa dahi
ibâdetin zevkine eremez.
Yedinci Fayda
İbâdetlere devam etmenin
kolaylaştırılması ve sağlanmasıdır; zira çok yemek, insanı çok ibâdet etmekten
alıkoyar; çünkü yemek için bir zamana ihtiyaç vardır. Çoğu zaman insan, yemeği
satın almak ve pişirmek, sonra da elini yıkamak ve dişlerini temizlemek için
zamana muhtaç olur. Sonuçta ise çok su içmek ve dolayısıyla helâya fazla gitmek
zorunda kalır. Eğer bütün bu yerlere sarfedilen vakitler zikre, münâcaata ve
diğer ibâdetlere sarfedilmiş olsaydı, kişinin kârı çoğaldıkça çoğalırdı.
“Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten
ise, onlar tamamen gafildirler.” (Rûm 7)
Ebu Süleyman Dârânî
doyasıya yemekten doğan altı âfete işaretle şöyle demiştir: "Doyasıya
yiyen kimseye altı âfet musallat olur:
1.Münâcaat zevkini
kaybeder.
2.Hikmeti koruması
zorlaşır.
3.Halka karşı şefkati
azalır; çünkü karnı tok olduğu zaman bütün halkın da kendisi gibi tok olduğunu
zanneder.
4.İbâdet kendisine ağır
gelir.
5.Şehvetleri artar.
6.Diğer mü'minler
mescidlerin etrafında dönerlerken, o tok olduğundan mezbeleliklerin etrafında
dönüp durur".
Sekizinci Fayda
Vücudun sıhhatli olması
ve hastalıkların ortadan kalkmasıdır; çünkü hastalıkların sebebi, çok yemekten
dolayı mide ve damarlarda meydana gelen karışıklıktır. Hastalıklar, insanı
ibâdetlerden, zikir ve fikirden alıkoyar, kalbi bozar ve hayatı zehir eder.
Dokuzuncu Fayda
Geçimin kolaylaşmasıdır;
zira az yemeyi âdet edinen kimse için biraz mal kifayet eder. Tıka basa ve
doyasıya yemeyi âdet edinen kimsenin midesi ise amansız bir alacaklı kesilir ve
âdeta her gün sahibinin gırtlağına yapışarak ona 'Bugün ne yiyeceksin?' der. Bu
bakımdan ya her yere sokularak haramdan kazanır ve dolayısıyla günahkâr olur ya
da helâlinden kazanmak için nefsini zelil etmek mecburiyetinde kalır. Çoğu
zaman da tamahkâr gözünü halkın elinde bulunan şeylere diker. Bu ise zillet ve
rezaletin en son derekesidir. Mü'min geçimi kolay ve harcaması hafif olan
kimsedir.
Nitekim hâkimlerden biri
şöyle buyurmuştur: 'Ben tüm bir sene, ihtiyaçlarımı terk etmek suretiyle
geçinirim. Bu durum, benim için, başkasına muhtaç olmaktan daha iyi ve daha
huzur verici bir durumdur'.
Başka biri de şöyle
buyurmuştur: 'Herhangi bir şehvet ve fazlalıktan dolayı başkasından borç almak
gerektiğinde hemen kendi nefsime borçlanarak o şehveti terk ediyorum; zira
nefsim benim için en hayırlı alacaklıdır'.
İbrahim b. Edhem, arkadaşlarına
yiyecek maddelerinin günlük fiyatını sorar; 'Gayet pahalıdır' dedikleri zaman
da şöyle derdi: 'O halde terk etmek (almamak) suretiyle onları ucuzlatınız'.
Onunca Fayda
Müslümanın, diğer
Müslümanları kendi nefsine tercih etme ve zaruri nafakasından artan yiyecekleri
ve servetini yetimlere ve fakirlere tasadduk etme imkânı bulabilmesidir
Midenin Şehvetini
Kırmakta Riyazet (Alıştırma) Yolu
Midesi ve yiyeceği
hususunda Müslümanın vazifesi helâlden başkasını yememesidir; çünkü haram
yemekle yapılan ibâdet, denizin dalgaları üzerine inşa edilen bina gibidir.
Yemeğin azaltılmasında
bir yol vardır ki bunda herhangi bir takdir ve tahdid yoktur. Fakat burası
yanıltıcıdır. Müslüman gerçekten acıktığı zaman yemeli ve henüz iştahı olduğu
halde yemekten elini çekmelidir. Nefsi için bir veya iki ekmeği tayin ve tahdid
edemeyen bir kimse doğru acıkmanın hududunu da bilemez. Böylelerinin doğru
acıkması, yalan şehvetle karışır. Doğru acıkmanın birçok alâmetleri vardır.
Bunlardan biri de nefsin katık istememesi ve hangi çeşit olursa olsun, önüne
getirilen ekmeği iştahla yemesidir. Nefsin, muayyen bir ekmek ve yanı sıra
katık istediği acıkma, doğru acıkma değildir. Bu bakımdan mü’min için yemek
hususunda en doğru yol, nefsiyle yapmakta olduğu ibâdetlerde kendisini zayıf
düşürmeyecek miktarı tayin ve takdir etmesidir. Bu miktara ulaştığında ise,
iştahı olsa bile durmalıdır. Kısacası yemeğin takdir ve tahdidi mümkün
değildir. Bu, durumlara ve şahıslara göre değişir. Ashâb-ı kirâmın bir kısmının
bir haftalık gıdası, bazen bir sa' (dört avuç) buğday; yahut bir buçuk sa'
hurma olurdu. Buğdayın bir sa'ı dört avuçtur. Bu duruma göre, her güne yaklaşık
olarak yarım avuç düşmektedir ki bu da söylediğimiz gibi midenin üçte birini
dolduracak miktardır. Çekirdekleri düşürüldüğü için hurmadan bir buçuk sa'
hesaplanmıştır.
Ebu Zer Gıfârî (r.a)
şöyle derdi: 'Hz. Peygamber zamanında bir haftalık yemeğim, bir sa' arpadan
ibaretti. Allah'a yemin ederim ki Hz. Peygamber'e kavuşuncaya kadar da bunu
artırmayacağım; çünkü ben onun şöyle dediğini duydum: “Kıyâmet gününde
meclis (derece) bakımından bana en yakın olanınız ve nezdimde en sevimliniz,
bugün (asr-ı saâdette) üzerinde bulunduğu hâl üzere ölüp Allah'a
kavuşanınızdır.”
Ebu Zer Gıfârî, ashâb-ı
kirâmdan bazılarını kınayarak şöyle buyurmuştur: 'Siz Hz. Peygamber zamanındaki
hâlinizi değiştirdiniz. Bakıyorum da sizin için arpa unu eleniyor. Oysa Hz.
Peygamber zamanında unun elenmesi diye bir şey yoktu. Siz ince ekmekler
pişiriyor, sofranızda iki katık bulunduruyorsunuz. Sizin için çeşit çeşit
yemekler hazırlanıyor. Bazılarınız sabahleyin bir elbise, akşam başka bir
elbise giyiyor. Oysa siz Hz. Peygamber zamanında böyle değildiniz'.
Seleften biri şöyle
anlatıyor: Kasım Cûî'ye 'Zühd nedir?' diye sordum. O da bana Peki sen zühd
hakkında neler duydun?' diye sordu. Kendisine zühd hakkında duymuş olduğum
şeyleri söylediğimde sustu. 'Sen ne dersin?' diye ısrar etmem üzerine de
şunları söyledi: 'Bilmiş ol ki mide, kulun dünyasıdır. Bu bakımdan kul
midesinin ne kadarına sahip ise, zühdün de o kadarını elinde bulunduruyor
demektir. Diğer taraftan midesi onun ne kadarını tasarrufu altına almışsa,
dünya da o nispette kendisine hâkim sayılır'.
Açlığın Hükmü,
Fazileti ve Açlık Konusunda İnsanların Farklı Tutumları
Her işte ve her ahlâkta
en yüce hedef normal ve orta yoldur; zira işlerin en hayırlısı ortanca
olanlarıdır. Normalin her iki tarafı da (ifrat da, tefrit de) yerilmiştir.
Açlığın faziletleri hakkında söylediklerimizden, açlıkta ifrata kaçmak
gerektiği anlaşılabilir. Halbuki ki Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâmın bir kısmının
bütün sene oruç tuttuğunu ve bütün gece kalkıp ibâdet ettiğini öğrendiği zaman
böyle yapmayı yasaklamak zorunda kalmıştır. Bu hakikati kavradığın zaman bil
ki; mûtedil bir tabiata göre, en faziletli davranış, midenin ağırlığını hissetmeyecek
ve açlığın elemini duymayacak derecede yemektir. Öyle bir derecede yemelidir ki
karnını unutmalıdır. Açlık kendisine asla tesir etmemelidir. Çünkü yemenin
hedefi; hayatı devam ettirmek ve ibâdet için kuvvet temin etmektir. Midenin
ağırlığı ise, insanı ibâdetten meneder. Açlığın elemi de kalbi meşgul eder ve
dolayısıyla ibâdetten meneder. Bu bakımdan öyle bir şekilde yemelidir ki
yenilen maddenin kendisinde menfî tesiri kalmamalıdır. Böylece meleklere
benzemiş olur. Çünkü melekler hem yemeğin ağırlığından, hem de açlığın
eleminden uzaktırlar. İnsanın gayesi ise, meleklere uymak olmalıdır.
İnsanoğlunun yemekten ve açlıktan kurtuluşu olmadığı zaman bu iki taraftan da
uzak olan mûtedil bir şekilde davranması gerekir. Açlık ve tokluğu hissetmediği
zaman insanoğlu için ibâdet ve düşünce kolaylaşır. Nefsi hafîfleşir. Nefsin
hafîfleşmesiyle birlikte çalışma azmi de artar
Âdemoğlunun orta yolu
seçmek suretiyle karşılıklı taraflardan (ifrat ve tefritten) uzaklaşmak
istemesi bir ateş çemberi içerisine düşen bir karıncanın haline benzer. Şöyle
ki; karınca, kendisini çepeçevre kuşatan ve içinden çıkılması mümkün olmayan
ateşin hararetinden kaçar. Çemberin odak noktasına varıncaya kadar da bu kaçışı
devam eder. Eğer karınca ölürse, mutlaka bu (orta) noktada ölür; çünkü bu nokta
karıncayı çevreleyen ateşin hararetinden en uzak olan yerdir. İşte şehvetler de
böyledir; ateşin karıncayı kuşatması gibi insanoğlunu kuşatmıştır. Melekler ise
bu çemberin dışında bulunmaktadırlar. İnsan hiçbir zaman bu çemberin dışına çıkamaz.
Meleklere benzemek istese bile buna muvaffak olamaz. Bu bakımdan insanoğlunun
meleklere en fazla benzediği hali, ifrat ve tefritten uzaklaşma hâlidir.
Taraflardan en uzak olan yer ise, orta noktadır. O halde karşılıklı hallerin
tamamında orta nokta -ki buna merkez denilir- en uygun olanıdır.
Hz. Peygamber şu hadîs-i
şerîfiyle bunu ne güzel anlatmıştır: “İşlerin en hayırlısı ortancalarıdır.”
Şu ayette de buna işaret
vardır: “Yeyin, için, fakat israf
etmeyin.” (A'raf 31)
Yemeği az bir miktar ile
sınırlamanın ancak hususi bir vakitte ve hususi bir çeşit için olduğuna,
aslında istenilenin bu olmadığına, bununsa ancak haktan uzak ve kemâle erememiş
bir nefsin mücâhedesi olduğuna Hz. Peygamber'in yemeği için bir vakit takdir ve
tayin etmemiş olması delâlet eder.
Hz. Aişe şöyle der: 'Hz.
Peygamber (s.a) öyle oruç tutardı ki biz artık orucunu bozmayacaktır derdik ve
oruca öyle ara verirdi ki biz artık oruç tutmayacaktır derdik'.
Hz. Peygamber eşlerinden
birinin odasına girer ve 'Sizin yanınızda yemem için bir şey var mıdır?' diye
sorardı. Eğer onlar Vardır' derlerse yerdi. Eğer onlar 'yoktur' derlerse, o
halde 'Ben oruçluyum' derdi.
Hz. Peygamber'e birşey
ikram edildiğinde 'Ben oruç tutmaya niyetlenmiştim' der ve sonra da ikram
edilen şeyden yerdi.
Bir gün Hz. Peygamber
çıkıp 'Ben oruçluyum' dedi. Hz. Âişe 'Bize Hîs denilen yemekten hediye geldi'
dedi. Hz. Peygamber 'Ben oruç tutmaya niyet etmiştim. Fakat gelen yemeği bana
getir' dedi.
Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ı
yağda kavrulmuş et yerken görünce kamçısıyla Abdullah'ı kamçıladı ve 'Böyle
yapma! Bir gün ekmekle et, başka bir gün ekmekle süt, başka bir gün ekmekle
yağ, başka bir gün ekmekle zeytin, başka bir gün ekmekle tuz, diğer bir gün
yavan ekmek ye!' dedi. İşte normal yol budur. Et yemeye ve şehvetlere devam
etmeye gelince, bu israf ve ifrattır. Eti, tamamen terk etmek ise yasaklanmış
cimriliktir. Hz. Ömer'in gösterdiği yol ise, ifrat ve tefrit tarafları arasında
dosdoğru ve normal yoldur. Allah herkesten daha iyi bilir!
b. Göz ile Tenasül
Uzvunun Şehvetine Muhalefetle Şehveti Önlemek
Ferc'in (Tenasül
Uzvu'nun) Şehveti
Cinsî ilişkinin şehveti,
iki faydadan ötürü insanoğluna verilmiştir.
1. Cima'nın zevkini
anlayıp âhiret zevklerini ona kıyas etsin diye verilmiştir.
2. Neslin bekâsı ve
varlığın devamıdır.
Şeytanın ordusunun yarısı
şehvet, yarısı da öfke ve gazabdır. Şehvetlerin en büyüğü ise kadın şehvetidir!
Bu şehvetin de ifrat, tefrit ve normal diye (üç) derecesi vardır. İfrat
derecesi, aklı mağlûp edip erkeklerin himmetini kadınlar ve cariyelerle zevk
sürmeye yöneltir. Böylece kişiyi âhiret yolunun yolculuğundan mahrum eder veya
dinini zayıflatır. Sonunda insanı fuhşiyatları yapmaya sürükler. Şehvetin ifrat
derecesi, bazen bir grubu iki kötü şeye sevk eder. Birincisi; cinsî gücünün
artması için şehvetini takviye edici şeyleri almaya sevk eder. İkincisi; bu
şehvet bir kısım insanları aşk sapıklıklarına kadar vardırır. Bu ise, cinsî
gücün verilmesinin hikmetinden son derece câhil olmak demektir ve aynı zamanda
hayvanlıkta hayvanların aşağısına düşmektir. Çünkü bu yapmacık aşık, şehvetini
teskin etmekle yetinmez. Ancak daimî bakış ve bu husustaki düşünceyi terk etmek
suretiyle onun önüne geçmek gerekir. Aksi takdirde yerleştiğinde sökülmesi
zorlaşır.
Mal, mülk, rütbe ve evlât
aşkı da böyledir. Hatta kuşlarla oynamak, zar atmak, satranç oynamak
alışkanlığı da ( Günümüzde futbol, at yarışı vb.) böyledir. Çünkü bütün bu
şeyler, birtakım insanları öyle yakalar ki onların din ve dünyalarını perişan
eder. Onlar asla bunlarsız duramazlar.
Aşkın kabarmasını ilk
gelişmesinde kıran bir kimsenin misali, bir kapıdan girmek için yönelen serkeş
hayvanın dizginini tutup onu çeviren bir kimsenin misaline benzer. Hayvanın
dizginini tutup çekerek onu istediği yere girmekten menetmek kolaydır. Yerleştikten
sonra aşkın gücünü kırmak isteyen bir kimsenin misali de hayvanın başını
kapıdan girip kapıyı geçinceye kadar bırakan, girdikten sonra hayvanın
kuyruğuna yapışıp gerisin geriye çekip çıkarmak isteyen bir kimsenin misaline
benzer. Bu iki işin -zorluk ve kolaylık hususunda- aralarındaki ayrılık çok
büyüktür. Bu bakımdan işlerin başlangıçlarında ihtiyatlı davranmak gerekir.
İşin sonuna gelindiğinde, artık öldürecek derecede yorucu bir çalışma ile ancak
tedaviyi kabul ettirebiliriz. Bu bakımdan şehvetin ifratı, aklı bu şekilde
mağlup etmesi demektir. Böyle olması ise gerçekten çok kötüdür. Şehvetin
tefriti ise, iktidarsız olmak veya hiç evlenmemektir ki bu da kötüdür. Güzel
olan ve övülen ise, şehvetin mûtedil olması, frenlemesinde ve bırakmasında akla
ve şeriata itaatkâr olmasıdır. Şehvet ne zaman ifrata kaçarsa, onun kırılması
açlık ve evlenmekledir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ey
gençler! Evleniniz! Evlenmeye gücü yetmeyen kimse oruç tutsun; çünkü oruç
şehveti kırar.” (Buhârî, Nikah: 3; Dârimi, Nikah: 2; Ebu Davud, Nikâh,1;
İbn-i Mace, Nikâh,1)
Haram Bakış
Eğer şehvet kendisine
galip gelirse, şehveti uzun bir açlık ve devamlı oruçla kırmalıdır. Eğer şehvet
buna rağmen eksilmezse ve gözünü (haramdan) koruyacak derecede değilse -tenasül
uzvunu koruyacak güçte olsa bile- evlenmek böyle bir kimse için daha evlâdır ki
şehveti sükûnet bulsun! Aksi takdirde gözünü korumadığı müddetçe fikrini de
koruyamaz. Böylece himmeti dağılır ve çoğu zaman güç yetiremediği bir belâya
düçar olur. Zaten göz zinası da küçük günahların büyüklerindendir. Göz zinası,
kısa bir zamanda fahiş olan büyük günaha (zinaya) götürür. Gözünü haramdan
korumaya gücü yetmeyen bir kimse, tenasül uzvunu korumaya da güç yetiremez
demektir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama)
dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle.” (Nûr 30)
Hz. Peygamber (s.a) şöyle
buyurmuştur:
“Haram bakış, İblis'in
oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terk ederse, Allah
Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...” (Hakim,
Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63)
“Ben kendimden sonra
erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.” (Buhârî Nikâh
17; Müslim Zikir 97 98. Ayrıca bk. Tirmizî Edeb 31; İbni Mâce Fiten 31)
“Dünya fitnesinden ve
kadın fitnesinden sakının! Çünkü İsrail oğullarının fitnesinin başlangıcı
kadınlar tarafındandı.” (Müslim, Zikr 99)
“Her insanın zinadan
nasibi vardır. Gözler zina ederler. Onların zinası bakıştır. Eller zina
ederler. Onların zinası tutmaktır. Ayaklar zina ederler. Onların zinası (harama
doğru) yürümektir. Ağız zina eder. Onun zinası öpmektir. Kalp himmet eder veya
temennide bulunur. Tenasül organı ise ya kalbi tasdikler veya yalanlar.” (Buhârî,
İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvûd, Nikâh 43)
Ümmü Seleme şöyle
anlatır: İki gözü kör olan İbn Ümmi Mektum (Abdullah b. Kays), Hz. Peygamber'in
huzuruna gelmek için izin istedi. Ben ve Hz. Peygamber'in Meymune adlı zevcesi
Hz. Peygamber'in yanında bulunuyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber ikimize
'Perdenin arkasına çekiliniz!' dedi. Hz. Peygamber'e 'İbn Ümmi Mektum'un
gözleri kör değil mi?' dedik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Siz ikiniz onu
görmüyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29)
Göz ile Tenasül
Uzvunun Şehvetine Muhalefet Eden Kimselerin Fazileti
İnsan için bu şehvet,
şehvetlerin en zorlusudur. Heyecan anında akla en fazla karşı çıkan bu
şehvettir. Zinayı terk eden bir kimseden -hangi sebeple terk ederse etsin-
zinanın günahı düşer. Ancak fazilet ve büyük sevap, zinaya gücü yettiği,
engeller ortadan kalktığı ve sebepler kolaylaştığı halde terk etmektedir.
Şehvetin -bütün imkânlar bulunduğu halde- sırf Allah rızası için terk edilmesi
daha da üstün olur, Bu derece sıddıkların derecesidir ve bunun için Hz.
Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “7 sınıf vardır ki kıyamet gününde
Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge olmadığı günde Allah Teâlâ onları
arşının gölgesinden gölgelendirir… Bunlardan biri, güzel ve soylu bir kadın
tarafından zinaya davet edilen ve bu davete karşılık 'Ben âlemlerin rabbi olan
Allah'tan korkarım' diyen kişidir.” (Buharî ve Müslim)
Aynı şekilde Kur’an’da Hz.
Yusuf iffetinden dolayı övülmüş; mağaraya sıkışanlardan biri olan (amcakızıyla
birlikte olmak isteyen) adam yaptığı dua ile kurtulmuştur…
Harama bakma, zinanın
başlangıcıdır. Bu sebeple gözün muhafazası mühimdir. Hafif sayıldığından ve
korkusu pek büyük kabul edilmediğinden dolayı korunması pek çetindir. Oysa
âfetlerin tamamı gözden kaynaklanır. Birinci bakış kasten yapılmazsa, kişi
ondan sorumlu tutulmaz. Tekrar tekrar bakmaya gelince, kişi ondan ötürü hesaba
çekilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.
“Birinci bakış senin
lehinde, ikinci bakış ise aleyhindedir.” (Ebu Davud, Tirmizî)
İnsan
gördüğünün güzelliğini düşündükçe tekrar tekrar bakmayı ister. İşte böyle bir
anda insan nefsine şöyle demelidir: “Tekrar tekrar bakman, cehaletin ta
kendisidir.” Çünkü tekrar tekrar bakıp güzel olduğunu anlarsan şehvetin
kabarır. Fakat bir şey de yapamazsın, hasretini çekip üzülmekten başka elinde
bir şey kalmaz. Eğer hoşuna gitmez, çirkin gelirse zevk almaz, güzel görmek
için bakarken çirkin gördüğün için canın sıkılır. Bu bakımdan iki durumda da
günah, elem ve hasret çekmekten kurtulamazsın. Ne zaman ki gözünü haram
bakıştan korursan, kalbinden âfetlerin çoğu silinir. Harama baktığı halde
kişinin kendisini koruması, büyük bir güçle mümkün olabilir.
9. ÖDEV
Pazartesi
veya Perşembe oruç tutup beden, ruh, namaz, zikir, dua, Kur’an okumaları
üzerindeki etkileri konusundaki geri dönüşlerin alınması.
10. KONUYLA İLGİLİ DESTEKLEYİCİ EĞİTİM
METARYALLERİ
Cinsel Arzular - Numan Ali Han
https://www.youtube.com/watch?v=RYHeYQI8Ozg
Nureddin Yıldız
- Şehvet Duygusu Nasıl Dizginlenebilir
http://www.sosyaldoku.tv/254-sehvet-duygusu-nasil-dizginlenebilir/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder