24. TEVBE ve İSTİĞFAR

 

24. TEVBE ve İSTİĞFAR

1.      GİRİŞ

Allah (cc), insanı şerefli bir varlık olarak yaratmış, onu yeryüzüne halife tayin etmiş ve verdiği nimetlerle diğer yaratılanlara onu üstün kılmıştır. İnsan her ne kadar Allah (cc)’ın mükemmel bir biçimde yarattığı varlık olsa da aynı zamanda günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılmış bir varlıktır. Resulullah (sav): "Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah (cc) sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip peşinden tevbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe 9-10-11) buyurarak bu durumu belirtmiştir.

İslam fıtrat dinidir. İslam’da insanın günah işleyebileceği kabul edilmiş, bundan korunma ve kurtulma yolları ona öğretilmiştir. İşte yapılan kötülükten, işlenen günah ve kabahatten kurtulmanın yolu tevbedir. Tevbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur. Ve hatta o günah ve hataları hiç yapmamış gibi tertemiz olur. Nitekim bu hususta Resulullah (sav): “Günahından tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, zühd 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/150) buyurmaktadır. Günah işlemek insanı meleklerden ayıran bir özelliktir. Önemli olan hataya meyyal oluşumuzu ve zafiyetimizi bilerek düşülen kusurlara takılı kalmak veya önemsememek değil her günah sonrası Rabbimizin af kapısı tevbeye sarılabilmektir. Resulullah (sav)'in şu hadisinde vurguladığı gibi: “Bütün Ademoğulları günahkardır, günahkarların en hayırlısı ise tevbe edenlerdir.” (İbn Mâce, Zühd 30)

Tevbe, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (as)’la gündeme gelen bir konudur. Zira, hem ilk hatayı (zelle) hem de ilk tevbeyi yapan Hz. Adem (as)’dır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insan, fıtrat itibariyle hata ve günah işlemeye müsait bir yapıda olmakla birlikte hatasını anladığı an pişman olup tevbe ederek Rabbine dönebilecek bir donanıma da sahiptir. Zaten İslam’ın müntesiplerinden beklediği de ‘kusursuz bir hayat’ değil, zaman zaman sürçmeler olsa bile affedeceği ümidi ve inancıyla Allah’a (cc) yönelip O’ndan af ve mağfiret dilenen ‘tevbe boyutlu bir hayattır.   

2.      TEVBE ve İLGİLİ KAVRAMLAR

Tevbe: Kelime olarak Arapça tâbe, yetûbu fiil kökünden gelmekte olup mastardır. Allah (cc)’ya dönüş ve yöneliş anlamına gelmektedir. Tevbe daha çok günahtan Allah (cc)’ya dönme anlamında meşhur olmuştur.

 

İstilahi olarak Tevbeyi; yapılan kötülüğü, işlenen günahın günah olduğunu bilip, onu terkedip bırakarak Allah (cc)’a dönmek, O’ndan affetmesini, bağışlamasını dilemek, yaptıklarından pişman olduğunu da belirterek yalnız Allah (cc)’a yalvarmak diye tanımlayabiliriz.

 

Gazali: “Tevbe, geçmiş hatalardan dolayı insanın içinin yanmasıdır” demiştir.

 

İstiğfâr: Sözlükte "örtmek, örtbas etmek" anlamına gelen istiğfâr, dinî bir kavram olarak, hata ve günahların Allâh tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları artırmaya çalışması, günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir.

‘İstiğfar’ Allah (cc) ‘tan hata ve günahların bağışlanmasını istemek, mağfiret  (bağışlanma) dileğinde bulunmak demektir. İçerisinde ‘istiğfar’ (bağışlanma dileği ) bulunan tüm dualara da ‘istiğfar duası’ denmiştir.

Günah: Farsça bir kelime olup sözlükte “suç” anlamına gelir. Allah (c.c)’ın emirlerine aykırı olarak görülen iş, ahirette cezayı gerektiren davranıştır. Emredileni yapmamak, yasaklananı işlemektir. Arapça‘da günahın karşılığı olarak; ism, zenb, isyan, cürm kelimeleri kullanılır. İsm günahın tam karşılık anlamıdır. Zenb, cürm, insanın Allah’ın (c.c) rızasını kazanmasını engelleyen şeylerdir, isyan ise, Allah’a (c.c) itaat etmemek demektir.” 

Günah, emirlerin yerine getirilmemesi veya yasakların çiğnenmesiyle ortaya çıkan ve dini ve vicdani açıdan sorumluluk gerektiren bir olgudur.

 

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER

“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamberi ve Onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar..” (Tahrîm 8)

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer  53)

''Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.'' ( Âl-i İmrân 135) 

''Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca «Ben şimdi tevbe ettim» diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.'' (Nisâ 18)

 “Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa 48)

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

“Vallahi ben, günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını dilerim, tövbe ederim.” (Buharî, Daavat, 80/3)

“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâla’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zaman ki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhâri, Daavât, 80/4)

“Allah Teâla gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar böyle devam edip gider.” (Müslim, Tevbe, 31)

 “Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâla onun tövbesini kabul eder.”  (İbn Mace, Tevbe, 30)

 

5. TEVBE ve İSTİĞFAR İLİŞKİSİ

Sözlükte ‘örtmek, örtbas etmek’ anlamına gelen istiğfar, dini bir kavram olarak, hata ve günahların Allah tarafından af ve mağfiret edilmesini istemek; kulun işlediği iyi ve güzel amelleri azımsayıp bunları arttırmaya çalışması günahlarını çok bulup bunları azaltmaya gayret etmesi demektir. Aynı kökten gelen ‘Gufran’ ve ‘Mağfire’ kelimeleri, Allah’ın (cc) kulun hata ve günahlarını örtmesi, ona azap etmemesi, günahlarını bağışlaması anlamına gelir. İstiğfar ile ‘günahtan vazgeçme’ anlamına gelen tevbe arasında bazı farklar vardır.

Kişi ancak kendi günahından dolayı tevbe edebilirken, başkalarının günahından dolayı da istiğfar edebilir. Yani başkasının affını Allah‘tan (cc) dileyebilir. Allah’ın (cc) güzel isimlerinden olan ‘gafur’ ve ‘gaffar’, günahları örten, bağışlayan, affeden demektir. Kur’an-ı Kerim de pek çok ayette istiğfarda bulunmak emredilmiş, Allah (cc)‘nın mağfiret edici olduğu ısrarla vurgulanmış, özellikle seher vakitlerinde olmak üzere istiğfar edenler övülmüştür. ( Mesela : Al-i İmran 17 / Zariyat 18 )

İstiğfar lafzını veya manasını içeren her duaya istiğfar denir. Gerek Kur'an-ı Kerîm'de ve gerekse hadis-i şeriflerde istiğfar teşvik edilmiştir. Kur'an-ı Kerîm'de; "Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır." (Nuh 10) "(Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah’ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbîh et." (Mümin 55) buyrulur.

 

Ebu Hureyre (r.a)'den rivayet edildiğine göre Resullah (sav): "Vallahi ben Allah (cc)'a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum" buyurmuştur. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamberin günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir. (Müslim, Zikr, 41; Ebû Dâvud, Vitr, 26; Tirmizî, Sûre, 47/1) Bu nedenle Ebu Hureyre (r.a): "Peygamberden daha çok istiğfar edeni görmedim" (el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, l V, 210.) demiştir. Bir günah işlendiği zaman, bunda ısrar etmemek, hemen tövbe istiğfar etmek vaciptir. Peygamberimizin ifadesiyle, "İstiğfâr eden kimse günde yetmiş defa da günah işlemiş olsa bunda ısrar etmiş sayılmaz. “ (Tirmizi, Deavat, 107)

 

İstiğfarın Allah (cc) nezdinde ki değeri bir hadiste şöyle ifade edilir: "Kim yatağına girince üç defa; "estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm (Kendisinden başka hiç bir ilâh olmayan, diri ve her an yaratıklarını gözetip duran yüce Allah'tan bağışlanmamı dilerim)" derse, Allah (cc) günahlarını deniz suyunun damlaları kadar çok olsa da bağışlar" (Tirmizî, Deavât, 17) buyrulmuştur. Sadece dili ile istiğfarda bulunmak yeterli değildir. Niyeti ve amelleri de dilini doğrulamalıdır. 

Tevbe İle İstiğfar Arasındaki Fark

İnsan günah işlediği zaman ısrar etmemeli, hemen istiğfar ve tevbe etmelidir. ‘İstiğfar’, günahın bağışlanmasını istemek , ‘tevbe’ ise günahtan vazgeçmektir. Yani, yapılan hata veya günahta hemen insanın bundan vazgeçmesi, hata veya günah işlediğini fark ederek veya bilerek hemen bundan bağışlanma istemesine  ‘istiğfar’ denir. Bu günahtan tamamen vazgeçmeye karar vermeye veya bir daha işlememeye gayret ve söz vermeye, yani bundan tamamen vazgeçmeye çalışmaya da ‘tevbe’ denir.

6. TEVBE’NİN ÖNEMİ

Tevbe etmek, herkese farz-ı ayndır. Tevbe’nin farz oluşu Kur’an, Sünnet ve İcma-i Ümmet ile sabittir. Nitekim Cenab-ı Hak, bir ayeti kerimede “Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz…” (Nur 31), başka bir ayeti kerimede ise, “Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün…” (Tahrim 8) buyurmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hak, suçlu-suçsuz ayrımı yapmaksızın bütün müminlere tevbe ve istiğfarı emretmiş ve ancak bu yolla kurtuluşa erebileceklerini bildirmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (sav) de, değişik hadisi şeriflerinde tevbe üzerinde bolca açıklamalarda bulunarak tevbenin önemine dikkat çekmiştir. Rasulullah (sav) bu hadis-i şeriflerinden birisinde şöyle buyurmuştur: “Bütün insanlar hata işleyebilirler. Ancak hata edenlerin en hayırlısı (hatasını anlayıp pişman olarak) tevbe edenlerdir.” (Tirmizi, Kıyamet, 50 ; İbn Mace, Zühd, 30)

Gerek Peygamber, gerek alim ve gerekse cahil olsun her insan hata edebilir ve bu hatası neticesinde tevbeye muhtaçtır. Aslında her peygamber yaptığı ‘zelle’ karşılığında, durumuna muvafık bir şekilde tevbe etmiştir. Mesela, Hz. Adem (as): “(Âdem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.’’ (Araf 23) demiş. Hz. Musa (as) “Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla...” (Kasas 16)  diyerek yalvarmıştır. Sadece onlar değil, Cenab-ı Hak tarafından geçmiş ve gelecek bütün hata ve günahlarının bağışlandığı bildirilen (Fetih 2) Nebi (sav) bile her gün bir rivayette yetmiş, diğer bir rivayette ise yüz defa istiğfarda bulunduğunu söylemiştir. Günahlardan masum olan Peygamberimiz (sav) bu kadar tevbe ve istiğfarda bulunurken, hayatı hata ve kusurlarla dolu olanların ne kadar tevbe etmesi gerektiğini herkes kendi vicdanına danışmalıdır. Günah ruhun kiri, tevbe ise cilasıdır. Günahta ısrar kulun ruhunu iyice bozar.

Tevbe, işlenen günahtan gönülden hissederek pişman olmaktır. Ömrünün kalan kısmında Allah (cc)’a yönelmek, günahtan sakınmak, salih amelde bulunmak, tevbeyi fiili olarak gerçekleştirir. Günahtan sakınmak, terk etmeyi gerçekleştirdiği gibi; tevbe, var olma (varlık) eylemidir. Tevbe edenin Rabbine dönüşünü içerir. Allah (cc)’ın emirlerini ısrarla eda etmeye tutunmaktır. Kişi, günahı mücerret olarak terk edip, Allah (cc)’ın sevdiği amellere dönmemişse, tevbe etmiş sayılmaz. Ancak Kul; Allah (cc)’a yönelip dönerek ısrar düğümünü çözüp tevbenin gerçek manasını diliyle söylemeden önce kalbiyle kabul etmeli, Allah (cc)’ın geniş olarak beyan ettiği; itaat edenlere vaad edilmiş Cenneti ve isyan edenlere vaad ettiği Cehennemi düşünerek, korku ve ümit kuvvet buluncaya kadar gayret sarf etmelidir. Allah (cc)’a korku ve ümit arasında tevbesini kabul etmesi için dua etmelidir. Günahını, kusurunu yıkasın, hatasını gidersin. Böylece tevbeden kazanması gerekeni, Allah (cc)’ın kerih gördüğünden sevdiği ve razı olduğu amellere yönelerek elde etmelidir. Öyle ki sütün memeye dönmediği gibi, günaha dönmeyecek şekilde tevbe etmelidir. Kalbiyle pişman olmalı, diliyle istiğfar etmeli ve bedenini o kötü fiillerden korumuş olmalıdır. Böylece Allah (cc)’dan gelen nur ile sevabını O’ndan umarak ve azabından korkarak O’na itaat etmelidir.

Mümin nefsinin şerrinden kendisini korumalı, takvalı olmalı, ıslah etmelidir. Allah (cc), ıslah edenlerin en hayırlısıdır. Allah (cc) onun Rabbi ve mevlasıdır. Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa sorumluluğu nefse terk etmemelidir.

Tevbe, İslam dininde ancak meşakkat ve yorgunluk sonucu ya da Allah’ın (cc) dışında birinin önünde itiraf edilmesi gereken ve ulaşılması güç olan engebeli bir yol değildir. Bilakis, tevbe kolay ve basittir. Kapısı her zaman açık, isteyen tevbe etmek ve temizlenmek için her an o kapıyı çalabilir. Hiç kimse onu Allah (cc)’ın rahmetinden kovamaz. Haddi ne kadar aşmış olsa bile, Rabbiyle onun arasına kimse giremez. Allah (cc)  şöyle buyuruyor: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Zümer  53)

Sırat-ı müstakime (doğru yola) dönmek isteyen önce tevbeye koşsun, kendisiyle tevbe arasına engel olacak gün gelmeden günahtan vazgeçsin. Terk ettiği amellerden dolayı üzülmeli, tahammülün kalmadığı zor durum, pişmanlığın fayda vermediği saat gelip çatmadan, hesap günü için canla başla iyi amellere sarılmalı, diliyle Allah (cc)’a tevbe etmeli, iman ve salih amelle tevbe hakikatinin gerçekleşmesi için kalbiyle azmetmeli. Umulur ki Allah (cc) tökezlemesini azaltır, dönüşünü kabul eder ve günahını da affeder. İman ve amel-i salihle, hidayet yolunu tutsun ki, Allah (cc) onu salih kullarıyla beraber kılsın. Şu ayeti kerimenin manasını doğrulayıcı olarak “Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım.” (Taha, 82)

İmam Gazali konuyla ilgili İhyau Ulumid Din adlı eserinde ‘Tevbe Herkese ve Her Hâlükârda Vacibdir.’ başlığı altında konunun önemini şöyle izah eder:

“Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz…” (Nur 31). Zira tevbenin mânâsı; Allah'tan uzaklaştıran ve şeytana yaklaştıran yoldan dönmek demektir. Böyle bir dönüş, ancak akıllı bir kimse için düşünülebilir. Akıl, ancak şehvet, gazab ve şeytanın insanı aldatma vesileleri olan diğer kötü sıfatların kemâlinden sonra kemâl bulur Şehvetler, şeytanın askerleridir. Akıl da meleklerin ordularındandır. İkisi bir araya geldiğinde mecburî olarak aralarında savaş patlak verir; zira biri diğerinin yanında duramaz. Çünkü birbirine zıddırlar. Bu bakımdan aralarındaki boğuşma, gece ile gündüzün, nur ile zulmetin arasındaki boğuşma gibidir. Biri galebe çaldığı zaman, zarurî olarak diğeri kaçar! Şehvetler çocuk ve gençlerde aklın kemâlinden önce yerleştikleri zaman şeytanın orduları gelmiş ve mekânı istilâ etmiş demektir. Kalp bunlara yakınlık göstermiş olur. Şüphesiz ki bu takdirde şehvetlerin isteklerine uyması da normal olur ve bu durum kalbe hâkim olur. Artık kalbin bu durumdan kurtulması zorlaşır. Sonra Allah'ın hizbi ve askeri olan akıl ortaya çıkar ve tedricî bir şekilde dostlarını düşmanların ellerinden ve esaretinden kurtarır. Eğer akıl kuvvet bulmaz ve kemâle ermezse, kalp memleketi şeytana teslim olur. Şeytan da va'dini yerine getirir! Zira şeytan şöyle demiştir: Eğer beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun zürriyetini, pek azı müstesna kandırıp kendime bağlarım. 

Eğer akıl kemâle erip kuvvetlenirse, onun ilk meşgalesi şehvetleri kırmak, âdetlerden ayrılmak, tabiatı cebr yoluyla ibâdetlere zorlamak suretiyle şeytanın ordularını yok edip uzaklaştırmak olur. Tevbenin mânâsı bundan başka birşey değildir. Böyle olmasının isbatı da şehvetten, rehberi şeytan olan bir yoldan dönüp Allah (cc)'ın yoluna yönelmektir.

 

Tevbenin daima ve her durumda yapılmasının farziyeti şu demektir: Hiçbir insan günahsız değildir; zirâ peygamberler bile bu zellelerden kurtulamamıştır. Nitekim Kur'an'da ve hadîslerde peygamberlerin bu zellelerden tevbelerinden ve hatalarından ötürü ağlamalarından haber verilmektedir.

Eğer azaların günahından bazı durumlarda kurtulursa, kalp ile günahları arzu etmekten kurtulamaz. Eğer kalp de bazı durumlarda günahları arzulamaktan kurtulursa, Allah'ın zikrinden gaflet ettiren şeytanın vesveselerinden kurtulamaz.

Eğer bundan da kurtulursa Allah, Allah'ın sıfatları ve fiilleri hakkındaki ilim hususunda kusur ve gafletten kurtulamaz. Bütün bunlar, eksikliktir. Bunun sebepleri vardır. Sebeplerin zıdlarıyla meşgul olmak suretiyle sebepleri terketmek, onun zıddına dönmek demektir. Tevbeden de maksat dönüştür. Hiçbir insanın bu eksiklikten uzak olması düşünülemez. Ancak insanlar miktar hususunda birbirlerinden ayrılır. Asıl ise bütün insanlarda vardır. Bunun için Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim de kalbimin üzerine pas çöker. Öyle ki gece ve gündüz yetmiş defa Allah'tan af talebinde bulunurum.”

Bunun için Allah Teâlâ, peygamberine şöyle demek suretiyle ikramda bulunmuştur: “Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru bir yola iletir.” (Fetih 2)

Hz. Peygamber (sav)'in yüce makamına rağmen hali bu olursa, acaba başkasının hali ne olacaktır?

Tevbe'nin tamamlanması, geçmişi tamamiyle telâfi etmekle olur. İnsanın peşinden sürüklendiği her şehvetten bir karanlık insanın kalbine yükselir. Nitekim insanın nefesinden berrak aynaya buharın yükseldiği gibi... Eğer şehvetlerin karanlığı birikirse, (kalp üzerinde) 'Reyn' denilen pas olur. Nefesin buharının aynada biriktiği zaman lekeye dönüştüğü gibi... Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifin 14)

Bu bakımdan 'reyn' (pas) biriktiği zaman mühre dönüşür. Aynanın yüzündeki buhar gibi o mühürle kalp mühürlenir. Birikip zaman uzadıkça, demirin içine işler, onu ifsâd eder. Artık ondan sonra işlem kabul edemez hale gelir, pastan mühürlenmiş gibi olur. Şehvetlerin arkasında gitmeyi terketmek de kâfi gelmez. Kalpte tabiatlaşan o pasların silinmesi lâzımdır.

Nitekim eğer aynada tabiîleşen kirler silinmezse, sadece buharları silmenin kâfi gelmediği gibi. Günahlar ve şehvetlerden kalbe zulmet yerleştiği zaman da durum böyledir. Bu bakımdan kalbe ibadetlerden bir nur yükselir. O ibadetlerin nuruyla mâsiyetin zulmeti silinir.

Buna Hz. Peygamber (sav)’in şu hadîsi işaret etmektedir: “Bir kötülük işlediğinde arkasından iyilik yap ki kötülüğü yok etsin.” (Müsned, V. 153,158,269; Tirmizi, Birr 55) O halde kul kalbinden günahların eserlerini, sevap işleyerek silmekten müstağni değildir.

“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca «Ben şimdi tevbe ettim» diyenler ile kâfir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 17-18)

Bu ayetin mânâsı; hatayı işlediği halde hatasından pişman olması, onun eserini hemen akabinde yapmış olduğu bir hasene (sevab) ile daha pas kalbin üzerine yerleşip silinmeyi kabul etmeden önce silmesi demektir.

Bu bakımdan helâk olan bir kimse ancak tevbeyi geciktirmekten dolayı helâk olur. Öyleyse tevbeyi geciktirmenin kalbi karartması önce, ibâdet ile parlatılması ise sonradır. Bu durum böyle devam eder. Sonunda ölüm ansızın gelir, yaka paça götürür ve dolayısıyla temiz olmayan bir kalp ile Allah'ın huzuruna varır. Oysa ancak temiz bir kalp ile Allah'a varan kurtulur. Öyleyse kalp, Allah'ın kul yanındaki emanetidir. Ömür de Allah'ın kul nezdinde emanetidir. İbadetlere vesile ve âlet olan diğer şeyler de böyledir. Bu bakımdan emanete hainlik yapan ve hainliğini telâfi etmeyenin durumu tehlikelidir.

7. TEVBENİN YERİ ve ZAMANI    

a) Tevbede Zaman Unsuru:

Günahlar, Allah (cc)’a giden yolda birer engeldir. Günahkar zehirlenmiş bir insan gibidir. Zehirlenen kişi için, vakit geçirmek ne derece tehlikeli ise günah işleyenin de tevbede gecikmesi o derece risklidir.

Günah işleyen mü’min, imanının bir belirtisi olarak rahatsızlık duyacak ve hemen ondan kurtulmanın yollarını arayacaktır. Günahın hemen ardından tevbe etmenin farz olduğu hususunda icma mevcuttur. Ayrıca tevbeyi geciktirenler bu sebeple günah kazanmaktadırlar.

Gazali’ye göre; kişi yaptığının günah olduğunu anladığı an, derhal pişmanlık duymalı ve onun tesirini iyi ameli ile silmeli. Aksi halde, kötülükler kalbi istila eder ve bir daha izalesi mümkün olmaz.

Nitekim hadis-i şerifte: “Mü’min günah işlediğinde, siyah bir leke olur. Tevbe eder, günahı terkeder ve istiğfar ederse, bu siyahlıktan kurtulur, günah artarsa siyahlıkta artar...” (İbni Mace, Zühd 29) buyrulmaktadır.

Tevbe için geçerli olan zamanın son sınırı hakkında şu hadis bize fikir vermektedir: “Allah kulunun tevbesini can boğaza gelmedikçe kabul eder.” (Tirmizi, Deavat 100; İbni Mace, Zühd 30) Ölüm kesinleşip, can boğaza geldiğinde ise tevbe kabul edilmeyecektir.

Son nefeste tevbenin kabul edilmeyişinin sebepleri şunlardır: İnsan o anda ümitsizlik halindedir. Halbuki tevbe, kişinin hayattan ümidini kesmediği bir ortamda olmalıdır. Son nefeste fertlerden teklif kalkar. O anda yapılan işler için iyi veya kötü denmez. Halbuki tevbe dünya işlerindendir ve teklif kalkmadan yerine getirilmelidir. Ahirette herkes pişman olacaktır, ancak o halleri tevbe olarak nitelendirilmeyecektir. Zira son nefeste günahkarların pişmanlık duydukları an, teklifin olmadığı andır. Son nefeste yapılan tevbe kabul edilmediği gibi o bir yok hükmündedir ve sonuç olarak hiçbir şey ifade etmemektedir. Ömrü boyunca hiç tevbe etmeyenle, ölümü anında tevbe eden sonuç itibariyle aynı görülmektedir.

Ne zaman günahkar ciddi, kararlı ve takva ile salih amel tohumları ekerek, yaptığından dolayı pişman olduğunu ve Rabbinin rahmetini ümit ettiğini samimi bir şekilde ifade ederse, Allah (cc) da onun tevbesini kabul eder. Kovulmuş ve şaşkın olarak terk edilmez. Bilakis, onu doğru yola koyar ve elinden tutar, adımlarını destekler ve ona yolu aydınlatır. Bu durumda kul için şu iki seçenekten başka seçenek yoktur.

1) Tevbede acele etmesi, ta ki günah silinmeyi kabul etmeyen huy halini alıp kalbe hakim olmasın.

2) Tevbeyi hastalık ve ölüm gelmeden önce yapması. Tevbeyi ağırdan alan, günah işlemekte ısrar eden ve kötülük işleyen aldatılmışlar, ölüm geldiği zaman, ben işte şimdi tevbe etmeliyim (tevbe zamanı şu andır) demekten sakınmalıdırlar. Çünkü böyle bir tevbe ihtiyari değil zorunludur. Bundan dolayı hayata hiçbir çeki düzen vermez ve kalpte hiçbir güzel amel doğurmaz. O, güneş batıdan doğduktan sonra, kıyamet günü Allah (cc)‘ın azabı gelip çattıktan sonra yapılmış bir tevbe gibidir.

Ecel gelip çatmadan, ümitler tükenmeden, pişmanlığın fayda vermeyeceği gün gelmeden mü’min Allah (cc)’a tevbeye acele etmelidir.

Kul, bir günah işlerken tevbeyi hatırlarsa, ona hemen en acil şekilde yönelmeli. Geciktirmeye, ertelemeye ve umutlara yaslanmamalı. Günahtan tevbeye acele etmek, hemen yapılması gereken bir farzdır. Geciktirilme caiz değildir. Eğer geciktirirse bundan dolayı da tevbe etmelidir.

Sonuç olarak tevbe ile ilgili şöyle bir zaman dilimi çizebiliriz. Tevbe için zaman; günahın peşinden başlamakta, ileriki günlerde herhangi bir vakte bağlı kalmadan devam etmekte ve ölüm alametleri belirince son bulmaktadır. Yani tevbenin son sınırı; yaşama ümidinin bitmesi, ölüm alametlerinin belirmesi ve şahsın son anlarını yaşamasıdır.

b) Tevbede Mekan Unsuru:

Namaz, hac gibi bazı ibadetlerin, belli mekanlarda yapılması, faziletli veya gerekli olduğu halde, tevbe için böyle mekan şartı yoktur. Zira tevbe, çok yönlü bir eylem olduğu için, yalnız bir mekanda başlayıp sona ermeyecektir.

Bu sebeple, tevbe edebilmek için, şahsın camide bulunması, tekke veya zaviyede olması şeklinde bir şart yoktur. Ayrıca tevbe edebilmek için, Allah sevgililerinin evine gitmek, onların dizinin dibine oturmak mecburiyeti de yoktur. Diğer taraftan; cemaat halinde, bir araya toplanarak, topluca tevbe etmek de şart değildir.

Günah işlemiş insan, tevbesini her mekanda gerçekleştirebilir. Şahıs için, günahlarını göz önüne getirdiği, onların çirkinliklerinden kurtulmaya karar verdiği her yer tevbe mekanıdır. Yani işçi işinin başında, çiftçi tarlasında, evde kalanlar evlerinde, bu kararı verebilir ve tevbe sürecini başlatabilir.

Nitekim Yunus (as) balığın karnında ve denizin karanlıklarında: “Zünnûn’u da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: «Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!» diye niyaz etti.’’ (Enbiya 87) deyip, günahını itiraf ederek Allah (cc)’den af dilemiştir. Allah (cc) de onu affetmiştir.

Tekrar ifade edelim ki, tevbe süreci, günahlardan kurtulmaya kalbin kesin olarak karar vermesiyle başlamaktadır. Bu kararın verilebildiği her yerde tevbe sahihtir. Tevbeyi bir mekana hasretmek, tevbe için kutsal bir mekan şartını ileri sürmek, tevbe olayını bilmemek ve konu ile ilgili İslam’ın hikmetini yakalayamamak demektir.

8. TEVBENİN ŞARTLARI

Allah (cc)’a tevbe etmek, en büyük salih amellerdendir. Çünkü tevbe, kul ile Rabbi arasında nefisteki gizli, saçma arzu, kapris ve engelleri kaldırır. Tevbe, kalbi ümitlerle doldurur ve nurun kaynağına yönlendirir.

Tevbe eden, tevbesinde sadık olduğunun şartlarını getirdiği kadar tevbesi de sadık ve makbul tevbe olur. Bu şartlar şunlardır:

1) Tevbe sadece Allah (cc)’ın rızası için olmalıdır.

Çünkü Allah (cc) hiçbir ameli kabul etmez, ancak sadece kendi rızasını kazanmak için yapılan halis ameller hariç.

Tevbeye sevk eden sebep, Allah (cc)’ın sevgisini, tazimini, rızasını ve mükafatını arzulama özlemi olmalıdır. Tevbeye riyakarlık katarak hiçbir kimseye şirin gözükmeye çalışmamak ve geçici dünya malından bir şey istemeye niyetlenmemelidir.

2) Günahı terk etmek.

Nefis, günahın lezzetiyle meşgul olduğundan, salih amelde ihlas göstermesi güçtür. Kötülüğün köklerini kalbinden söküp atmak için tevbe eden kişi çok çalışmalı ki, kalbi saf, halis ve arınmış olsun. Böylece salih niyetle, Allah (cc) tarafından kabul gören hayır ameller o kişiden sadır olsun. Eğer günah, haram bir fiille işlenmişse, hemen terk etmeli, yok eğer bir vacibin terk edilmesiyle olmuşsa, onu hemen yerine getirmeli, yok eğer kaza edilmesi gereken bir amel ise, onu hemen kaza etmeli, yok eğer herhangi bir kişinin hakkıyla (kul hakkı vs.) alakalıysa hemen helallik dilemeli ve onu yerine getirmelidir.

3) Geçmişte olanlardan dolayı pişmanlık.

Kişinin geçmişte yaptığı günahlara üzülüp, pişmanlık duyana kadar tevbesi sadık ve gerçek bir tevbe olmaz. Allah’a (cc) pişman olduğunu göstermeli ve tevbe edip O’na dönmelidir. 

4) Günaha bir daha dönmeyeceğine kesin kararlı olmak.

Kişi tevbe ettiği günaha bir daha asla dönmeyeceğine kesin kararlı olmalıdır.

5) Günahta ısrarcı olmamak.

Israr, kalbi günah arzusuna bağlamak, bunda istikrar kılmak ve tekrar işlemeye azmetmektir. Çünkü tevbe ile beraber günah işlemekte ısrarcı olmak, ancak yalancıların tevbesidir. Onlar (yalancılar) günahı geçici olarak terk edip günaha tekrar dönmek için elverişli fırsatı kollarlar. Günahın tadı kalplerinde kalmış olduğu için ona yol buldukça nefsin isteğini (günah işleme arzusunu) temenni ederler. Halbuki Allah (cc) Cennet’e girmek ve günahların affedilmesi için, tiksindirici (fahiş) fiilde ısrar etmemeyi ve nefse zulüm etmemeyi şart koşmuştur.

6) Tevbe kalp ve lisanla olduğu gibi salih amelle de olur.

Salih amel, kalbin fiili tercümanıdır. Zira salih amel insanı günahtan vazgeçirmek için olumlu bir vasıtadır. Böylece ömrünün günah ve nefsine uyarak geçirdiği kısmını, ömrünün kalan kısmında gerçekleştireceği salih amellerle telafi eder.

7) Tevbesinde devam etmek.

Tevbe eden, tevbesini bozacak ya da ona muhalif olacak şeyleri yapmayıp tevbesinde devam etmelidir.  Zira tevbede devamlılık, tevbenin sıhhat ve faydalı olmasında aranan şartlardır.

8) Tevbeyi günahın ardından hemen yapmak

Tevbenin zamanı, ecel gelmeden ve güneş batıdan doğmadan öncedir.

Bununla anlaşılıyor ki; kim ki bir şartı yerine getirir ve diğerlerinden gafil olursa tevbesi tevbe sayılmaz, diğer şartlar yerine getirilmeyinceye kadar. Tevbe bir bütündür. Bir parçasını kaybettiğinde, bütün özelliklerini kaybeder.

Tevbe, öyle bir makamdır ki, ömre başından sonuna kadar refakat eder. İnsanlar tevbeye her zaman muhtaçtır. İnsanlar tevbe etmeli ve tevbelerini devam ettirmelidirler. Bu sebeple kul, her zaman ve fırsatta mutlak olarak tevbe ve istiğfara muhtaçtır.

9) Kul hakkı ile ilgili olan günahların tevbesinde hak sahipleriyle helalleşmek.

İnsanların hakkıyla ilgili olan günahlardır ki, iki çeşittir.

a) Telafi edilebilir, eski haline getirilebilir olanlar. Zarar gören, çalınan, gasp edilen malın sonradan telafi edilebilmesi gibi. Bunun gibi kul hakkı ihlallerinin giderilmesi, eğer varsa sahibine iadesi, aşırı hasar görmüş ya da bulunamıyorsa, benzeriyle giderilmesi gerekir.

Çünkü bu kesin bir haktır. Sahibine iade edilmesi vaciptir. Meşru olduğu biçimde hak sahibine imkan vermek gerekir. Eğer mağduriyet giderilemez ve sahiplerine iade edilemezse, pişman olarak tevbe ederse tevbesi Rabbi ile arasında olur. Ama adamın hakkı onda kalır, hak sahibi hakkını isteyebilir. Yoksulluktan dolayı veremezse, Allah (cc)’ın onu affetmesi umulur. Affına güven olur, fazileti de boldur. Nice akıbetlere kefil olmuştur ve nice kötülükleri iyilikle tebdil etmiştir.

b) Benzeriyle onarılamayan, aynısıyla yerine getirilemeyen, bilakis aynı cinsten karşılığı olmayan haklar. Kazf (iftira), had, celd (kırbaç cezası), zina gibi. Zira bu suçlardan herhangi birisi ispatlanınca cezası ya recm ya da celddir.

Ama gıybet yapan, iftira atan günahkardır. Eğer helallik dilememiş ise, azaba müstahaktır. Böyle günahları işlemek sadece kul ile Allah arasında olduğu için kimse bilmez, tevbesi pişman olmaktır. O fiili terk etmek ve çok istiğfar etmek gerekir. Gıybetini ettiği adama vs. için nefsini yalanlaması, yaptığı iftiralardan dolayı ailesine dil uzattığı (iftira ettiği) için, adama iyilikte bulunması, hak sahibi için Allah’a dua etmesi ve onun için tevbe etmesi gerekir. Gıybet ve iftira ettiklerine söylediğinin aksini aynı yerlerde söylemesi de gerekir. Gıybetini övgü ve sena ile tebdil eder, gittiği yerlerde iyiliklerini zikreder. İffetli olduğundan, iyi bir kişi olduğundan söz eder ve gıybet ettiği kadar istiğfar eder.

9. TEVBE KAPISI HER GÜNAHA AÇIKTIR

Tevbe kapısı her daim her insana açıktır. Rabbimiz’in; “İnkâr edenlere, (sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle.” (Enfal 38) ayetinde belirttiği gibi velev ki inkar günahını işlemiş olsalar bile. Kalbi, aklı, gönlü uyanık olan her kimse tevbe kapısından girmeli, en büyük günahı işlemiş olsa bile Rabbine dönmelidir.

Rabbimiz’in geniş ve sonsuz mağfiretine sığınmak  için ivedilikle tevbe etmeyi gerektiren önemli günah ve haramları şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Allah’a ortak koşmak

Bu, günahların en büyüğüdür. Şirk, Allah’a ortak koşmak, ortak edinip onu Allah’ı sever gibi sevmek ona dua etmek, yardım dilemektir. Şirk affedilmez en büyük günahtır. Ancak tevbe edip, Allah (cc)’ı, tevhid esaslarını kabul ederek inanırsa, şirk büyük olsun, küçük olsun affedilmede aynıdır. Küçük şirk; riya, gösteriş için ibadet etme, Allah’ın dışında başka bir şeye – onu Allah’a eş ve ortak görerek- yemin etmek, Allah’a ve sana tevekkül ettim gibi durumlardır. Bundan dolayı tevbe eden kişinin, Allah (cc)’a tevhid çizgisinde gerektiği şekilde iman etmesi gerekir. Sadece Allah Teala’nın (cc) veli, ilah, mabud, yardımcı, vekil, koruyucu ve yardım dilenen tek Zat olduğunu kabul etmelidir. Kişi, ihlaslı bir şekilde, emirlerine uyarak, yasaklarından kaçınarak ve rızasını dileyerek, tüm ibadet niyetlerini Allah’a has kılmalıdır.

2) Küfür (inkar)

Küfür, büyük bir günah ve cinayettir. Küfürden dolayı bütün ameller boşa çıkar. Bunu işleyen kişi, en büyük ve şiddetli azaba ebedi olarak girer. Küfrün çeşitleri çoktur ve buna rağmen Allah (cc) tevbe kapısını açmış, her kim küfrü ve inadı bırakır, teslim olup Allah’a dönerse, Allah (cc): “Eğer sana düşmanlıktan vazgeçerlerse, geçmiş (günahlarının) bağışlanacağını söyle, yok, yine (savaşa) dönerlerse, öncekilerin (başına gelen Allah) kanunu, (onlar için de uygulanmaya) devam edecektir.” buyurmaktadır. (Enfal 38)

3) Nifak (Münafıklık)

Nifak (münafıklık), tedavisi çok zor gizli bir hastalıktır. Öyle ki kişinin her tarafına siner, fakat o bunun farkına varamaz. Nifak, insanlar arasında gizli bir şeydir. Öyle ki, çoğu insanlar bunu karıştırır, ona müdahale ettiğin zaman iddia eder ki, kendisi ıslah edicilerdendir. Halbuki o fesatçıdır. Ona engel olmaya çalışana ve iç hastalıklardan dolayı yardımcı olmak isteyene engel olur. Eğer tevbe ile tedavi edip onları gidermezse Allah‘a (cc) salim bir kalple gidemez. Allah (cc), bizi söz ve amelimizde nifaktan korusun. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın.“ (Nisa 145) 

Münafığın tevbesi, Allah’a (cc) iltica etmek, tereddütlerden, yerli yerince oturmamış ahlaktan kurtulmaktır. Münafık bunları yerine getirdiğinde tevbe eden müminlerin vasfına erişir.

4) Doğru Yoldan Sapmak

Doğru yoldan sapmanın her türünden; fiili bir isyan ya da Allah’ın (cc) nehyettiği bir şeyi yaparak emrine isyan etmek ya da inançta olan bir sapma, tahrif ve bid’at ehli olma gibi durumlardan tevbe etmek. Böylece takva gerçekleşir ve tevbe sahih olur. Bu da Allah (cc) ‘dan olan bir nur ile rahmetini umarak ve azabından korkarak ona itaat etmekle olur. Kul, günahtan hicret edip Kitap ve Sünnete sarılmakla, nefsi istek ve aşırı arzularını (şehvetleri) Allah korkusu ve O’na itaat etme güç ve kuvvetiyle yenebilir.

5) Bid’at

Bid’at: “Kur’an, sünnet ya da onun ikisinden kaynak alınan şer’i delillerden hiçbir dayanağı olmadan tasarlanmış yollar“ demektir.

Bid’at sahibinin tevbesi; bid’atini itiraf etmesi, bid’at olduğunu bilmesi, ondan dönmesi ve önce inandığının zıddına inanmasıdır. Ama ona kötü ameli (fiili) süslendirilip o da onu hoş görürse bu durumda onu hoş karşıladığı müddetçe tevbe etmiş olmaz. Bütün hallerde bid’atten tevbe edebilir.

6) Zina ve İftira

Zina ve iftiradan Allah’a (cc) tevbe eder. Yaptıklarından pişmanlık duyar. Kazf (iftira) eden kişi, iftira ettiklerine iyi davranmalı, iftirasını itiraf etmeli ve onlar hakkında söylediğinin tersini söylemelidir.

7) Faiz

Bu durumda sadece (ana parasını) alır fazlalık aldığı haksız kazancı iade eder. Faiz olan miktar ve faizle ilgili bütün işlemleri bırakarak tevbe eder.

8) Zulüm

Zulüm iki çeşittir.

- Nefse zulüm (kendi kendine zulmetmek)

Bir vacibi terk etmek ya da haram bir fiili yapmakla kişi kendi kendine zulüm eder. Çünkü her iki durumda günahlardan, hatalardan ve kötülüklerdendir. Farzlardan, kaçındıklarını kaza etmeli ve haram fiillerden nerede olursa olsun kaçınmalıdır. İmanda, tevhide, farzlarda Allah’ın (cc) haram kıldığı günahları da terk etmelidir. Tevbe eden, tevhide ve imanın hakikatlerine dönmeli; namaz, hac, oruç, zekat gibi kaçırdığı farzları da kaza etmelidir. Kişinin yaptıkları ya lehinedir veyahut aleyhinedir. Aleyhine olanlardan istiğfar eder. Doğru olmayan, kötü zanda bulunabilir. Eğer böyle bir şey yaparsa Allah’a (cc) istiğfar eder. Sözü ya da fiili sonucunda azap (ceza) getirecek günahlardan tevbe eder.

- Başkasına zulüm

Başkasına zulüm; can, mal ya da ırzına haksızlık ederek gerçekleşir. Gücü yetiyorsa o haksızlığı gidermelidir. Eğer mal, borç almış ise, onu geri verene kadar borçlu sayılır. Borcu ödenmezse, kıyamet günü onun iyilikleri -hasenatları- alınıp alacaklıya verilir. Şayet hasenatları yok ise, o zaman alacaklının günahları borçluya yüklenir ve böylece -Allah bizi korusun- borçlu cehenneme sürülür. Bu durum, Müslümanlara tevbe etmeyi, özellikle kul hakkı için tevbe etmenin ehemmiyetini ortaya koyuyor.

10. GÜNAH İLE KALBİN ALAKASINI KESEN VESİLELER

Her akıllı kişi günahın ve isyanın neticesinden sakınmalıdır. Çünkü günah helak edici bir zehirdir. Kötü etkileri vardır. Günahta müdavim olmanın sahte lezzet ve tadı kalbi karartır, kulu Allah (cc)’dan uzaklaştırır. Akıllı kimse günahlardan uzaklaşıp kendisini Allah’a (cc)  yaklaştıracak bir azık hazırlayandır. Çünkü Allah (cc) avf ve mağfiret sahibidir ama aynı zamanda acı veren azap sahibidir.

1) Bil ki günah ya gaflet sebebiyle olur ki onun ilacı ilimdir. Tevbe eden hidayet yolunu tutmalı, ilim öğrenmeli ve ona davet etmeli ve de onunla amel etmelidir. Kur’an-ı Kerim’in uyarılarını, günahkarlara verilecek cezaları ve günahlarından dolayı geçmiş ümmetlerin başına neler geldiğini düşünmelidir.

Günah, şehvetin galip  gelmesi ya da nefisteki çekişmeler sebebiyleyse, onu tedavi etmenin yolu sabırdır. Mükafatı da Allah’ın (cc) indindedir. Kulun şehvet ve kızgınlık ateşini abdest, namaz ile söndürmesi, ne güzel söndürmedir! Abdest alsın, namaz kılsın vaktini Allah (cc) için geçirsin, nefsini itaatle, kötü ahlaktan ve yerilmiş özelliklerden temizlesin.

2) Günahtan uzak kalmanın bir yolu da Allah’a (cc) iltica etmektir. Kim Allah’a (cc) iltica eder, bütün hallerde O’na sığınırsa O’ndan hiç ayrılmayan ve terk etmeyen iki düşmanına karşı Allah (cc) ona yardım eder, korur. O iki düşman, nefis ve taşlanmış şeytandır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “…Her kim Allah’a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.” (Al-i İmran 101)

3) Cezanın acilen dünyada verilmesinden korkmak. Bazı rızıklarda, işlediği günahlardan dolayı mahrum olabilir. Eğer isyanda ısrar ederse, hastalıktan, fakir düşmekten korksun.

4) Yediklerini temiz tutmak ve sadece helal yemek. Haram yiyecekle yapılan ibadet, deniz dalgaları üzerine bina yapmak gibidir.

5) Yarın Allah’ın (cc) önünde olacağını hatırlamak. Kul yarın Allah’ın (cc) önünde olacağını ve onu bütün amellerden hesaba çekebileceğini hatırlamalı. Yaptığı günaha baksın ki onun lezzeti gitmiş cezası ise üzerinde kalmıştır. Nefsini engellesin, yaptığı günahtan korksun. Kendisini Allah’dan (cc) uzaklaştıracak bütün yollardan uzak dursun.

6) Rabbiyle karşılaşmanın ne kadar çabuk olacağını hatırlamak. Her an ölümün gelebileceğini ve ölümden sonra olacak cezayı, dünyadan sonra cennet ve ateşten başka yer olmadığını, dönüş durumunu, doğacak korkunç hali, Allah’ın (cc) gücünü, kudretini ve acı veren azabını düşünsün.

7) Kötü arkadaşlardan uzak durmak. Arkadaş grubunu seçerken kötülerin yerine salih insanları dost tutmalı ve Allah (cc)’a yönlendirenleri tercih etmelidir. Alimler, bütün asırlarda ışık saçan meşalelerdir, onlarla oturmalı, ilim ve nasihatlerinden nasiplenilmelidir. Kişi bunu yaptığı vakit bereketli bir kazanç ve çok hayırlar görecektir.

8) Taşlanmış şeytanın vesveselerinden ve şerrinden Allah’a (cc) sığınmayı dilemek. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.” (Fussilet 36)

9) İstiğfar en büyük hayırlardandır. Kim sözü ve amelinde nefsinin kendisine galip geldiği ya da rızkının değiştiği (zengin iken fakir olmak gibi) durumlarda kendinden bir ihmal hissederse, tevbe, istiğfar etmelidir. Tevbe, istiğfarı sıdk ve ihlasla yaparsa, onda şifa vardır.

10) Gereksiz yeme, bakma ve konuşmaktan kaçınmak. Nerede ve nasıl olursa olsun, Allah (cc)’a itaat etmeli, gereksiz yeme, bakma ve konuşmaktan kaçınmalıdır. Günahta ısrar etmeyip, her kötülüğün ardından bir iyilik yapma hasleti geliştirmelidir. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Çünkü iyilikler kötülükleri (günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hud 114)

11. TEVBEDEN UZAKLAŞTIRAN SEBEPLER

Nefis, bedenin tabiatına meylederek, büyük şehvetlerle lezzetleri arzular. Günah, kalbi hayır işlemeye karşı zayıf düşürür. Böylece onda günahı işleme arzusu yavaş yavaş kuvvet bulur; ta ki tamamen sıyrılana kadar. Günah benzerlerini eker ve bir kısmı diğer kısmını doğurur. O da ancak bazı sebeplerden dolayı olur. Şöyle ki:

1) Allah’ın (cc) rahmetinin geniş olduğunu düşünmek. İnsanın, Allah’ın (cc) rahmet, kerem ve affının genişliği ve bolluğuna güvenmesi. Öyle ki, bazılarına nasihat babından konuşulduğu ya da bir günahtan dolayı uyarıldığında, hemen “Allah’ın (cc) rahmeti geniş ve affı da bütün günahları kapsar.” diye karşılık verir. Bu miskin (gariban) Allah’ın (cc) affı ve rahmeti geniş ve bol olduğu gibi azabının da çok şiddetli olduğunu unutmuştur.

 2) Şehvet geçici bir lezzettir. Bu acil lezzeti terk etmemek, nefis için daha sonra olacak vahim bir duruma sebep olabilir.

3) Erteleme ve umutlara aldanma.

4) Mal edinme hırsı. Mal edinme hırsı ve bütün gücünü mal edinmek için harcama ve onun etrafında yoğunlaşma, kalbi mal gelişi ve elde edildiği maddelerle meşgul olmak, insanı çıkılmaz bir gaflete sürükler ve ölüm sonrasına hazırlığı unutturur.

5) Gaflet ve cehalet. Gaflet ve cehalet (dalgınlık ve bilgisizlik) kişiyi haram olan isteklerle sevinmeye sürükler. Bu sevinç günahı hırsla istemenin bir kanıtıdır. Kime isyan ettiğini ve akıbetinin ne kadar berbat olacağını bilmediği gibi tehlikesinin büyüklüğünü de düşünemez.

6) Günahı küçümsemek. Günahı küçümseme Allah’tan (cc) korkmamaya sebep olur.

12- TEVBEYİ BOZMAK

Tevbe, öyle bir konumdadır ki, kulun mükellef olduğu anda başlar, hayatın sonuna kadar onunla beraberdir. Eğer tevbe eden, niyet ve kasdını birleştirip nasuh bir tevbe ile tevbe ettiyse, sütün memeye dönmediği gibi, o da günaha dönmez. Eğer günaha döner, tekrar ederse, tevbesini bozmuş olur. Çünkü tevbenin sıhhati onda devamlı olma şartına bağlıdır. Fakat bir günahtan tevbe etse, sonra tekrarlarsa, daha önce tevbe ettiği günahtan dolayı cezaya müstehak olur mu? Yani hem ilk hem de daha sonra işlediği günahtan dolayı ceza alır mı? Doğru olan, tevbe ettiği günahtan tevbesini bozsa da onun günahı ona dönmez. Çünkü tevbe etmekle o günahı işlememiş gibi olur. Sanki o günah yokmuş gibi, bundan dolayı önceden işlediği kötü fiilin günahı olmaz. Öncekinden dolayı değil, yeni işlediğinden günah alır. Çünkü tevbe güzel bir başlangıçtır. Günaha dönüş ise kötüdür. Dolayısıyla o günaha tekrar dönmesi, bu iyiliği geçersiz kılmaz. Nitekim Resulullah (sav)’in şöyle buyurduğu gibi: “Günahından tam olarak dönüp tövbe eden, onu hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mâce, zühd 30; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/150)

 

13. TEVBE EDENLERİN DERECELERİ

Tevbe edenlerin dereceleri, hallerindeki değişiklik ve amellerindeki farklılığa bağlı olarak değişir. Ömrünün sonuna kadar tevbelerinde doğru yolu takip edenlerin, bağlılıklarının derecesi dört derecededir.

Birinci Derece:

Tevbelerinde ömürleri boyunca dosdoğrudurlar. Hiçbir zaman içlerinden o günaha dönmeyi geçirmezler ve ona yaklaşmazlar. Bunlar nefsi mutmaine sahibi kişilerdir. Onlar tevbenin en yüksek makamındadırlar. Çünkü onlar dosdoğru yolu tuttular. Emirleri yerine getirerek, yasaklardan  da kaçınarak… Bütün günahlardan ve Rableri’nin razı olmadığı ahlaktan soyutlandılar. Bu, tevbe edenlerin en yüksek derecesidir.

İkinci Derece :

Doğru yolu tutanlar ve hayatları boyunca tevbeye devam edenler ancak nefislerinin onlara güzelleştirdiği ve çekici kıldığı günahları düşünmekten ayrılamazlar, ne zaman günah işlemek için niyet etseler, nefislerini kınar ve azimlerini yenileyip; ‘ne diye bu kötülüğü yaptım’ diye pişman olur ve ‘ne diye çok hayır amel işlemedim’ der. Bu da yüksek bir derecedir, tabii ki  birinci derece kadar değil. Tevbe edenlerin çoğu bu kategoridedir.

Üçüncü Derece :

Tevbelerinde belli bir zaman devam edip şehvetleri onlara galip gelip, daha sonra günaha meyledenler. İyi ve kötü amelleri birbirine karıştırıyorlar, bununla beraber nefislerini yaptıkları aşırılıktan azarlayıp, yaptıklarından pişman olup nefislerine galip geliyorlar. Fakat fazla hayalci olmaları ve daha sonra tevbe ederim mantığı onları tevbede geciktiriyor. Bu durum büyük bir tehlikedir. Olur ki tevbe etmeden ecelleri gelir ve tevbeye zaman kalmadan ya da tevbenin kabul olmayacağı zamanda tevbe ederler. Fakat faydasız bir tevbedir ve böylece ölürler.

Dördüncü Derece: 

Bir müddet tevbe edip sonra nefs-i emmare  onları bedeni istek ve duygularına kaptırıp, şehvetleri onları sarıp nefisleri günahlara meyledenler. Tevbe etmeden bu günahlara düştüler. Akıbetlerinden gafil bir şekilde nefsin hevasına tabi olmalarından dolayı akıbetlerinden korkulur.

Akıllı ve nasipli kişi haddini aşmadan günahı kontrol altına alır ve nefsini Rabbi’ne itaate çevirir. Doğru yola döner, Kur’an-ı Kerim’in nuru ve Peygamber’e (sav) bağlanarak hidayet bulur.

14. TEVBE GEÇMİŞİ SİLER

Kimileri bazen şöyle der: “Tevbe etmek istiyorum, ancak tevbe ettiğimde  Allah’ın beni bağış-layacağını kim garanti edebilir? Ben doğru yola girmek istiyorum, ancak tereddütlerim var. Bilsem ki, Allah beni bağışlayacak, tevbe ederdim.”

Böyle kimselere denir ki; sizin bu hissettiklerinizi sizden önce Rasulullah’ın (sav) ashabı da hissediyordu. Eğer şu iki rivayeti iyice düşünürseniz emin olun ki sizlerdeki bu duygular Allah’ın (cc) izniyle yok olacaktır.

1) Amr b. As’ın (ra) Müslüman oluşunu anlattığı kıssada İmam Müslim şu rivayette bulunur: “Allah Müslüman olmamı kalbime koyunca, Rasulullah (sav)’a gelip, sağ elini uzat sana biat edeyim.” dedim.

Hemen sağ elini uzattı. Ben elimi çektim. Bana :

     ‘Sana ne oluyor ey Amr?’ dedi.

     ‘Ben size bir şart koşmak istiyorum’ dedim.

     ‘Neyi şart koşmak istiyorsun’ buyurdu.

     ‘Allah’ın beni bağışlamasını’ dedim.

Hz. Peygamber (sav): ‘Bilmiyor musun ki ey Amr, İslam kendinden önceki günahları yok eder. Hicret de öncesini yok eder. Hacc da öncesini yok eder.“ buyurdular. (Müslim, İman, 192)

2) Rivayete göre müşriklerden bir topluluk çokça adam öldürmüş, çokça zina etmişlerdi. Fakat bir taraftan da iman ışığı kalplerini yoklamaya başlamıştı. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)’e şöyle haber gönderdiler: “Senin kendisine davet ettiğin din, hiç şüphesiz güzel bir şeydir. Tevbe edersek, tevbemiz kabul olur mu dersin?” (Müslim, İman 193)

Yine rivayete göre Mekkeli müşrikler şöyle demişlerdi: “Muhammed (sav) putlara tapan ve Allah’ın ha­ram kıldığı cana kıyan kimsenin günahının bağışlanmayacağını söylüyor. Peki nasıl hicret edelim? Nasıl müslüman olalım? Biz hem Allah ile birlikte başka ilâhlara ibâdet ettik, hem Allah’ın haram kıldığı cana kıydık.” (Kurtubî, el-Câmi‘, XV, 268)

Şu ayet nazil oldu: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin!” (Zümer 53)

15. SONUÇ

Allah (cc), insanı sevap ve günah işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Yapılan kötülüklerden, işlenen günah ve kabahatten kurtulma yolu tevbedir. Tevbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur ve o günahı hiç işlememiş gibi tertemiz olur. Her insanın tevbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Tevbe, günahın hemen peşinden olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine kadar devam eden bir zaman içinde yapılabilir. İnsanın eceli kendince belli olmadığı için, bir an önce tevbe etmelidir.

Tevbe etmek için, insanın bir aracıya ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekanda tevbe eylemini gerçekleştirmek gibi bir zorunluluk da yoktur.

Gerçek tevbe için; kişi geçmişe pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının sahibine iade edilmesi tevbenin en önemli ruknüdür.

Yapılan tevbe sonucu, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersizdir. Allah (cc) her türlü günah işleyeni temizlemek için tevbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanın dikkatli olması gereken husus; tevbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.

İslam uleması Sahih bir tevbe için şu dört eylem şartını sıralamıştır;

 1- Kalpten pişmanlık duymak.

 2- İşlenen o günahtan hemen rücu etmek, yani yüz çevirip sevaba yönelmek.

 3- Bir daha benzerini işlememeye azmetmek.

 4- Bu eylemleri birilerinden utandığı ya da korktuğu için değil sadece Allah’ı memnun etmek için yapmak.

16. ÖDEV

a. "Estağfirullâhe'l-Azîm ellezî Lâ İlâhe İllâ hüve'l Hayyu'l-Kayyûm ve etûbü ileyhi’’ zikri, günde 70 kez.

b. http://www.yenisafak.com/yazarlar/gokhanozcan/nedamet-kapisi-2037301    

 

17. VİDEO

a. Nasıl tevbe edilir? /Birfetva - Nureddin YILDIZ

https://www.youtube.com/watch?v=gmex-fsGJ-g

b. Bu Dua'yı Sabah-Akşam Mutlaka Oku! (Seyyidü'l İstiğfâr) & Nureddin Yıldız

https://www.youtube.com/watch?v=6YxWHu9xgxQ

c. Günahlarımdan Çok Korkuyorum!  Nureddin Yıldız

https://www.youtube.com/watch?v=_7HjDFIDKEk

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler