6. BENCİLLİK (ŞUHH) ve CİMRİLİK-CÖMERTLİK

 

6. BENCİLLİK (ŞUHH) ve CİMRİLİK-CÖMERTLİK

 

BENCİLLİK (ŞUHH)

1. GİRİŞ

Klasik İslâm ahlâk düşünce sisteminde erdemler dört temel erdeme indirgenir: Bunlar, adalet, akıl, şecaat ve cömertliktir. Bunların karşısında da dört temel erdemsizlik yer alır: Zulüm, bilgisizlik,korkaklık ve cimrilik. Bu anlayışa göre her erdemin karşısında bir erdemsizlik vardır. Cömertliğin zıddı cimriliktir. Cömertlik ahlâken ne kadar iyi bir davranış ise, cimrilik de o kadar yerilen bir davranıştır.

Para toplayıp biriktirme anlamında “cimrilik”, bu kavramın dar anlamıdır. Genel anlamda cimriliğin dışa vurum biçimi ise, cimri kimsenin başka birini sevindirmeye asla yanaşmaması, bir anlamda topluma ve bireylere karşı yakınlık göstermede cimri olması, çevresine bir duvar örerek kendisine ait sözde değerli hazinelerini koruma altına almak istemesidir. İstifçi kimselerin cimrilikleri para ve  maddî  şeyler konusunda olduğu gibi, duygular ve   düşünceler alanında da geçerlidir. Kendileri sevgi vermezler, ama “sevilen”e sahip olma yoluyla sevgiyi elde etmeye çalışırlar(Kur’an’a Göre Cimrilik- Sebepleri Zararları ve Eğitimi-Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman KASAPOĞLU C.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi XI/2-2007,329-364).

Kur’an-ı Kerim’de bu durum en genel anlamda şuhh kavramı ile ifade edilmiştir.Şuhh kavramının günlük hayatımızdaki en yakın karşılığı olarak  da bencillik kavramı karşımıza çıkmaktadır.Bencillik bireyler arasında farklı derecelerde olmakla birlikte insanın nefsinde yer bulan cimrilik halidir.Bu nedenle şuhh kavramı bir çok tefsirde nefsin cimriliği olarak karşılık bulmuştur.Şuhh günümüzde İslam ahlakının öğretilerinden mahrum bir yaşam süren insanlarda en sık ortaya çıkan en  güçlü  nefis özelliklerindendir.Var olan imkanları paylaşmak yada hoşgörü içerisinde kullanmak yerine karşısındakini hiçe sayıp sadece kendisine değer verip kendi ihtiyacını görecek şekilde kaynakları kullanmak hem aile hayatımızda hem de toplumsal hayatta en sık karşılaştığımız bir çatışma durumudur.Bu nedenle nefsin cimriliği(bencilliği) öncelikle aile bağlarını, aile bireyleri arasındaki sevgiyi olumsuz etkiler. Bencilliğin yaygın olduğu    toplumlarda    anlaşma,    kaynaşma,    yardımlaşma  ve dayanışma mümkün değildir. Sonuçta tek başına ve yalnız kalmak vardır(a.g.e)

Kur’an, insan doğasında onu cimriliğe yöneltecek yatkınlığın bulunduğuna, ilâhî ve ahlâkî değerlerden uzak kalması halinde, nefsin                           kendiliğinden cimriliğe meyledeceğine dikkat çeker

“De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır!.”(İsra 100)

Âyetten ve müfessirlerin yorumlarından “cimrilik doğuştandır” gibi bir anlam çıkarmak tutarlı olmaz. Burada, insan doğasında onu cimriliğe götürecek yatkınlığın olduğunu söylemek daha doğru olur. Bunun insan doğasındaki kaynağı “şuhh”dur. Cimriliğin insan benliğinin ayrılmaz bir parçası olması, nefsin onunla damgalanması şeklindeki izahlar cimri olmaya ilişkin gerekli potansiyelin insan benliğinde bulunması şeklinde değerlendirilebilir. O kadar ki, eğer insan, kişiliğini eğiterek, kontrol ederek önlem almazsa, nefsini  haz ve istekler doğrultusunda serbest bırakırsa, nefis kendiliğinden cimriliğe doğru hareket edebilir. Bu yönüyle insan cimrilikle yakından ilişkilidir, cimrilik karakterini geliştirmeye hazırlıklı ve isteklidir(a.g.e)

Bu nedenle  dersimizin  gayesi bu yerilen ahlakın müslüman şahsiyet üzerinde kuvvet bulmasına engel olmak ,eğer bu durum davranışlarını olumsuz yönde etkileyecek şekilde nefsinde hakim duruma geldiyse   Allah (c.c.)’nin rızasına uygun davranışta bulunması hususunda ona yol göstermektir. Bu da İslam Ahlakı’nın en temel kaynağı Kur’an‘ da yer alan esasları  ve O’nu yaşayarak en güzel örnekliği ortaya koymuş Resulullah (s.a.v.)’in sünneti ve sahabe-i kiramın ortaya koyduğu örnekliği inceleyip, özümseyip hayatımıza tatbik etmekle mümkün olacaktır.

 

2. KAVRAM TAHLİLİ

Öncelikle bu konuyla ilgili birkaç kavramı birbirinden ayırt etmeliyiz:

Benlik: İnsanın kendi kişiliğine ilişkin kanılarının bütünü, insanın kendisini tanıma ve değerlendirme şeklidir.Yani, bireyin kendini algılayışının en temel dile getirilişi ‘ben‘ şeklindedir.Benlik  kişiliğin öznel yanıdır. Benliğin günlük davranışlarımızın ve yaptığımız işlerin üzerinde önemli etkileri vardır. Çünkü benlik içimizde bizi denetleyen, gözetleyen, yargılayan, değerlendiren ve bunların sonucunda nasıl davranmamız gerektiğini belirleyen içsel bir güçtür. İnsanın ruh sağlığı için, benlik tasarımı (ideal benlik) ile gerçek yaşantılar arasında bir dengenin sağlanması gerekir.

İnsan ideal benliğe ne kadar uygun hareket ederse, o derece sosyal yaşamında huzurlu olacaktır. İnsanın kendi değer yargıları ve ideallerine göre hareket ve mücadele etmesi, onun hem ruhsal hem de sosyal bakımdan kendisine olan saygısını ve güvenini arttıracaktır.Müslüman şahsiyetin ideal benliği ise kul olma bilincidir.Bu bilince sahip olan ideal benlik dünyaya geliş gayesini hep zihninde zinde tutarak hayatın gerçeklerini bu şuurla ve  materyalist bir yaklaşımdan uzak bir şekilde ele aldığında ideal benliği ile gerçek yaşantılar arasındaki dengeyi de kurmuş bir birey olarak daha huzurlu olacaktır. Aksi durumda çeşitli huzursuzluklar söz konusu olacaktır. İnsanın kendisini ve çevresini algılayış biçimini genel tutum ve davranışlarını büyük ölçüde etkileyen benlik, kişilikten değişik bir kavramdır. İnsanın kişiliğine ilişkin kanıları ve kendi görüş biçimidir ve kişiliğin özel yanını oluşturur. Yeni doğan çocuğun benliği çevresiyle ilişkileri sonucu oluşur. Dış gerçeklerle ilişkili bulunan ruhsal yapının farklılaşması benliğinin gelişimini sağlar.

Kendini gerçekleştirmek :Modern zamanlarda gelişen psikolojinin gâyesi de insan davranışlarını incelemek ve insanın kendi kendisini kontrol etmesini sağlamaktır. Psikoloji bu gâyesine, insanın akıl ve ruh sağlığını koruyarak kendini gerçekleştirmek yoluyla ulaşmaya çalışır. Bir başka ifâdeyle psikolojinin gâyesi insanın kendini gerçekleştirmesidir. Ancak psikolojideki kişisel gelişim anlayışı ile kendini gerçekleştirmek üzere tam kapasite başarıya odaklanan için başarısızlık, bir âfet ve yıkım hâline gelmektedir. Bu anlayış benlik ve başarıyı putlaştırarak insana her şeyi başarabileceği duygusu aşılamakta ve nefsin hevâsını tanrılaştırmaktadır.

Psikolojik anlamda kendini gerçekleştirmek isteyen, genellikle âhiret kaygısından çok dünyevî endişelerle hareket eder. Hayâtı dünya hayâtından ibâret sanır ve dünyevî hazlarla mutlu olmaya çalışır. Bu bakımdan kendini gerçekleştiren insan, kemâle ermiş görülemez. Çünkü kâmil insan hem kendisiyle, hem Allah ile, hem de insanlar ve diğer varlıklarla olan hukukunu gözeten, bütün bu durumlardaki sorumluluğunun farkında olandır.

Kendini gerçekleştirmeyi hayâtın merkezine koyan insanda bencillik ve ben merkezli düşünce, âdetâ din hâline gelir.İnsanı insan yapan, bencillik duygularından çok diğergâmlık duygularıdır, başkalarının farkında olmaktır ; nefs ve benliği aşmaktır.(Prof.Dr.Hasan Kâmil Yılmaz 2009 – Altınoluk Dergisi -Ocak, Sayı: 275, Sayfa: 020).Müslüman şahsiyet benliğini bu ölçüler içerisinde geliştirip bu yönüyle kendini gerçekleştirme gayreti içine girmeli kendi ihtiyaçları için insanları değil,insanların ihtiyaçları için kendi imkanlarını feda etmelidir.

Benlikçilik: Felsefede benlikçilik, bencilik (egotism) diye adlandırılır .İnsanın nesneleri ve olayları sırf kendi kişisel çıkarları aracılığıyla değerlendirmesi demektir. Benlikçilik, kendi benliğinin gelişmesini, tüm eylemlerinin ilkesi yapan kişinin niteliğidir. Benlikçi, “ben” için hazzın artırılması, her türlü huzursuzluk ve acının yok olmasını ister.

Bencilik, kendini ve dünyayı ‘ben‘ olarak, ‘ben‘ açısından algılama ve bu algılayışın izharıdır, ‘ben‘in sürgit kendinden bahsetmesi, kendini ve özüne yakın ne varsa her şeyi ve kimseyi beğenmesi (Selbstliebe: Özsevgisi) ‘bencilik‘tir.“Bencil, ben olarak benin kendine ait ne varsa onu ve çıkarlarını savunup yücelten kişi olmasına karşılık, benci, kendini nasılsa öyle kabul eden, bununla da kalmayıp kendine hayran olan kimsedir.”(Şaban Teoman Duralı-Kaynak: Kutadgubilig Türkcenin Felsefe-Bilim Sözlüğü, Dergâh Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2013, s: 184, 185.)

Benmerkezcilik: Başkalarının gereksinme ve çıkarlarına karşı duygusuz kalıp yalnızca kendi benliğine indirgeme eğilimi. Bu eğilimin ağır bastığı kişiler, her konuyu kendilerine indirgeyip öznelleştirdikleri için nesnel değerlendirme yapamazlar. Evrenin odağı olarak her zaman kendilerini görürler. Ancak bu eğilim çocuklarda kendiliğinden ve kasıtsız gelişen bir eğilimdir. 4-6 yaş dönemi çocuğun henüz kendisiyle kendi dışında olanları ayırt edemediği dönem olduğundan, bu yaşlardaki çocuklarda doğal sayılan bu eğilim yetişkinlerde ruhsal bozukluk belirtisi olarak kabul edilir.

İslâm öncelikle bireyi bilinç düzeyinde inşa etmeyi hedefler. Bilinçli varlık olmak, her şeyden önce kendi varlığının farkında olmayı gerektirir. Bu anlamda, özgür irade ve bilinç sahibi biricik varlık olan insan, diğer bütün yaratılmışlardan farklı ve üstün niteliklerle donatılmıştır. Yaratılmışlar içinde yalnızca insanın eylemleri hayatın akışını ve diğer bütün varlıkların hayatını doğrudan etkileyebilme özelliğine/potansiyeline sahiptir.

Yine, kişinin özgür ve sorumlu bir varlık olduğunun farkına varabilmesi, ancak kendi tekliğinin ve özgünlüğünün idrakinde olmasıyla, yani birey olma bilinciyle mümkündür. Bu anlamda birey bilinci, bireysel farkındalığın geliştirilmesiyle ulaşılabilecek bir yüksek bilinçlilik hâlini ifade eder.

Ancak insan, kendi varlık bilincini (benliğini) öne çıkartıp bunu,başkalarının ve içinde yaşadığı toplumun hakkını umursamayan bir “bencillik” yahut “ben-merkezcilik” seviyesine taşıdığı takdirde, İslam ahlakına da zarar vermiş olur. İslâm’da bu yönüyle asla bencillik yoktur. Aksine o, kendi dışındaki varlıkların farkında olmayı, onlara zarar vermeden birlikte yaşamayı ve hukuklarına riayet etmeyi gerektirir. İslâm’da yalnızca insanların hukukundan söz edilmez, aynı zamanda insan dışındaki bütün varlıkların, örneğin hayvanların, çevrenin, doğanın, küçük-büyük bütün yaratılmışların haklarından söz edilir. Bireyden onlara karşı incitici davranmaması, saygılı ve merhametli olması istenir. Toplumsal ve doğal ortamdaki varlık ve nesnelere karşı yüklendiği sorumluluklar, insanı, bencilce ihtirasların kıskacından kurtulmaya, daha paylaşımcı ve özverili davranmaya çağırır. Birey bu çağrıya kulak verdiğinde, bütün yaratılmışlara Yüce Yaratıcının açtığı sonsuz lütuf ve rahmet penceresinden bakmayı öğrenme yolunda kendi potansiyellerini harekete geçirmiş olur.

Böylece anlaşılmalıdır ki, yukarıdaki kavramlarda bizim karşısında olduğumuz mizac (huy, yapı, karakter), benlik değil, bencillik’tir.

Buhl:Haz, ün ve refah gibi dünyevî olguların sürekliliğini ve çoğalmasını sağlayan unsurların başında mal geldiği için insan onu kendi cinsinin zayıf, ihtiyaç sahibi, yoksul olanlarına iyilik ve ahlâkî amaçlarla harcamaya yanaşmaz. İnsanın bu özelliği Kur’an’da cimrilik anlamına gelen “kutûr”, “şuhh”, ve “buhl” kelimeleriyle ifade edilmektedir.

“Buhl”, elde edilen, kazanılan sahip olunan şeylerden –onları elde tutup bırakmamak suretiyle- bol bol vermemektir. Hak sahiplerine haklarını vermeksizin malı kesmek, bırakmamaktır. “Bahîl” ise, buhl davranışını çok yapan kimsedir. Buhl yani cimrilik, iki şekilde yapılır; birisi kişinin kendi sahip oldukları konusunda, diğeri de başkasının sahip oldukları hakkında cimrilik etmesidir. Kişinin kendisi cimri olduğu gibi, başkalarından da bu davranışı beklemesidir. Cimri tutum ve davranışların çoğu yerilmiştir. Buhl’ın zıddı cûd / kerem yani cömertliktir. Buhl, “şuhh”un yani bencilliğin bir ürünüdür. Şuhh, bencilliği teşvik eder yani dürtüler

Dinî bir terim olarak buhl, dinen verilmesi gerekli görülen zekât ve benzeri yardımları hak sahiplerine vermekten kaçınmak, îsârı yani özgeciliği terketmektir. Buhl, bir anlamda insanî niteliklerin ortadan kalkması, hayvanî / içgüdüsel eğilimin öne çıkmasıdır.(a.g.e)

Katr: De ki: “Rabb’imin rahmet hazinelerine eğer siz sahip olsaydınız,  harcanır  korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır.(İsra 100 )

Bu ayette geçen “ve kâne’l-insânu katûrâ” yani İnsanoğlu da pek eli sıkıdır” ifadesi ile cimriliğin insan benliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu ve insanın cimrilikte bu kadar ileri gidecek kadar hırslı ve bencil olduğu vurgulanmaktadır. Her insanda cimriliğe olan yatkınlık doğal kabul edilmiştir. Çünkü insan muhtaç bir varlık olarak yaratıldığı için, sahip olduğu şeyleri ileride ihtiyaç duyarım korkusuyla saklamaya meyillidir. Yaratılışı gereği maddî değer ve imkânlara bağımlı  olduğundan içgüdüsel  olarak onlara sıkı  sıkıya sarılma eğilimindedir.(a.g.e)

Şuhh (bencillik ,nefsin cimriliği) :

Elmalılı Hamdi Yazır; “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’(Haşr 9)  ayetinin tefsirinde şöyle der:

“Şuhh: Nefsin bahillik ve hasislik dediğimiz kıskançlık huyudur ki, cimrilik bunun fiiliyatındaki görüntüsüdür. Yani nefisde içgüdüsel bir hareketin bulunması haysiyyetiyle ortaya çıkan duruma şuhh, bunun fiilen men edilmesine de buhl (cimrilik) denilir. Rağıb şuhhu, âdet hâline gelmiş hırslı bir buhl diye tarif etmiştir. İbnü Münzir'in hasen'den yaptığı rivayette buhl, insanın kendi elindekini, şuhh da herkesin elindekini kıskanması diye tarif edilmiştir. Abd b. Humeyd, İbn Cerir, İbnü Ebi Şeybe, İbnü Ebi Hatim, Beyhaki, Hakim ve daha başkalarının rivayet ettiği gibi İbnü Mes'ud (r.a.)'a bir adam gelmiş ve “Ben korkuyorum ki helâk oldum.” demiş. O da sebebini sorunca, “Çünkü ben Allah Teâlâ'nın “Her kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar felah bulanlardır.” dediğini işitim. Halbuki ben şahih bir adamım, benden hemen hemen hiçbir şey çıkmaz.” demiş. İbnü Mes'ud da ona, “O, şuhh değil cimriliktir. Cimrilikde de hayır yoktur. Allah Teâlâ'nın âyette zikrettiği şuhh ise, kardeşinin malını zulm yoluyla yemendir.” diye cevab vermiştir. İbnü Münzîr ve İbnü Merdûye'nin rivayetlerinde de İbnü Ömer (r.a.) demiştir ki, “Şuhh, bir adamın malını men etmesi değil, kendisinin sahip olmadığına göz dikmesidir”. Âlûsî bunları naklettikten sonra der ki: “Lugatçıların hiç birinin böyle bir tarif yaptığını görmedim. Bununla murad, cimriliğin son derecesi olmalıdır ki, o sıfatı taşıyan kimse başkasının malına bile kıskançlık gösterir. Başkasının cömertlik yapmasını arzu etmez, ondan sıkılır da yapmaması için çalışır. Yahut o derece hırslı olur ki, mümin kardeşinin malını zulmen yer veya kendisinin olmayan şeylere göz diker. Başkasında olmasını da hoş görmez, kıskanır.” Bu âyetten şuhhun ve ihtirasın son derece kötü görüldüğü anlaşılır. Çünkü felah, yalnız bu sıfattan korunanlara hasredilmiş olmakla, korunmayanların, felâhın dışında kaldıkları anlaşılmaktadır. Bunun kötü bir sıfat olduğu hakkında birçok haber zikredilmiştir. Hakim, Tirmizî, Ebu Ya'le ve İbnü Merduye Enes (r.a.)'den merfuan rivayet etmişlerdir: “İslâm'ı, cimriliğin mahvetmesi gibi hiçbir şey mahvetmez”. İbnü Ebi Şeybe, Nesaî, Beyhakî ve Hakim Ebu Hureyre (r.a.)'den merfuan rivayet etmişlerdir: “Allah yolundaki bir toz ile cehennem ateşinin dumanı bir kulun içinde ebedî olarak bir arada bulunmaz. İman ile cimrilik ve kıskançlık bir kulun kalbinde ebediyyen birleşmez.” Ebu Davud ve Tirmizî garip diyerek “Edeb”de de Buharî ve diğerleri Ebu Said Hudri (r.a.)'den merfuan şu hadisi rivayet etmişlerdir. “İki özellik müslümanın içinde bulunmaz. Bunlar, cimrilik ve kötü ahlâktır.” İbnü Ebi'd-dünyâ, İbnü Adi, Hakim ve Hatib Enes (r.a.)'den rivayet etmişlerdir: Enes demiştir ki, “Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ Adn cennetini yarattı ve ağaçlarını eliyle dikti ve sonra ona konuşmasını emretti. O da “Muhakkak müminler felâha ulaştı.” (Müminûn, 23/1) dedi. Allah Teâlâ da buyurdu ki, “İzzet ve Celâlim hakkı için sende hiçbir cimri bana komşu olamaz.” Sonra da Peygamber (s.a.v) Haşr 9 âyetini okudu.

Ahmed b. Hanbel, Edeb'de Buharî, Müslim Beyhakî Câbir b. Abdullah (r.a.)'den rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.v) buyurmuştur: “Zulümden sakının çünkü zulüm, kıyamet günü karanlıktan ibarettir. Şuhh dan da sakının çünkü şuhh, hırs ve kıskançlık sizden evvelkileri helak etmiştir. Onlar birbirlerinin kanlarını döktüler ve haramları helal saydılar.” Daha bunlar gibi birçok haber mevcuttur. Lakin şu da bilinmelidir ki, cimrilikten korunmak, bir kişinin her şeyde cömert olmasına bağlı değildir. Abd b. Humeyd, Ebu Ya'la, Teberanî ve Ziya' Mücmi' b. Yahya'dan merfuan rivayet etmişlerdir: “Zekatını veren, misafire ziyafet çeken ve nâibede te'diye eden, yani bir felaket anında yardımda bulunan cimrilikten beri olur.” İbnü Münzir de Hz. Ali (r.a.)'nin dediğini rivayet etmiştir: “Malının zekatını veren nefsinin cimriliğinden korunmuş olur”.

 İbnü Cerîr et-Taberî, Ebu Heyyac el-Esedi'den rivayet etmiştir: “Ebu Heyyac demiştir ki: “Beyt'i tavaf ediyordum, bir adam gördüm ki o, “Allah'ım beni nefsimin cimriliğinden koru.” diyor, buna başka bir şey ilave etmiyordu. Sebebini sorduğumda da bana, “Nefsimin cimriliğinden korunursam hırsızlık etmem, zina işlemem ve hiçbir (kötü) şey yapmam.” diye cevap verdi. Bir de baktım ki, o zat, Abdurrahmân b. Avf'dır.”

İbnü Zeyd de demiştir ki, “Bir kimse Allah'ın yasakladığı şeyi yapmaz ve cimrilik onun, Allah'ın emrettiği şeylerden herhangi birini terketmesine sebep olmazsa, Allah Teâlâ o kimseyi nefsinin cimriliğinden korumuştur. Ve o, felâha erenlerdendir.”( Elmalılı Hamdi Yazır; Haşr 9 tefsiri)

“Şuhh” kelimesinin ilk çağrıştırdığı anlamlardan birisi cimrilik olmakla birlikte, Arapça’da bu kelime daha kapsamlı bir ruhsal durumu dile getirir. “Şuhh”, nefsin cimrilik, bencillik, hırs, kıskançlık, dar görüşlülük ve korkaklık şeklinde görüntüleri olan bir eğilimidir. Şuhh, cimrilik ve benzer tutumların kaynağıdır. Şuhh, insan benliğinde var olan potansiyel eğilim iken, cimrilik  bu eğilimden doğan bir  etkinliktir.Şuhh, insanın doğal yapısında (hamurunda) var olan bir eğilimdir. Bu eğilim insanı erdem dışı arayışlara, geçici hazlar peşinde koşmaya güdüleyebilir. Şuhh’un âyette “nefs”e izafe edilmesi, nefsin bu yönüyle kontrol altına alınmadığı takdirde,- yoksa nefis salt tek başına kötülük merkezi olarak nitelenemez- her türlü kötülüğün, çirkinliğin, erdemsizliğin kaynağı olduğuna işaret eder. Nefs’in şuhh’undan korunabilmek için kişinin kendisini bütün içtenliğiyle emir ve yasak türünden Allah’ın koyduğu değerlere bağlanmaya, uymaya yöneltmesi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı amaç edinerek, sahip olduğu  kıymetleri  başkalarıyla  paylaşmayı  nefsine benimsetmesi gerekir.

Bir kavramı tarif etmenin yollarından birisi de onun ne olmadığını söylemektir. Buna göre, “şuhh” kelimesi açıklanırken, onun “îsâr”ın karşıtı olduğu ifade edilir. Dolayısıyla “şuhh”, “îsâr”ın zıddı olan şeydir.Kur’an, mü’minlerin kişiliğinde şuhh ya da özel  manada cimrilik yerine, îsâr’ın (özel manada cömertliğin) bulunduğunu açıklar. Benliklerindeki cimrilik yönündeki eğilimleri kontrol altına almayı başaran mü’minlerin özgeci bir karakter geliştirmelerine dikkat çeker. Mü’minler, îsâr’ı, sahiplenilmesi gereken ilâhî ve ahlâkî bir değer, cimriliği ise Allah’ın yasakladığı uzaklaştırılması gereken olumsuz bir kişilik özelliği olarak kabullenmiş ve içselleştirmişlerdir. Kişiliklerinde îsârı, cömertliği ahlâkî bir karakter olarak yaşatmanın gayret ve çabası içerisinde olan mü’minler, doğal olarak cimrilikten korunmalıdır. Mü’minlerin cömert olma yönünde almış oldukları ahlâkî eğitim, aynı zamanda cimrilikten kurtulmanın bir eğitimidir.

Kur’an, benliğindeki cimrilik eğilimini kontrol altına alabilen kimseleri, Allah katında başarılı bulur; onların her iki dünyada kurtuluşu hak ettiklerini belirtir. Allah’tan korkan, öğütlerini dinleyen ve onun yolunda mallarını harcayan bu kimseler mü’minlerdir.

Kur’an şuhh eğilimini taşkınlıktan alıkoymak için, Allah yolunda ve iyi amaçlar uğrunda fedakârlıkta bulunmayı önerir. Şuhh eğilimi ile fedakârlık birbiriyle çatışır. Eğer insan fedakârlık yaparak bencil eğilimlerini bastırmayı öğrenirse, olumsuz bir karakterin etkisinden kurtulur. Kur’an, bencil eğilimlerin etkisinden kurtulmayı, insanın bağlı bulunduğu değerleriyle ilişkilendirir. İnsanın cimrilikle başa çıkabilmesi için, uğruna fedakârlık yapabileceği değerlere sahip olması gerekir.Kişiliği üzerinde güçlü değer yargılarının, özellikle ilâhî ilkelerin hâkim olduğu mü’minler, haz ve eğilimlerini kontrol altına alabilirler. Buna bağlı olarak,nefsin (güdü ve eğilimlerin) cimrilik yönündeki dürtmeleriyle de kolaylıkla başa çıkabilirler .(a.g.e)

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER

Bilmek gerekir ki, bencillik (şuhh), mümin bir kimse için ahlak yolunun en başında değiştirmesi gereken kötü bir huydur. Allah (cc)  müminin kurtuluşunun bu kötü ahlaktan korunmakla mümkün olduğunu Kuran-ı Kerim’de açıkça belirtir.

‘’O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhh) korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’(Teğâbün  16)

Bu bağlamda olmak üzere bu duyguyu yenerek cömertlik yapmak sûretiyle Mekke’li muhâcir kardeşlerine bir fazilet örneği gösteren Medinelilerden Kur’an övgüyle söz etmektedir:

“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhh) korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’(Haşr 9)  

Bu ayette Allah’ın da (cc) belirttiği gibi ensar muhacire maddi imkanlarından önce sevgini cömertçe sunmaktadır.Sevgideki  bu cömertlik muhacirlerin yüreğinde samimi duyguların oluşmasına vesile oluyor.Öyleki karşılıklı kurulan bu sıcak ve samimi gönül bağının ardından sunulan maddi imkanlar ne ikram edenin ne de ikramı kabul edenin gönlünde bir rahatsızlık meydana getirmediği gibi karşılıklı mutluluğa vesile olup ,Allah ‘ın (cc) takdirine mazhar oluyor.

 “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe (birr) asla erişemezsiniz..” (Al-i İmran, 3/92)

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuşlardır: “ Şuhhtan sakının. Çünkü sizden öncekileri helak eden şuhhtur. Şuhh onlara cimriliği emretti cimrilik ettiler. Onlara akraba ile ilişkiyi kesmeyi emretti, öyle yaptılar. Onlara doğru yoldan çıkmayı, zina etmeyi emretti; zina ettiler, günah işlediler.”(Müslim: Birr-56)

Rasulullah’ın(sav) hadisinde de belirttiği gibi şuhh sahibi insanın önceliği kendi benliği ,heva ve hevesidir.Bu nedenle kendisine maddi külfet getireceği düşüncesiyle veya rahatını bozmak istemediği veya çıkarına ters düştüğü için akrabasıyla bağını keser .Hevasının esareti altına giren şuhh sahibi insan hevasının arzularını yerine getirmek onun biricik önceliği olduğu için elindekini başkasıyla  paylaşmak bir yana başkasının da elindekine göz dikerek onu zorla almaya hatta malına ,namusuna ve canına kastetmeye teşebbüs eder.Şuhhun insan üzerindeki etkisinin devamı  onu helake ,bu etkiden karınmak ise Allah’ın (cc) ayette belirttiği gibi onu kurtuluşa götürür.

5.Bencillik ve Münafıklar

Gösterişçi dindar yani münafık, dünyaya olan aşırı bağlılığıyla ve bencilliğiyle ilişkili olarak kişiliğinde cimrilik karakteri geliştirir. Bu bağlamda Kur’an münâfıkların ellerini sıkı tuttuklarından “yakbidûne eydiyehum” diye bahseder: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.  .” Tevbe, 9/67.

Münafıklık her türlü kötülüğün ve ahlâksızlığın kaynağıdır. Âyette münâfıkların kötü ahlâkları,  olumsuz karakterleri tasvir edilmektedir. Onların sahip oldukları olumsuz karakterlerden bazısı, kötülüğü yaymaları, iyiliği engellemeleri, ellerini sımsıkı yummaları yani cimrilik etmeleri, sadaka vermekten, hayır işlemekten, Allah yolunda harcama yapmaktan kaçınmalarıdır. Özellikle cimrilik münafıkların belirgin sıfatlarından birisidir. Başkaları için yardımda bulundukları görülse bile bunu riya olarak yaparlar.

Kur’an’a göre, şuhh eğiliminin en aşırı olduğu inanç guruplarından birisi münâfıklardır. Bencil çıkarları her şeyden önce geldiği için, ilâhî değerler uğruna fedakarlık yapmaları gereken bir ortamda münâfıklar, yapacakları fedakarlıktan kaçınmışlar, ganimet dağılımı sırasında ise, herkesten daha çok kendilerinin ganimetlere sahip olmaları gerektiğini düşünmüşlerdir. Onlar için önemli olan kendi ben’leridir. Daha önemli bir şey düşünemediklerinden bu tutumları ilâhî değerleri benimsemelerinin ve bu uğurda fedakarlık yapmalarının önündeki en büyük engel olmuştur. Meselâ bu münafıklar, “(Gelseler de) size karşı pek hasistirler(şuhha aleykum). Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince ise, mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir; bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre kolaydır..” (Ahzab 19)

Münafıklar, iman edenlere karşı her şeyden önce sevgi ve yakınlık gösterme,  iyi niyet besleme konusunda cimriydiler ki; onların en ufak bir iyiliğe kavuşmalarını istemezlerdi. Nitekim Hendek savaşı sırasında çukurlar kazılırken, Allah yolunda harcamalar yapılırken cimri davrandılar, mü’minlerle birlikte savaşma fedakarlığını göstermediler. Savaşın yaşandığı ortamda büyük bir kaygı ve korku içinde kaldılar. Aslında korkaklık onların karakterlerinin bir parçasıdır.

Âyette, münâfıkların cimriliğinden söz edilirken, birinin iyiliğe kavuşmasını istememe, birini mutlu etmeye yanaşmama, insanlardan sevgiyi esirgeme gibi genel manada cimrilik belirtilerinden bahsedilmektedir. Tasviri yapılan münâfıklar, “alma”ya sıra geldiğinde hırs gösteren; “verme” söz konusu olunca korku ve kaygıya kapılan kimseler olarak tasvir edilmektedir. (a.g.e)

6. Günümüzde Şuhh Sahibi (Bencil ) İnsanın Özellikleri ve Ortaya Koyduğu Davranış Örnekleri

-Sadece kendisine ilgi duyar ve her şeyi kendisi için ister.

-Vermekten çok almaktan hoşlanır.

-Başkalarının ihtiyaçlarına saygı duymaz.

-Empati kurmaz, benmerkezci düşünce yapısına sahiptir.

-Sahip olduğu eşyalarla bütünleşmiştir; eşyasına saygısızlığı, kişiliğine saygısızlık olarak kabul eder.

-Her şeyi eleştirip hiçbir eleştiriyi kabul etmez.

-Sürekli konuşup, karşısındakine konuşma hakkı tanımaz.

-Bana necidir (umursamazdır). Bu durum bilinçaltına kendini hissettirmeyecek şekilde öyle bir yerleşir ki onu olaylara karşı rahatsızlık duymayacak şekilde hissiyatsızlaştırabilir. (İslam ülkelerinde yaşananlara ve doğal afet bölgelerindeki ihtiyaç sahibi insanlara karşı duyarsız olma, keyfinin kaçmaması için kötü veya olumsuz haberleri dinlememe vb.)

- Her şeyi, hatta hak ve adaleti bile sadece kendisi için ister. Kendi yararına ve istekleri doğrultusunda olan hak ve adaleti savunur; eğer zararına olursa böyle bir adaleti istemez, bilakis onunla mücadeleye kalkışır. Hatta dinî hüküm ve kanunları kendi isteğine göre yorumlayıp izah eder. Yani sadece kendi düşünce ve görüşlerine değer verir ve dinin hüküm ve kanunlarını o doğrultuda yorumlar.

Bu özelliklerin tamamı aynı kişide bulunmayacağı gibi özelliğin derecesi de kişiler arasında faklılık gösterebilir.

Kişinin yaşamını sürdürebilmesi için (günaha neden olacak şekilde nefsinin azmasına ve şehvetinin kuvvet bulmasına yol açmayacak şekilde) nefsinin ihtiyaçlarını karşılamak istemesi bencillik değildir.

İslamî bir talim-terbiye görmeyen her insan şuhh ahlakında kalır… Nitekim günümüzde insanlar arasında bu tür davranışlar çokça yaygındır:

-Futbolda arkadaşına pas vermemek,

-Sofra kurulurken yardım etmemek,

-Arabayla giderken birisinin önüne atlamak, kimseye yol vermemek,

-Başkasının geçişini engelleyecek biçimde bir yere park etmek,

-Hizmetlilere karşı aceleci veya kaba konuşmak, çocukları ilgi beklediği halde onları lafla kötülemek,

-Önüne konulan bir yemeği beğenmezlik etmek ve yapana teşekkür etmemek,

-Tanıdığı ve tanımadığına selam vermekten erinmek,

-Zulüm altındaki bir kardeşine dua etmeyi gerekli görmemek,

 -Cenazeye katılmamak, insana eziyet veren her hangi bir şeyi yoldan almamak,

-Yerlere çöp atmak,

-Sokağı ve denizleri kirletmek,

-Doğaya ve hayvanlara saygı duymamak,

-Elindekini paylaşmamak ve yalnız kendini düşünmek, 

-Herhangi bir meslekteki kalfa ve ustanın yanındaki çırağa işini öğretmek istememesi veya işini  daha iyi yapmak için gayrette cimrilik edip  öğrenme çabası içinde olmaması,

-Bir annenin daha iyi çocuk bakımı ve yetiştirilmesi konusunda gevşeklik göstermesi, 

-Bireyin anne-baba, kendi çocukları, kardeşleri ve diğer yakın akrabalarla ve bütün müslüman din kardeşleriyle iyi geçinme, maddi ve manevi plânda onların yaşamlarına değer katma konularında herhangi bir çaba göstermemesi günümüzde karşılaştığımız değişik şuhh örneklerindendir.

Bencil insanlar huy itibariyle bulaşıcı hastalık yapan virüsler, parazitler gibi bir kısım zararlılara benzerler. Günümüz modern insanı maalesef bencil ve etrafına güvensiz yetiştiriliyor. Böylece erken ergenlik döneminde kendine hayran ve ben-merkeziyetçi bir yaşam tarzını benimser. Yeni nesilde görülen en büyük hastalık şudur: Sanki kainat onun etrafında dönmektedir!

“Baba, ben de şu cep telefonundan istiyorum!” “Anne, benim niye böyle bir elbisem yok!” “Bana ne başkasından, ben kendi işime bakarım!” “Aman, filancanın ne yaptığı kimin umrunda!” vb. sözler sarfeden bir “Ben Nesli”…

Bencil kimse sadece “hayvanî ben”ini ister ve onunla yetinir. Bütün hareketlerinin, davranışlarının, gidişatının ve sözlerinin ekseni hayvanî arzularına kavuşmak olur. Hayatta hayvanî istek ve heveslerini ele geçirmekten başka bir hedefi olmaz. Ve bu hayvanî hedeflerine ulaşma için kendini özgür bilir ve her hareketi için bir gerekçe gösterip onu meşru kılmaya çalışır.

Bencil kimse gerçek fazilet ve kemallerden mahrum olduğu için kendini yemek, içmek, uyumak, mevki kazanmak, cinsel zevklere dalmak gibi geçici ve boş şeylerle meşgul edip avutmaya çalışır. Allah’ı anmaktan, nefsini eğitip tezkiye etmekten gâfil olur.

Bencil kimse nefs-i emmaresinin emrine itaat ettiği için ve hayatta nefsinin isteklerini gidermek ve onu tatmin etmekten başka bir hedefi olmadığı için hayvanî hedeflere ulaşma yolunda hiçbir çirkin işe bulaşmaktan kaçınmaz. Çirkin olan her işe bir gerekçe gösterir ve onu caiz sayar.  Hayvanî hedeflerine ulaşmak ister ve bu hedefine ulaşmak için de zulmetmek, yalan konuşmak, iftira etmek, sözünde durmamak, sahtekârlık, ihanet ve benzeri günahları işlemekten çekinmez. Bütün günahlar, gerçekte bencilliğin çeşitli tezahürleridir.

Örneğin, zulüm ve başkalarının haklarına tecavüz etmek, yalan, dedikodu, başkalarını çekiştirmek, başkalarında kusur aramak, çekemezlik, intikam hırsı, her biri bencilliğin çeşitli görünümleridir. Dolayısıyla bencillik, bütün günahların kaynağıdır.

7. Şuhh Duygusundan Kurtulmanın Yolları:

Kanser hücrelerinin en büyük özelliği ve belki de en büyük tehlikesi bencil olmalarıdır. Bu bencillik kanseri insan bedeni için ölümcül kılar. İnsan ruhu için de aynısı söz konusudur. Bencillik ruhun kanseri olur ve ruhu öldürür.Bencillik kanser gibi ruha yayılmasın ve ruhu öldürmesin diye kişinin kalbini ve kalbine giden yolları temiz tutması, bunlar üzerinde mümkün olduğu kadar kontrol sahibi olması, bunun yanında da gönül ehli insanlara her türlü imkanını zorlayarak ulaşması, onları tanıması, bilmesi, mümkün olduğu kadar onlarla ve onlardan aldıklarıyla ruhunu beslemesi şarttır.( http://gencdergisi.com/6650-benden-kurtulmak.html )

Şuhhun tedavisi empati kurma/hemhal olma(bir başkası aynı iyiliği kendine yaptığında veya yapmadığında yaşadığı duyguyu anımsama) ve cimriliğin panzehiri olan cömertliktir…

Ahlâk eğitiminde adaylara ahlâkî tutum ve davranışları kazandırabilmek için alıştırmalar yaptırmak, ahlâk kurallarını onlara anlatarak ve okutarak belletmek, ahlâkî sorunların çözümünde kılavuzluk yapmak gerekir. Ahlâk eğitiminin bireyin üzerinde etkili olabilmesi, çevreden gelecek övgü ve takdirlerden, ayıplama ve kınamalardan bağımsız değildir. Bu yüzden sonuç alıcı bir ahlâk eğitimi için yetişme çağındaki bireylere daha bu özellik ruhunda kök salmadan ona yaparak yaşayarak örnek olunmalı, onun olumlu davranışları desteklenmeli, yanlış davranışları, yapılan uyarılarla düzeltilmelidir. Örneğin çocuk, yaptığı yardımlar ve fedakârca davranışlar sebebiyle övülmelidir.(a.g.e)

Nefsinin bencilliğini aşmak isteyen bir kimse olabildiğince çok iyilik yapmayı (gülümsemek, güldürmek, karşılıksız hediye vermek, sakatlara yardım etmek gibi) düşünmeli, sık sık infakta bulunmalı (fırınlardaki “askıda ekmek” yazısını gözetmek, sms ile bağış yapmak, vakıf ve dernekleri desteklemek gibi), sosyal duyarlılıkta olmalı (gündemi iş yerinde, mahallende, internette vs. taşımak-paylaşmak, Müslüman mazlum kardeşleri için sürekli dualar etmek gibi) , öğrendiği bir ilmi bir sıkıntının giderilmesinde öğrendiği kolay yolu veya ihtiyacın giderilebileceği yerin bilgisini yakınındakilerle paylaşmalıdır. Yorgunda olsa akşam eve geldiğinde ailesine zaman ayırıp onlarla ilgilenmeli, onların maddi imkanlarını karşılamakla yetinmeyip manevi olarak da gelişimlerini sağlayacak ortamların hazırlanması için gayret göstermelidir.

Nitekim Allah (cc) şöyle buyurur: “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.’’( Al-i İmran 92 )

‘’İyi’’ şeklinde tercüme edilen âyetteki «birr» kelimesi, hayrın, iyiliğin kemal noktası, Allah’ın rahmeti, rızası ve cenneti manalarında anlaşılmıştır. Bakara sûresinin 177. âyetinde «birr»in etraflı bir izahı verilmiştir ki, buna göre «birr», imanda, ibadette ve ahlâkta en doğru ve en güzel bir hayatı yaşamaktır. Yukarıdaki âyete göre böyle bir hayata ve Allah’ın lütuf ve inayetine ulaşmanın şartlarından biri, kişinin sahip olduğu ve sevip bağlandığı şeyleri Allah yolunda kullanmasıdır. Müfessirlere göre bu şeyler, servet, mevki, ilim ve beden kuvveti gibi maddi ve manevi imkânlardır.(TDV)

8. SONUÇ

Ø  Şuhh (nefsin cimriliği) kişiyi, mal mülk biriktirme hırsına sevk eden, harcamaktan( infak etmekten) başkalarına ve hatta kendine bile yardım etmekten alıkoyan, iyiliğin her türlüsünden kaçınmaya sevk edecek derecede köklü ve yaygın ruh halidir.

Ø  Şuhh sahibi insan kendine ait olanı elinde tuttuğu gibi başkasının elinde olanı  zorla da olsa elde etmek ister.

Ø  Buhl, şuhh duygusunun etkisiyle cömertlik yapmaktan kaçınmak, mal konusunda cimrilik yapmaktır.

Ø  Her ne kadar mal konusundaki cimrilik şuhhun etkisiyle ortaya çıkan  özelliklerinden biri olsa da güler yüzlü olma ,güzel söz söyleme gibi bir başkasına yapılabilecek en küçük bir iyiliği dahi esirgemek şuhh duygusunun etkisiyle ortaya çıkan davranışlardandır.

Ø  Kur’an, insan doğasında onu cimriliğe yöneltecek yatkınlığın bulunduğuna, ilâhî ve ahlâkî değerlerden uzak kalması halinde, nefsin kendiliğinden cimriliğe meyledeceğine dikkat çeker. Fakirlik korkusunun, gelecek endişesinin cimriliği ortaya çıkardığını  ıklar. İnsanın sabırsız, sızlanıcı, doyumsuz tabiatını ortaya koyan ve “helu” diye ifade edilen yaratılış özelliğinin cimriliğe kaynaklık ettiğini  belirtir. Aşırı mal sevgisinin ve bencilliğin cimriliğe zemin hazırladığını söyler.

Ø  Kur’an, cimriliğin insana verdiği zararları öncelikle iki boyutta ele alır. İnsanın cimrilik yüzünden sevaptan yoksun kalacağını, Allah tarafından ahirette cezalandırılacağını ifade eder. Bu, cimriliğin insana verdiği manevî zarardır. Bir de cimriliğin insana bu dünyada vermiş olduğu zararlar vardır. Kur’an, cimrileşmenin sonucunun, hem bireyler  hem de toplum için bir “kötülük” olduğunu belirtir. Cimriliğin, kişinin benliğinde korku, yalnızlık, vicdan azabı gibi ruhsal dengeyi bozan sorunlara yol açacağına işaret eder.

Ø  Kur’an, benliğindeki cimrilik eğilimini kontrol altına alabilen kimseleri, Allah katında başarılı bulur; onların her iki dünyada kurtuluşu hak ettiklerini belirtir. Allah’tan korkan, öğütlerini dinleyen ve onun yolunda mallarını harcayan bu kimseler mü’minlerdir.

Ø  Kur’an’a göre cimrilikle başa çıkmanın yolu, cimriliğin zıddı olan ilâhî ve ahlâkî değerleri insanlara kazandırmaktır. Cömertlik anlamına gelebilecek zekât, sadaka verme gibi dinî emir  ve  tavsiyelerin  cimriliği  tedavi  edeceğine  işaret  eder.  Kur’an, cimri insanı, cömertlikle tedavi ederken, onun tabiatını zorlamaz yani insanlara cömertliği emir ve  tavsiye buyururken,  onlardan mallarının az bir bölümünü başkaları ve ilâhî amaçlar için harcamalarını ister. Sahip olma güdüsünü engelleyecek, insanın kızgınlığını ortaya çıkaracak bir cömertlik çağrısı yapmaz. Aynı şekilde bireylerin kendi iradeleriyle aşırı cömertlikte bulunarak zor duruma düşmelerini ahlâkî bulmaz.

Ø  Cimrilikle başa çıkabilmenin yollarından birisi, cimrilik yapanların başlarına gelecek kötü sonu anlatan âyet ve  hadislerin çokça okunması ve iyice değerlendirilip ders çıkarılmasıdır.

Ø  Kur’an’da malın tezkiyesi, arındırılması anlamına gelen zekât, aynı zamanda nefsin tezkiye edildiği yani arındırıldığı bir eylemdir. Kur’an, bireyleri cimrilikten uzak tutmak ve cömertlik alışkanlığı kazandırmak için sevap nitelikli pek çok hayır çeşidini (sadaka, hibe, vakıf, hediye gibi) tavsiye ve teşvik etmiştir. Kur’an bu yöntemle, insanın doğuştan sahip olduğu mal biriktirme eğilimine müdahale etmiş, sadece kendi çıkarını düşünen ve cimrilik yapan insan karakterinin ortaya çıkmasını engellemeyi hedeflemiştir.

Ø  Kur’an, Allah’a inanmanın, güvenmenin, ibadet etmenin insan ilişkilerinde olumlu karakterleri ortaya çıkaracağını ve cimrilik gibi olumsuz  karakterlerin kişilikte gelişmesine engel olacağını ifade  eder. Cimriliğe konu olan mal ve benzeri değerler, gerçekte Allah’ın mülküdür. Kur’an bu bilinci insanların benliğinde canlı tutmak suretiyle, gerçekte sahip olmadıkları, sadece geçici olarak emanetçisi durumunda bulundukları kıymet ve imkânlar için cimrilik yapmalarının  yanlışlığını öğretir.(a.g.e)

9.KISA HİKAYE:

Afrika’da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü o meyveleri yemek olacaktır. Onlara , “Haydi ,şimdi başla, ilk olan kazanacak!” dediğinde o an bütün çocuklar elele tutuşup koşarak ağacın altına birlikte varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler: “Biz UBUNTU yaptık. Yarışsa idik, yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olurda diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyvesi yiyebilir? Oysa biz ubuntu yaparak hepimiz yedik”. Daha sonra da ubuntunun anlamını açıklarlar. Onların dilinde ubuntu: “ BEN BİZ OLDUĞUMUZ ZAMAN BENİM” demekmiş.

“Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz.” Yunus Emre

“Gerçek dava herkesin bencil olduğu bir zamanda başkalarıyla ilgilenmektir.” Nouman Ali Khan

10.VİDEO:

Bencillik ve Diğergamlık

https://youtu.be/HGfKgehCWRM

11.ÖDEV:

-Çocuğunuzun derslerini yapmasında, eşinizin ev işlerini yapmasında yardımcı olmak

-Trafikte yol vermek.

-Aceleniz yoksa acelesi olana sıranızı vermek.(Sizden başka bekleyenlerin de onayını alarak)

-Konuştuğunuz kişiye daha çok söz hakkı vermek, sözünün bitmesini  beklemek.

 

CİMRİLİK VE CÖMERTLİK

1. GİRİŞ

Cimrilik ahlak ilminde helak edici sıfatlardan ( Mühlikat / Reziletler ) biri iken cömertlik ise kurtarıcı ( Münciyat / Faziletler ) sıfatlardandır.

Kur’an-ı Kerim’de insanın cimri olarak nitelendirilmesinden hareketle insanın fıtraten cimriliğe meyyal olduğunu söyleyebiliriz. “De ki: Rabbimin rahmet hazinesine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsanoğlu da pek eli sıkıdır! ” ( İsra 100 ) Bu sebeple insan özünde mevcut bu cimrilik eğilimini cömertlik yönünde terbiye etmezse cimrilik hayatını kuşatacaktır.

Günümüzde vahiyden uzak bir dünya görüşünün toplumları yönlendirmesi nedeniyle cimrilik zirve yapmış insanlar vermeyi, cömertliği ahmaklık olarak algılar olmuştur. Bu durum akrabaların, komşuların, hastaların, yetimlerin, kimsesizlerin kendi hallerine terkine neden olmuştur. Hatta cimriliğin bu yaygın hali ülkeler ve dünya ölçeğinde akıl almaz gelir dağılımı uçurumlarının oluşmasına neden olmuştur.

Bu dersimizdeki amacımız fıtratta yatkınlığımız bulunan cimrilik hastalığını tedavi ederek insanımızda cömertlik hasletini yerleştirerek paylaşmayı, vermeyi bir ahlak haline getiren kişi ve cemaatler oluşturmaktır.

2. KAVRAM TAHLİLİ

CİMRİLİK

Servet edinme tutkusuyla karşılıksız harcama ve hayır yapmaktan kaçınma eğilimi.

“Adi, alçak, soysuz” anlamındaki Farsça cimrî kelimesinden Türkçeleştirilmiş olup genellikle “pintilik, hasislik” mânasında kullanılır. İslâm ahlâk literatüründe aynı kavramlar şuh ve buhl kelimeleriyle ifade edilir. Ancak dilciler bu iki terim arasındaki anlam farkı üzerinde durmuşlardır. Buna göre şuh, öncelikle kişiyi mal mülk edinme hırsına sevkeden, harcamalarda bulunmaktan ve yardım etmekten alıkoyan bencil bir duygu, buhl ise bu duygunun etkisiyle iyilik ve cömertlik yapmaktan kaçınmaktır (bk. Lisânü’l-‘Arab, “bhl”, “şhh” md.leri). Dil âlimleri ve müfessirlerin çoğunluğu, özel olarak mal varlığı konusundaki cimriliğe buhl ve genel olarak iyiliğin her türlüsünden kaçınacak derecede köklü ve yaygın bir huy halini almış bulunan cimriliğe de şuh demişlerdir. Ayrıca buhlü, kişinin kendi malını hayır yoluna harcamaktan kaçınması, şuhhu da başkalarının elindekine göz dikecek veya onların iyilik yapmalarından bile hoşlanmayacak derecede cimri ve iyilik duygusundan yoksun olması şeklinde açıklayanlar da vardır. ( İslam Ansiklopedisi, Cimrilik Maddesi )

CÖMERTLİK

Eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğilimi.

Cömert Farsça cevân-merd kelimesinden Türkçeleştirilmiştir. Cömertlik kavramı İslâm ahlâkı literatüründe genellikle sehâ, sehâvet ve cûd terimleriyle ifade edilir. Sehâ ve sehâvet sözlükte “ocağın, içinde kolaylıkla ateş yakılacak şekilde geniş tutulması ve yanmakta olan ateşin alev ve dumanının kolayca yükselmesine imkân hazırlanması” anlamına gelir. Bu mânadan hareketle gönül zenginliği ve genişliğine de sehâvet denilmiştir. “Bir şeyin yeni, iyi ve sağlam olması”, ayrıca “cömertlik yapmak” anlamındaki cevd veya cevdet kökünden türetilmiş olan cûd da terim olarak sehâvet kelimesiyle eş anlamlıdır (bk. Lisânü’l-‘Arab, “shv”, “cvd” md.leri; Râgıb el-İsfahânî, s. 293). Bazı İslâm ahlâkçıları bu iki terimi cömertliğin farklı dereceleri için de kullanmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmemekle birlikte pek çok âyette infak, îsâr, i‘tâ, it‘âm, ihsan, ikram, bezl gibi masdarlardan gelen fiillerle cömertlik erdeminin önemi üzerinde durulmuştur. Hadislerde ise hem bu kelimeler hem de sehâ, sehâvet ve cûd kelimeleri geçmektedir.

Bazı ahlâkçılar bu açıdan cömertliği sehâvet, cûd ve îsâr olmak üzere başlıca üç dereceye ayırmışlardır. Kişinin, imkânlarının çoğunu kendisine ayırarak azını hayır yolunda kullanmasına sehâvet, azını kendisine ayırarak çoğunu başkalarına ikram etmesine cûd, gerektiğinde kendisini tamamen mahrum bırakarak imkânını başkaları için kullanmasına da îsâr denir. Îsâr, Haşr sûresinin 9. âyetinden alınarak terimleştirilmiştir. Söz konusu âyette, hicretten sonra Medineli ensarın Mekkeli muhacirleri evlerine alıp mallarına ortak ederek yüksek bir cömertlik ve feragat örneği göstermiş oldukları övgüyle anlatılmaktadır. İbn Kayyim el-Cevziyye, yapılan hayrın cinsi bakımından cömertliği on mertebeye ayırmıştır. Bunlar bedenî imkânlar, makam ve mevki, rahat ve huzur, ilim ve servet gibi maddî ve mânevî imkân ve kabiliyetlerin hayır yolunda kullanılmasından oluşur (Medâricü’s-sâlikîn, II, 305-308). Başka bir tasnife göre cömertliğin en mükemmeli Allah’ın cömertliğidir. Çünkü Allah hangi varlığın ne kadar ikrama lâyık olduğunu bilir ve o kadar ikram eder. Ayrıca O’nun ihtiyaçtan münezzeh olduğu için ikramından dolayı kulunu minnet altında bırakmak gibi bir gaye güttüğü de düşünülemez. İnsanlar arasında cömertlik sıfatına en çok muhtaç olanlar ise yöneticilerdir; onlardan sonra diğer sosyal tabakalar gelir (Râgıb el-İsfahânî, s. 294). ( ( İslam Ansiklopedisi, Cömertlik Maddesi )

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER 

 “Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik (buhl) gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” ( Al-i İmran 180 )

“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih (isar) ederler. Kim nefsinin cimriliğinden (şuhh) korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” ( Haşr 9 )

“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik (katr) ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” ( Furkan 67 )

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

“Ey Allahım! Ben cimrilikten sana sığınıyorum. Korkaklıktan sana sığınıyorum. Bunama derecesine gelen yaşlılıktan sana sığınıyorum.” (Buhârî, Deavat 36; Tirmizî, Deavat 75)

Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Cömert bir kimse Allah'a yakındır. İnsana yakındır. Cennete yakın ve cehennemden uzaktır. Cimri bir kimse de hem Allah'tan, hem insandan, hem de cennetten uzak ve cehenneme de yakındır. Câhil bir cömert, Allah katında cimri bir âlimden daha sevimlidir. Hastalığın hastalığı cimriliktir.” ( Tirmizî )

Hz. Peygamber cimriliğin insan ruhunda meydana getirdiği etkileri, cimri kimse ile cömert kimsenin ruhsal dinginlik ve huzursuzluk durumlarını bir hadiste şu şekilde tasvir etmiştir: “Cimri ile infak eden cömerdin örneği şu iki kimsenin durumuna benzer. Bunların üzerlerinde göğüslerinden köprücük kemiklerine kadar vücutlarını kaplayan demirden bir giysi vardır. Bunlardan sadaka veren cömert, sadaka verir vermez üzerindeki demir giysi genişler, aşağı doğru sarkarak bedende bırakmış olduğu izleri siler. Cimri kimseye gelince, o asla sadaka vermek istemez, buna bağlı olarak üzerindeki zırh vücudunu sıkmaya başlar. Cimri ise kendisini sıkan bu zırhı genişletmeye çabalar, fakat başarılı olamaz.” (Ahmed Muhammed İbn Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, II/256) Burada cimrinin psikolojik açıdan çektiği sıkıntı, içinde bulunduğu ruh hali, vücudu her taraftan sıkan bir cendereye benzetilmektedir. İnsan cimri de olsa, çevresindeki ihtiyaç sahibi insanların içinde bulundukları kötü duruma büsbütün duyarsız kalamaz ve buna üzülmekten kendini alamaz. Onlar için harcama yapmayı aklından geçirir, fakat benliğini saran cimrilik buna engel olur. Bu yüzden vicdanında bir çatışma yaşar ve bu iç çatışma huzursuzluğa neden olur. (Kamil Miras, Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980, V/193-194)

5. FAYDALARI / ZARARLARI

Harcamaların Allah’a Borç (Karz-ı Hasen) Olması

Mü’min bilmelidir ki Allah için yaptığı her harcama ayetlerde de vurgulandığı gibi doğrudan Allah’a borç vermek (karz-ı hasen) olarak ifade edilmiştir. Allah’tan daha fazla borcuna sadık kimse olamayacağından Allah’a verilen borç en güzel borç vermedir.

“Eğer Allaha bir karz-ı hasen arz ederseniz onu sizin için katlayıverir ve sizi de mağfiret buyurur. Allah şekûrdur halîmdir.” (Tegabun 17-Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

İbn-i Mes’ûd’un -radıyallâhu anh- rivâyetine göre Ebû Dehda el-Ensârî, Allâh’a güzel borç verme hakkındaki âyetler nâzil olduğunda Hz. Rasûlullâh’a (SAV)

“–Yâ Rasûlallâh! Allâh bizden borç mu istiyor?” diye sordu.

Hz. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Evet, yâ Ebâ Dehda, Allâh borç istiyor!” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ebû Dehda -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den elini uzatmasını istedi ve O’nun elini alarak:

“–Ben bağımı Allâh’a borç (karz-ı hasen) olarak veriyorum!” dedi.

İbn-i Mesud -radıyallâhu anh-, Ebû Dehda’nın bağında 600 hurma ağacı olduğunu ve onun bağı içindeki evinde, âilesiyle birlikte oturduğunu söyler. Bu infaktan, yâni Allâh’a borç verme sözünden sonra Ebû Dehda evine gelir ve hanımına:

“–Ey Dehda’nın annesi! Bu bağı ve evi boşaltacağız. Çünkü ben bu bağı Allâh’a borç verdim…” der.

Hanımı da ona:

“–Yâ Ebâ Dehda! Çok kârlı bir alışveriş yaptın!” diye cevap verir.

Daha sonra da eşyâlarını ve çocuklarını alarak bağdaki evi boşaltırlar. (Taberî, Tefsîr, II, 803; Hâkim, Müstedrek, II, 24)

Yine hadis-i şeriflerde de harcanan malların kendi malımız olduğu ifade edilmektedir.

İbni Mesud’dan (ra) Rasulullah (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Hanginiz varisinin malını kendi malından çok sever? diye sordu. Ya Rasulullah, hepimiz kendi malımızı daha çok severiz dediler. Peygamberimiz de sizden birinin malı yarın için harcadığı, varisinin malı da geri de bıraktığıdır.” buyurdu.” ( Buhari, Kitabu’r Rikak ve Nesei 6/237,238)

İmam Gazali İhya-i Ulumiddin adlı eserinde şöyle der:

Başkasını Nefsine Tercih Etmenin Fazileti

Cömertlik ve cimrilik, birkaç dereceye ayrılır. Cömertliğin en yüksek derecesi îsardır. İsar demek, ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak demektir. Cömertlik ise, muhtaç olmadığı şeyi, muhtaç olana veya muhtaç olmayana vermek demektir. Fakat mala ihtiyacı olduğu halde cömertlik yapmak nefse daha ağır gelir. Nasıl ki cömertlik bazen, ihtiyacı olduğu halde insanı başkasına verecek dereceye yükseltiyorsa, cimrilik de bazen ihtiyacı olduğu halde insanı kendi nefsinden bile esirgemeye sürükler. Nice cimri vardır ki malı kıskıvrak tutar. Hasta olur, tedaviye gitmez! Canı istediği halde paraya kıyamadığı için alıp yemez. Eğer bedava olursa yer.İşte böyle bir kimse ihtiyacına rağmen nefsine karşı cimrilik yapan bir kimsedir. Cömertlik hususunda îsardan daha büyük bir derece yoktur. Nitekim Allah Teâlâ ashab-ı kirâmı överek şöyle buyurmuştur:

“Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir” ( Haşr 9 )

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: “Bir kişinin istenilen bir şeye iştahı çekerse, buna rağmen şehvetini geriye itip başka bir kardeşini nefsine tercih ederse, onun günahları bağışlanır.” İbn Hibban, Zuafâ; Ebu Şeyh, Sevab

Aişe validemiz (r.a) şöyle der: “Hz. Peygamber, dünyadan ayrıldığı güne kadar hiçbir zaman üç gün arka arkaya doymadı. Oysa biz isteseydik doyabilirdik. Fakat bizler başkasını kendimize tercih ederdik.” ( Beyhâkî, Şuab'ul-İman )

Hz. Peygamber'e bir misafir geldi. Hz. Peygamber, aile efradının yanında misafirine yedirecek birşey bulamadı. Bu esnada ensar-ı kirâmdan bir kişi Hz. Peygamber'e geldi. Misafiri alıp evine götürdü. Sonra misafire yemek ikram etti. Hanımına çırayı söndürmesini emretti. Elini, sanki misafirle beraber yiyormuş gibi uzatıyor, fakat yemiyordu. Misafir, yemeği bitirinceye kadar bu hâl böyle devam etti. Sabahladığı zaman Hz. Peygamber şöyle dedi:

Bu gece misafirinize gösterdiğiniz güzel davranışınızdan Allah Teâlâ memnun olmuştur! Bunun üzerine Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir'. (Haşr 9) ayeti nâzil oldu.” ( Müslim, Buhârî )

Bu bakımdan cömertlik, Allah Teâlâ'nın ahlâkından biridir. Îsar ise cömertlik derecelerinin en yücesidir. Îsar ahlâkı Hz. Peygamber'in (sav) edebindendir. Hatta Allah Teâlâ buna azim (büyük) diye isim vererek şöyle buyurmuştur:

“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin”  ( Kalem 4 )

Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebî Cehilve Süheyl b. Amr (r.anhüm) akşam üzeri ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce:

 

—Bu suyu kardeşim İkrime’ye götür” dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl’in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek:

—Bu suyu götür, Süheyl kardeşime ver, dedi. Fakat su, Süheyl’e yetişmeden Süheyl ruhunu teslim etti. Bunun üzerine suyu taşıyan kişi İkrime’ye koştu. Fakat İkrime de şehit olmuştu. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris de son nefesini vermişti. (İbn Kesir, Tefsir: Haşr 9; Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s SahabeHz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1)

Cömertliğin Davetteki Faydaları

Davetçi özü itibariyle vermesi gereken biridir. Bu bakımdan cömertlik davetçinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Özellikle insanların karşılıksız yardım yapmadığı günümüzde davetçinin cömertliği tebliğe muhatap kişilerde çok etkili olacaktır. Davetçinin cömertlik ahlakını da en iyi şekilde peygamberimiz Hz Muhammed’in (sav)  hayatında görmekteyiz.

Cabir (ra) der ki: “Rasulullah’tan (sav) bir şey istenip de hayır dediği asla vaki değildir.” (Buhari, Kitabu’l Edeb, Müslim, Kitabu Fedaili’n Nebi, 2311 ve Tirmizi)

Özellikle müellefe-i kulubün / kalbi ısındırılacakların cömertlikle İslam’a yaklaşmaları beklenebilir.

Enes’den rivayet edilmiştir: “Rasulullah’tan (sav) bir şey istenip de vermediği görülmemiştir. Adamın biri O’na gelmiş, Rasulluh da (sav) kendisine iki dağ arasını dolduracak kadar koyun sürüsü vermişti. Adam kavmine dönünce şöyle dedi: ‘Ey kavmim, Müslüman olunuz. Çünkü Muhammed fakir düşmekten korkmayan kimse gibi bağışta bulunuyor.’ Kim sırf (başlangıçta) dünya umuduyla Müslüman oldu ise çok geçmeden İslamiyet onun nazarında dünyadan ve dünyada bulunan her şeyden daha değerli hale gelmiştir.” (Müslim, Kitabu Fedaili’n Nebi, 2312)

6. ÇEŞİTLERİ

Cömertliğin ve Cimriliğin Dereceleri ve Hakikati

Soru: Şer'î delillerle biliyoruz ki cimrilik insanı helâk eder. Fakat cimriliğin haddi, tarifi nedir ve insanoğlu ne ile cimri olur? Yeryüzünde hiçbir insan yoktur ki kendisini cömert görmesin. Oysa aynı adamı başkası cimri görür. Bazen de bir insandan herhangi bir fiil görünür ve bu fiil hakkında çeşitli görüşler olur. Bir grup bu cimriliktir der. Başkaları bu cimrilik değildir der. Malı sevmeyen, malı tutup korumayan hiçbir insan yoktur. Eğer insan malı tutmasıyla cimri oluyorsa o halde hiç kimse cimrilikten kurtulamaz. Eğer malı tutmak, mutlaka cimriliği gerektirmiyorsa, bu takdirde de cimriliğin mânâsı mal tutmaktan başka birşeydir. O halde insanoğlunun helâk olmasını gerektiren cimrilik ne demektir? İnsanoğlunun cömertlik sıfatına ve bu sıfatın sevabına müstehak olacağı cömertliğin târifi nedir?

Cevap: Bazıları; cimriliğin tarifi hakkında 'Vacibi vermemektir' demişlerdir. Bu bakımdan kim farz olanı edâ ederse, o kimse cimri değildir. Fakat bu târif efradını câmi, ağyarını mâni bir târif değildir.

Başkaları da demişlerdir ki: 'Cimri o kimsedir ki vermek kendisine zor gelir', Bu târif de, birinci târif gibi eksiktir. Çünkü bu târifi yapan kişi, eğer bununla 'her türlü vermenin kendisine zor geldiğini' kastediyorsa, nice cimriler vardır ki az vermek kendilerine hiç de zor gelmez. Bir habbeyi veya ona yakın bir miktarı vermek gibi... Fakat bundan fazlasının verilmesi kendisine zor gelir. Eğer 'Birtakım şeyleri vermek kendisine zor geliyor' mânâsını kastediyorsa, nice cömertler vardır ki birtakım şeylerin verilmesi kendisine zor gelir. Bütün servetini kapsayan veya külliyetli bir mal teşkil eden vergi gibi... Bu miktarın verilmesi, cömert bir kimseye de zor gelir. Fakat bu onun cimriliğini gerektirmez. Böylece cömertlik hakkında da konuşmuşlardır. Bu bakımdan denilmiştir ki: 'Cömertlik başa kakmaksızın vermek ve düşünmeksizin ihtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermektir' ve yine denilmiştir ki: 'Cömertlik, karşı taraftan bir istek olmaksızın verdiğini azımsamak şartıyla vermektir'. Yine denilmiştir ki: 'Cömertlik, dilenciyi hoş karşılamak, mümkün olanı gönülden vermek demektir'. Yine denilmiştir ki: 'Cömertlik, malın Allah için olduğunu, kulun Allah için olduğunu, Allah'ın kulu Allah'ın malını veriyor zihniyetiyle ve fakirliği düşünmeksizin vermek demektir'.

Şöyle denilmiştir: 'Malın bir kısmını veren, bir kısmını da kendisine bırakan cömerttir. Çoğunu veren, azını bırakan, daha cömerttir. Meşakkate göğüs gerdiren, başkasını mal sarf etmek hususunda nefsine tercih eden îsâr sahibidir. Hiçbir şey vermeyen ise cimridir!'

Bütün bu sözler, cömertlik ve cimriliğin hakikatini kapsamayan kelimeler ve cümlelerdir. Biz deriz ki; mal, bir hikmet ve maksat için yaratılmıştır. O da halkın ihtiyaçlarına elverişli olmasıdır. Malı, sarf edilmesi için yaratılmış olduğu maksada sarf etmemek mümkün olduğu gibi, iyi bir yere sarf etmesi de mümkündür. Adaletle malda tasarruf etmek; korunması gereken yerde malı korumak, verilmesi gereken yerde malı vermek demektir. Bu bakımdan vermenin farz olduğu bir yerde (Bakmakla yükümlü olduklarına bakma, Zekat vermek vb.) malı vermemek cimriliktir. Vermemenin farz olduğu (Haram) bir yerde  vermek, tebzir ve israftır. Bunların arasında normal bir durum vardır. O da dinen övülen durumdur. Cimrilik ve cömertliğin bu orta yoldan ibaret olması uygundur; zira Hz. Peygamber cömert davranmakla emrolunmuştur.

“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” ( İsrâ 29 )

“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” ( Furkan 67 )

Cömertlik, israf ile cimrilik arasında normal bir durumdur. Eli tamamen açmak ile tamamen kapatmak arasında vasat bir keyfiyettir. Şöyle ki: Verdiğini de, aldığını da vacib olan nisbet ve oranda ayarlar.

Kalbi bunu seve seve yapmadıkça, âzalarıyla yapması yeterli olmaz! Kalbi kendisiyle münakaşa ve çekişme yapmaksızın âzalarıyla bunu yaparsa yeterli olur. Eğer vermek gereken yerde verirse, nefsi bir türlü buna razı olmazsa ve o da nefsiyle mücadele ederek veriyorsa, böyle bir kimse cömertliğe kendisini zorlayandır. Hakiki cömert değildir. Kalbinin mal ile âlakası, malı gereken yere sarf etmesi bakımından olmalıdır.

 Cömert o kimsedir ki şer'an vâcib olanı terk etmediği gibi mürüvvetçe vâcib olanı da terk etmez. Eğer bunların birini terk ederse cimri olur. Fakat şer'an vâcib olanı terk eden daha cimridir. Zekâtı vermeyen, çoluk çocuğunun nafakasını vermeyen veyahut da nefsine ağır gelerek ödeyen kimse gibi... Böyle bir kimse tabiaten cimridir.

Mürüvvetçe verilmesi farz olana gelince, o müzâyaka (sıkmak) yapmayı, hakir şeyleri bile saymayı terk etmek demektir. Çünkü müzâyaka yapmak, ufak şeyleri sorup saymak çirkin bir harekettir. Bunun çirkinliği de durumlara ve şahıslara göre değişir. Bu bakımdan malı çoğalan bir kimsenin böyle yapması, fakirin yapmasından daha çirkin kaçar.

Ne zaman nefsi, şeriatın gerektirmediği yerde mal vermeye yanaşırsa, âdetçe de vermediği takdirde kınanmayacaksa ve buna rağmen veriyorsa, o zaman vermiş olduğu mal nisbetinde cömert sayılır. Bunun dereceleri sayılamayacak kadar çoktur. İnsanların bir kısmı diğerinden daha cömerttir. Bu bakımdan âdet ve mürüvvetin gerektiğinden fazlasını verip iyilik yapmak cömertliktir. Fakat verileni gönülden vermek şartıyla. Herhangi bir istekten, gelecekte bir hizmet ümidiyle veya mükâfat veyahut teşekkür ve övülmek maksadıyla vermemesi de gerekir. Çünkü verdiğiyle teşekkür ve övülmeyi bekleyen bir kimse cömert değil de alışverişçi olur; zira o övmeyi malıyla satın almış olur. Övülmek lezzetlidir ve istenen bir şeydir. Cömertlik ise karşılıksız vermektir. İşte hakîkat budur.

Din Hususunda Cömertlik

Muhasibi şöyle demiştir: 'Din hususundaki cömertlik, nefsinle cömertlik yapmandır. Onu Allah için helâk etmendir. Kalbini ve gönlünü Allah'a vermeye, kanını Allah için dökmeye, çekinmeksizin seve seve razı olmandır. Aynı zamanda bundan bir sevab, -her ne kadar sevaba muhtaç isen de- beklememendir. Fakat kalbine Allah'a karşı seçmeyi terketmekle cömertliğin kemâlinin güzelliği galip gelir ki mevlân senin için, senin seçmekten âciz olduğunu seçsin!'

7. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Cimriliğin Tedavisi

Cimriliğin sebebi mal sevgisidir. Mal sevgisinin de iki sebebi vardır.

Onlardan biri, uzun emelle beraber ancak mal ile elde edilen şeyleri sevmektir. İnsanoğlu birgün sonra öleceğini bilse çoğu zaman malıyla cimrilik yapmaz. Eğer kısa emelli olmasına rağmen çocukları varsa, çocuklar uzun emelin yerine kaim olur. Çünkü kişi onların geride kalacaklarını, kendi nefsinin kalacağı gibi takdir eder, onlar için mal toplar ve bunun için de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur.

“Muhakkak ki çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir.”  ( İbn Mâce Edeb 3, Ahmed b. Hanbel 4,172)

Buna 'fakirlik korkusu', 'rızkın gelmesine az güvenmek' de eklendiği zaman şüphesiz ki cimrilik daha da güçlenir.

İkinci sebep, malın bizzat kendisini sevmesidir; zira insanların bir kısmı vardır ki ömrünün geri kalan kısmında kendisine yetecek kadar malı vardır. Eğer normal infak etse bile geride binlerce dirhemi kalacaktır. Kendisi çocuksuz bir ihtiyar olduğu halde beraberinde birçok mal vardır. Fakat nefsi, zekâtı vermeye bile tahammül etmemektedir. Hastalık anında kendisini tedavi etmeye razı olmamaktadır! Dinarların dostu ve aşığı olmuştur. Elinde paraların olmasından ve onlara muktedir olmasından zevk alır. Bu, kalbin büyük bir hastalığıdır.

Her hastalığın tedavisi ancak onun sebebinin zıddı iledir. Bu bakımdan şehvet sevgisini, aza kanâat etmekle ve sabırla tedavi etmelisin. Uzun emeli, ölümü çok hatırlamakla, akran ve emsâlinin ölümüne bakmakla tedavi edersin. Mal toplamak sevgisini, mal toplayanların yorgunluklarına ve onlardan sonra malın zâyi olmasına bakmakla tedavi edebilirsin.

Kalbin çocuğa karşı duyduğu aşırı ilgiyi şu şekilde tedavi edebilirsin: Çocuğun yaradanı, onunla beraber rızkını da yaratmıştır. Nice çocuklar vardır ki babasından kendilerine miras kalmamıştır. Oysa babasından miras alanların halinden, onun hali daha iyidir. Malı çocuğu için topladığını ve çocuğunu hayırlı bir durumda bırakıp kendisinin şerre gideceğini bilmekle tedavi edebilir. Evladı eğer muttakî, salih bir kimse ise, Allah ona kâfidir. Eğer fâsık ise bıraktığı o mal ile günahları daha da artar. İşlediği günahların felâketi de kendisine döner düşüncesiyle tedavi olur.

Kalbini, cimrilik hakkında ve cömertliğin övülmesi hususunda vârid olan hadîsleri ve cimrilikten dolayı Allah'ın büyük azabını düşünmek suretiyle tedavi etmelisin.Fayda verici tedavi formüllerinden biri de cimrilerin durumlarını çokça düşünmek, tabiatın onlardan nefret ettiğini ve çirkin gördüğünü çokça düşünmektir; zira hiçbir cimri yoktur ki başkasında olan cimriliği çirkin görmesin ve cimri olan arkadaşlarının cimriliğinden rahatsız olmasın. Bu bakımdan kendisinin de halkın kalbinde çirkin sayıldığını bilmelidir. Nitekim diğer cimrileri de kendisi böyle telâkki eder. Yine kalbini malın maksadlarını, niçin yaratıldığını, malın sadece ihtiyaç miktarının korunması gerektiğini, fazlasını infak etmekle âhiret için azık hazırladığını düşünmekle tedavi eder.

Cimrilik sıfatı zorla vermeye kendisini alıştırmakla ortadan kalkar. Tıpkı aşkın, ancak mâşukun memleketinden ayrılmakla ortadan kalktığı gibi. Hatta kişi sefere çıkar, mâşukundan ayrılırsa ve bir müddet de onsuz tahammül etmeye kendisini zorlarsa, kalbi artık onsuz durmaya alışır. Cimrilik hastalığını tedavi etmek isteyen bir kimsenin de vermek suretiyle maldan zorla ayrılması uygundur.

Bu hususta çıkar yolun inceliklerinden biri de nefsini güzel isim yapmak, cömertlikle şöhret bulmakla aldatmasıdır. Nefsi, cömertliğin haşmetine tamah edinceye kadar riya kasdıyla vermelidir. Böylece nefsinden cimriliğin çirkefini uzaklaştırır, onunla riya çirkefini elde etmiş olur. Fakat bunu yaptıktan sonra riyaya yönelir, riyayı ilacıyla ortadan kaldırmaya çalışır. Bu bakımdan isim yapmak hevesi, nefsi maldan kesme anında nefis için teselli gibi olur. Nitekim çocuğun, annesinin sütünden kesildiği anda kuş ve benzeri şeylerle oynamakla teselli olduğu gibi... Çocuğun bunlarla oynaması, çocuğu oyunla başbaşa bırakmak için değildir. Annesinin memesinden ayrılsın diye bu imkân kendisine verilir. Sonra bu imkândan da bir kısmını diğerine musallat kılmak uygundur. Ancak bu usûl, kendisinde mertebe ve riya sevgisi, cimrilik sevgisinden daha az olan kimse için faydalıdır. Böylece en kuvvetlisi en zayıf ile değiştirilir. Eğer rütbe onun nezdinde mal kadar sevimli ise o vakit cimriliği bırakıp ona yapışmakta hiçbir fayda yoktur. Bu sıfatların birinin diğerini ortadan kaldırmasının misâli, tıpkı şu denilen söze benziyor: 'Ölünün bütün bedeni kurtlanır. Sonra da o kurtlar sayıları azalıncaya kadar birbirini yerler. (Yani iki büyük kurda dönüşünceye kadar birbirlerini yerler). Sonra o iki kurt birbirini yeyinceye kadar dövüşür. Galip mağlubu yer, semizleşir. Sonra tek başına kalır ve ölüme mahkûm olur!'

İşte bu çirkin sıfatlar da böyledir. Bazılarını bazılarına musallat etmek, onun kökünü kazımak, kuvvet bakımından zayıf olanı, kuvvetliye yem yapmak mümkündür. Ta ki bir tanesi kalıncaya kadar... Onu da mücahede ile eritip ortadan kaldırmalıdır. Onunla mücahede etmek, ondan gıdasını menetmek demektir. Sıfatlardan gıdayı menetmek demek, onların isteklerine göre amel etmemek demektir.

Eğer kişinin bin türlü malı varsa bin tane sevgilisi var demektir. Bunun için de onlardan biri çalındığı zaman, onu sevdiği kadar, üzüntüye mâruz kalır. Öldüğü zaman bir defada onun üzerine bin musibet iner. Çünkü hepsini severdi ve hepsi kendisinden alınmıştır! Hayattayken de onları kaybetmek ve onların elinden çıkması tehlikesiyle karşı karşıya idi.

Cömertliğin Ailede Öğretilmeye Başlanması

Çocuklar büyüklerini taklid ettiklerinden büyüklerin yaptığı harcamaları çocuklarının görmesini sağlayarak, belki çocuklara gerekçelerini anlatarak yardım yapmaları çocukların cömertliği görerek öğrenmelerini sağlayacaktır. Çocuklar gördükleri cömertlik fiilini taklid edeceklerinden cömertçe davranmaya karşı bir meyil, bir bilgi sahibi olma hatta zamanla cömert olmalarını bekleyebiliriz.

Ailenin cömertlik konusundaki bir diğer rolü ise çocuklarını harçlık ve benzeri ellerinde olan imkanlarını paylaşmalarını isteyerek cömertliğe teşvik etmeleridir. Paylaştıkça da takdir edilip cömertliğin sürekli olması sağlanabilir.

8. FAYDAYI ARTIRMA ZARARI AZALTMA YOLLARI

Malı Hususunda Kula Düşen Vazifeler

Mal, bir yönden hayır, diğer bir yönden de şerdir. Malın misâli, yılanın misâline benzer. Usta bir kimse yılanı tutar. Ondan panzehiri çıkarır. Gafil bir kimse yılanı tutar, yılan onu öldürür. Hiç kimse malın zehirinden kurtulamaz. Ancak beş şeye dikkat eden bundan müstesnadır!

       Maldan maksadın ne olduğunu ve malın niçin yaratıldığını ve niçin mala muhtaç olduğunu bilmektir

       Malın gelir kaynağını gözetmektir.

       Kazandığı miktarı gözetmektir. Bunun ölçüsü ihtiyaçtır. İhtiyaç elbise, mesken ve yemektir. Bunların her birinin de üç derecesi vardır. Ednâ (en alt derece), evsat (orta derece) ve âlâ (en üst derece)dir. Azlık tarafına meyil olduğu ve zaruret hududuna yakın bulunduğu müddetçe hak olur. Bu sınırı geçtiği takdirde derinliğinin sonu olmayan bir uçuruma yuvarlanır.

       Masraflarını gözetmektir. İnfakta normal hareket etmelidir. Ne israf ne de sıkılık. Çünkü haksız yerden almak ile haksız yere sarf etmekteki günah eşittir.

       Almakta, bırakmakta, sarf etmekte ve tutmakta niyetini düzeltmektir. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: 'Eğer bir kişi yeryüzündeki servetin tamamını edinmişse ve bununla Allah'ın cemâlini istiyorsa, o kişi zâhiddir. Eğer bir kişi dünyayı terk etmişse ve bununla Allah'ın rızasını kastetmiyorsa, o kişi zâhid değildir'.

Bu bakımdan senin bütün hareketlerin Allah için olsun. İbâdet gayesiyle veya ibâdete yardım eden bir hedefe yönelmiş bulunsun.

Zenginliğin Kötülenmesi ve Fakirliğin Övülmesi

Bir gün Kâbe'nin gölgesinde otururken zenginleri çok düşündürmesi dereken bir söz söyledi. O sırada yanına gelmekte olan Ebû Zer el-Gıfârî bu söze kulak kabarttı. Resûl-i Ekrem durmadan: "Kâbe'nin Rabbine yemin ederim ki, onlar ziyandadır" diyordu. Ebû Zer şaşırıp kaldı. Acaba bu sözleri kendisine mi söylüyordu? Peygamber aleyhisselâm'a iyice yaklaştı, hep aynı sözleri mırıldanıyordu. Dayanamayıp sordu. "Ziyanda olanlar kimlerdir Yâ Resûlullah?" dedi. Peygamberler Sultanı şöyle buyurdu: "Onlar malı mülkü çok olanlardır. Elindeki imkânları dört bir yana bol bol dağıtanlar böyle değildir. Ama bunların sayısı çok azdır" (Buhârî, Eymân 3; Müslim, Zekât 30).

Bir gün Uhud dağını gösterdi; bu dağ altın olsa, altınlar benim olsa hepsini üç gün içinde Allah'ın kullarına dağıtırdım, dedi. Bu arada ürpertici bir gerçeğe işaret etti: Muhtaçlara bol bol dağıtmayan aşırı zenginlerin, sevabı en az kimseler olduklarını belirtti (Buhârî, İsti'zân 30, Rikak 14).

Hâris el-Muhâsibî -H.343 de vefat etmiştir- ümmetin muamele ilminde en büyük âlimidir. İbâdetlerin derinliklerini, amellerin âfetlerini, nefsin ayıplarını araştıran âlimlerin hepsinden daha ilerdedir. ( Muhasibi şöyle der)

Üsame b. Zeyd’den (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Cennetin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler hesap vermeleri için bekletiliyorlardı. Ne var ki, onlardan cehenneme gidecek olanların, cehenneme götürülme emri verilmişti.” (Buhari, Kitab’un-Nikah; Müslim, Kitab’ur-Rikak, 2736)

Ebu Hureyre’den (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Fakirler cennete zenginlerden beşyüz yıl önce gireceklerdir.” (Tirmizi, Kitab’uz-Zühd, 2354; Ahmed, 2/296 ve İbn Mace, 4122) 

Ashab-ı kirâmın ileri gelenleri fakirliği severler, fakirlik korkusundan emindirler. Rızıkları hususunda Allah'a tam güvenirlerdi. Allah'ın takdiriyle sevinirlerdi. Belâya razı, sıkıntılı zamanlarda şükredici ve zararda sabredici idiler. Genişlik zamanında hamd ederlerdi. Allah için mütevazı idiler. Yücelik ve mal sevgisinden kaçınırlardı. Onlar dünyadan ancak kendilerine mübah olanı elde ettiler. Dünyanın zarurî miktarına razı oldular. Dünyayı ellerinin tersiyle uzaklaştırdılar. Meşakkatlerinde zenginlik gösterdiler.

Allah için söyle! Sen de böyle misin?

Rivayet olunduğuna göre, onlar dünya kendilerine yönelip geldiğinde üzülür ve derlerdi ki: 'Bir günah işledik ki Allah Teâlâ'dan onun cezası hemen bize gelmiştir'. Fakirliğin yöneldiğini gördükleri zaman derlerdi ki: 'Sâlih kimselerin alâmeti farikasına merhaba!'
Rivayet olunduğuna göre, onların bazıları sabahladığı zaman çocuklarının yanında birşey oldu mu üzüntülü sabahlıyordu. Onların yanında birşey olmadığı takdirde sevinçli sabahlıyorlardı.

Allah için söyle sen de böyle misin? Muhakkak ki o kavme benzemekten uzaksın.

Senin durumlarının, onların durumlarına tam ters düştüğünü anlatayım da dinle! Şöyle ki: Zengin olduğunda tuğyan edersin. Genişlikte haddi aşarsın. Sevindiğinde alabildiğine alçalırsın. Nimetlerin sahibinin şükründen gafil olursun. Musibet çağında ümitsizsin, belânın geldiğinde kaza ve kadere razı olmamaktasın. Evet! Fakirlikten nefret eder, yoksulluktan burun kıvırırsın. Oysa fakirlik, rasüllerin iftihar ettiği bir vasıftır. Sen ise onların iftihar ettiği bir vasfı küçümsersin. Fakirlik korkusundan durmadan mal istif edersin. Bu ise Allah'a karşı su-i zan ve onun teminatına az inanmak demektir. Günah olarak bu yeter! Umulur ki sen malı, dünyanın nimeti, zevk ve safâsı, şehvet ve lezzetleri için topluyorsun.

Ebu Hureyre’den (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Kıyamet gününde iri vücutlu şişman bir adam (huzur-u ilahiye hesap için) gelir. (Ancak) Allah katında sinek kanadı (kadar bile sevap) ağırlığı olmaz.” (Buhari, Ktab’ut-Tefsir, Suret’ul Kehf; Müslim, Kitabu Sıfat’il-Kıyame ve’l Cenneti ve’n-Nari, 2785)

Sanki Hz. Peygamber'in seni kıyamette tahkir etmesi, insanların seni tahkir etmesinden daha kolay geliyor sana! Çeşitli pisliklerle kirlenmiş olduğun halde ebrar ve seçkin kulların servet edinmesiyle nasıl delil getirirsin? Heyhat, heyhat! Hayırlı seleften sen ne kadar uzaksın! Allah'a yemin olsun, rivayet edilmiştir ki selef, Allah Teâlâ'nın kendilerine helâl kıldığı dünya hususunda, sizin haram hususunda zâhidlik ve çekingenliğinizden daha zâhid ve çekingen idiler.

Muhakkak sizce zararsız görünen şey, selefin yanında insanı helâke sürükleyen şeylerden sayılırdı. Sizin günahların en büyüklerini korkunç gördüğünüzden daha fazla küçük zelleleri korkunç görürlerdi. Keşke senin malının güzel ve helâli, onların şüpheli malları gibi olsaydı! Keşke onların hayırlarının kabul olmadığından korktukları kadar, sen günahlarından korkmuş olsaydın. Keşke senin orucun onların iftarı gibi olsaydı, keşke senin ibâdetteki var kuvvetinle çalışman onların ibâdetteki gevşemeleri ve uykuları gibi olsaydı! Keşke senin bütün hasenelerin onların bir tek hasenesi gibi olsaydı.

Helâli aramakta ihtiyat gösterebileceğini sanıyor musun? Rivayet edildiğine göre, ashab-ı kirâmdan biri şöyle demiştir: 'Biz haramın bir kapısına gireriz korkusundan helâlin yetmiş kapısını terk ediyorduk'. Acaba sen böyle bir ihtiyatı nefsinde ümit eder misin?

Kesinlikle bil ki, sevaplı işler için mal toplamak bahanesi, şeytanın bir hilesidir. Şeytan, sevap bahanesiyle seni şüpheli kaynaklardan kazanmaya sokmak ister. O şüpheli kaynaklar ki haramla katışıktırlar. Oysa rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

“Kim şüphelilere cüret ederse, harama girmeye yaklaşır.” (Buhârî, İman 39, Büyu' 2; Müslim, Müsâkât 107; Ebû Davud, Büyu' 3; Neseî, Büyu'  )

Oysa ashab-ı kirâmın hayırlıları hesaba çekilmekten korkmuşlardır.

İşte bu ehl-i takva, İslâm'ın başında bulunuyorlardı. Helâl onların zamanında vardı. Buna rağmen hesaptan korkarak mal edinmeyi terk ettiler.

Rahmet olasıca! Ben sana nasihat ediyorum. Senin için yetecek miktarla iktifa etmeyi uygun görüyorum. Sevap işlemek için sakın malı yığma ve hesaba kendini mâruz bırakma! Çünkü Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Kim hesaba çekilirse azap çeker!” ( Buhari Rikak 49-Müslim Cennet 79)

Rahmet olasıca! İşte muttakîler bu sorgu sualler için dünyaya dalmaktan korkmuşlar, kendilerine yetecek kadarıyla razı olmuşlar, kazandıkları mal ile hayır ve hasenatın bütün çeşitlerini yapmışlardır

 Duyduğuma göre, Ebubekir Sıddîk (r.a) susamış, su istemiş... Kendisine bal şerbeti getirilmiş. Onu tattığı zaman gözleri dolmuş, sonra ağlamış ve ağlatmıştır. Sonra gözyaşlarını yüzünden silerek konuşmak istemişse de ağlamaktan konuşamamıştır. Fazla ağladığı zaman kendinden geçerdi. Kendisine 'Bütün bu ağlamalar bu bal şerbeti için mi' diye sorulunca şöyle dedi: 'Evet! Ben bir gün Hz. Peygamber'le beraber evde bulunuyordum. Yanımızda başka kimse yoktu. Kendisinden bir şeyi uzaklaştırmaya çalışıyor ve 'Benden uzaklaş!' diyordu.

Bunun üzerine dedim ki: 'Anam ve babam sana kurban olsun! Senin önünde kimseyi görmüyorum. Kimle konuşuyorsun?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

Şu dünyadır. Bana boynunu ve kafasını uzatmakta ve 'Ey Muhammed! Beni tut' demektedir. Ben de ona 'Benden uzaklaş!' dedim. Bana dedi ki: 'Ey Muhammed! Eğer sen benim elimden kurtulsan bile, muhakkak ki ardından gelenler elimden kurtulamayacak!' ( Bezzar-Hakim, Iraki aslına rastlamadığını belirtmiştir. )

Hz. Ebubekir devamla: 'Ben korkuyorum ki, Hz. Peygamber'in uzaklaştırdığı dünya benim yakama yapışmış olup, Hz. Peygamber' den beni uzaklaştırmış olsun!' buyurmuştur.

Ey kavmim! İşte bunlar ümmetin en hayırlı insanları! Hz. Peygamber'den kendilerini bir yudum suyun uzaklaştırmasından korkarak ağladılar.

Rahmet olasıca! Bu fazilet senin için dünyayı terk etmeyi üstün tutmakla elde edilir. Eğer mal ile meşgul olmayı terk edersen, geçici dünyada, sana şu mükâfat verilir: Bu hareketin bedenin için daha rahattır. Seni az yoran, maişetin için daha verimli, kalbin için daha rahatlatıcı, üzüntülerini daha azaltıcıdır. Evet! Allah'ın zikriyle meşgul olman, Allah yolunda mal vermenden daha üstündür. Bu bakımdan dünyayı terk etmekte senin için dünya rahatı ile ahiretin selâmet ve fazileti bir arada toplanmış olur.

Rahmet olasıca! Dinlediğini düşün! Kesinlikle bil ki saâdet ve zafer dünyadan sakınmakladır. O halde, Muhammed Mustafa'nın sancağıyla beraber cennet'ul-me'vâ'ya koş! Çünkü rivayet olunduğuna göre

Abdullah b. Amr b. As’dan (ra) Rasulullah’ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Müslüman olup da rızkı geçimine yetecek kadar olan ve Allah’ın verdiğine kanaat eden kimse felaha ermiştir.” Müslim, Kitab’uz-Zekat, 1054; Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve İbn Mace)

Ey kardeş! Bu beyandan sonra, mal topladığın zaman sen 'bu malı hayr için topluyorum' iddiasında isen bâtıl fikirlisin. Hayır! Hayır için toplamıyorsun. Aksine fakirlikten korktuğun için topluyorsun. Nimetlenmek, süslenmek, fazla mal edinmek, böbürlenmek, yücelmek, riya, gösteriş, büyüklük taslamak ve ikram görmek için bu malı topluyorsun. Sonra Allah yolunda sarf etmek için topladığını iddia ediyorsun!

Kardeşlerim! Biliniz ki ashab-ı kirâmın zamanı, helâlin mevcut olduğu bir zamandı. Buna rağmen ashab-ı kirâm kendilerine helâl olan dünya hususunda insanların en muttakîsi ve en zâhidi idiler. Biz ise öyle bir zamanda yaşıyoruz ki helâl pek yoktur. 'Acaba gıdamıza ve setr-i avretimize yetecek kadar helâl bize nasıl müyesser olur?' diye düşünmek gerek! Bizim zamanımızda mal toplamaya gelince, Allah bizi de, sizi de ondan korusun. Bundan sonra biz nerede, ashab-ı kirâmın takvası nerede? Zâhidlikleri ve ihtiyatlı hareketleri nerede? Onların kalpleri ve güzel niyetleri gibisi bize nereden verilmiştir? Göğün rabbine yemin ederim, biz nefislerin hastalıklarına, isteklerine müptelâ olduk. Yakın bir zamanda ölüm şerbeti içilecektir. Bu bakımdan ey (kavim), haşr gününde yükü hafif olanların sevincini (görünüz!). Zenginlerin, helâl-haram demeden karıştıranların üzüntülerini müşahede ediniz. Eğer kabul ederseniz, size nasihat etmiş oldum. Oysa bu nasihati kabul edenler az. Allah bizi de, sizi de hayırlara muvaffak kılsın! Âmin!"

Hâris el-Muhâsibî'nin konuşması burada sona ermektedir.

Muhasibi’nin yukarıdaki ifadeleri bizlere şu dersi veriyor: Müslüman için dünyanın zevkü sefasını elde etmek için mal peşinde koşmak mümkün olmayacağı için şeytan Müslümanın cimrilik yaparak, cömertlikten uzak durarak sürekli mal biriktirmesi işini bu malla hayır yapacağı vesvesini vererek bu eylemi yaptırmaktadır. Ancak kişinin malı tam olarak helalden kazanacağı, helale harcayacağı ve israf ve cimrilikten uzak kalarak gerektiği yerde gerektiği kadar harcayacağı garantisi olmadığı için bu tul-i emelden uzak durmak gerekir. Rabbimiz lütfuyla zenginlik verecekse ne ala. Ancak hırs, tamah, hased gibi hastalıkların tetiklediği zenginlik tamahı hayır mı şer mi olduğunu bilmediğimiz tehlikeli bir durumdur.

Rabbimiz dünya malına gerektiği gibi muamele etmeyi, israf ve cimrilikten uzak kalarak sarf etmeyi cümlemize nasip etsin.

 

9. FIKRA  

Nasrettin Hoca'nın cimri mi cimri bir komşusu varmış. Bu cimri adam nasıl olmuşsa olmuş, göle düşmüş. Komşular çevresine üşüşmüşler. Herkes heyecanla ve panik içindeymiş. Cimriyi kurtarmaya çalışıyorlarmış: Aman komşu boğulacaksın. Ver elini de kurtaralım seni, diyorlarmış. Fakat cimri komşu bir türlü elini vermiyormuş. Nerdeyse boğulacakmış. Tam o sırada Nasrettin Hoca çıkagelmiş: Şöyle çekilin bakalım. Onu ancak ben kurtarabilirim, demiş. Komşular: Aman Hoca Efendi, hepimiz denedik. Ver elini kurtaralım dedik. Bir türlü elini vermedi. sen nasıl kurtaracaksın? Hoca gülerek: Ömrü boyunca almaya alışmış bir adama ver elini derseniz, elbet vermez. Bakın ben onu nasıl kurtaracağım, demiş. Gölde çırpınan cimri komşusuna elini uzatarak: Al elimi komşu!... Al elimi, demiş. Al elimi diye bağıran Hoca'nın sesini duyan cimri, hemen elini uzatıp kurtulmuş.

10. VİDEO

a. Bencillik ve Diğergamlık 

https://www.youtube.com/watch?v=HGfKgehCWRM    

b. Cimri mi, Savurgan mı Nouman Ali Khan https://www.youtube.com/watch?v=W6g0aopIadY

c. Nureddin Yıldız - İsraf Nedir?

http://www.dailymotion.com/video/xg562n_1-nureddin-yildiz-israf-nedir-fetvameclisi-com_news

   

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler