4.
İSLAM AHLAKI
1. GİRİŞ
Şunu özellikle belirtmeliyiz ki "İslam Ahlakı"
dediğimizde genel olarak ilk akla gelen "Adab-ı Muaşeret"i
kastetmiyoruz. Bu dersin (derslerin) konusu da bu olmayacak. İslam Ahlakı
dediğimizde müminin hayatının her lahzasını kapsayan kalbi (manevi) duyguları
ve bu duyguların şeriatimizin hassasiyetleri doğrultusunda davranışa
yansımasından bahsediyoruz. Bu anlayışla İslam Ahlakından neşet eden niyet ve
davranışlara "olsa güzel olur" düşüncesiyle değil "olmazsa
olmaz" anlayışıyla imanla iç içe bir durum olarak bakıyoruz. Mesela bu
dersin konuları arasında yer alan kalbi bir hal olan 'niyet' bahsinde halis
olması durumunda ihlasa, bozuk olması durumunda riyaya yani iflasa götüreceğini
vurguluyoruz. Bu doğrultuda 'İslam Ahlakı' dediğimizde aksi davranış durumunun
insanı helake götüreceği imanla iç içe geçmiş, gözardı edilemez önemli bir
alandan bahsettiğimizi hatırlatmak isteriz.
Âlimler dinin vaazını (İslam şeriatını) ehemmiyet
sırasına göre şu 4 temel ilim dalı üzerine oturtmuşlardır: Akaid, ahlâk, İbadât ve Muamelat. Bunlar
tıpkı müstakil bir ev gibi; akaid temelini, ahlâk zeminini, ibadetler girişi ve muamelat çatıyı temsil edecek
şekilde adlandırılmıştır. (Bu görüş sahabeden İbn Abbas’a atfedilir.) Bu esasların her biri de kendi
bünyesinde onlarca oda açarak genişlemiş ve kulun hayatını tüm yönleriyle
kapsayacak bir enginliğe ulaşmıştır. İslam insana uyabileceği öyle bir hayat
rehberi sunar ki, onun başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmasın ve insan, İslam ile
aradığı her sorununa bir cevap bulabilsin.
Siyerde okuduğumuz kadarıyla akaid ve ahlâkî öğretiler İslam davetinin ta en
başından beri mevcuttur ve uzun yıllar davetin temelleri bu iki esas üzerine
inşa olmuştur. Zikir, dua ve namaz hariç diğer tüm ibadetler ile siyaset dâhil
çoğu fıkhın ayrıntılarını açıklamakta olan muamelat dalları ise ancak Medine
dönemi içersinde kendini gösterebilmiştir.
Örneğin: Oruç ve zekât nübüvvetin 15. yılında, hac 19.
yılında emredilmiş; içki, kumar, domuz eti, leş ve faiz gibi yasaklar ancak 16.
ile 23. yıllar arasında peyderpey gelmiştir. Buna nazaran; yetimi ezmemek (Duha
9), dilenciyi azarlamamak (Duha 10), verdiğin zaman kalbin ürpererek vermek (Müminun
60), boş işlerden ve malayaniden yüz çevirmek (Müminun 3), emanete riayet etmek
(Müminun 8), sözüne sadık kalmak (Rad 20), kötülüğü ancak iyilikle savmak
(Rad 22) nevinden ahlâkın
konusu olan meseleler erken dönemde nazil olmuştur. Bu yönüyle düşünecek
olursak ahlâkın ehemmiyeti
ve aciliyeti akaid ile hemen birlikte -neredeyse ondan ayrı tutulmaksızın- ele
alınacak derecede büyüktür.
Dinimizde ahlâk, iman ve ibadeti kesin çizgilerle
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Ahlâk, Kurân-ı Kerim'de ve hadislerde
birçok yerde işlenmiş, güzel ahlâk övülmüş, ahlâksızlığın her çeşidinden
insanlar sakındırılmıştır. Hz. Aişe Validemiz, Resulullah
(s.a.v.)’ın ahlâkını soranlara: "Resûl-u Ekrem'in ahlâkı Kur'ân'dan
ibarettir." (Müslim, "Salâtü'l- Müsafirin", 139) cevabını
vermiştir.
Biz insanda yerleşmiş olan cahiliye ahlakının İslam
Ahlakı ile tedavi edilebileceğine ve değişeceğine inanıyoruz. İslam Ahlakı’nın
temel gayesi müslüman şahsiyeti cahiliye ahlakından koruyarak ona Allah
(c.c.)’nin rızasına uygun davranışta bulunması hususunda yol göstermektir.
İslam Ahlakı’nın en temel kaynağı da Kur’an ve O’nu yaşayarak en güzel
örnekliği ortaya koymuş Resulullah (s.a.v.)’in
sünnetidir.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Ahlak: Kur’ân-ı Kerîm’de ahlâk kelimesi yer almamakla birlikte,
biri “âdet ve gelenek”, diğeri de “ahlâk” mânasında olmak üzere iki yerde
(Şuarâ 137, Kalem 4) ahlâkın tekili olan huluk kelimesi geçmektedir. Ayrıca pek
çok âyette yer alan amel teriminin alanı ahlâkî davranışları da içine alacak
şekilde geniş tutulmuştur. Bunun yanında bir (birr), takvâ, hidâyet, sırât-ı
müstakım, sıdk, amel-i sâlih, hayır, mâruf, ihsan, hasene ve istikamet gibi iyi
ahlâklılık; ism, dalâl, fahşâ, münker, bağy, seyyie, hevâ, israf, fısk, fücûr,
hatîe, zulüm gibi kötü ahlâklılık ile aynı veya yakın anlam ifade eden birçok
terim vardır. Hadislerde ise bu terimler yanında ahlâk ve hulk kelimeleri de
kullanılmıştır.
Ahlak; huylar, seciyeler, mizaçlar, anlamında bir kavramdır. Hulk,
hulûk kelimelerinin çoğul şeklidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh
bütünlüğü ile alâkalıdır. Ahlâk bu çerçeve içinde, "insanın bir amaca
yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak
olmasıdır" şeklinde tanımlanabilir.
İslâm ahlâkı Kur'an-ı Kerîm'e dayanır. Yani her yönüyle Cenâb-ı
Allah tarafından vahiy yoluyla belirlenmiş bir davranışlar manzumesidir.
Kur'an-ı Kerîm'de Resulullah (s.a.v.)'a hitaben: "Ve sen elbette yüce bir
ahlâk üzeresin." (Kalem, 4) buyurulmuş ve Resulullah (s.a.v.) kendisi de:
“Ben,
ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Husnü'l Halk, 8;
Müsned, 2/381) Aynı şekilde Resulullah (s.a.v.)'ın bütün hadisleri insanların
birbirlerine karşı daha iyi davranmaları konusunda birer emir mahiyetinde olup,
Müslümanlara görev yüklemektedir. Dolayısıyla İslâm'ın getirdiği ahlâk anlayışı
her şeyden önce bir görev ahlâkıdır.
İmam Gazali Ahlakı 4 esasta
toplar:
1.Hikmet
2.Şecâat
3.İffet
4.Adalet
Hikmet'ten bizim gayemiz; nefsin bir durumudur ki nefis onun vasıtasıyla bütün
ihtiyarî fiillerde doğruyu yanlıştan ayırır.
Adalet'ten gayemiz; nefsin bir durumu ve kuvvetidir ki, nefis onunla gazap
ve şehvet kuvvetlerini idare edip onları hikmetin istediği istikamete sevkeder.
Hikmetin işaretine göre, onları kışkırtır veya frenler.
Şecaat'ten gayemiz; gazap kuvvetini göndermekte ve durdurmakta akla itâat
etmesidir.
İffet'ten
gayemiz; aklın, şehvet kuvvetini ilahî
nizamın edebiyle edeblendirmesidir.
Bu bakımdan bu dört esasın mûtedil ve normal oluşundan
bütün güzel ahlâklar doğup meydana gelmektedir. (İhya-i Ulum’id-Din, Merve
Yayınları, Cilt 3, Sayfa 123 )
Cehl: Arapça’da
bilmemek, tanımamak, kaba davranmak, saldırganlık, gücendirmek, fıkır fıkır
kaynamak gibi manalara gelir. Istılahi kullanımı itibariyle ilimden ve
hikmetten yoksun olmayı ifade eder. Bu hal kişiyi sorumsuz bir kişi olmaya
ittiği için Kur’an’da ayrıca, “ilahî
emir ve yasaklara karşı takınılan bir lakaytlık, gaflet ve umursamazlık”
anlamında kullanılır. Bu durum (cehl
üzere olmak) Rabbimizin şiddetle yerdiği bir hâldir.
Ragıb el-İsfehâní ‘cehl’e üç anlam vermektedir:
1. Nefsin
bilgiden boş olması,
2. Gerçeğin
dışında bir şeye inanma,
3. Bir konuda
yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmadır. (Müfredat, s: 143)
Cahiliyye: ‘Cehl’ fiilinden türemiş bir mastardır. Yaygın olarak
‘bilgisizlik’ anlamında kullanılmaktadır. Istılahta ise; İslâm’a inanmayan kişi
ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini kısaca
dinlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır. Meşhurlaşmış anlamıyla
İslam öncesi cahiliye Araplarını da ifade etmektedir.
3. İSLAM AHLAKININ ÖNEMİ VE FAZİLETİ
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde güzel ahlak övülmüş, cahiliye
ahlakı ise yerilmiştir.
a.
Ayetler:
“Gerçekten
müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar
ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler. Ve
onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu
(câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde,
kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine
onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki,
namazlarına devam ederler.” (Mü’minun 1-9)
"O
zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu
yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi,
onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil
kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.." (Fetih 26)
"Nefsini
kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan
etmiştir." (Şems 9-10)
b.
Hadisler:
Kaynak: Edebu’l-Müfred, İmam Buhari (terc. Fikri Yavuz)
Hadis No: 272
Amr İbn Şuayb (r.a.) babasından, o da dedesinden rivayet ettiğine
göre, dedesi, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu işitti:
— Bana en sevgili olanınızı Ve kıyamet günü oturma bakımından bana
en yakın olanınızı size haber vereyim mi?
(Hazır bulunan) topluluk sükût etti. Resulullah
(s.a.v.) iki veya üç defa bu sözü tekrarladı. Topluluk:
— Evet (haber ver), ey Allah'ın Resulü! dedi.
Resulullah (s.a.v.):
— Ahlâk bakımından en güzelinizdir, buyurdu.
Hadis No: 310
Cabir İbn Abdullah (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu anlatmıştır:
— Kötü söz ve harekette bulunanla kendini kötü söz ve hareketlere
zorlayanı ve çarşılarda bağırıp çağıranı Allah sevmez.
Hadis No: 308
Yezid İbn Babenûs'dan rivayet edildiğine göre şöyle anlatmıştır:
Hz. Âişe (r.a.)'in yanına varıp dedik ki:
— Ey müminlerin annesi! Resulullah (s.a.v.)'in ahlâkı ne idi?
Hz. Âişe (r.a.) şöyle dedi:
— Onun ahlâkı Kur'ân idi.
Müminûn Sûresini okur musunuz? (Müminler gerçekten kurtuldu)dan itibaren oku,
dedi. Yezid demiştir ki:
— Ben de (Müminler
gerçekten kurtuldu)dan itibaren, (... onlar ki, ırzlarını korurlar)a kadar
okudum. [Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında hûşû
içersindedirler. Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki
zekat verirler. Ve onlar ki iffetlerini korurlar.] (Müminûn Sûresi, ayet:
1-5) Hz. Âişe (r.a.) buyurdu ki:
— İşte bu vasıflar
Resulullah'ın ahlâkı idi.
Hadis No: 274
Hz. Âişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre o, şöyle buyurdu:
Resulullah (s.a.v.), muhayyer kılındığı iki iş arasında,
günah olmadıkça, bu iki işten en kolay olanını seçerdi. Kolay olan iş günah
olduğu zaman da, ondan insanların en çok uzak kalanı olurdu. Allah Teâlâ’nın
emir ve yasakları çiğnenmedikçe de, Resulullah
(s.a.v.) kendi nefsi için intikam
almış değildir. Ancak Allah'ın emir ve yasakları çiğnendiği zaman intikam alır.
Hadis No: 295
Nevvas İbn Sem'ân El-Ensarî (r.a.)'den rivayet edildiğine göre,
kendisi Resulullah (s.a.v.)'e iyilikten ve
günahtan sordu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
İyilik, güzel ahlâktır. Günah da, nefsini gıcıklayan ve insanların
farkına varmasından hoşlanmadığın şeydir.
Ebu Derda (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Resulullah
(s.a.v.) buyurdu: “Kıyamet günü kulun amel
terazisindeki hiçbir şey, güzel ahlaktan daha ağır gelmez. Allah çirkin söz
söyleyen, hayasız davranan kimseleri sevmez.” (Tirmizi)
Hz. Aişe (r.a.) rivayet etmiştir: Resulullah
(s.a.v.)'in şöyle dediğini duydum: “Mü’min, güzel ahlakı sayesinde; gecelerini
ibadetle, gündüzlerini de oruçla geçiren bir kimsenin derecesini elde eder.”
(Ebu Davud)
4. KUR’AN’DA AHLAK ESASLARI[1]
a. Kur’an’da ahlâk,
iman ve ibadetle iç içedir.
Kur’an imanın yanı sıra ibadet etme ve güzel ahlâka
sahip olmanın gerekliliğine birçok ayette işaret eder:
“Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan
kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar. Yine onlar, Rablerinin
davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma
iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. Bir haksızlığa
uğradıkları zaman, yardımlaşırlar. Bir kötülüğün cezası, ona denk bir
kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir.
Doğrusu O, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, artık
onlara yapılacak bir şey yoktur. Ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde
haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır. Kim
sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.”
(Şura 37-43)
Öyle anlaşılıyor ki, Kur’an’da ahlâkî vazifelerle dini
emirler bir arada zikredilmiştir. Hiçbir ahlâkî emir yoktur ki, dini veya imanî
bir emir olmasın. Örneğin namaz, oruç, hac ve zekât nasıl bir dini vazife ise,
sağlığı koruma, aileyi yaşatma ve başkalarına yardım da birer dini vazifedir.
İnsan öldürme, içki içme ve zina yapma nasıl birer kötülük ise, sağlığını
korumama, gıybet, dedikodu, insanların ayıplarını araştırma da haramdır.
b. Kur’an-ı Kerim,
insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir.
Sorumluluk (mes’uliyet) insanın değerini ortaya koyan
bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız
varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’an’ın emir ve nehiylerinin
insanı muhatap aldığı görülmektedir.
İnsan önce Allah’a karşı sorumludur. Bu sorumluluk
gereği insan, Allah’a ve O’nun vahyettiği gerçeklere inanmak, ona şartsız
olarak itaat etmek; O’nun kelamı, eserleri ve nimetleri üzerinde fikretmek,
zikretmek ve şükretmek; O’nu her şeyden çok sevmek, O’na ibadet etmek; O’na
güvenmek, tevbe etmek ve rahmetinden ümit kesmemek zorundadır.
İnsan Allah’tan sonra Peygamberine, değerlerine,
kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara karşı sorumludur. Ahlâkî
sorumluluğun en bariz ifadesini, “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak
kendi nefsin yeter. Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için
seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir
günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe
(kimseye) azap edecek değiliz..” (İsra, 14-15) ayetlerinde buluyoruz.
Ayrıca her nefsin kendi hazırladığını bileceği, içlerinden hiç birinin
bırakılmayacağı, davranışlarının her birinin tespit edilip yazılacağı, herkesin
tek tek hesaba çekileceği; kulak, göz ve kalbin mesul tutulacağı, dünyada
verilen nimetlerin hesabının sorulacağı belirtilerek, sorumluluk kesin
çizgilerle pekiştirilmiştir. (Bkz. Tekvir, 14; İnfitar, 5; Kehf, 47-49; Bakara,
284; İsra, 36; Tekasür, 8)
Kur’an’da sorumluluk için hürriyete geniş yer verilmiştir.
Nasihat ve öğütler verilmekle birlikte hürriyete müdahale edilmemiştir.
Hürriyet içinde insan, ya nefsini temizleyip gerçek mutluluğa erecek ya da
nefsini kötülükle karartıp ziyana uğrayacaktır. Bu yüzden sorumluluk-özgürlük
ilişkisini ölçülü kuramayanlara şeytan “…O halde beni yermeyin, kendinizi yerin...”
(İbrahim 22) diyecektir. Ahlâkî sorumluluk şuuru devam ettikçe, ahlâk
devamlılık arzeder. “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı
(güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği
nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal
53) Böylece ilahî adalet, nimetin değiştirilmesi ile insani sorumluluk arasında
doğrudan ilişki kurmuştur.
c. Kur’an’da ahlâkî
yükümlülükler bazı yaptırımlar (müeyyideler) ile takviye edilmiştir.
Bunlar ahlâkî, kanuni ve ilahî yaptırımlardır. Kişinin
kendi nefsine uyguladığı ahlâkî yaptırımları tevbe, hatayı düzeltme ve kaza
etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’an,
insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine
uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlâkî bir zaruret saymıştır. Uyulmasını
istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni
yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’an, bu ceza uygulamalarıyla
ahlâkî hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlâkla hukuku
birleştirmiştir. İlahî yaptırımlar ise, ahlâkî ölçülere uyan yahut onları ihlal
edenlerin dünyada ve öte dünyada (uhrevi) karşılaşacakları mükafat yahut cezayı
içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlâka, laik ahlâkta bulunmayan bir kutsiyet ve
derinlik kazandırır.
d. Kur’an’da, “hayr” ahlâkı işlenir.
O, bütünüyle hikmeti, rahmeti ve genel faydayı
gözetmiştir. Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir.
Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka
bozulacağı belirtilmiştir. (Bkz. Mü’minun, 71; A’raf, 33, 157; Kasas, 47)
Kur’an’da hayr,
davranışların iç ve dış yönünü kapsayan, en güzel gayeleri içine alan anahtar
kavramlardan biridir. Hayır, insanın Rabb’ına karşı ibadetinden, insanlarla
olan ilişkilerine kadar her güzel tutum ve tavrı içeren kapsamlı bir kavramdır.
Kur’an’da hayır, iman ve ibadet kavramlarıyla bir arada zikredilerek,
hayır-ibadet ve hayır-iman ilişkisine geniş yer verilmiştir. Bu ilişki, ferdin
ve toplumun bütün hayatını çevreleyen zengin bir içeriğe sahiptir. Kısacası
hayır, Kur’an toplumunun yolu ve ölçüsüdür.
Mü’minle fasık, karanlıkla aydınlık, doğruyla eğri,
cennetlikle cehennemlik bir olmadığı gibi hayırla şer de bir olamaz. Kur’an
şerri, genel manada yasaklanan davranışlar olarak saymış, şirk koşma, nefse
zulmetme, tembellik, tefrika, haksız yere yeme içme, kibir ve haset gibi
hareketlerin hepsi şer kapsamına alınmıştır. Öyleyse bize düşen, Kur’ân’ın
hayır kapsamına aldığı güzellikleri yaşamak, şer olarak nitelediği kötü düşünce
ve davranışlardan da kaçınmak olacaktır.
5. İSLAM – CAHİLİYE AYRIŞIMI
Cahiliye;
vahye muhatap olmayan bir cahilin ya da cahillerden müteşekkil bir
toplumun -yine vahiyden bağımsız olarak ürettiği- sosyal bir kültür ve yaşam
şekli; gayr-i İslamî hayat tarzı manalarına gelir. Tarihî olarak risaletin
tebliğ edilmeden önceki Arap yarımadasına münhasır kılınmış bir dönemi ifade
eder. Nitekim Siyer ilminde Resulullah (s.a.v.)’in Veda Haccı’nda okuduğu veda
hutbesiyle bu devrin kapandığı ve artık İslam devrinin inkişaf ettiği kabul
edilir. Sünen-i Ebu Davud’da şöyle geçer: “Veda Hutbesinde Resulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: Dikkat edin! Bütün
cahiliye emirleri (adetleri) ayaklarımın altındadır ve hepsi de kaldırılmıştır.”
(c: 2, sf: 285)
Bununla birlikte İslam âlimleri cahiliyeyi bir olgu olarak sadece
belli bir coğrafya yahut sene ile sınırlandırmamışlardır. Onun yaygınlığını ve
kuşatıcılığını, insanların ve toplumların arasında nasıl halen vücut bulduğunu
çok defa dile getirmişlerdir. Merhum şehit Seyyid
Kutup tefsirinde şöyle der: “Cahiliye, muayyen bir zamana ait değildir.
Velâkin durumlardan bir durumdur. Bu durum, dün mevcut olduğu gibi bugün de,
yarın da mevcut olur. İşte o zaman İslam’a mukabil ve zıt olarak o, cahiliye
ismini alır. Eğer insanlar Allah’ın şeriatı ile hükmeder, onu kabul edip
kendilerini ona teslim ederlerse Allah’ın dininde sayılırlar. Ama kendilerinin
koyduğu beşer yapısı sistemi tatbik ederler, ona uyarlar ve bilgisizlik bataklığına
düşerlerse cahiliye dinine girerler; Allah’ın değil!..” (Fizila’l-il Kur’an, c: 2, sf: 905)
Cahiliye kelimesi Kur’an’da tam olarak dört yerde geçer ve her
birinde cahiliye anlayışının ayrı bir özelliği zikrolunur. Bu ahlak çeşitleri,
dönemin alışılagelmiş sosyal yapılanması hakkında bilgi sunduğu gibi, günümüze
taşıyabileceğimiz şekilde de cahiliyenin genel bakış açısı hakkında bazı bilgiler
sunmaktadır. Şöyle ki;
1. Cahiliye beşerî
hukuku Allah’ın üstün hukukuna tercih eder ve yeryüzünde O’nun hükümlerini
görmekten son derece rahatsız olur:
“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan
bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?” (Maide
50)
2. Cahiliye giyim-kuşamda ve karşılıklı münasebetlerde ölçü olarak
iffete bürünmeyi değil, çıplaklığı ve bedenini teşhir etmeyi tercih eder:
“Evlerinizde oturun, eski cahiliye
âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve
Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve
sizi tertemiz yapmak istiyor.”
(Ahzab 33)
3. Yine Cahiliye Rabbini yüreğinden hissetmez, O’nun yardımına
inanmaz ve O’na birçok yakışıksız benzetmelerle zanlarda bulunur:
“Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah'a karşı haksız
yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, «Bu işten bize ne!»
diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen
Allah'a aittir.” (Al-i İmran 154)
4. Son olarak Cahiliye bağnazdır; kendi grubuna veya efradına
körlük derecesinde bağlıdır; yanlış üzere dahi olsa aşiretine veya ırkına
asabiyet duygusu ile arka çıkar:
“O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu
yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi,
onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi.
Allah her şeyi bilendir.” (Fetih 26)
Hadis-i şeriflerde ise cahiliye kavramı daha fazla kullanılmıştır.
Ve tümünde de ayetleri teyid edici (destekleyici ve tamamlayıcı) bir unsur
olarak göze çarpar. Örneğin Resulullah (s.a.v.) buyurur ki;
"Kim gayesi İslam
olmayan bir bayrak altında asabiyete çağırırken veya asabiyete (kavmiyetçilik,
hizipçilik türünden işlere) yardım ederken öldürülürse, onun ölümü cahiliye
ölümü üzere olur." (Kütüb-i Sitte, no: 1729 ve 4798)
"Ümmetimde dört şey
vardır ki cahiliye işlerindendir; bunları terk etmeyeceklerdir: 1. Soyla
gururlanmak, 2. İnsanlara üstünlük taslamak, 3. Yıldızlardan yağmur beklemek,
4. Ölenin ardından (süresiz) yas tutmak…” ( Kütüb-i Sitte, no: 5928)
"Acısı ve matemi
sebebiyle yanakları yolan, üstü başını yırtıp dövünen, cahiliye yakarışıyla
yakaran (bağırıp çığırtkanlık eden) bizden değildir." (Kütüb-i Sitte,
no: 5433)
Yine Ibnu Abbas radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah
aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
"İnsanlar arasında Allah'ın en çok buğzettiği üç kişi vardır:
Harem'de sapıtıp haktan ayrılan,
İslam'a girdiği halde cahiliye sünnetini arayan,
Haksız yere, kanını dökmek için bir adamdan kan talep eden."
(Buhari, Diyat 9)
Özetle; insanlar arası hukukta salt ilahî adalet ile hükmetmeyen,
Allah’ın zatı ve yüceliği hakkında şüphe ile hareket eden, hayat ve ölüm konusunda
yersiz kaygılar içersinde olan, kadınların giyinişini üstten ve alttan
eksilten, karşılıklı cinsler arasında edep dışı ilişkilerde bulunan, ilkel
kabilevî (milliyetçi) sevdalar içeresinde bir taassuba kaçan… her toplum
cahiliyeye ait nişaneleri üzerine takmış demektir. Bu özelliklerin belirdiği
herhangi bir millet, bir ulus ya da zümre -ilim ve endüstride ilerlemiş ve
hatta başka milletlere ve topluluklara öncülük ediyor olsa dahi- İslamî bir
bakış açısına göre cahilliye toplumu olarak adlandırılır.
Soru:
Peki, günümüzde insanlar (yukarıdaki
örnekler türünden) Rablerine karşı acaba hangi cahiliye âdetini devam
ettiriyorlar? O’nun hükümlerine ve koyduğu yasalara karşı itaatkâr mı, yoksa
cüretkâr mı davranıyorlar? Bu yönüyle insanlar cahiliye ahlakına mı yakınlar,
yoksa İslam ahlakına mı? İslam olmak ile kişinin hayatında gerçekçi bir
değişiklik meydana geliyor mu acaba? Yoksa toplum, atalarından devraldığı üzere
kendi bildiğini kendince sorgusuz yaşamaya devam mı ediyor?
İşte, bu sorulara vereceğimiz cevaplar sosyolojik manada
konumumuzu belirlemek ve bir takım eksiklikleri görmek noktasında mühim bir yer
tutuyor. Şimdi artık cahiliyenin İslam ile olan anlaşmazlığı meselesine daha
kolay bir giriş yapabiliriz…
6. İSLAM – CAHİLİYE ZITLIĞI
İslam ahlakı kul için saf bir teslimiyet arar; davete icabet eden
her bir bireyi yalnız ve sadece Allah’a yönelmeyi, hükümlerine toptan baş
eğmeyi mecbur kılar. Bunun haricinde başka bir seçenek hakkı tanımaz ona. “Müslüman bir kimsenin inançla, varlıkla
ilgili genel düşünce, ibadetler, ahlak ve davranış biçimleri, değerler,
ölçüler, prensipler, siyasî, iktisadî ve sosyal kurumları düzenleyen temeller,
insanî faaliyetlerin dinamikleri ve insanî tarihin hareketlerinin yorumu… ile
ilgili hakikatlere özgü kılınmış bütün işlerde Rabbanî kaynaktan başka kaynağa
başvurma hakkı yoktur.” (Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler, sf: 156)
Bununla birlikte cahiliyede meşhur olan, kişinin Rabbine karşı
duruşunu yumuşatması şeklindedir; cahil kimse biraz yanaşır gibi yapsa da ilahî
emir ve yasaklar noktasında istikrarlı bir biçimde gevşek davranır. Örneğin;
Allah (cc) ona malından hesapsız tasadduk etmesini ister, o ise cimriliğe gider
ve büsbütün fakir düşmekten korktuğu için az az verir… Faize de dalar, onsuz
alış-veriş yapamaz hale gelir. Allah ona der ki: “Şayet (faiz hakkında
söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan
savaştan haberiniz olsun.” (Bakara 279) O ise ayeti hiç işitmez; sanki
bu sözler eskimiştir, çağın gerisinde kaldığını sanır. Sonra; Allah ona evinde serbestliği, dışarıda
ise örtüyü farz kılmıştır. O ise tutar evinde kapanır, dışarıda çıplaklığı
tercih eder… Allah (cc) ondan ibadet etmesini, O’nu daima zikretmesini, dilini
ve kalbini Rabbi için diri tutmasını emreder; o cahil budala böyle işlere vakit
ayırmaya hepten erinir. Azade görür kendini. “Allah beni affetmiştir…” diye
cevap verir. Oysa Allah!” “Bunun için kendinizi temize çıkarmayın.” (Necm 32) diye buyurur…
Ayrıca cahiliye insanına ait pek çok karakter tiplemesi vardır ki
hepsi de İslam ahlakının dışında gelişmiştir: Kaba ve maço takılanlar,
akşamcılar, sonradan görme zenginler, burnu havada gezenler, dünya umurunda
olmayanlar, sadece felsefe yapan çokbilmişler, huysuz ve geçimsiz ihtiyarlar,
uçkur düşkünü gençler…
Nitekim cahiliye mensubu kişi, referans olarak vicdanî rahatlığı
esas alır. Eğer yaptığı işlerde bir sıkıntı / huzursuzluk hissetmiyorsa başka
ne denilirse denilsin ayıp ya da yanlış yaptığını düşünmez. Kulluk ve hayat
nizamına dair meselelerde olabildiğine serbest ve özgürce hareket edilmesi
gerektiğini savunur. İşte bu son tutum günümüzde laisizm’i çağrıştırır. Zira
her ikisinin de temel aldığı kıstas “vahyin değil hevanın” öncelenmesi
anlayışında saklıdır.
Muhakkak ki cahiliyenin ve cahil kimsenin bu son düşünce tarzı,
Müslümanın hayatından bir an önce sökülüp atılması gereken bir cürümdür. Eğer bu
durum düzeltilmez ise toplumsal boyutta büyük bir bozgunculuğa ve günahta
aşırılığa gidilir!
Ebu Vakid el-Leysi (r.a.)’den şöyle
rivayet edilmiştir:
Biz, daha yeni Müslüman olduğumuz
bir halde Resulullah (sav) ile birlikte (savaşmak için) Huneyn’e çıkmıştık.
Müşriklerin, yanında konaklayıp tazim gösterdikleri ve bereket ummak amacıyla
silahlarını astıkları Zâtu Envat denilen sidre ağacının yanından geçtik. Biz:
‘Ey Allah’ın Elçisi! Onların Zâtu Envat ağacı gibi bize de bir Zâtu Envat ağacı
yapsan?’ dedik. Resulullah (sav) buyurdu ki: “Allah-u Ekber! Sizden öncekilerin izlemiş oldukları kötü yolu siz de
izlediniz! Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya
söylediği şeyin aynısını sizler de söylediniz… Onlar Musa’ya: ‘(Ey Musa!)
Onların ilahları olduğu gibi sen de bir ilah yapsan?’ Musa da dedi ki:
‘Gerçekten sizler cahiliye bir topluluksunuz!’ (Resulullah devam etti:)
Muhakkak ki siz, sizden öncekilerin izlemiş oldukları yola (adım adım)
uyacaksınız. (Dikkat edin!)” (Tirmizî, no: 2181; Ahmed, no: 5/218. Tirmizî
hadis hakkında “hasen sahih” hükmünü verdi.)
İşte böyle: “İlk neslin
yaşadığı dönemde kişi İslam’a girdiği zaman, cahiliye dönemindeki geçmişini,
İslam’ın eşiği önünde tamamen bırakıyordu. Kişi İslam’a girdiği andan itibaren
yaşamında yepyeni bir sayfanın açıldığı bilinci ile hareket ediyordu. Geçmişte
cahiliye döneminde yaşadığı hayattan tamamen ayrı ve farklı bir hayat… Cahiliye
döneminde bellediği sakınılması gereken tutum ve davranışların her birisini
kuşkulu, korkulu, sakınılması gereken tutum ve davranışlar olarak kabul eder;
bunların hepsini İslam’la uzlaşmayan pislikler olarak algılardı.” (Seyyid
Kutup)
Kabul edilmesi gerekir ki cahiliye ile İslam birebir bir zıtlık
içersindedir. Biri varken diğerinin olması beklenmez. Kişi ya İslam ahlakı ile
ahlaka bürünür ya da cahiliye ahlakını benimser. Bazen bir topluluk (ya da
fert) kendisinde hem İslamî değerleri hem de cahiliye bir anlayışı edinir ve
bunda en ufak bir biçimde nefsini ayıplamaz! Oysa Allah (cc) ikisinin arasını
ayırmıştır. Yapılacak şey İslam olanın artık üzerindeki cahiliye ahlakına dair
ne varsa tümünü söküp atmaya çabalaması ve tevbe etmesidir… Nitekim cahiliye
ahlakı müminin üzerinde duran kirli bir leke gibidir; onun kiri iman elbisesini
yıpratır ve saflığına zarar verir.
Bilal-i
Habeşî (ra) ile Ebu Zerr el-Ğıfarî (ra) arasında
geçen şu hadiseye bir bakalım:
Bir gün Ebu Zer, Bilal-i
Habeşi’ye kızmış ve haddi aşarak ‘’siyah kadının oğlu’’ diye hakaret etmişti.
Bilal onu Rasul-ü Ekrem’e şikayet etti. Hz. Peygamber (s.a.v) Ebu Zerr’e dedi
ki:
- ‘’Onu anasının zenci olmasıyla
mı ayıpladın? Sen öyle bir adamsın ki sende hala cahiliyet kokusu var. Bak, sen
takva ile daha üstün olmadığın takdirde, beyaz veya siyah derililerden daha
hayırlı değilsin.’’(Ahmed ibn Hanbel, el- Müsned, Mısır 1313, V, 158.)
Bu olayın ravisi Mağrur’un
naklettiğine göre o, Rabeze denilen mevkide Ebu Zer ile kölesini aynı cins
kumaştan yapılmış elbiseler içinde görmüştü. Kendisine bunun sebebini sorunca,
Ebu Zer: “Ben bir kimseyi annesi sebebiyle kınamış, onu küçümsemiştim. Bu
duruma muttali olan Nebi (s.a.s.) bana dedi ki: “Ey Ebu Zer! Onu gerçekten
annesinden dolayı kınadın ve küçümsedin mi? Şayet böyle ise sen kendisinde
cahiliye özelliği/cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin kardeşleriniz
ve hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde
bir kardeşi varsa yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de ona giydirsin Onlara
güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz kendilerine
yardımcı olunuz.” buyurdu.”( Buhârî, İman 22; Itk 15; Müslim, Eymân 40)
Hadis şarihleri, Ebu Zerr’in annesi
sebebiyle kınadığı kimsenin Bilâl el-Habeşî olduğunu söylerler. Ebu Zer,
Bilal’e “Siyah kadının oğlu” diye seslenmiş ve annesinin zenci/siyah tenli
oluşunu, sanki onun için bir noksanlık ve ayıpmış gibi ifade etmişti.
Ebu Zer, bu acı uyarı üzerine derhal
Bilali Habeşinin evinin önüne gelir, Bilali Habeşi’yi çağırır ve yere yatar,
yanağını yere koyar ve der ki; “Ya Bilal! senin o siyah ayağın benim bu beyaz
yüzüme basmadıkça buradan kalkmayacağım! Yüzüme bas ve bana hakkını helal et!”
Hz Bilal Ebu Zer’in gurur ve
kibirini ayaklar altına alması, Rasulüllah'a ve dine gösterdiği derin sadakat
ve tevazusu sebebiyle o muhteşem sahabenin yüzüne basmaz elbette, bilakis öper
ve affeder. Fakat Ebu Zer, rivayetten de anlaşıldığı gibi ömrünün sonuna kadar
yaptığı bu işten pişmanlık duyar.
Şüphesiz bu misalde dikkat edilecek çok mühim noktalar vardır.
Son olarak; Allah (cc) şöyle buyurur: “Sonra şüphesiz Rabbin, cahillik
sebebiyle kötülük yapan, sonra da bunun ardından tevbe edip durumunu düzeltenleri
(bağışlayacaktır). Çünkü onlar tevbe ettikten sonra Rabbin elbet çok
bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl 119)
6. SONUÇ
İslam’ın hitabında ahlâkın kuralları sabittir, salt vahye dayanır ve herkes için
mutlak belirleyicidir. Eğer ahlâkın
konusu beşerin tercihine bırakılırsa ilahî rızadan çıkarak tam bir keşmekeş
yaşanacağı malumdur. Zira bir yerde doğru
ve hak olan amel, bir başka yerde çirkin ve batıl olarak addedilebilir; bunun sonucu her bir bireyin ayrı
bir ahlâk anlayışı,
ayrı bir değerler dizesi ve ayrı bir yaşam algısı ortaya çıkar.
İslam tüm bu ayrışmaların ta en başta önüne geçerek
kulun yalnız Allah’a (cc) teslim olmasını şart tutar, yalnız Kitab’a ve Resul’e
bağlı kalmasını emreder, ayrıca ona nefsinin arzularından ve hevasından mutlak
surette uzaklaşmasını öğütler. Böylece ateşten korunmayı, cennete ise
kavuşmayı vaadeder...
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler!
Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah
işitendir, bilendir.” (Hucurat 1) “Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da
herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa
uğratılmayacağı bir günden sakının.” (Bakara 281) “(Ey müminler!
Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl
sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının!” (Bakara
197) “Allah'ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz
zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'tan
korkun. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.” (Maide 7)
7.
ÖZET
1. İslam kişinin davranış ve
mizacını (karakter) hedef alarak güzele tebdil etmeyi amaçlar.
2. Ahlakın kurallarını yalnız ve
yalnız Allah (cc) belirler.
3. İyi ve kötü, doğru ve yanlış
gibi vasıflar sırf mantık ya da başka bir unsura dayandırılamaz.
4. İnsanın sorumluluğu asıldır ve
vazifeler bu sebeple bağlayıcılık arzeder.
5. İslam ahlakı ile cahiliye
ahlakı kesin sınırlarla ayrılmış olup bir müslümanda cahiliyeye ait bir ahlak
varsa derhal terk etmelidir.
8. DUA
1- “Allah’ım! En güzel amelleri işleme ye ve en güzel
ahlâka sen beni yönelt! Çünkü bunların en güzelleri ne ancak sen iletebilirsin.
Kötü amellerden, kötü ahlâktan beni koru. Çünkü bunların kötülerinden ancak sen
korursun.” (Nesâî)
2- “Allah’ım, ahlâkın, amellerin, hevâların ve hastalıkların
kötü olanlarından sana sığınırım.” (Tirmizî)
3- “Allah’ım, kalplerimizi birbirine kaynaştır ve
aramızdaki hâlleri ıslah et!” (Buhârî)
4- “Allah’ım, yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi,
ahlâkımı da güzelleştir.” (Müsned)
[Subhane Rabbike Rabbi’l-izzeti
ammâ yesifûn. Ve selamun ale’l-mürselîn. Ve’l-hamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.]
9. TAVSİYE ESERLER
• İhyâ'u Ulûm'id-Din, İmam-ı Gazâli (İlgili başlık)
• 20. Asrın Cahiliyeti, Muhammed
Kutup, Beka Yay. İst. 2008.
• Bütün Yönleriyle Cahiliye,
Ramazan Altıntaş, Pınar Yay. 2007.
• Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup,
Pınar Yay. İst. 2006.
• Cahiliye Düzeninin Ruh Haritası,
Mustafa Çelik, Ölçü Yay. İst. trs.
• Kur'an'da Cehalet Kavramı, Faruk
Aktaş, Ekin Yay. İst. 2001.
• Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tahkik
ve Çeviri: İbrahim Canan, Akçağ Yay. Ank. 1995.
• Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi – Ahlak Başlığı, Mustafa Çağrıcı,
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c02/c020001.pdf
10. ÖDEV
•
Kur’an-ı Kerim’den Mü’minlerin övülen özellikleriyle ilgili 2 ayet, Cahiliyenin
yerilmesiyle ilgili 1 ayet bulup yazınız.
•
Resulullah (s.a.v.)’in Hadislerinden Mü’minlerin övülen özellikleriyle ilgili 2
hadis, Cahiliyenin yerilmesiyle ilgili 1 hadis bulup yazınız.
•
Kendinizde sıkça tekrarladığınız, hoşlanmadığınız kötü bir huyu 1 hafta süreyle
terk etmeye çalışınız.
[1] Alıntı: Altınoluk Dergisi, Prof. Dr. İbrahim
Emiroğlu’nun “Kur’an’da Ahlâk Esasları” adlı makalesinden faydalanılmıştır,
Sayı: 222, Ağustos – 2004. ( Tam metin için : http://dergi.altinoluk.com/index2.php#sayfa=yillar&MakaleNo=d222s038m1)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder