7. ŞEHVET

 

7. ŞEHVET

1. GİRİŞ

İnsanda üç önemli kuvvet vardır: Akıl, öfke ve şehvet. İnsandan beklenen öfke ve şehvetini ( vahye tabi ) aklın kontrolünde orta yolda tutmasıdır. Şehvet insanın dünyaya karşı meylini ifade eden bir kuvvettir. İnsanın dünyaya ilişkin bütün arzu ve istekleri şehvetin kapsamındadır. Yeme, içme, dokunma, koklama, işitme, giyinme, sahip olma, cinsellik gibi hayatta yer alan tüm cazibeler şehvet kapsamındadır. İnsan helali haramı olan bu unsurlara meylettiğinde hayatın tüm alanlarında orta yoldan sapma, haramlara ve şüphelilere düşme ihtimali vardır. Bu sebeple müslümanın şehvete ilişkin durumları bilip kendisinde orta yola uygun düşmeyen şeyleri dengeli hale getirmesi gerekmektedir. İnsanın şehvetlere karşı duruşunda kurtuluş ancak şehvetlere yenik düşmeden aklın gereği bir hayat yaşamaktır.

Günümüzde içinde bulunduğumuz modern hayat tarzında; iş hayatı, eğitim ortamları, çarşı pazar, alışveriş merkezleri, sesli ve görüntülü medyada, sosyal medyada ve diğer iletişim araçlarında kısaca hayatın tümünde insanın şehvetini azgınlaştıran unsurlar fazlasıyla yer aldığından şehvetin kontrolü meselesi daha zor ve önemli hale gelmiştir. Bu sebeple şehvet konusu altında insanı şehvet tuzaklarına düşmekten kurtaracak yolları gösterip kurtuluşu sağlayan şeyleri bulmaya çalışacağız.

2. KAVRAM TAHLİLİ

Şehvet; bir şeye karşı duyulan şiddetli arzu, tutku, nefsin arzu gücü, cinsel ihtiyacın uyardığı istek.

Sözlükte “bir şeyi isteme, sevme, arzulama, şiddetli arzu, tutku” anlamında masdar-isim olan şehvet için (çoğulu şehevât) terim olarak “nefsin kendisi için uygun olanı talep etmek üzere harekete geçmesi”, “kişinin hissî zevklere duyduğu güçlü arzu”, “hazza ulaşmak için gerekli veya faydalı olduğuna inanılan şeylere doğru insanı tahrik eden güç” gibi tanımlar yapılmıştır. Aynı kökten iştihâ alelâde arzuyu, şehvân ve şehvânî bir şeyi şiddetle arzulayan kimseyi, şehî ve müştehâ ise arzulanan şeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “şehv” md.; et-Ta’rîfât, “şehvet” md.; Lisânü’l-Arab, “şhv” md.; Gazzâlî, s. 25-26). Kaynaklarda şehvet yerine hevâ da kullanılmaktadır.

Arap dilinde şehvet kelimesinin tekil kullanımlarında genellikle cinsel istek anlamı kastedildiği gibi fıkıh literatüründe de şehvet daha çok “cinsel arzu” anlamında kullanılmıştır.

Şehvet insanın hayvanla ortak yanını teşkil eder. Şehvet duygusu aklın kontrolüne verilir, arzulanan şeyler arasında doğru bir ayırım yapılırsa bundan iffet fazileti doğar. İffet şehvet düşkünlüğüyle şehvet zayıflığı şeklindeki iki aşırılığın ortasıdır.

Ebü’l-Hasan el-Mâverdî esas itibariyle şehvetin kötülükleri iyilik, çirkinlikleri güzellik gibi göstererek akılları çeldiğini, dolayısıyla yapılan her kötülükte şehvetin tesiri bulunduğunu söyler (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 310). Şehvetin, biri ihtiyaçtan fazla şeylere sahip olma arzusu, diğeri haz veren şeyleri elde etme isteği şeklinde iki türü vardır. Bunların ilki akıl ve din tarafından menedilir. Çünkü bu şehvette eziyet doğuracak derecede ifrat, zarara yol açacak derecede arzu sapması vardır. İkincisi de insanı azgınlığa götürecek bir aşırılık, aşağılık duruma düşürecek bir sapmadır. 

Râgıb el-İsfahânî insanın biri hayvanlara, diğeri meleklere benzeyen iki yönünün bulunduğunu belirterek yeme içme ve cinsel ilişkiyle ilgili bedensel arzuları (şehevât) yönünden hayvanlara; hikmet, adalet, cömertlik gibi ahlâkî güçleri bakımından meleklere benzediğini, Allah’ın insanlara iki yol gösterdiğini bildiren âyetin (el-Beled 10) buna işaret ettiğini belirtmektedir (eź-Źerî’a ilâ mekârimi’ş-şerî’a, s. 89). İsfahânî’ye göre bütün kötü huylar insandaki fikir, şehvet ve hamiyet denilen üç yeteneğin bozulmasından doğar. ( İslam Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi )

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük (şehavat) insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” ( Al-i İmran 14)

“Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan (heva) uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır.” (Nâziât 40-41)

“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına (şehvet ) uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının cezasını çekecekler.” ( Meryem 59)

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

“Cennet şehvetlerle, cehennem hoşlanılmayan şeylerle çevrilmiştir” (Müsned, II, 260; Buhârî, “Riķāķ”, 27; Müslim, “Cennet”, 1)

“Haram bakış, İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terk ederse, Allah Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...” (Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63)

“Ademoğlu midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Ademoğluna belini doğrultacağı kadar birkaç lokma yeterlidir. Eğer daha fazla yemek istiyorsa, (midesini üçe ayırsın), üçte biri yemek, üçte biri su, üçte bir de nefesi için.” (Ahmed (4/132); Tirmizî (2381); İbn Mace (3349))

5. ÇEŞİTLERİ

“Kur’ân-ı Kerîm’de şehvet kelimesi iki yerde “cinsel istek” mânasında kullanılmıştır (A‘râf 81; Neml 55). Üç âyette geçen şehevât ile genel olarak nefsânî isteklerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Bunların ilkinde insanlara dünya nimetlerinin çekici kılındığı belirtilmekte (Âl-i İmrân 14), diğer ikisinde şehvetlerine uyanlar eleştirilmektedir (Nisâ 27; Meryem 59). Ayrıca sekiz âyette “istemek ve arzulamak” anlamında olmak üzere iştihâ masdarından fiiller yer alır. Biri hariç (Nahl 57) bu fiiller cennet nimetlerine duyulan güçlü arzuyu ifade etmek için kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Mu’cem, “şhv” md.). Hadislerde de aynı kullanımlar söz konusudur (Wensinck, el-Mu’cem, “şhv” md.). Bu hadislerden birinde Resûlullah, ümmeti hakkında en çok kaygı duyduğu iki şeyin şirk ve gizli şehvet olduğunu belirtmiştir (Müsned, IV, 124). Gizli şehvet tabiri bazı kaynaklarda kadını da içine alan dünya zevkleri (a.g.e., IV, 126), bazılarında kişinin daima içinde yaşattığı kötü arzular (meselâ bk. İbnü’l-Esîr, II, 516) şeklinde açıklanmıştır. “Cennet şehvetlerle, cehennem hoşlanılmayan şeylerle çevrilmiştir” meâlindeki hadiste geçen şehvetler (Müsned, II, 260; Buhârî, “Riķāķ”, 27; Müslim, “Cennet”, 1) genellikle dinen sakıncalı olan dünyevî hazlar diye yorumlanır. Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî’ye göre bu hadisteki temsilde cennetin ancak kötülüklere karşı direnerek kazanılacağı, cehennemden kurtulmanın ise nefsi kötü arzulardan korumakla mümkün olduğu anlatılmak istenmiştir (el-Câmi, IV, 28). Arap dilinde şehvet kelimesinin tekil kullanımlarında genellikle cinsel istek anlamı kastedildiği gibi fıkıh literatüründe de şehvet daha çok “cinsel arzu” anlamında kullanılmıştır.”
( İslam Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi )

Şehvetin çok farklı çeşitleri olsa da cinsellik  ve mideyle ilgili olan kısımlarını ele alacağız.

6. FAYDALARI / ZARARLARI

“İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, yaratılıştan gelen bir duygu olduğuna göre şâriin bi-zâtihi şehveti yasaklamasının düşünülemeyeceğini, gerçekte dinen yasaklananın helâl sayılmayan fiillere götürecek şekilde şehveti tahrik eden davranışlar olduğunu belirtir. Ayrıca dinî hükümlerin amaçlarını, bunların kulların istek ve şehvetleriyle ilgisi yönünden aslî ve tâbi şeklinde ikiye ayırıp insanın istek ve şehvetlerinin göz önünde bulundurulmadığı amaçların birinci, diğerlerinin ikinci gruba girdiğini söyler. Buna göre tâbi gayelere yönelik hükümler, insanın yaratılışında bulunan şehvet ve istekler aracılığıyla bazı amaçlara ulaşmayı sağlar; zira yüce yaratıcının hikmeti, dinî ve dünyevî işlerin insanı kendisinin ve başkasının ihtiyaçlarını karşılamaya iten istek ve meyiller vasıtasıyla gerçekleşip düzene konmasını gerekli kılmıştır. Meselâ yeme içme arzusu ile cinsel şehvet, insanı bu ihtiyaçlarını karşılamak için gereken sebeplere sarılma yönünde harekete geçirir. Aynı şekilde sıcaktan, soğuktan ve beklenmedik durumlardan korunma isteği insanı barınma ve giyinme ihtiyacını gidermek için çalışmaya sevkeder (el-Muvâfaķāt, II, 110, 178-179).” ( İslam Ansiklopedisi, Şehvet Maddesi )

İmam Gazalî der ki:

Kişi yemek, evlenmek, elbise, mesken ve muhtaç olduğu her şeyde ihtiyaç miktarı ve zaruretin gerektirdiği oranla yetinmelidir. Çünkü kişi, bunların birinden zevk alırsa, ona alışır. Öldüğü zaman ondan dolayı dünyaya yeniden gelmeyi temenni eder. Oysa dünyaya yeniden gelmeyi, ancak ahiretten hiçbir şekilde nasibi olmayan bir kimse temenni eder. Bundan kurtuluş ancak kalbin Allah'ın marifeti, sevgisi, Allah hakkında düşünmesi ve Allah'a iltica ile meşgul olmasıyla mümkündür. Buna güç yetirmek de ancak Allah'ın inayetiyle olur. Ahiret yoluna süluk için kalbin ıslahı, ancak mubah şeylerden tıka basa yemekten sakınmaya bağlıdır. Çünkü nefis, mubahların bir kısmından menedilmediği zaman, bu sefer mahzurlu ve haram şeylere yönelir. Bu bakımdan dilini gıybetten, fuzulî konuşmaktan korumak isteyen bir kimsenin Allah'ın zikrinden ve dinin önemli işlerinden başka konuşmamak için dilini zorlaması gerekir ki konuşma arzusu ölsün ve ancak hak ile konuşabilsin. Bu bakımdan böyle bir kimsenin sükût etmesi de konuşması da ibâdettir. Ne zaman ki göz, her güzel şeye bakmayı âdet edinirse helâl olmayanlara bakmaktan da korunamaz. Diğer şehvetler de böyledir. Çünkü insanoğlu helâli ne ile istiyorsa aynı şeyle haramı da ister. Bu bakımdan şehvet birdir. Oysa kula, şehveti haramdan menetmek farzdır. O halde kul şehvetlerin ancak zarurî kısmıyla yetinmeye nefsini alıştırmazsa, şehvetler ona galebe çalar. İşte bunlar mubahların afetlerindendir. Bunun arkasında bundan daha büyük afetler vardır. Şöyle ki, nefis dünyadan faydalanmakla sevinir, dünyaya meyleder. Çılgınca dünyaya dadanır. Dünya ile sarhoş olur ki sarhoşluğundan gözünü açamayan bir sarhoş gibi dünya ile ağzına kadar dolar. İşte dünya ile bu şekilde sevinmek, öldürücü bir zehirdir. Damarlara sirayet eder. İnsanın kalbinden korku ve üzüntüyü, ölümü hatırlamayı ve kıyametin dehşetlerini çıkarır. İşte kalbin ölümü bu demektir.

“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd 20)

İnsanın ne şehvetleri tümüyle yok etmesi ne de ifrat derecesinde şehvetlere dalması uygundur. Şehvetleri amaç haline getirmeden zaruret miktarıyla yetinmesi, şehvetlerle elde ettiği kazanımları ahirete raci olan işlerde kullanması gerekmektedir.

7. FAYDAYI ARTIRMA ZARARI AZALTMA YOLLARI

Şehvetin helâli hesaptır. Haramı ise ikab ve azaptır. Şüpheli kısımları ise itabdır. İtab ise, azabın bir türüdür.

Bu bakımdan kıyamet arasatında hesaba çekilen bir kimse muhakkak azaba uğrar. Bütün bunları bildikleri için Allah’ın has kulları nefislerini azaptan kurtardılar. Şehvetlerin esaretinden kurtulmak, Allah'ın zikrine alışıp ibâdetle meşgul olmak suretiyle hürriyete, dünya ve ahirette daimî mülke vardılar.

Doğan kuşuna ne yapılıyorsa onlar nefislerine onu tatbik ettiler. Doğan kuşunun eğitilip, yırtıcılık ve vahşilikten kurtulması, sahibine itaat etmesi istendiği zaman, önce karanlık bir evde hapsedilir. Uçmaktan ümidi kesilinceye kadar gözleri bağlanır. Daha önce başıboş uçma alışkanlığını unutuncaya kadar bu durum devam eder. Sonra sahibine alışıncaya kadar yavaş yavaş et yedirilir... Öyle bir alışkanlık kazanır ki sahibi kendisini çağırdığı zaman derhal gelir. Ne zaman sahibinin sesini işitirse derhal dönüş yapar. İşte nefis de alışkanlıklarından kurtulmadan Allah'a yakınlaşamaz. Halvette iken Allah'ı medh u senâ edip zikretmeye alıştırılır ki Allah'ın zikrine meyletme alışkanlığı, dünya ve diğer şehvetlerle olan alışkanlıklarının yerini alsın. Bu durum, başlangıçta gayet ağır gelir. Sonuçta ise, tıpkı süt emen çocuk gibi zevk almaya başlar. Süte karşı şiddetle zaafı olduğu halde memeden kesilir. Oysa memeden kesildiği zaman, bir saat sabredemez, dehşetli bir şekilde ağlayıp üzülür. Süt yerine kendisine takdim edilen yemekten şiddetle kaçınır. Fakat sütten menedildiği zaman süte karşı sabretmekten dolayı yorgunluğu çoğalıp açlık kendisine galebe çaldığı zaman, zoraki bir şekilde yemeye başlar. Sonra yemek kendisine tabiîleşir. Eğer yemeye alıştıktan sonra meme verilirse kabul etmez, memeyi terkeder... Sütten tiksinir, yemeğe iyice alışır. Binek hayvanı da başlangıçta eğerden, gem ve binilmekten ürker. Zorla buna alıştırılır. Önce zincir ve kayışlar vasıtasıyla kabul etmekten kaçındığı eğere daha sonra alışır. Öyle ki eğer yerine konduğu zaman artık o hayvancağız, bağlamaksızın eğerin altında durur. Nefis de tıpkı bu şekilde kuşun ve binek hayvanının terbiye edildiği gibi terbiye edilir. Nefsin terbiye edilmesi, dünya nimetine bakmaktan, onlara alışıp sevinmekten menedilmesidir. Hatta ölümle elinden gidecek şeylerle sevinmekten menedilmesidir. Zira nefse denilmiştir ki, 'İstediğini sev, muhakkak ondan ayrılacaksın'. Bu bakımdan nefis birşeyi sevdiğinde, muhakkak o sevdiğinden ayrılacağını bildiği zaman, artık onun ayrılmasından dolayı üzülmez. Kalbini kendisinden ebediyyen ayrılmayacak şey ile meşgul eder. O da Allah'ın zikridir. Çünkü Allah'ın zikri kabirde de insana arkadaşlık yapar, ondan ayrılmaz.

8. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

a. Açlıkla Şehveti Önlemek

Açlık şehvetin dizginlenmesinde önemli unsurlardan biridir.

Açlığın Fazileti, Tokluğun Zemmi

 Âdemoğlu, karnından daha şerli bir kap doldurmuş değildir! Âdemoğluna, belini doğrultmasını sağlayacak birkaç lokma yeter. Eğer mutlaka yemek istiyorsa karnının üçte birini yemek, üçte birini su ve üçte birini de nefes alıp verme için ayırsın.” (Tirmizî)

Açlığın Faydaları, Tokluğun Zararları

Soru: Açlık için bu büyük fazilet nereden geliyor ve sebebi nedir? Oysa açlıkta sadece mideyi boş tutma ve eziyetlere katlanma vardır. Eğer sebebi bu ise, insanoğlunun kendi kendisine vurması, etini kesmesi, zahmetli şeyleri yapması ve bunlara benzer hareketlerde bulunması gibi eziyet verici her şeyde büyük ecir bulunması gerekir!

Cevap: Bu söz, tıpkı içtiği bir ilâçtan fayda görüp de bu faydanın, ilâcın acılığından ve zahmet verişinden geldiğini zannederek acı ve hoşuna gitmeyen herşeyi yutan kimsenin davranışına benzer. Oysa bu davranış yanlıştır; çünkü görülen fayda, ilacın acılığından değil, içerisinde bulunan bir özellikten gelmektedir. Bu özelliği de ancak ve ancak doktorlar bilir. Bunun gibi açlığın faydalarının gerekçelerini de ancak âlimlerin yetişkinleri bilir. Şeriatın açlık hakkındaki medh u senâsına uyarak nefsini aç bırakıp da bunun faydasını gören kimse -bu faydalanmanın illet ve gerekçelerini bilmese dahi- ilâç içip de ondan fayda gören kimse gibidir; çünkü böyle bir kimse ilâcın faydasının nereden geldiğini bilmese de fayda bulmuştur

Bu bakımdan deriz ki açlıkta on fayda vardır:

Birinci Fayda

Kalbin saflık kazanması, tabiatın nûrlanması ve basiretin açılmasıdır. Çünkü tokluk kalbi köreltir, beyindeki buharlaşmayı çoğaltır ve sarhoşluğa benzer haller meydana getirir. Bu buhar, fikrin kaynaklarını istilâ eder. Bu yüzden kalp, fikirlerde cereyan etme bakımından ağırlaşır; çabuk anlama ve kavrama özelliğini kaybeder

İkinci Fayda

Kalbin incelip yumuşaması ve saflaşmasıdır ki insanoğlu bu sayede münâcaattan zevk almaya ve zikirden etkilenmeye hazırlanır; zira kalbin huzuruyla birlikte sadece dil üzerinde cereyan eden nice zikir vardır ki kalp bundan ne zevk alır ve ne de etkilenir. Hatta sanki onunla kalp arasına, kalbin katılığından oluşan bir perde gerilmiştir. Bu perde bazı durumlarda incelir. O zaman kalp zikirden daha çok etkilenir ve münâcaattan da daha fazla zevk alır. Bu incelmeyi sağlayan en büyük ve en açık etkense midenin boş olmasıdır.

Cüneyd-i Bağdâdî şöyle demiştir: 'Bir insan, kendisiyle göğsü arasına bir yemek torbası asar ve buna rağmen münacaatın tadına ermek ister!'

Üçüncü Fayda

Şehvetin ve serkeşliğin kırılması, nefsin uysallaştırılması, fazla sevinç ve neşe hâlinin bertaraf edilmesi ve oburluğun sökülüp atılmasıdır. Oburluk, Allah'tan gafil olmanın ve haddi aşmanın kaynağı ve başlangıcıdır. Bu bakımdan nefis, açlıkla uysallaşıp kırıldığı gibi hiçbir şeyle uysallaşıp kırılmaz. Aç kalan nefis, sahibine karşı sakinleşir ve ondan korkar. Acizliğini ve zelilliğini anlar; zira kuvveti zayıflamış, elinden kaçan birkaç lokma yüzünden hileleri oldukça daralmış, içemediği bir yudum sudan dolayı da dünya kendisine zindan kesilmiştir. İnsanoğlu nefsinin zelilliğini ve acizliğini anlamadıkça mevlâsının izzet ve kahrını göremez. İnsanoğlunun saadeti ancak daimi olarak nefsinin zillet ve acziyetini anlayıp, mevlâsının izzet, kudret ve kahrını bilmesindedir. Bu bakımdan insanoğlu daima aç, mevlâsına muhtaç ve mecbur olduğunu bilmeli ve bundan zevk almalıdır. Bunun içindir ki kendisine dünya ve hazineleri sunulduğunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hayır, istemem. Bilakis bir gün aç, bir gün tok olmak isterim. Aç kaldığım zaman sabreder, mevlâma yalvarırım. Tok olduğum zaman da Allah'a şükrederim.” (Tirmizî)

Dördüncü Fayda

Allah'ın belâ ve azabını ve bunlara düçar olanları unutmamaktır; çünkü tok olan kimse açları ve açlığı unutur. Zeki bir kul, insanların başına gelen belalardan âhiret azabını, bu dünyadaki susuzluğundan halkın mahşer yerindeki susuzluğunu, açlığından da cehennemliklerin açlığını hatırlar. Cehennemlikler darı (kuru diken) ve zakkum (cehennemde biten bir ağaç) yeyip, derilerinden akan sarı sularla erimiş bakır içerler. Bu bakımdan kulun, âhiret azabını ve elemlerini bir saniye dahi aklından çıkarmaması gerekir; çünkü korkuyu harekete geçiren etken, bu zihniyettir. O halde zillet, illet ve kıllet (açlık ve fakirlik) çekmeyen ve belâlara düçar olmayan kimse, âhiret azabını unutur.

Beşinci Fayda

Faydaların en büyüklerinden olan bu beşinci fayda, bütün günahların şehvetini kırmak, kötülüğü emreden nefse hâkim olmaktır; çünkü bütün günahların menşei şehvet ve kuvvettir.

Kuvvet ve şehvetlerin aslı (kaynağı) ise hiç kuşkusuz yiyeceklerdir, Bu bakımdan yemeklerin azaltılması her türlü şehvet ve kuvveti zayıf düşürür. Asıl saadet, kişinin nefsine hâkim olmasıdır. Şekâvet (bedbahtlık) ise, nefsin kişiye hâkim olmasıdır. Huysuz bir bineğin ancak aç bırakılmak sûretiyle zayıf düşürülüp zaptedildiği, doyurulduğu zamansa kuvvet alıp ürktüğü ve huysuzluk yaptığı gibi, nefis de kuvvetli olduğunda huysuzlaşır, zayıf olduğunda ise uysallaşır.

Aç olan bir kimsenin fuzulî konuşma şehveti harekete geçmez. Böylece kişi dilin gıybet, kötü ve çirkin konuşmak, yalan söylemek, dedikodu yapmak ve benzerleri gibi âfetlerinden kurtulur. Açlık onu bütün bu âfetlerden korur.

Tenâsül uzvu şehvetinin tehlikeleri apaçık ortadadır. Onun şerrinden insanı ancak açlık korur. Kişi, doyduğu zaman tenâsül uzvuna sahip olamaz. Takvâsı buna mâni olsa bile, bu kez de gözüne sahip olamaz; zira tenâsül uzvu gibi göz de zina eder. Kapatmak sûretiyle gözlerini de tasarrufu altına alsa, bu defa da düşüncelerine sahip olamaz. Şehvet yüzünden kalbi kötü fikirlerden, nefsin vesveselerinden bir türlü kurtulamaz Kalbe hâkim olan vesveseler kişinin münâcaatını bozar ve huzurunu kaçırır. Hatta çoğu zaman kişi namazın tam ortasında bu tür vesveselere mâruz kalır!

Altıncı Fayda

Uykunun defedilip uykusuzluğa alışılmasıdır; zira tok olan kimse çok su içer. Çok su içen kimse ise çok uyur. Uyku galip geldikçe, kul kalkıp teheccüd namazını kılsa dahi ibâdetin zevkine eremez.

Yedinci Fayda

İbâdetlere devam etmenin kolaylaştırılması ve sağlanmasıdır; zira çok yemek, insanı çok ibâdet etmekten alıkoyar; çünkü yemek için bir zamana ihtiyaç vardır. Çoğu zaman insan, yemeği satın almak ve pişirmek, sonra da elini yıkamak ve dişlerini temizlemek için zamana muhtaç olur. Sonuçta ise çok su içmek ve dolayısıyla helâya fazla gitmek zorunda kalır. Eğer bütün bu yerlere sarfedilen vakitler zikre, münâcaata ve diğer ibâdetlere sarfedilmiş olsaydı, kişinin kârı çoğaldıkça çoğalırdı.

“Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.” (Rûm 7)

Ebu Süleyman Dârânî doyasıya yemekten doğan altı âfete işaretle şöyle demiştir: "Doyasıya yiyen kimseye altı âfet musallat olur:

1.Münâcaat zevkini kaybeder.

2.Hikmeti koruması zorlaşır.

3.Halka karşı şefkati azalır; çünkü karnı tok olduğu zaman bütün halkın da kendisi gibi tok olduğunu zanneder.

4.İbâdet kendisine ağır gelir.

5.Şehvetleri artar.

6.Diğer mü'minler mescidlerin etrafında dönerlerken, o tok olduğundan mezbeleliklerin etrafında dönüp durur".

Sekizinci Fayda

Vücudun sıhhatli olması ve hastalıkların ortadan kalkmasıdır; çünkü hastalıkların sebebi, çok yemekten dolayı mide ve damarlarda meydana gelen karışıklıktır. Hastalıklar, insanı ibâdetlerden, zikir ve fikirden alıkoyar, kalbi bozar ve hayatı zehir eder.

Dokuzuncu Fayda

Geçimin kolaylaşmasıdır; zira az yemeyi âdet edinen kimse için biraz mal kifayet eder. Tıka basa ve doyasıya yemeyi âdet edinen kimsenin midesi ise amansız bir alacaklı kesilir ve âdeta her gün sahibinin gırtlağına yapışarak ona 'Bugün ne yiyeceksin?' der. Bu bakımdan ya her yere sokularak haramdan kazanır ve dolayısıyla günahkâr olur ya da helâlinden kazanmak için nefsini zelil etmek mecburiyetinde kalır. Çoğu zaman da tamahkâr gözünü halkın elinde bulunan şeylere diker. Bu ise zillet ve rezaletin en son derekesidir. Mü'min geçimi kolay ve harcaması hafif olan kimsedir.

Nitekim hâkimlerden biri şöyle buyurmuştur: 'Ben tüm bir sene, ihtiyaçlarımı terk etmek suretiyle geçinirim. Bu durum, benim için, başkasına muhtaç olmaktan daha iyi ve daha huzur verici bir durumdur'.

Başka biri de şöyle buyurmuştur: 'Herhangi bir şehvet ve fazlalıktan dolayı başkasından borç almak gerektiğinde hemen kendi nefsime borçlanarak o şehveti terk ediyorum; zira nefsim benim için en hayırlı alacaklıdır'.

İbrahim b. Edhem, arkadaşlarına yiyecek maddelerinin günlük fiyatını sorar; 'Gayet pahalıdır' dedikleri zaman da şöyle derdi: 'O halde terk etmek (almamak) suretiyle onları ucuzlatınız'.

Onunca Fayda

Müslümanın, diğer Müslümanları kendi nefsine tercih etme ve zaruri nafakasından artan yiyecekleri ve servetini yetimlere ve fakirlere tasadduk etme imkânı bulabilmesidir

Midenin Şehvetini Kırmakta Riyazet (Alıştırma) Yolu

Midesi ve yiyeceği hususunda Müslümanın vazifesi helâlden başkasını yememesidir; çünkü haram yemekle yapılan ibâdet, denizin dalgaları üzerine inşa edilen bina gibidir.

Yemeğin azaltılmasında bir yol vardır ki bunda herhangi bir takdir ve tahdid yoktur. Fakat burası yanıltıcıdır. Müslüman gerçekten acıktığı zaman yemeli ve henüz iştahı olduğu halde yemekten elini çekmelidir. Nefsi için bir veya iki ekmeği tayin ve tahdid edemeyen bir kimse doğru acıkmanın hududunu da bilemez. Böylelerinin doğru acıkması, yalan şehvetle karışır. Doğru acıkmanın birçok alâmetleri vardır. Bunlardan biri de nefsin katık istememesi ve hangi çeşit olursa olsun, önüne getirilen ekmeği iştahla yemesidir. Nefsin, muayyen bir ekmek ve yanı sıra katık istediği acıkma, doğru acıkma değildir. Bu bakımdan mü’min için yemek hususunda en doğru yol, nefsiyle yapmakta olduğu ibâdetlerde kendisini zayıf düşürmeyecek miktarı tayin ve takdir etmesidir. Bu miktara ulaştığında ise, iştahı olsa bile durmalıdır. Kısacası yemeğin takdir ve tahdidi mümkün değildir. Bu, durumlara ve şahıslara göre değişir. Ashâb-ı kirâmın bir kısmının bir haftalık gıdası, bazen bir sa' (dört avuç) buğday; yahut bir buçuk sa' hurma olurdu. Buğdayın bir sa'ı dört avuçtur. Bu duruma göre, her güne yaklaşık olarak yarım avuç düşmektedir ki bu da söylediğimiz gibi midenin üçte birini dolduracak miktardır. Çekirdekleri düşürüldüğü için hurmadan bir buçuk sa' hesaplanmıştır.

Ebu Zer Gıfârî (r.a) şöyle derdi: 'Hz. Peygamber zamanında bir haftalık yemeğim, bir sa' arpadan ibaretti. Allah'a yemin ederim ki Hz. Peygamber'e kavuşuncaya kadar da bunu artırmayacağım; çünkü ben onun şöyle dediğini duydum: “Kıyâmet gününde meclis (derece) bakımından bana en yakın olanınız ve nezdimde en sevimliniz, bugün (asr-ı saâdette) üzerinde bulunduğu hâl üzere ölüp Allah'a kavuşanınızdır.

Ebu Zer Gıfârî, ashâb-ı kirâmdan bazılarını kınayarak şöyle buyurmuştur: 'Siz Hz. Peygamber zamanındaki hâlinizi değiştirdiniz. Bakıyorum da sizin için arpa unu eleniyor. Oysa Hz. Peygamber zamanında unun elenmesi diye bir şey yoktu. Siz ince ekmekler pişiriyor, sofranızda iki katık bulunduruyorsunuz. Sizin için çeşit çeşit yemekler hazırlanıyor. Bazılarınız sabahleyin bir elbise, akşam başka bir elbise giyiyor. Oysa siz Hz. Peygamber zamanında böyle değildiniz'.

Seleften biri şöyle anlatıyor: Kasım Cûî'ye 'Zühd nedir?' diye sordum. O da bana Peki sen zühd hakkında neler duydun?' diye sordu. Kendisine zühd hakkında duymuş olduğum şeyleri söylediğimde sustu. 'Sen ne dersin?' diye ısrar etmem üzerine de şunları söyledi: 'Bilmiş ol ki mide, kulun dünyasıdır. Bu bakımdan kul midesinin ne kadarına sahip ise, zühdün de o kadarını elinde bulunduruyor demektir. Diğer taraftan midesi onun ne kadarını tasarrufu altına almışsa, dünya da o nispette kendisine hâkim sayılır'.

Açlığın Hükmü, Fazileti ve Açlık Konusunda İnsanların Farklı Tutumları

Her işte ve her ahlâkta en yüce hedef normal ve orta yoldur; zira işlerin en hayırlısı ortanca olanlarıdır. Normalin her iki tarafı da (ifrat da, tefrit de) yerilmiştir. Açlığın faziletleri hakkında söylediklerimizden, açlıkta ifrata kaçmak gerektiği anlaşılabilir. Halbuki ki Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâmın bir kısmının bütün sene oruç tuttuğunu ve bütün gece kalkıp ibâdet ettiğini öğrendiği zaman böyle yapmayı yasaklamak zorunda kalmıştır. Bu hakikati kavradığın zaman bil ki; mûtedil bir tabiata göre, en faziletli davranış, midenin ağırlığını hissetmeyecek ve açlığın elemini duymayacak derecede yemektir. Öyle bir derecede yemelidir ki karnını unutmalıdır. Açlık kendisine asla tesir etmemelidir. Çünkü yemenin hedefi; hayatı devam ettirmek ve ibâdet için kuvvet temin etmektir. Midenin ağırlığı ise, insanı ibâdetten meneder. Açlığın elemi de kalbi meşgul eder ve dolayısıyla ibâdetten meneder. Bu bakımdan öyle bir şekilde yemelidir ki yenilen maddenin kendisinde menfî tesiri kalmamalıdır. Böylece meleklere benzemiş olur. Çünkü melekler hem yemeğin ağırlığından, hem de açlığın eleminden uzaktırlar. İnsanın gayesi ise, meleklere uymak olmalıdır. İnsanoğlunun yemekten ve açlıktan kurtuluşu olmadığı zaman bu iki taraftan da uzak olan mûtedil bir şekilde davranması gerekir. Açlık ve tokluğu hissetmediği zaman insanoğlu için ibâdet ve düşünce kolaylaşır. Nefsi hafîfleşir. Nefsin hafîfleşmesiyle birlikte çalışma azmi de artar

Âdemoğlunun orta yolu seçmek suretiyle karşılıklı taraflardan (ifrat ve tefritten) uzaklaşmak istemesi bir ateş çemberi içerisine düşen bir karıncanın haline benzer. Şöyle ki; karınca, kendisini çepeçevre kuşatan ve içinden çıkılması mümkün olmayan ateşin hararetinden kaçar. Çemberin odak noktasına varıncaya kadar da bu kaçışı devam eder. Eğer karınca ölürse, mutlaka bu (orta) noktada ölür; çünkü bu nokta karıncayı çevreleyen ateşin hararetinden en uzak olan yerdir. İşte şehvetler de böyledir; ateşin karıncayı kuşatması gibi insanoğlunu kuşatmıştır. Melekler ise bu çemberin dışında bulunmaktadırlar. İnsan hiçbir zaman bu çemberin dışına çıkamaz. Meleklere benzemek istese bile buna muvaffak olamaz. Bu bakımdan insanoğlunun meleklere en fazla benzediği hali, ifrat ve tefritten uzaklaşma hâlidir. Taraflardan en uzak olan yer ise, orta noktadır. O halde karşılıklı hallerin tamamında orta nokta -ki buna merkez denilir- en uygun olanıdır.

Hz. Peygamber şu hadîs-i şerîfiyle bunu ne güzel anlatmıştır: “İşlerin en hayırlısı ortancalarıdır.”

Şu ayette de buna işaret vardır: “Yeyin, için, fakat israf etmeyin.” (A'raf 31)

Yemeği az bir miktar ile sınırlamanın ancak hususi bir vakitte ve hususi bir çeşit için olduğuna, aslında istenilenin bu olmadığına, bununsa ancak haktan uzak ve kemâle erememiş bir nefsin mücâhedesi olduğuna Hz. Peygamber'in yemeği için bir vakit takdir ve tayin etmemiş olması delâlet eder.

Hz. Aişe şöyle der: 'Hz. Peygamber (s.a) öyle oruç tutardı ki biz artık orucunu bozmayacaktır derdik ve oruca öyle ara verirdi ki biz artık oruç tutmayacaktır derdik'.

Hz. Peygamber eşlerinden birinin odasına girer ve 'Sizin yanınızda yemem için bir şey var mıdır?' diye sorardı. Eğer onlar Vardır' derlerse yerdi. Eğer onlar 'yoktur' derlerse, o halde 'Ben oruçluyum' derdi.

Hz. Peygamber'e birşey ikram edildiğinde 'Ben oruç tutmaya niyetlenmiştim' der ve sonra da ikram edilen şeyden yerdi.

Bir gün Hz. Peygamber çıkıp 'Ben oruçluyum' dedi. Hz. Âişe 'Bize Hîs denilen yemekten hediye geldi' dedi. Hz. Peygamber 'Ben oruç tutmaya niyet etmiştim. Fakat gelen yemeği bana getir' dedi.

Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ı yağda kavrulmuş et yerken görünce kamçısıyla Abdullah'ı kamçıladı ve 'Böyle yapma! Bir gün ekmekle et, başka bir gün ekmekle süt, başka bir gün ekmekle yağ, başka bir gün ekmekle zeytin, başka bir gün ekmekle tuz, diğer bir gün yavan ekmek ye!' dedi. İşte normal yol budur. Et yemeye ve şehvetlere devam etmeye gelince, bu israf ve ifrattır. Eti, tamamen terk etmek ise yasaklanmış cimriliktir. Hz. Ömer'in gösterdiği yol ise, ifrat ve tefrit tarafları arasında dosdoğru ve normal yoldur. Allah herkesten daha iyi bilir!

b. Göz ile Tenasül Uzvunun Şehvetine Muhalefetle Şehveti Önlemek

Ferc'in (Tenasül Uzvu'nun) Şehveti

Cinsî ilişkinin şehveti, iki faydadan ötürü insanoğluna verilmiştir.

1. Cima'nın zevkini anlayıp âhiret zevklerini ona kıyas etsin diye verilmiştir.

2. Neslin bekâsı ve varlığın devamıdır.

Şeytanın ordusunun yarısı şehvet, yarısı da öfke ve gazabdır. Şehvetlerin en büyüğü ise kadın şehvetidir! Bu şehvetin de ifrat, tefrit ve normal diye (üç) derecesi vardır. İfrat derecesi, aklı mağlûp edip erkeklerin himmetini kadınlar ve cariyelerle zevk sürmeye yöneltir. Böylece kişiyi âhiret yolunun yolculuğundan mahrum eder veya dinini zayıflatır. Sonunda insanı fuhşiyatları yapmaya sürükler. Şehvetin ifrat derecesi, bazen bir grubu iki kötü şeye sevk eder. Birincisi; cinsî gücünün artması için şehvetini takviye edici şeyleri almaya sevk eder. İkincisi; bu şehvet bir kısım insanları aşk sapıklıklarına kadar vardırır. Bu ise, cinsî gücün verilmesinin hikmetinden son derece câhil olmak demektir ve aynı zamanda hayvanlıkta hayvanların aşağısına düşmektir. Çünkü bu yapmacık aşık, şehvetini teskin etmekle yetinmez. Ancak daimî bakış ve bu husustaki düşünceyi terk etmek suretiyle onun önüne geçmek gerekir. Aksi takdirde yerleştiğinde sökülmesi zorlaşır.

Mal, mülk, rütbe ve evlât aşkı da böyledir. Hatta kuşlarla oynamak, zar atmak, satranç oynamak alışkanlığı da ( Günümüzde futbol, at yarışı vb.) böyledir. Çünkü bütün bu şeyler, birtakım insanları öyle yakalar ki onların din ve dünyalarını perişan eder. Onlar asla bunlarsız duramazlar.

Aşkın kabarmasını ilk gelişmesinde kıran bir kimsenin misali, bir kapıdan girmek için yönelen serkeş hayvanın dizginini tutup onu çeviren bir kimsenin misaline benzer. Hayvanın dizginini tutup çekerek onu istediği yere girmekten menetmek kolaydır. Yerleştikten sonra aşkın gücünü kırmak isteyen bir kimsenin misali de hayvanın başını kapıdan girip kapıyı geçinceye kadar bırakan, girdikten sonra hayvanın kuyruğuna yapışıp gerisin geriye çekip çıkarmak isteyen bir kimsenin misaline benzer. Bu iki işin -zorluk ve kolaylık hususunda- aralarındaki ayrılık çok büyüktür. Bu bakımdan işlerin başlangıçlarında ihtiyatlı davranmak gerekir. İşin sonuna gelindiğinde, artık öldürecek derecede yorucu bir çalışma ile ancak tedaviyi kabul ettirebiliriz. Bu bakımdan şehvetin ifratı, aklı bu şekilde mağlup etmesi demektir. Böyle olması ise gerçekten çok kötüdür. Şehvetin tefriti ise, iktidarsız olmak veya hiç evlenmemektir ki bu da kötüdür. Güzel olan ve övülen ise, şehvetin mûtedil olması, frenlemesinde ve bırakmasında akla ve şeriata itaatkâr olmasıdır. Şehvet ne zaman ifrata kaçarsa, onun kırılması açlık ve evlenmekledir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ey gençler! Evleniniz! Evlenmeye gücü yetmeyen kimse oruç tutsun; çünkü oruç şehveti kırar.” (Buhârî, Nikah: 3; Dârimi, Nikah: 2; Ebu Davud, Nikâh,1; İbn-i Mace, Nikâh,1)

Haram Bakış

Eğer şehvet kendisine galip gelirse, şehveti uzun bir açlık ve devamlı oruçla kırmalıdır. Eğer şehvet buna rağmen eksilmezse ve gözünü (haramdan) koruyacak derecede değilse -tenasül uzvunu koruyacak güçte olsa bile- evlenmek böyle bir kimse için daha evlâdır ki şehveti sükûnet bulsun! Aksi takdirde gözünü korumadığı müddetçe fikrini de koruyamaz. Böylece himmeti dağılır ve çoğu zaman güç yetiremediği bir belâya düçar olur. Zaten göz zinası da küçük günahların büyüklerindendir. Göz zinası, kısa bir zamanda fahiş olan büyük günaha (zinaya) götürür. Gözünü haramdan korumaya gücü yetmeyen bir kimse, tenasül uzvunu korumaya da güç yetiremez demektir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle.” (Nûr 30)

Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

“Haram bakış, İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terk ederse, Allah Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...” (Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb, III, 63)

Ben kendimden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.” (Buhârî Nikâh 17; Müslim Zikir 97 98. Ayrıca bk. Tirmizî Edeb 31; İbni Mâce Fiten 31)

Dünya fitnesinden ve kadın fitnesinden sakının! Çünkü İsrail oğullarının fitnesinin başlangıcı kadınlar tarafındandı.” (Müslim, Zikr 99)

Her insanın zinadan nasibi vardır. Gözler zina ederler. Onların zinası bakıştır. Eller zina ederler. Onların zinası tutmaktır. Ayaklar zina ederler. Onların zinası (harama doğru) yürümektir. Ağız zina eder. Onun zinası öpmektir. Kalp himmet eder veya temennide bulunur. Tenasül organı ise ya kalbi tasdikler veya yalanlar.” (Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21; Ebû Dâvûd, Nikâh 43)

Ümmü Seleme şöyle anlatır: İki gözü kör olan İbn Ümmi Mektum (Abdullah b. Kays), Hz. Peygamber'in huzuruna gelmek için izin istedi. Ben ve Hz. Peygamber'in Meymune adlı zevcesi Hz. Peygamber'in yanında bulunuyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber ikimize 'Perdenin arkasına çekiliniz!' dedi. Hz. Peygamber'e 'İbn Ümmi Mektum'un gözleri kör değil mi?' dedik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Siz ikiniz onu görmüyor musunuz?(Ebû Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29)

Göz ile Tenasül Uzvunun Şehvetine Muhalefet Eden Kimselerin Fazileti

İnsan için bu şehvet, şehvetlerin en zorlusudur. Heyecan anında akla en fazla karşı çıkan bu şehvettir. Zinayı terk eden bir kimseden -hangi sebeple terk ederse etsin- zinanın günahı düşer. Ancak fazilet ve büyük sevap, zinaya gücü yettiği, engeller ortadan kalktığı ve sebepler kolaylaştığı halde terk etmektedir. Şehvetin -bütün imkânlar bulunduğu halde- sırf Allah rızası için terk edilmesi daha da üstün olur, Bu derece sıddıkların derecesidir ve bunun için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “7 sınıf vardır ki kıyamet gününde Allah'ın arşının gölgesinden başka gölge olmadığı günde Allah Teâlâ onları arşının gölgesinden gölgelendirir… Bunlardan biri, güzel ve soylu bir kadın tarafından zinaya davet edilen ve bu davete karşılık 'Ben âlemlerin rabbi olan Allah'tan korkarım' diyen kişidir.” (Buharî ve Müslim)

Aynı şekilde Kur’an’da Hz. Yusuf iffetinden dolayı övülmüş; mağaraya sıkışanlardan biri olan (amcakızıyla birlikte olmak isteyen) adam yaptığı dua ile kurtulmuştur…

Harama bakma, zinanın başlangıcıdır. Bu sebeple gözün muhafazası mühimdir. Hafif sayıldığından ve korkusu pek büyük kabul edilmediğinden dolayı korunması pek çetindir. Oysa âfetlerin tamamı gözden kaynaklanır. Birinci bakış kasten yapılmazsa, kişi ondan sorumlu tutulmaz. Tekrar tekrar bakmaya gelince, kişi ondan ötürü hesaba çekilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

Birinci bakış senin lehinde, ikinci bakış ise aleyhindedir.” (Ebu Davud, Tirmizî)

İnsan gördüğünün güzelliğini düşündükçe tekrar tekrar bakmayı ister. İşte böyle bir anda insan nefsine şöyle demelidir: “Tekrar tekrar bakman, cehaletin ta kendisidir.” Çünkü tekrar tekrar bakıp güzel olduğunu anlarsan şehvetin kabarır. Fakat bir şey de yapamazsın, hasretini çekip üzülmekten başka elinde bir şey kalmaz. Eğer hoşuna gitmez, çirkin gelirse zevk almaz, güzel görmek için bakarken çirkin gördüğün için canın sıkılır. Bu bakımdan iki durumda da günah, elem ve hasret çekmekten kurtulamazsın. Ne zaman ki gözünü haram bakıştan korursan, kalbinden âfetlerin çoğu silinir. Harama baktığı halde kişinin kendisini koruması, büyük bir güçle mümkün olabilir.

9. ÖDEV

Pazartesi veya Perşembe oruç tutup beden, ruh, namaz, zikir, dua, Kur’an okumaları üzerindeki etkileri konusundaki geri dönüşlerin alınması.

10. KONUYLA İLGİLİ DESTEKLEYİCİ EĞİTİM METARYALLERİ

Cinsel Arzular - Numan Ali Han

https://www.youtube.com/watch?v=RYHeYQI8Ozg

Nureddin Yıldız -  Şehvet Duygusu Nasıl Dizginlenebilir

http://www.sosyaldoku.tv/254-sehvet-duygusu-nasil-dizginlenebilir/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler