17. SABIR
1.
GİRİŞ
Sabır
münciyat (kurtarıcılar) konuları içinde önemli başlıklardandır. Sabırlı olmak
peygamberlerin ve salih kulların ahlaklarındandır. Peygamberler ve
peygamberimiz başlarına gelen büyük sıkıntılar, boykot ve işkence dönemleri,
uzun süren davet çalışmaları ve ümmetlerinin yanlış davranışlarına karşı güzel
bir sabır örnekliği göstermişlerdir. Peygamberimiz hayatı boyunca ibadetlerden
sıkılmak bir tarafa örneğin namaz ibadetini bir zevk, şevk vesilesi olarak
saatlerce ifa etmiştir.
Günümüz
haz ve hız çağı olduğu için tahammülsüzlükler de hat safhada. Hız çağında
olduğumuzdan herşeyin hemen olması istenmektedir. Bugünün insanının beklemeye
tahammülü yok. Böyle olunca da hız çağı sabırsızlık çağı gibi bir durum ortaya
çıkmaktadır. Bu tahammülsüzlükler ailede, işte ve davet çalışmalarında
çatışmalara, kavgalara ve ayrılmalara neden omaktadır.
Hayatımızda
bazı şeylerin istediğimiz gibi gitmeyebileceği, isteklerimizin her zaman anında
gerçekleşmeyebileceği mümkün olduğundan sabır her zaman ihtiyacımız olan bir
kalkan. Canımız istemese dahi, hoşumuza gitmese dahi başımıza gelenlere sabır gerekiyor.
Aynı şekilde iyi işlere devam, kötü işleri terkte de sabır gerekiyor.
Bu
bölümde sabrın anlamı, önemi, çeşitleri ve nasıl elde edileceğine ilişkin konuları
ele alacağız.
2. KAVRAM TAHLİLİ
1.
Sabır: Sözlükte
“engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak” anlamlarındaki “sabr”
kelimesinin ahlâk terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belâlar
karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen
metanet” gibi mânalara geldiği, karşıtının ceza‘ (telâş, kaygı, yakınma) olduğu
belirtilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu kelimeler karşıt kavramlar şeklinde
geçmektedir (İbrâhîm 14/21). Sabır akıl ve zekânın, ceza‘ âcizliğin bir ifadesi
sayılmıştır. Buna göre, düşünen bir kimse haramlardan sakınma konusunda
gösterilen sabrın Allah’ın azabına sabretmekten daha kolay olduğunu bilir.
Sabır “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan koruma,
nimet haliyle mihnet hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini
muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikâyette bulunmama” şeklinde de tarif
edilmiştir. Gazzâlî sabrı “Din duygusunun nefsanî arzu ve tutkuların baskısına
karşı direnç göstermesi” diye tanımlar (İḥyâʾ, IV, 63). Sabır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de beş âyette
geçer, ayrıca 100’e yakın âyette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer alır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/sabir)
Rağıp el-İsfehani ise değerli çalışması “Müfredat”ta sabrı “Nefsi, akıl ve
şeriatın gerektirdiği hususlara karşı hapsetmektir” şeklinde tanımlamıştır.
2.
Rıza : Sözlükte
“hoşnut ve memnun olmak” anlamındaki rızâ (rıdvân, merdât) masdarından isim
olup “hoşnutluk, hoşnut ve memnun olma hali” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “rży”
md.; Kāmus Tecümesi, IV, 981-982) Kulun Allah’tan razı olması O’nun kazâ ve
kaderinden memnuniyetsizlik duymaması, Allah’ın kulundan razı olması da onu
emirlerini yerine getiren ve yasaklarından kaçınan bir davranış içinde
görmesidir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “rży” md.) Hâris el-Muhâsibî rızâyı
“Allah’ın hükmü altında bulunan kulun sükûnet içinde olması” şeklinde
tanımlamıştır. (Kelâbâzî, s. 102; Kuşeyrî, s. 426) ( https://islamansiklopedisi.org.tr/riza--kelam
ve https://islamansiklopedisi.org.tr/riza--tasavvuf
maddeleri )
3.
KONUYLA İLGİLİ AYETLER
“Ey
iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak
sabredenlerle beraberdir. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan,
canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!)
Sabredenleri müjdele!” (Bakara 153, 155)
“İyilikle
kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle
arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel
davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi
olan kimse kavuşturulur.” (Fussilet 34, 35)
“(Melekler)
Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne
güzeldir! (derler).” (Rad 24)
“Asra
yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi
ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler
müstesnadır.” (Asr 1-3)
4.
KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
“… Namaz bir nurdur, sadaka burhandır, sabır
ışıktır …” (Müslim, Taharet, 1)
“Hiç
kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi” (Buhârî, “Zekât”,
50; “Riḳāḳ”, 20; Müslim, “Zekât”, 124)
“Hz.
Ali’nin, “Allahım! Senden sabır diliyorum” dediğini duyan Resûlullah, “Bu
sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun; O’ndan âfiyet dile!”
buyurmuştur” (Müsned, V, 231, 235; Tirmizî, “Daʿavât”, 93)
5.
ÇEŞİTLERİ
İmam
Gazalî şöyle der:
Sabredilen
Hususlara İzafeten Sabrın Aldığı İsimler
Sabır
iki türlüdür. Onlardan biri, bedenîdir. Bedenen meşakkatlere göğüs gerip
tahammül etmek gibi... O da ibâdetler veya başka şeylerden meydana gelen zor
amelleri yapmak gibi ya fiille olur veya korkunç yaralara, ağır hastalığa ve
şiddetli darbeye sabretmek, göğüs germekle olur. Bu da eğer şeriata uygunsa
bazen güzel olur. Fakat tam güzel olan sabır, öbür çeşididir. O da hevâ-i
nefsin isteklerine ve tabiatın iştahlarına nefsin sabretmesidir.
Bu
çeşit sabır, eğer midenin ve tenasül uzvunun şehvetine sabretmekse, buna iffet
adı verilir. Eğer bir musibette ise sadece sabır ismiyle iktifa edilir. Buna zıd
durum, hevâ-i nefsin isteğine uyarak sesi yükseltmek, yanaklara vurmak, yakayı
yırtmak ve benzeri hareketlere nefsi bırakmaktır.
Eğer
zenginliği göğüslemekte ise buna zabt'ün-nefs (nefsi zapt u rapt altına almak)
adı verilir. Bunun zıddı olan hâle Batar (saldırganlık) ismi verilir. Eğer
nahoş hâdiseyi, savaşta göğüslerse, buna şecaat (kahramanlık) adı verilir.
Bunun tam tersine de cebanet (korkaklık) adı verilir. Eğer öfkeyi veya gayzı
yutmak hususunda ise, bu takdirde sabra hilim adı verilir. Bunun zıddına
tezemmür (savaşmak) denir. Eğer zamanın musibetlerinden rahatsız edici bir musibete
sabrediyorsa, bu tür sabra göğüsün genişliği mânâsına gelen siat'üs-sadr adı
verilir. Bunun zıddına dacer, teberrum (muztarib olmak, ıztırab ve acı çekmek )
ve göğüs darlığı mânâsına gelen dik'us-sadr denir.
Eğer
bir konuşmayı gizlemek hususunda sabretmişse buna kitman'üs-sır (sırrı
gizlemek) adı verilir. Bu sabrın sahibine de ketûm denir. Eğer yaşlılığa
sabretmek ise, bunun adına zühd, zıddına da hırs denir. Eğer azla yetiniyorsa
buna kanaat ismi verilir. Bunun zıddına oburluk mânâsına gelen şereh denir. Bu
bakımdan imanın çoğu sabra dahildir.
Allah
Teâlâ, bunların bütün kısımlarını bir arada derleyerek hepsine birden sabır
adını verip şöyle buyurmuştur: “Antlaşma
yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında
sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak
onlardır!” (Bakara 177)
Kuvvet
ve Zaaf İtibariyle Sabrın Kısımları
Din teşvikçisi, hevâ-i nefsin teşvikçisine nisbeten üç
duruma sahiptir:
Bir
Bu, hevâ-i nefse çağıran gücü artık münazaa ve münakaşa edecek gücü kalmayacak
derecede mağlup etmektir. Buna ancak sabrın devamıyla varılabilir. Bu rütbeye
ulaşan çok azdır. Şübhe yoktur ki bunlar, mukarreb olan sıddîkların ta
kendileridir. O sıddîklar ki 'Rabbimiz Allah'tır' demişler, sonra dosdoğru
hareket etmişlerdir. Nefisleri din teşvikçisinin isteği üzerine itminana
kavuşmuştur. Onlar 'Ey itminana kavuşan nefis! Rabbinden (nimetinden) razı ve Rabbin
de senden razı olduğu halde rabbine dön!' davetiyle çağırılmışlardır.
İki
Bu hâl, hevâ-i nefis davetçilerinin galebe çalması ve din teşvikçisinin
mücadelesinin tamamen ortadan kalkmasıdır. Kişi nefsini tamamen şeytanların
ordusuna teslim eder. Mücâhededen ümitsiz olduğu için, artık mücahede etmez
hale gelir. Bunlar, gafillerin ta kendileridir ve insanların çoğunluğunu bunlar
teşkil ederler! Bunlar o kimselerdir ki şehvetleri onları kul ve köle
edinmiştir, şekavetleri kendilerine galebe çalmıştır.
Bu
bakımdan Allah'ın düşmanlarını, Allah'ın sırlarından bir sır ve emirlerinden
bir emir olan kalplerine hakim kılmışlardır. Şu ayette bunlara işaret vardır:
“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini
verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla
dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.” (Secde 13)
İşte
bahsi geçenler ahireti verip dünya hayatını satın alan ve alışverişinde zarar
edenlerdir. Onları irşad etmek isteyen bir kimseye vahy lisanıyla şöyle
denilmiştir:
“Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve
dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme. İşte onların
erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı
daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir.” (Necm 29-30)
Bu
durumun alâmeti ümitsizlik ve kuruntularla aldanmaktır. Bu ise, ahmaklığın en
son derecesidir.
Nitekim
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Akıllı
o kimsedir ki nefsini hesaba çeker. Ölümden sonraki hayatı için amel eder.
Ahmak o kimsedir ki nefsini hevasına tabi kılar, (amelsiz) Allah'tan yüksek
dereceler temenni eder” (İbn Mâce, Zühd, 31)
Bu
durumun sahibi, kendisine nasihat edildiği zaman der ki: 'Ben tevbeye müştakım.
Fakat tevbe etmek bana zor geldiği için tevbe etmekten ümidimi kestim!' veya
tevbeye müştak olmadığı için şöyle der: 'Muhakkak Allah gafûr, rahîm ve
kerîmdir. Benim tevbeme ihtiyacı yoktur!'
Bu
miskin adamcağızın aklı, şehvetine köle olmuştur. O, aklını şehvetinin
ihtiyacını yerine getiren hilelerin inceliklerini elde etmek hususunda kullanır.
Bu bakımdan onun aklı, kâfirlerin elindeki bir müslüman esîr gibi, şehvetlerin
elinde esirdir. Onlar onu domuzları gözetmede, şarapları koruyup getirmede
kullanırlar!
Üç
Üçüncüsü,
akıl ve şehvetin kuvvetleri arasında savaşın sürüp gitmesidir. Bazen birinin,
bazen diğerinin galip gelmesidir. Böyle bir şahsın benzeri, mücâhede edenlerden
sayılır, zaferi elde edenlerden değil! Bu durumun ehli, salih ve kötü ameli
karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tevbelerini kabul etsin. Bu hüküm kuvvet ve
zayıflık itibariyledir. Bunda kendisine karşı sabredilenin sayısı itibariyle üç
hâl meydana gelir; zira bu şahıs ya bütün şehvetlere galebe çalar veya hiçbir
şeye galebe çalamaz veya bir kısım şehvetlere galebe çalar, bir kısmına
çalamaz.
“Diğerleri
ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle
karıştırdılar. (Tevbe ederlerse) umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder.
Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Tevbe 102)
Bu
ayetin anlamının şehvetin bazısına galip, bazısına mağlup olan kimsenin üzerine
hamledilmesi daha evladır. Mutlak mânâda şehvetlerle mücadeleyi terkedenler
ise, hayvanlara benzerler. Hatta yol bakımından daha sapıktırlar. Zira hayvanda
şehvetle mücâhede eden kudret yaratılmamıştır. Böyle bir kimseye ise, bu
meziyet verilmiş, fakat o bunu atıl bırakmıştır.
Sabır,
kolaylık ve zorluk itibariyle de nefse zor gelen ve kendisine ancak büyük bir
gayret ile devam etmek mümkün olan tesebbür (zoraki sabır) kısmı ile fazla
yorgunluk olmaksızın biraz nefse yüklenmekle meydana gelen diye iki kısma
ayrılır. Bu ikinci kısma da sabır ismi verilir. Takvâ devam ettiği, neticedeki
en güzel olanı tasdik etme kuvvet bulduğu zaman sabretmek kolaylaşır.
Bu
sırra binaen Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
“Artık
kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya
hazırlarız (onda başarılı kılarız).” (Leyl 5-7)
Bu
tür sabır, kuvvetli olan bir kimsenin, âciz bir kimseye saldırışına benzer. Onu
yenmek hususunda bir yorgunluk ve zorluk çekmez. Fakat hasmı da güçlü olursa bu
kimse ancak yorgun
luk ve fazla çaba sarfetmekle, ter dökmekle onu alt edebilir.
İşte
dinin teşvikçisi ile hevanın teşvikçisi arasında da aynen bunun gibi savaş
vardır. Bu savaş haddi zatında melek ve şeytan orduları arasındadır. Ne zaman
şehvetler teslim olursa, dini teşvik eden güç galebe çalar, uzun zaman devam
etmek sûretiyle sabretmek kolaylaşırsa bu durumda Tevekkül ve Rıza bahsinde
geleceği gibi rıza makamını elde eder. Bu bakımdan rıza, mertebe bakımından
sabırdan daha yücedir.
Bu
nedenle Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
İbn
Abbas (ra)’dan rivayet edilmiştr: “Allah'a rızan ile ibâdet et! Eğer buna gücün
yetmiyorsa hoşuna gitmeyen şeylere sabretmekte de çok hayır vardır.” (Tirmizi, Sıfatu'l-Kıyamet
60, (3518); Rezin)
Ariflerden
biri şöyle demiştir: "Sabır ehli üç makam üzerindedir. O makamların
birincisi, şehvetin terkidir. Bu, tevbe edenlerin derecesidir. O makamların
ikincisi de takdir edilene rıza göstermektir. Bu da zâhidlerin derecesidir. O
makamların üçüncüsü de mevlâsı tarafından başına gelene muhabbet göstermektir.
Bu da sıddîkların derecesidir.”
Sabır
da hükmü itibariyle farz, nafile, mekruh ve haram kısımlara ayrılır. Bu
bakımdan mahzurlu şeyleri yapmamak hususunda sabretmek farzdır. Nefsin hoşuna
gitmeyen şeylere sabretmek nafile sabırdır. Mahzurlu şeylere sabretmek mahzurludur.
Tıpkı kendi eli veya çocuğunun eli başkası tarafından kestirildiği halde sükût
edip sabreden bir kimse gibi ve tıpkı ailesine veya himayesi altında bulunan
kadınlara şehvetle yaklaşana karşı gayreti kabarır, fakat gayretini göstermeyip
sabreden veya aile efradının başından geçene karşı sükût eden bir kimsenin
sabrı gibi... Böyle bir sabır haramdır. Mekruh olan sabır ise, şeriatta mekruh
olan bir cihetten kendisine dokunan bir eziyete karşı sabır göstermektir. Bu
bakımdan şeriat, sabrın mihenk taşı olmalıdır. Öyleyse sabır imanın yarısıdır
hükmü sana sabrın hepsi güzeldir hayalini verirse bu uygun değildir. Aksine
sabır'dan gaye; sabrın özel kısımlarıdır.
Musibetler
öncesi ve sonu kulun ihtiyarında olmayan şeylerdir. Azizlerin ölümü, malların
helâkı, hastalıktan dolayı sıhhatin gitmesi, gözün kör olması, azaların fesada
uğraması ve belanın diğer çeşitleri gibi... Bunlara sabretmek, sabır
makamlarının en yücelerindendir.
Kur'an'da
sabır üç vecih üzeredir:
1.
Allah'ın farz kıldığı vazifeleri yapmaya karşı sabretmektir.
2.Allah'ın
haramlarına karşı sabretmektir. Hz Yusuf (as)’ın iffet örnekliği haramlardan
sakınma konusunda tevhid tarihinde gördüğümüz en güzel örnekliklerden biridir.
3.
İlk sadme anında musibete karşı sabretmektir. Hz Eyüp (as)’ın müptela olduğu
hastalığına göstermiş olduğu sabır musibetlere karşı sabır kosunuda nebilerin
örnekliklerinin en dikkat çekenlerindendir.
Her
mü'min haramlara karşı sabretmeye güç yetirir. Allah'tan gelen belaya karşı
sabretmek ise, ancak peygamberlerin güç yetirebildiği sabırdır. Çünkü bu sabır
sıddîkların özelliklerindendir; zira bu sabır nefse şiddetli gelir ve bu sabır
hakkında Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“(Ey Allahım!) Senden öyle bir yakîn isterim ki o yakîn sayesinde dünyanın
musibetleri bana kolaylaşsın!” (Tirmizi, Daavat 73; Nesai; Hakim)
Ebu
Süleyman şöyle demiştir: ‘Yemin olsun biz, sevdiğimiz şeylere karşı bile
sabredemiyoruz. Acaba hoşumuza gitmeyen şeylere nasıl sabredebiliriz?'
“O
sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz
O'na döneceğiz, derler.” (Bakara 156) ve 'Ey Allahım! Benim musibetimde beni
ecir sahibi yap. O musibetten ötürü benden giden şeyden daha hayırlısını bana
ver' diyen bir müslümana Allah Teâlâ dileğini verir!” ( Müslim-Ümmü Selemeden )
Bir
başka hadîs-i kudsî'de şöyle buyurulmuştur:
“Kulumu
herhangi bir bela ile mübtelâ kıldığım zaman, sabreder ve beni ziyaretçilerine
şikayet etmezse ona, onun etinden daha hayırlı bir et, onun kanından daha
hayırlı bir kan veririm ve onu günahsız olarak sıhhate kavuştururum. Eğer onu o
hastalıktan öldürürsem, muhakkak rahmetime garkederim.” ( İmam Malik, Muvatta)
Davet Çalışmalarında Sabır
Davet
ve ıslah çalışmalarında istediğimiz sonucun hemen gerçekleşmemesi, sayıların ve
kalitenin artmaması hatta azalması, insanlar arasındaki çatışmalar, insanların
beklentilerinin karşılanamaması, karakter farklılıkları gibi nedenlerle güzel
bir şekilde sabır gösterilmesi mümkün olmayabiliyor. Bu bölümde davet
çalışmalarındaki sabırsızlıkların sebeplerini ve çözüm önerilerini ele almaya
çalışacağız.
Acelecilik
İnsanların
hidayetine vesile olmak, insanları eğitmek için çaba içinde olan davetçilerde
yapılan faaliyetler sonucunda muhatapta ve içinde yaşanılan toplumda hemen
köklü bir dönüşüm beklenmektedir. Yıllardır cahiliye içinde yaşayan insanların
kısa sürede dönüşmelerini beklemek doğru değildir. Davtçinin Nuh (as)’ın dokuz
yüz elli yıl davet yaptığını ama sadece bir gemi dolusu insanın hidayetine
vesile olduğunu, peygamberimizin hayatında Medine döneminin on iki yıl süren
Mekke’deki sabır dolu davet çalışmaları sonrası ancak lütfedildiğini düşünmesi
davet yolunda acelecilik yapmamasına ve sabrı kuşanmasına yardımcı olacaktır.
Bunun aksine Hz Yunus (as) örneğinde ise davetteki aceleciliği ve sabırsızlığı
neticesinde balığın karnına atıldığını görmekteyiz.
Karakter Uyuşmazlıkları
Yapılan
davet çalışmalarındaki tahammülsüzlük ve çatışmaların bir sebebi de karakter
uyuşmazlıklarıdır. Özellikle birlikte yapılan çalışmalarda çok titiz
çalışanlarla özensiz çalışanlar en çok karşı karşıya gelen tipleri
oluşturmaktadır. Yine çalışma yapan kişilerin tembel-çalışkan,
toleranslı-tahammülsüz, yumuşak huylu-sert yapılı gibi biribirine zıt davranış
özelliklerinde olması da uyuşmazlıkları ve problemleri bereberinde
getirmektedir. Herkesin Allah için birbirinin kusurlarına tahammül etmesi bu
çatışmaları azaltacağı gibi çalışma gurplarının da birbiyle uyumlu karakterdeki
fertlerden seçilmesi de bu alandaki sıkıntıları azaltacaktır. Çalışma
yapanların kardeşlerinin haklarına geçmemek için tembellikten uzaklaşıp
görevlerini hakkıyla ifa etmeleri gerektiğini bilmeleri, hatasız çalışıpta
hataları görenlerin ise Rabbinin de kendisinin hergün onlarca hatasını
affettiğini düşünüp kardeşlerine karşı af yolunu tercih edip kötü söz dahi
söylemeden olayları suhuletle yönetmeyi tercih etmeleri bu tür sorunları
azaltmaya katkı sağlayacaktır. Görevleri hakkıyla yerine getirmek,
kardeşlerinin huylarına uygun davranmak, hata yapanları bağışlamak, kötü söz
söylememek gibi tüm bu davranışların sadır olması için ise davetçinin manevi
kuvvetini artırması ve duaya sarılarak Rabbinden de yardım dilemesi
gerekmetedir.
Makam Sevgisi
Davet
çalışmalarındaki bir diğer tahammülsüzlük sebebi ise kişilerdeki makam
sevgisidir. İnsan yapısı itibariyle hem içinde bulunduğu duruma bağlanma, hem
de elde ettiği statülerin elinden alınması karşısında acı çekme eğilimindedir. Bulunulan
konumların değişmesi veya talep edilen makamın verilmemesi üzüntülere,
küsmelere ve şevk kayıplarına sebep olabilmektedir. Davetçi insandaki bu
bağlanma eğilimini herşeyin geçici olduğunu tefkkür ederek, makamın elden
gitmesini de ancak yaptığı işi karşılıksız yaptığını hatırlayarak normal karşılayabilir.
Davetçi makam beklememeli çünkü o ücretini Rabbinden bekleyen nebilerin izinden
gitmektedir.
Sebeplere Bağlanmayı Abartmak Takdiri
Göz Ardı Etmek
Yapılan
davet çalışmalarında bazen kul gözüyle hiçbir eksik olmadığı halde bazı şeyler
istendiği gibi gitmeyebilir. Bu durum çalışma yapanlarda: ‘Her şeyi yaptım,
gecemi gündüzüme kattım, elimden gelenin en iyisini yaptım yine istediğim
sayıda insan gelmiyor, çalışmaların heyecanı, bereketi yok’ şeklinde duygulara neden
olabilir. Bu durumda bütün yapılanların üstünde Rabbimizin takdirinin olduğunu
bilmek ve görmek davetçinin sebat gösterip davet yolunda istikrarla
ilerlemesini sağlayacaktır.
6.
FAYDALARI
Sabrın
Fazileti
“Sabırlarına
karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi.” (A'raf 137)
“Elbette
sabırlı davrananlara yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını
vereceğiz.” (Nahl 96)
Sabredenlere
kendileriyle beraber olacağını va'dederek şöyle buyurmaktadır:
“Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 46)
Yardımı
sabra bağlayarak şöyle buyurmuştur: “Evet, siz sabır gösterir ve Allah'tan
sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz,
nişanlı beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âlu İmran 125)
“Sabır
imanın yarısıdır.” (Ebu Nuaym, Hatib)
Atâ'nın
İbn Abbas'tan rivayet ettiği hadîste deniliyor ki: Hz. Peygamber Ensar'ın
yanına girip şöyle buyurmuştur: 'Siz mü'min misiniz?' Ensar sustu. Bu esnada
orada bulunan Hz. Ömer (onların yerine) 'Evet! Ey Allah'ın Rasûlü!' diye cevap
verdi. Hz. Peygamber (sav) devamla 'Sizin imanınızın alâmeti nedir?' dedi. 'Biz
genişlikte şükür, belaya karşı sabır ve kazaya karşı rıza gösteririz' dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi:
“Kâbe'nin
Rabbine yemin ederim ki durumu böyle olanlar mü'mindirler.” (Taberânî, Evsat)
7. SABRI
KOLAYLAŞTIRAN HUSUSLAR
a.
Alınan şeyin, kendisinin yanında bir emanet olduğuna ve sahibinin onu geri
istediğine inanmalıdır:
Soru:
Musibetlerde insan ne ile sabır derecesine varır? İnsan istese de istemese de
mecburdur.
Cevap:
İnsan ancak sızlanmakla, yakasını yırtmakla, yanaklarını dövmekle, şikayette
mübalağa etmekle, üzüntüyü belirtmekle, elbisesinde, yatağında ve gıdasında
âdetini değiştirmekle sabredenlerin makamından çıkmış olur. Bu şeyler insanın
ihtiyarı dahilindedir.
Bu
bakımdan insanın bunlardan sakınması uygundur. Allah'ın verdiğine rıza
göstermesi ve âdetine devam etmesi gereklidir. Alınan şeyin, kendisinin yanında
bir emanet olduğuna ve sahibinin onu geri istediğine inanmalıdır.
Ümmü
Süleym de denilen Rümeysa (rah)'nın şöyle dediği rivayet ediliyor: “Kocam Ebu
Talha evde yokken oğlu vefat etti. Kalkıp evin bir köşesinde çocuğu örttüm. Ebu
Talha gelince kalkıp onun iftar yemeğini hazırladım. O başlayıp yemeğini yedi
ve 'Çocuk nasıl?' diye sordu. Ben 'Allah'ın nimetiyle çocuk çok iyi bir
durumdadır. Hasta olduğundan bu yana bu geceki kadar sükûnete kavuşmamıştır'
dedim. Bunu dedikten sonra daha önce kendisine karşı yapmış olduğum cilvelerin
en alâsını yaptım. Kalkıp benden ihtiyacını giderdi. Sonra dedim ki: 'Ey Ebu
Talha! Sen komşularımızın durumuna hayret etmez misin?' Ebu Talha 'Onlara ne
olmuş?' dedi. Ben 'Bizden emanet birşey aldılar. Onlardan o emaneti geri
istediği zaman, bu isteğim onları ürküttü' dedim. Ebu Talha 'Yaptıkları pek
çirkin bir harekettir' dedi. Bunun üzerine ben 'İşte şu senin oğlun, Allah'ın
senin nezdindeki bir emaneti idi. Muhakkak Allah Teâlâ, onu zât-ı ulûhîyyetinin
nezdine götürdü' dedim.
Bunun
üzerine Ebu Talha Allah'a hamdetti ve 'İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn' (Biz
Allah'ın kullarıyız ve muhakkak O'na döneceğiz)' dedi. Sabahleyin kalkarak Hz.
Peygamber'e gitti ve Hz. Peygamber'e aramızdaki hâdiseyi haber verdi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Ey
Allahım! Onların ikisi için gecelerinde bereket ihsan eyle.” (Taberânî, Kebir; Buhari,
Cenaiz 42, Akika 1)
Râvî
der ki: 'Ben bu hadîseden sonra onların yedi evladını mescidde gördüm. Hepsi de
Kur'an okuyordu'.
Câbir'in
rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
“Rüyamda
cennete girdim. Ebu Talha'nın hanımı Rümeysa da oradaydı.” (Nesâî, Kübra)
Şöyle
denilmiştir: Güzel sabır, musibet sahibinin başkasından ayırd edilmemesidir.
Kalbin acıması, gözlerden yaşların akması, musibet sahibini, sabredenler
zümresinden çıkarmaz; zira bu durum ölüm için hazırlanan herkes de görülür. Bir
de ağlamak, ölü için kalbin acımasıdır. Bu ise, insan olmanın gereğidir. Hiçbir
insan ölüme kadar bundan ayrılamaz.
Hz
Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (sav)`le birlikte demirci Ebu Seyf (ra)’ın
yanına girdik. O, Resulullah (sav)`ın oğlu İbrahim`in süt babası idi.
Aleyhissalatu vesselam oğlunu aldı, öptü ve kokladı. Daha sonra yanına
tekrar girdik, İbrahim can çekişiyordu. Bu manzara karşısında
Aleyhissalatu vesselam`ın gözlerinden yaş boşandı. Abdurrahman İbnu Avf(ra):
"Sen de mi (ağlıyorsun) ey Allah`ın Resulü?" dedi. Aleyhissalatu
vesselam: "Ey İbnu Avf! Bu merhamettir!" buyurdu ve ağlamasına devam
etti. Sonra şöyle söyledi: "Gözümüz yaş döker, kalbimiz hüzün çeker, fakat
Rabbimizi razı etmeyecek söz sarfetmeyiz. Ey İbrahim! Senin ayrılmandan
bizler üzgünüz!" (Buhari, Cenaiz, 44; Müslim, Fezail, 62; Ebu Davud,
Cenaiz, 28 )
Belki
bu, rıza makamından da insanı çıkarmaz; zira kan aldıran buna razıdır. Oysa
böyle yaptırmaktan dolayı muhakkak elem duyar. Bazen de elemi büyüdüğü zaman
gözlerinden yaşlar akar.
b.
Sabrın hakikati ve kemâli, dinen kötü olan herşeye sabretmek demektir, buda
şehvetleri kırmakla sağlanır:
Boş
olan bir kalbin şeytandan uzak olduğunu sakın zannetme. Şeytan hareket
halindedir. İnsanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun durumu,
bardaktaki hava gibidir. Sen, su ile doldurmaksızın bardağı havadan boşaltmak
istiyorsan olmayacak bir şeyi ümit etmiş olursun. Aksine sudan ne kadar
eksilirse şüphesiz ona o nisbette hava girmiş olur. Aynen bunun gibi, din
hususunda mühim olan bir fikirle meşgul olan kalp, şeytanın cevelânından
(vesveselerinden) boşalır. Aksi takdirde, Allah'tan gafil olan bir kimsenin
şeytandan başka arkadaşı yoktur.
“Kim
Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona
musallat ederiz.” (Zuhruf 36)
Şeytanın
tabiatı ateştir. Ne zaman kuru bitkiler bulursa üremesi çoğalır. Ateş, durmadan
ateşten ürer, asla sonu gelmez yavaş yavaş, bitişik bir halde devam eder. Bu
bakımdan nefisteki şeytanın şehveti, ateş için kuru bitki gibidir. Nasıl ki
ateşin gıdası olan odun kalmadığı zaman ateş de kalmıyorsa, aynen onun gibi
şehvet olmadığı zaman şeytanın mecali de kalmaz.
Madem
durum budur, düşündüğün zaman anlarsın ki can düşmanın şehvetindir. Durum böyle
olunca sabrın hakikati ve kemâli, dinen kötü olan herşeye sabretmek demektir.
Allah Teâlâ'dan minnet ve keremiyle, hüsn-ü tevfîkini dileriz!
Sabırsızlığın
İlacı ve Sabra Yardımcı Olan Hususlar
Kalplerin
hastalıkları için yapılan ilaçların karışımı ilim ve ameldir.
Fakat
her hastalık başka bir ilim ve başka bir amele muhtaçtır. Nasıl ki sabrın
kısımları değişik ise, sabra mâni olan illetlerin de kısımları değişiktir.
İlletler değişik oldukları zaman ilâç da değişik olur; zira ilâcın mânâsı,
illetin zıddı ve sökülmesidir
Şehveti
Teşvik Eden Şeyin Zayıf Düşürülmesi
Birincisi
onun gıdasının maddesine bakmamızdır. O madde, çeşidi ve çokluğu bakımından
şehveti harekete getiren lezzetli gıdalardır. Bu bakımdan devamlı oruç tutup,
az ve lezzetsiz yemeklerle yetinmek gerekir. Bu bakımdan şehveti kabartan
yemekten ve etten sakınmak gerekir.
İkincisi
şehveti tahrik eden sebepleri kesmektir; zira o haram yerlere bakmakla tahrik
olur. Çünkü bakış kalbi, kalp de şehveti tahrik eder. Bakış, İblis'in
oklarından zehirli bir oktur. Bu ok öyle bir oktur ki şeytan onu hedefe
yöneltir ve ona mâni olacak bir kalkan da yoktur. Ancak gözleri kapatmak veya
okun atıldığı taraftan kaçmak sûretiyle kurtulmak mümkün olabilir. Çünkü o, bu
oku ancak sûret ve şekiller ile yayından atar. Bu bakımdan sûretlerin
karşısından çekildiğin zaman, onun oku sana isabet etmez.
Üçüncüsü,
nefsin arzu duyduğu mübah şeylerle nefsi teselli etmektir. Bu da nikâhla olur.
Çünkü tabiatın arzu duyduğu şeyler mübah yolla da elde edilebilir. İşte
insanların çoğu için en faydalı tedavi budur; zira gıdayı kesmek insanı diğer
amellerden de zayıf düşürür. Buna rağmen erkeklerin çoğunun şehvetini de dipten
silip götürmez.
Bu
nedenle Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Evlenin, evlenmeye gücü
yetmeyen bir kimse oruç tutsun. Muhakkak ki orucun (şehveti kesmekte) tesiri
vardır.” ( Buhârî, Nikâh 3 )
Dini
Duyguların Takviyesi
Din
ve dünyadaki mücahedenin ve sabrın dünya ve ahiretteki güzel neticeleri
hususunda düşünmektir.
Sabrın
dünya ve ahiretteki sonuçlarını hatırlamak, uğradığı felakete gösterdiği sabır
sayesinde alacağı mükâfatın, kaybettiğinden çok daha fazla olduğunu bilmek,
alacağı o büyük mükâfatlar sebebiyle kendisine gıpta edildiğini anlamak gibi
hususlardır. Çektiği sıkıntı ve uğradığı felaketin geçici, alacağı mükâfatın
ise ebedî olduğunu, önemli birşey karşılığında âdi birşeyi feda ettiğini ve
bundan ötürü üzülmemesi gerektiğini bilmektir. Bu anlattıklarımız mârifet
bölümlerindendir. Mârifet ise imandandır; bazen güçlenir, bazen zayıflar. İman
güçlendikçe dinî duygular da güçlenir ve dinî duyguları harekete geçirir. İman
zayıflayınca dinî duygular da zayıflar. İmanın kuvvetine yakîn denir. İşte
sabrın azimetini tahrik eden, yegâne müessir, yakîndir. İnsana en az verilen
şey de yakîn ile sabrın azimeti'dir.
9. SONUÇ
Ø
Bir
ahlâk terimi olarak sabır “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belâlar karşısında
direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet”
demektir.
Ø İman iki parçadan ibarettir. Bir
parçası sabır, öbür parçası şükürdür. Bu bakımdan sabrın ve şükrün hakikatini
bilmek, imanın iki tarafını da bilmek demektir. Sonra bu husustaki bilgisizlik,
Rahmân'ın vasıflarının ikisinden de gafil olmak demektir. Oysa Allah'a
yaklaşmak, ancak imanla olur.
Ø
Sabır da hükmü itibariyle farz, nafile,
mekruh ve haram kısımlara ayrılır.
Ø Kur'an'da sabır üç vecih üzeredir: 1.
Allah'ın farz kıldığı vazifeleri yapmaya karşı sabretmektir. 2.Allah'ın
haramlarına karşı sabretmektir. 3. İlk
sadme anında musibete karşı sabretmektir.
Ø Davet çalışmalarında acele etmeden,
makam beklemeden, farklılıkları hoş görerek ve Rabbimize tevekkül ederek
sabretmek gerekmektedir.
Ø İnsanların çoğu sabır konusunda akıl ve
şehvetin kuvvetleri arasında savaşın sürüp gittiği durum içindedir. Bu insanlar
ya bütün şehvetlere galebe çalar veya hiçbir şeye galebe çalamaz veya bir kısım
şehvetlere galebe çalar, bir kısmına çalamaz.
Ø Sabrın hakikati ve kemâli, dinen kötü olan herşeye sabretmek
demektir, buda şehvetleri kırmakla sağlanır. Yeme içmede itidal, haramlara
bakmaktan sakınmak ve evlenmek bu konuda insana yadımcıdır.
Ø
Alınan şeyin, kendisinin yanında bir
emanet olduğuna ve sahibinin onu geri istediğine inanmak sabretmeyi
kolaylaştıran unsurlardandır.
Ø
Din ve
dünyadaki mücahedenin ve sabrın dünya ve ahiretteki güzel neticeleri hususunda düşünmek
de sabrı kolaylaştırır. Bu ise, çektiği sıkıntı ve uğradığı felaketin geçici,
alacağı mükâfatın ise ebedî olduğunu, önemli birşey karşılığında âdi birşeyi
feda ettiğini ve bundan ötürü üzülmemesi gerektiğini bilmektir.
10.
VİDEO
a. Semerci
Orhan Amca
https://www.youtube.com/watch?v=vCZHVOi97eU
b. Sabrın Üç Şifresi
https://www.youtube.com/watch?v=0zOjKk9p0xk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder