4. İSLAM AHLAKI

 

4. İSLAM AHLAKI

1. GİRİŞ

Şunu özellikle belirtmeliyiz ki "İslam Ahlakı" dediğimizde genel olarak ilk akla gelen "Adab-ı Muaşeret"i kastetmiyoruz. Bu dersin (derslerin) konusu da bu olmayacak. İslam Ahlakı dediğimizde müminin hayatının her lahzasını kapsayan kalbi (manevi) duyguları ve bu duyguların şeriatimizin hassasiyetleri doğrultusunda davranışa yansımasından bahsediyoruz. Bu anlayışla İslam Ahlakından neşet eden niyet ve davranışlara "olsa güzel olur" düşüncesiyle değil "olmazsa olmaz" anlayışıyla imanla iç içe bir durum olarak bakıyoruz. Mesela bu dersin konuları arasında yer alan kalbi bir hal olan 'niyet' bahsinde halis olması durumunda ihlasa, bozuk olması durumunda riyaya yani iflasa götüreceğini vurguluyoruz. Bu doğrultuda 'İslam Ahlakı' dediğimizde aksi davranış durumunun insanı helake götüreceği imanla iç içe geçmiş, gözardı edilemez önemli bir alandan bahsettiğimizi hatırlatmak isteriz.

Âlimler dinin vaazını (İslam şeriatını) ehemmiyet sırasına göre şu 4 temel ilim dalı üzerine oturtmuşlardır: Akaid, ahlâk, İbadât ve Muamelat. Bunlar tıpkı müstakil bir ev gibi; akaid temelini, ahlâk zeminini, ibadetler girişi ve muamelat çatıyı temsil edecek şekilde adlandırılmıştır. (Bu görüş sahabeden İbn Abbas’a atfedilir.) Bu esasların her biri de kendi bünyesinde onlarca oda açarak genişlemiş ve kulun hayatını tüm yönleriyle kapsayacak bir enginliğe ulaşmıştır. İslam insana uyabileceği öyle bir hayat rehberi sunar ki, onun başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmasın ve insan, İslam ile aradığı her sorununa bir cevap bulabilsin.

Siyerde okuduğumuz kadarıyla akaid ve ahlâkî öğretiler İslam davetinin ta en başından beri mevcuttur ve uzun yıllar davetin temelleri bu iki esas üzerine inşa olmuştur. Zikir, dua ve namaz hariç diğer tüm ibadetler ile siyaset dâhil çoğu fıkhın ayrıntılarını açıklamakta olan muamelat dalları ise ancak Medine dönemi içersinde kendini gösterebilmiştir.

Örneğin: Oruç ve zekât nübüvvetin 15. yılında, hac 19. yılında emredilmiş; içki, kumar, domuz eti, leş ve faiz gibi yasaklar ancak 16. ile 23. yıllar arasında peyderpey gelmiştir. Buna nazaran; yetimi ezmemek (Duha 9), dilenciyi azarlamamak (Duha 10), verdiğin zaman kalbin ürpererek vermek (Müminun 60), boş işlerden ve malayaniden yüz çevirmek (Müminun 3), emanete riayet etmek (Müminun 8), sözüne sadık kalmak (Rad 20), kötülüğü ancak iyilikle savmak (Rad 22) nevinden ahlâkın konusu olan meseleler erken dönemde nazil olmuştur. Bu yönüyle düşünecek olursak ahlâkın ehemmiyeti ve aciliyeti akaid ile hemen birlikte -neredeyse ondan ayrı tutulmaksızın- ele alınacak derecede büyüktür.

Dinimizde ahlâk, iman ve ibadeti kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ahlâk, Kurân-ı Kerim'de ve hadislerde birçok yerde işlenmiş, güzel ahlâk övülmüş, ahlâksızlığın her çeşidinden insanlar sakındırılmıştır. Hz. Aişe Validemiz, Resulullah (s.a.v.)’ın ahlâkını soranlara: "Resûl-u Ekrem'in ahlâkı Kur'ân'dan ibarettir." (Müslim, "Salâtü'l- Müsafirin", 139) cevabını vermiştir.

Biz insanda yerleşmiş olan cahiliye ahlakının İslam Ahlakı ile tedavi edilebileceğine ve değişeceğine inanıyoruz. İslam Ahlakı’nın temel gayesi müslüman şahsiyeti cahiliye ahlakından koruyarak ona Allah (c.c.)’nin rızasına uygun davranışta bulunması hususunda yol göstermektir. İslam Ahlakı’nın en temel kaynağı da Kur’an ve O’nu yaşayarak en güzel örnekliği ortaya koymuş Resulullah (s.a.v.)’in sünnetidir.

2. KAVRAM TAHLİLİ

Ahlak: Kur’ân-ı Kerîm’de ahlâk kelimesi yer almamakla birlikte, biri “âdet ve gelenek”, diğeri de “ahlâk” mânasında olmak üzere iki yerde (Şuarâ 137, Kalem 4) ahlâkın tekili olan huluk kelimesi geçmektedir. Ayrıca pek çok âyette yer alan amel teriminin alanı ahlâkî davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur. Bunun yanında bir (birr), takvâ, hidâyet, sırât-ı müstakım, sıdk, amel-i sâlih, hayır, mâruf, ihsan, hasene ve istikamet gibi iyi ahlâklılık; ism, dalâl, fahşâ, münker, bağy, seyyie, hevâ, israf, fısk, fücûr, hatîe, zulüm gibi kötü ahlâklılık ile aynı veya yakın anlam ifade eden birçok terim vardır. Hadislerde ise bu terimler yanında ahlâk ve hulk kelimeleri de kullanılmıştır.

Ahlak; huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamında bir kavramdır. Hulk, hulûk kelimelerinin çoğul şeklidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bütünlüğü ile alâkalıdır. Ahlâk bu çerçeve içinde, "insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır" şeklinde tanımlanabilir.

İslâm ahlâkı Kur'an-ı Kerîm'e dayanır. Yani her yönüyle Cenâb-ı Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir. Kur'an-ı Kerîm'de Resulullah (s.a.v.)'a hitaben: "Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 4) buyurulmuş ve Resulullah (s.a.v.) kendisi de: “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Husnü'l Halk, 8; Müsned, 2/381) Aynı şekilde Resulullah (s.a.v.)'ın bütün hadisleri insanların birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda birer emir mahiyetinde olup, Müslümanlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla İslâm'ın getirdiği ahlâk anlayışı her şeyden önce bir görev ahlâkıdır.

İmam Gazali Ahlakı 4 esasta toplar:

1.Hikmet
2.Şecâat
3.İffet
4.Adalet

Hikmet'ten bizim gayemiz; nefsin bir durumudur ki nefis onun vasıtasıyla bütün ihtiyarî fiillerde doğruyu yanlıştan ayırır.

Adalet'ten gayemiz; nefsin bir durumu ve kuvvetidir ki, nefis onunla gazap ve şehvet kuvvetlerini idare edip onları hikmetin istediği istikamete sevkeder. Hikmetin işaretine göre, onları kışkırtır veya frenler.

Şecaat'ten gayemiz; gazap kuvvetini göndermekte ve durdurmakta akla itâat etmesidir.

İffet'ten gayemiz; aklın, şehvet kuvvetini ilahî nizamın edebiyle edeblendirmesidir.

Bu bakımdan bu dört esasın mûtedil ve normal oluşundan bütün güzel ahlâklar doğup meydana gelmektedir. (İhya-i Ulum’id-Din, Merve Yayınları, Cilt 3, Sayfa 123 )

Cehl: Arapça’da bilmemek, tanımamak, kaba davranmak, saldırganlık, gücendirmek, fıkır fıkır kaynamak gibi manalara gelir. Istılahi kullanımı itibariyle ilimden ve hikmetten yoksun olmayı ifade eder. Bu hal kişiyi sorumsuz bir kişi olmaya ittiği için Kur’an’da ayrıca,  “ilahî emir ve yasaklara karşı takınılan bir lakaytlık, gaflet ve umursamazlık” anlamında kullanılır. Bu durum (cehl üzere olmak) Rabbimizin şiddetle yerdiği  bir hâldir.

Ragıb el-İsfehâní ‘cehl’e üç anlam vermektedir:

1.      Nefsin bilgiden boş olması,

2.      Gerçeğin dışında bir şeye inanma,

3.      Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmadır. (Müfredat, s: 143)

Cahiliyye: ‘Cehl’ fiilinden türemiş bir mastardır. Yaygın olarak ‘bilgisizlik’ anlamında kullanılmaktadır. Istılahta ise; İslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini kısaca dinlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır. Meşhurlaşmış anlamıyla İslam öncesi cahiliye Araplarını da ifade etmektedir.

3. İSLAM AHLAKININ ÖNEMİ VE FAZİLETİ

Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde güzel ahlak övülmüş, cahiliye ahlakı ise yerilmiştir.

a.      Ayetler:

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.” (Mü’minun 1-9)

"O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.." (Fetih 26)

"Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir."  (Şems 9-10)

b.     Hadisler:

Kaynak: Edebu’l-Müfred, İmam Buhari (terc. Fikri Yavuz)

Hadis No: 272

Amr İbn Şuayb (r.a.) babasından, o da dedesin­den rivayet ettiğine göre, dedesi, Resulullah (s.a.v.)'in  şöyle buyurduğunu işitti:

— Bana en sevgili olanınızı Ve kıyamet günü oturma bakımından bana en yakın olanınızı size haber vereyim mi?

(Hazır bulunan) topluluk sükût etti. Resulullah (s.a.v.) iki veya üç defa bu sözü tekrarladı. Topluluk:

— Evet (haber ver), ey Allah'ın Resulü! dedi.

Resulullah (s.a.v.):

— Ahlâk bakımından en güzelinizdir, buyurdu.

Hadis No: 310

Cabir İbn Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.)'in  şöyle buyurduğunu anlatmıştır:

— Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez.

Hadis No: 308

Yezid İbn Babenûs'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlat­mıştır:

Hz. Âişe (r.a.)'in yanına varıp dedik ki:

  Ey müminlerin annesi! Resulullah (s.a.v.)'in  ahlâkı ne idi?

Hz. Âişe (r.a.) şöyle dedi:

  Onun ahlâkı Kur'ân idi. Müminûn Sûresini okur musunuz? (Mü­minler gerçekten kurtuldu)dan itibaren oku, dedi. Yezid demiştir ki:

  Ben de (Müminler gerçekten kurtuldu)dan itibaren, (... onlar ki, ırzlarını korurlar)a kadar okudum.  [Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında hûşû içersindedirler. Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki zekat verirler. Ve onlar ki iffetlerini korurlar.] (Müminûn Sûresi, ayet: 1-5) Hz. Âişe (r.a.) buyurdu ki:

  İşte bu vasıflar Resulullah'ın ahlâkı idi.

Hadis No: 274

Hz. Âişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre o, şöyle buyurdu:

Resulullah (s.a.v.), muhayyer kılındığı iki iş ara­sında, günah olmadıkça, bu iki işten en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah olduğu zaman da, ondan insanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Teâlâ’nın emir ve yasakları çiğnenmedikçe de, Resulullah (s.a.v.)  kendi nefsi için intikam almış değildir. Ancak Allah'ın emir ve yasakları çiğnendiği zaman intikam alır.

Hadis No: 295

Nevvas İbn Sem'ân El-Ensarî (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, kendisi Resulullah (s.a.v.)'e iyilikten ve günahtan sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

İyilik, güzel ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların farkına varmasından hoşlanmadığın şeydir.

Ebu Derda (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) buyurdu: “Kıyamet günü kulun amel terazisindeki hiçbir şey, güzel ahlaktan daha ağır gelmez. Allah çirkin söz söyleyen, hayasız davranan kimseleri sevmez.” (Tirmizi)

Hz. Aişe (r.a.) rivayet etmiştir: Resulullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini duydum: “Mü’min, güzel ahlakı sayesinde; gecelerini ibadetle, gündüzlerini de oruçla geçiren bir kimsenin derecesini elde eder.” (Ebu Davud)

 

4. KUR’AN’DA AHLAK ESASLARI[1]

a. Kur’an’da ahlâk, iman ve ibadetle iç içedir.

Kur’an imanın yanı sıra ibadet etme ve güzel ahlâka sahip olmanın gerekliliğine birçok ayette işaret eder:

Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar. Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur. Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır. Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.” (Şura 37-43) 

Öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’da ahlâkî vazifelerle dini emirler bir arada zikredilmiştir. Hiçbir ahlâkî emir yoktur ki, dini veya imanî bir emir olmasın. Örneğin namaz, oruç, hac ve zekât nasıl bir dini vazife ise, sağlığı koruma, aileyi yaşatma ve başkalarına yardım da birer dini vazifedir. İnsan öldürme, içki içme ve zina yapma nasıl birer kötülük ise, sağlığını korumama, gıybet, dedikodu, insanların ayıplarını araştırma da haramdır.

b. Kur’an-ı Kerim, insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir.

Sorumluluk (mes’uliyet) insanın değerini ortaya koyan bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’an’ın emir ve nehiylerinin insanı muhatap aldığı görülmektedir.

İnsan önce Allah’a karşı sorumludur. Bu sorumluluk gereği insan, Allah’a ve O’nun vahyettiği gerçeklere inanmak, ona şartsız olarak itaat etmek; O’nun kelamı, eserleri ve nimetleri üzerinde fikretmek, zikretmek ve şükretmek; O’nu her şeyden çok sevmek, O’na ibadet etmek; O’na güvenmek, tevbe etmek ve rahmetinden ümit kesmemek zorundadır.

İnsan Allah’tan sonra Peygamberine, değerlerine, kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara karşı sorumludur. Ahlâkî sorumluluğun en bariz ifadesini, “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter. Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz..” (İsra, 14-15) ayetlerinde buluyoruz. Ayrıca her nefsin kendi hazırladığını bileceği, içlerinden hiç birinin bırakılmayacağı, davranışlarının her birinin tespit edilip yazılacağı, herkesin tek tek hesaba çekileceği; kulak, göz ve kalbin mesul tutulacağı, dünyada verilen nimetlerin hesabının sorulacağı belirtilerek, sorumluluk kesin çizgilerle pekiştirilmiştir. (Bkz. Tekvir, 14; İnfitar, 5; Kehf, 47-49; Bakara, 284; İsra, 36; Tekasür, 8)

Kur’an’da sorumluluk için hürriyete geniş yer verilmiştir. Nasihat ve öğütler verilmekle birlikte hürriyete müdahale edilmemiştir. Hürriyet içinde insan, ya nefsini temizleyip gerçek mutluluğa erecek ya da nefsini kötülükle karartıp ziyana uğrayacaktır. Bu yüzden sorumluluk-özgürlük ilişkisini ölçülü kuramayanlara şeytan “…O halde beni yermeyin, kendinizi yerin...” (İbrahim 22) diyecektir. Ahlâkî sorumluluk şuuru devam ettikçe, ahlâk devamlılık arzeder. “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 53) Böylece ilahî adalet, nimetin değiştirilmesi ile insani sorumluluk arasında doğrudan ilişki kurmuştur.

c. Kur’an’da ahlâkî yükümlülükler bazı yaptırımlar (müeyyideler) ile takviye edilmiştir.

Bunlar ahlâkî, kanuni ve ilahî yaptırımlardır. Kişinin kendi nefsine uyguladığı ahlâkî yaptırımları tevbe, hatayı düzeltme ve kaza etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’an, insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlâkî bir zaruret saymıştır. Uyulmasını istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’an,  bu ceza uygulamalarıyla ahlâkî hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlâkla hukuku birleştirmiştir. İlahî yaptırımlar ise, ahlâkî ölçülere uyan yahut onları ihlal edenlerin dünyada ve öte dünyada (uhrevi) karşılaşacakları mükafat yahut cezayı içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlâka, laik ahlâkta bulunmayan bir kutsiyet ve derinlik kazandırır.

d. Kur’an’da, “hayr” ahlâkı işlenir.

O, bütünüyle hikmeti, rahmeti ve genel faydayı gözetmiştir. Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir. Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka bozulacağı belirtilmiştir. (Bkz. Mü’minun, 71; A’raf, 33, 157; Kasas, 47)

Kur’an’da hayr, davranışların iç ve dış yönünü kapsayan, en güzel gayeleri içine alan anahtar kavramlardan biridir. Hayır, insanın Rabb’ına karşı ibadetinden, insanlarla olan ilişkilerine kadar her güzel tutum ve tavrı içeren kapsamlı bir kavramdır. Kur’an’da hayır, iman ve ibadet kavramlarıyla bir arada zikredilerek, hayır-ibadet ve hayır-iman ilişkisine geniş yer verilmiştir. Bu ilişki, ferdin ve toplumun bütün hayatını çevreleyen zengin bir içeriğe sahiptir. Kısacası hayır, Kur’an toplumunun yolu ve ölçüsüdür.

Mü’minle fasık, karanlıkla aydınlık, doğruyla eğri, cennetlikle cehennemlik bir olmadığı gibi hayırla şer de bir olamaz. Kur’an şerri, genel manada yasaklanan davranışlar olarak saymış, şirk koşma, nefse zulmetme, tembellik, tefrika, haksız yere yeme içme, kibir ve haset gibi hareketlerin hepsi şer kapsamına alınmıştır. Öyleyse bize düşen, Kur’ân’ın hayır kapsamına aldığı güzellikleri yaşamak, şer olarak nitelediği kötü düşünce ve davranışlardan da kaçınmak olacaktır.

5. İSLAM – CAHİLİYE AYRIŞIMI

Cahiliye; vahye muhatap olmayan bir cahilin ya da cahillerden müteşekkil bir toplumun -yine vahiyden bağımsız olarak ürettiği- sosyal bir kültür ve yaşam şekli; gayr-i İslamî hayat tarzı manalarına gelir. Tarihî olarak risaletin tebliğ edilmeden önceki Arap yarımadasına münhasır kılınmış bir dönemi ifade eder. Nitekim Siyer ilminde Resulullah (s.a.v.)’in Veda Haccı’nda okuduğu veda hutbesiyle bu devrin kapandığı ve artık İslam devrinin inkişaf ettiği kabul edilir. Sünen-i Ebu Davud’da şöyle geçer: “Veda Hutbesinde Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Dikkat edin! Bütün cahiliye emirleri (adetleri) ayaklarımın altındadır ve hepsi de kaldırılmıştır.” (c: 2, sf: 285)

Bununla birlikte İslam âlimleri cahiliyeyi bir olgu olarak sadece belli bir coğrafya yahut sene ile sınırlandırmamışlardır. Onun yaygınlığını ve kuşatıcılığını, insanların ve toplumların arasında nasıl halen vücut bulduğunu çok defa dile getirmişlerdir. Merhum şehit Seyyid Kutup tefsirinde  şöyle der: “Cahiliye, muayyen bir zamana ait değildir. Velâkin durumlardan bir durumdur. Bu durum, dün mevcut olduğu gibi bugün de, yarın da mevcut olur. İşte o zaman İslam’a mukabil ve zıt olarak o, cahiliye ismini alır. Eğer insanlar Allah’ın şeriatı ile hükmeder, onu kabul edip kendilerini ona teslim ederlerse Allah’ın dininde sayılırlar. Ama kendilerinin koyduğu beşer yapısı sistemi tatbik ederler, ona uyarlar ve bilgisizlik bataklığına düşerlerse cahiliye dinine girerler; Allah’ın değil!..” (Fizila’l-il Kur’an, c: 2, sf: 905)

Cahiliye kelimesi Kur’an’da tam olarak dört yerde geçer ve her birinde cahiliye anlayışının ayrı bir özelliği zikrolunur. Bu ahlak çeşitleri, dönemin alışılagelmiş sosyal yapılanması hakkında bilgi sunduğu gibi, günümüze taşıyabileceğimiz şekilde de cahiliyenin genel bakış açısı hakkında bazı bilgiler sunmaktadır. Şöyle ki;

1. Cahiliye beşerî hukuku Allah’ın üstün hukukuna tercih eder ve yeryüzünde O’nun hükümlerini görmekten son derece rahatsız olur:

Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50)

2. Cahiliye giyim-kuşamda ve karşılıklı münasebetlerde ölçü olarak iffete bürünmeyi değil, çıplaklığı ve bedenini teşhir etmeyi tercih eder:

“Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab 33)

3. Yine Cahiliye Rabbini yüreğinden hissetmez, O’nun yardımına inanmaz ve O’na birçok yakışıksız benzetmelerle zanlarda bulunur:

Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, «Bu işten bize ne!» diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah'a aittir.” (Al-i İmran 154)

4. Son olarak Cahiliye bağnazdır; kendi grubuna veya efradına körlük derecesinde bağlıdır; yanlış üzere dahi olsa aşiretine veya ırkına asabiyet duygusu ile arka çıkar:

O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (Fetih 26)

Hadis-i şeriflerde ise cahiliye kavramı daha fazla kullanılmıştır. Ve tümünde de ayetleri teyid edici (destekleyici ve tamamlayıcı) bir unsur olarak göze çarpar. Örneğin Resulullah (s.a.v.) buyurur ki;

"Kim gayesi İslam olmayan bir bayrak altında asabiyete çağırırken veya asabiyete (kavmiyetçilik, hizipçilik türünden işlere) yardım ederken öldürülürse, onun ölümü cahiliye ölümü üzere olur." (Kütüb-i Sitte, no: 1729 ve 4798)

"Ümmetimde dört şey vardır ki cahiliye işlerindendir; bunları terk etmeyeceklerdir: 1. Soyla gururlanmak, 2. İnsanlara üstünlük taslamak, 3. Yıldızlardan yağmur beklemek, 4. Ölenin ardından (süresiz) yas tutmak…” ( Kütüb-i Sitte, no: 5928)

"Acısı ve matemi sebebiyle yanakları yolan, üstü başını yırtıp dövünen, cahiliye yakarışıyla yakaran (bağırıp çığırtkanlık eden) bizden değildir." (Kütüb-i Sitte, no: 5433)

Yine Ibnu Abbas radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

"İnsanlar arasında Allah'ın en çok buğzettiği üç kişi vardır:

Harem'de sapıtıp haktan ayrılan,

İslam'a girdiği halde cahiliye sünnetini arayan,

Haksız yere, kanını dökmek için bir adamdan kan talep eden."

(Buhari, Diyat 9)

Özetle; insanlar arası hukukta salt ilahî adalet ile hükmetmeyen, Allah’ın zatı ve yüceliği hakkında şüphe ile hareket eden, hayat ve ölüm konusunda yersiz kaygılar içersinde olan, kadınların giyinişini üstten ve alttan eksilten, karşılıklı cinsler arasında edep dışı ilişkilerde bulunan, ilkel kabilevî (milliyetçi) sevdalar içeresinde bir taassuba kaçan… her toplum cahiliyeye ait nişaneleri üzerine takmış demektir. Bu özelliklerin belirdiği herhangi bir millet, bir ulus ya da zümre -ilim ve endüstride ilerlemiş ve hatta başka milletlere ve topluluklara öncülük ediyor olsa dahi- İslamî bir bakış açısına göre cahilliye toplumu olarak adlandırılır.

Soru:

Peki, günümüzde insanlar (yukarıdaki örnekler türünden) Rablerine karşı acaba hangi cahiliye âdetini devam ettiriyorlar? O’nun hükümlerine ve koyduğu yasalara karşı itaatkâr mı, yoksa cüretkâr mı davranıyorlar? Bu yönüyle insanlar cahiliye ahlakına mı yakınlar, yoksa İslam ahlakına mı? İslam olmak ile kişinin hayatında gerçekçi bir değişiklik meydana geliyor mu acaba? Yoksa toplum, atalarından devraldığı üzere kendi bildiğini kendince sorgusuz yaşamaya devam mı ediyor?

İşte, bu sorulara vereceğimiz cevaplar sosyolojik manada konumumuzu belirlemek ve bir takım eksiklikleri görmek noktasında mühim bir yer tutuyor. Şimdi artık cahiliyenin İslam ile olan anlaşmazlığı meselesine daha kolay bir giriş yapabiliriz…

6. İSLAM – CAHİLİYE ZITLIĞI

İslam ahlakı kul için saf bir teslimiyet arar; davete icabet eden her bir bireyi yalnız ve sadece Allah’a yönelmeyi, hükümlerine toptan baş eğmeyi mecbur kılar. Bunun haricinde başka bir seçenek hakkı tanımaz ona. “Müslüman bir kimsenin inançla, varlıkla ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış biçimleri, değerler, ölçüler, prensipler, siyasî, iktisadî ve sosyal kurumları düzenleyen temeller, insanî faaliyetlerin dinamikleri ve insanî tarihin hareketlerinin yorumu… ile ilgili hakikatlere özgü kılınmış bütün işlerde Rabbanî kaynaktan başka kaynağa başvurma hakkı yoktur.” (Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler, sf: 156)

Bununla birlikte cahiliyede meşhur olan, kişinin Rabbine karşı duruşunu yumuşatması şeklindedir; cahil kimse biraz yanaşır gibi yapsa da ilahî emir ve yasaklar noktasında istikrarlı bir biçimde gevşek davranır. Örneğin; Allah (cc) ona malından hesapsız tasadduk etmesini ister, o ise cimriliğe gider ve büsbütün fakir düşmekten korktuğu için az az verir… Faize de dalar, onsuz alış-veriş yapamaz hale gelir. Allah ona der ki: “Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun.” (Bakara 279) O ise ayeti hiç işitmez; sanki bu sözler eskimiştir, çağın gerisinde kaldığını sanır.  Sonra; Allah ona evinde serbestliği, dışarıda ise örtüyü farz kılmıştır. O ise tutar evinde kapanır, dışarıda çıplaklığı tercih eder… Allah (cc) ondan ibadet etmesini, O’nu daima zikretmesini, dilini ve kalbini Rabbi için diri tutmasını emreder; o cahil budala böyle işlere vakit ayırmaya hepten erinir. Azade görür kendini. “Allah beni affetmiştir…” diye cevap verir. Oysa Allah!“Bunun için kendinizi temize çıkarmayın.” (Necm 32) diye buyurur…

Ayrıca cahiliye insanına ait pek çok karakter tiplemesi vardır ki hepsi de İslam ahlakının dışında gelişmiştir: Kaba ve maço takılanlar, akşamcılar, sonradan görme zenginler, burnu havada gezenler, dünya umurunda olmayanlar, sadece felsefe yapan çokbilmişler, huysuz ve geçimsiz ihtiyarlar, uçkur düşkünü gençler…

Nitekim cahiliye mensubu kişi, referans olarak vicdanî rahatlığı esas alır. Eğer yaptığı işlerde bir sıkıntı / huzursuzluk hissetmiyorsa başka ne denilirse denilsin ayıp ya da yanlış yaptığını düşünmez. Kulluk ve hayat nizamına dair meselelerde olabildiğine serbest ve özgürce hareket edilmesi gerektiğini savunur. İşte bu son tutum günümüzde laisizm’i çağrıştırır. Zira her ikisinin de temel aldığı kıstas “vahyin değil hevanın” öncelenmesi anlayışında saklıdır.

Muhakkak ki cahiliyenin ve cahil kimsenin bu son düşünce tarzı, Müslümanın hayatından bir an önce sökülüp atılması gereken bir cürümdür. Eğer bu durum düzeltilmez ise toplumsal boyutta büyük bir bozgunculuğa ve günahta aşırılığa gidilir!

Ebu Vakid el-Leysi (r.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir:

Biz, daha yeni Müslüman olduğumuz bir halde Resulullah (sav) ile birlikte (savaşmak için) Huneyn’e çıkmıştık. Müşriklerin, yanında konaklayıp tazim gösterdikleri ve bereket ummak amacıyla silahlarını astıkları Zâtu Envat denilen sidre ağacının yanından geçtik. Biz: ‘Ey Allah’ın Elçisi! Onların Zâtu Envat ağacı gibi bize de bir Zâtu Envat ağacı yapsan?’ dedik. Resulullah (sav) buyurdu ki: “Allah-u Ekber! Sizden öncekilerin izlemiş oldukları kötü yolu siz de izlediniz! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya söylediği şeyin aynısını sizler de söylediniz… Onlar Musa’ya: ‘(Ey Musa!) Onların ilahları olduğu gibi sen de bir ilah yapsan?’ Musa da dedi ki: ‘Gerçekten sizler cahiliye bir topluluksunuz!’ (Resulullah devam etti:) Muhakkak ki siz, sizden öncekilerin izlemiş oldukları yola (adım adım) uyacaksınız. (Dikkat edin!)” (Tirmizî, no: 2181; Ahmed, no: 5/218. Tirmizî hadis hakkında “hasen sahih” hükmünü verdi.)

İşte böyle: “İlk neslin yaşadığı dönemde kişi İslam’a girdiği zaman, cahiliye dönemindeki geçmişini, İslam’ın eşiği önünde tamamen bırakıyordu. Kişi İslam’a girdiği andan itibaren yaşamında yepyeni bir sayfanın açıldığı bilinci ile hareket ediyordu. Geçmişte cahiliye döneminde yaşadığı hayattan tamamen ayrı ve farklı bir hayat… Cahiliye döneminde bellediği sakınılması gereken tutum ve davranışların her birisini kuşkulu, korkulu, sakınılması gereken tutum ve davranışlar olarak kabul eder; bunların hepsini İslam’la uzlaşmayan pislikler olarak algılardı.” (Seyyid Kutup)

Kabul edilmesi gerekir ki cahiliye ile İslam birebir bir zıtlık içersindedir. Biri varken diğerinin olması beklenmez. Kişi ya İslam ahlakı ile ahlaka bürünür ya da cahiliye ahlakını benimser. Bazen bir topluluk (ya da fert) kendisinde hem İslamî değerleri hem de cahiliye bir anlayışı edinir ve bunda en ufak bir biçimde nefsini ayıplamaz! Oysa Allah (cc) ikisinin arasını ayırmıştır. Yapılacak şey İslam olanın artık üzerindeki cahiliye ahlakına dair ne varsa tümünü söküp atmaya çabalaması ve tevbe etmesidir… Nitekim cahiliye ahlakı müminin üzerinde duran kirli bir leke gibidir; onun kiri iman elbisesini yıpratır ve saflığına zarar verir.

Bilal-i Habeşî (ra) ile Ebu Zerr el-Ğıfarî (ra) arasında geçen şu hadiseye bir bakalım:

Bir gün Ebu Zer, Bilal-i Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti. Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi ki:

- ‘’Onu anasının zenci olmasıyla mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha hayırlı değilsin.’’(Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.)

Bu olayın ravisi Mağrur’un naklettiğine göre o, Rabeze denilen mevkide Ebu Zer ile kölesini aynı cins kumaştan yapılmış elbiseler içinde görmüştü. Kendisine bunun sebebini sorunca, Ebu Zer: “Ben bir kimseyi annesi sebebiyle kınamış, onu küçümsemiştim. Bu duruma muttali olan Nebi (s.a.s.) bana dedi ki: “Ey Ebu Zer! Onu gerçekten annesinden dolayı kınadın ve küçümsedin mi? Şayet böyle ise sen kendisinde cahiliye özelliği/cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin kardeşleriniz ve hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de ona giydirsin Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz kendilerine yardımcı olunuz.” buyurdu.”( Buhârî, İman 22; Itk 15; Müslim, Eymân 40)

Hadis şarihleri, Ebu Zerr’in annesi sebebiyle kınadığı kimsenin Bilâl el-Habeşî olduğunu söylerler. Ebu Zer, Bilal’e “Siyah kadının oğlu” diye seslenmiş ve annesinin zenci/siyah tenli oluşunu, sanki onun için bir noksanlık ve ayıpmış gibi ifade etmişti.

Ebu Zer, bu acı uyarı üzerine derhal Bilali Habeşinin evinin önüne gelir, Bilali Habeşi’yi çağırır ve yere yatar, yanağını yere koyar ve der ki; “Ya Bilal! senin o siyah ayağın benim bu beyaz yüzüme basmadıkça buradan kalkmayacağım! Yüzüme bas ve bana hakkını helal et!”

Hz Bilal Ebu Zer’in gurur ve kibirini ayaklar altına alması, Rasulüllah'a ve dine gösterdiği derin sadakat ve tevazusu sebebiyle o muhteşem sahabenin yüzüne basmaz elbette, bilakis öper ve affeder. Fakat Ebu Zer, rivayetten de anlaşıldığı gibi ömrünün sonuna kadar yaptığı bu işten pişmanlık duyar.

Şüphesiz bu misalde dikkat edilecek çok mühim noktalar vardır.

Son olarak; Allah (cc) şöyle buyurur: “Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri (bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl 119)

6. SONUÇ

İslam’ın hitabında ahlâkın kuralları sabittir, salt vahye dayanır ve herkes için mutlak belirleyicidir. Eğer ahlâkın konusu beşerin tercihine bırakılırsa ilahî rızadan çıkarak tam bir keşmekeş yaşanacağı malumdur. Zira bir yerde doğru ve hak olan amel, bir başka yerde çirkin ve batıl olarak addedilebilir; bunun sonucu her bir bireyin ayrı bir ahlâk anlayışı, ayrı bir değerler dizesi ve ayrı bir yaşam algısı ortaya çıkar.

İslam tüm bu ayrışmaların ta en başta önüne geçerek kulun yalnız Allah’a (cc) teslim olmasını şart tutar, yalnız Kitab’a ve Resul’e bağlı kalmasını emreder, ayrıca ona nefsinin arzularından ve hevasından mutlak surette uzaklaşmasını öğütler. Böylece ateşten korunmayı, cennete ise kavuşmayı vaadeder...

Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Hucurat 1) “Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.” (Bakara 281) “(Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının! (Bakara 197) “Allah'ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.” (Maide 7)

7. ÖZET

1. İslam kişinin davranış ve mizacını (karakter) hedef alarak güzele tebdil etmeyi amaçlar.

2. Ahlakın kurallarını yalnız ve yalnız Allah (cc) belirler.

3. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi vasıflar sırf mantık ya da başka bir unsura dayandırılamaz.

4. İnsanın sorumluluğu asıldır ve vazifeler bu sebeple bağlayıcılık arzeder.

5. İslam ahlakı ile cahiliye ahlakı kesin sınırlarla ayrılmış olup bir müslümanda cahiliyeye ait bir ahlak varsa derhal terk etmelidir.

8. DUA

1- “Allah’ım! En güzel amelleri işleme ye ve en güzel ahlâka sen beni yönelt! Çünkü bunların en güzelleri ne ancak sen iletebilirsin. Kötü amellerden, kötü ahlâktan beni koru. Çünkü bunların kötülerinden ancak sen korursun.” (Nesâî)

2- “Allah’ım, ahlâkın, amellerin, hevâların ve hastalıkların kötü olanlarından sana sığınırım.” (Tirmizî)

3- “Allah’ım, kalplerimizi birbirine kaynaştır ve aramızdaki hâlleri ıslah et!” (Buhârî)

4- “Allah’ım, yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi, ahlâkımı da güzelleştir.” (Müsned)

[Subhane Rabbike Rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn. Ve selamun ale’l-mürselîn. Ve’l-hamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.]

9. TAVSİYE ESERLER

• İhyâ'u Ulûm'id-Din, İmam-ı Gazâli (İlgili başlık)

• 20. Asrın Cahiliyeti, Muhammed Kutup, Beka Yay. İst. 2008.

• Bütün Yönleriyle Cahiliye, Ramazan Altıntaş, Pınar Yay. 2007.

• Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup, Pınar Yay. İst. 2006.

• Cahiliye Düzeninin Ruh Haritası, Mustafa Çelik, Ölçü Yay. İst. trs.

• Kur'an'da Cehalet Kavramı, Faruk Aktaş, Ekin Yay. İst. 2001.

• Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tahkik ve Çeviri: İbrahim Canan, Akçağ Yay. Ank. 1995.

• Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi – Ahlak Başlığı, Mustafa Çağrıcı,

http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c02/c020001.pdf

 

10. ÖDEV

• Kur’an-ı Kerim’den Mü’minlerin övülen özellikleriyle ilgili 2 ayet, Cahiliyenin yerilmesiyle ilgili 1 ayet bulup yazınız.

• Resulullah (s.a.v.)’in Hadislerinden Mü’minlerin övülen özellikleriyle ilgili 2 hadis, Cahiliyenin yerilmesiyle ilgili 1 hadis bulup yazınız.

• Kendinizde sıkça tekrarladığınız, hoşlanmadığınız kötü bir huyu 1 hafta süreyle terk etmeye çalışınız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Alıntı: Altınoluk Dergisi, Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu’nun “Kur’an’da Ahlâk Esasları” adlı makalesinden faydalanılmıştır, Sayı: 222, Ağustos – 2004. ( Tam metin için :  http://dergi.altinoluk.com/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d222s038m1)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler