9.
DÜNYA SEVGİSİ
1. GİRİŞ
Dünya
sevgisi yaratılıştan bugüne insanoğlunun imtihanlarından en büyüğü olmuş,
kişiyi mal, mülk, servet, kadın, süs eşyaları gibi sonu gelmeyen arzu ve
isteklere sürüklemiştir. İnsan fıtratı
gereği mal sevgisi başta olmak üzere dünyaya meyilli yaratılmıştır. Allah
(c.c.) bu zafiyetimize dikkat çekerek malın bir imtihan vesilesi olduğunu beyan
eder.
“Nefsani
arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve
gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara
çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki
varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” (Âl-i İmrân 14)
İslam yukarıda vurguladığımız hususlara dikkat çekerken bir
orta yolu da ortaya koyar. Aynı zamanda Resulluh (s.a.v.) kendisine bu
dünyamızdan “kadın”, “koku” ve “namaz”ın sevdirildiğini belirterek dünyadan da
pay alabileceğinin örnekliğini göstermiştir. Şeriatimizin çizdiği bu orta nokta
kaybedildiğinde insan için ifrat veya tefrite kaçan arzu edilmeyen bir sonuç
kaçınılmaz olacaktır. İslam dünya hayatında ihtiyaç duyduğu şeyleri karşılaması
için çalışması, israfa kaçmadan harcaması, evlenmesi ve meşru ölçülerde eğlenmesi
gibi insanın fıtri taleplerine engel olmaz. Bu doğrultuda Kur’an ve sünnette
dünya hayatının geçiciliğine ve değersizliğine dikkat çekilirken mal, servet,
kadın, süs eşyası gibi unsurların bizatihi kötü ve istenmez olmadığı ancak
bunların insanı Allah’tan uzaklaştırmaması ve hayatın gayesini unutturmaması
gerektiğine işaret edilmiştir.
Şunu ayrıca belirtmek gerekir ki içinde bulunduğumuz toplumda
baskın hastalığımızın dünyaya gereğinden fazla meyil yönünde olması nedeniyle
bu yazının genelindeki vurgu çoğunlukla bu hastalığın tedavisi doğrultusunda
olacaktır.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Dünya Kelimesinin Anlam ve Mâhiyeti:
“Dünyâ” kelimesi,
bizzat ve hükmen yaklaşmak, zaman ve yer açısından yakına gelmek, aşağı çekmek
anlamına gelen ‘ednâ’ fiil kökünden türemiştir. Dünya sözcüğü, daha yakın, daha
uygun manasındaki ‘ednâ’ kipinin dişil (müennes) şeklidir. Dünya kelimesinin
“denâet” kökünden geldiğini söyleyenler de olmuştur. Buna göre dünya; basit,
iğreti, âdi, alçak anlamlarına gelir.
Dünya Hayatı: “Dünya”
kavramı, âhiret veya âhiret hayatı’nın karşıtı olarak, “hayâtü’d-dünyâ: Yakın
hayat” anlamındadır. Bu kelime Kur’an’da çok sık ve âhiretten veya ölümden
önceki hayatın sıfatı olarak geçmektedir. Kur’an’ın yanlış anlaşılan
kavramlarından bir tanesi de “dünya” kelimesidir. “Dünyâ” bir sıfat olmasına
rağmen, üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Bu yanlış
adlandırma İslâm’ın dünya hayatına getirdiği tanım ve ölçünün yanlış
anlaşılmasına yol açmıştır. Buradan hareketle, İslâm’ın üzerinde yaşadığımız
dünyayı (yer küreyi) kötülediği sanılmış, bu dünyadan yüz çevirmenin fazilet ve
yükselme sebebi olacağı iddia edilmiştir.
Hâlbuki Kur’ân-ı Kerim, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani
jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere ‘arz/yer’ kelimesini kullanmıştır.
‘Dünya’ kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini,
geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlam kazanmıştır. ‘Dünya’ kelimesi
ile burada yaşanılan hayat anlayışı kötülenmiş, hafife alınmış, bununla da yer
küresi değil; âhireti geri plana bıraktıran, âhireti hesaba katmayan yaşama
zihniyeti tenkit edilmiştir.
Arz: Allah’ın altı
devirde yarattığını buyurduğu, ademoğlunu halife tayin ettiği, üzerinde türlü
türlü yollar, nehirler, pınarlar var ettiği, sarsılmasın diye dağları diktiği,
tüm canlı alemin hizmetine sunulan, özelde insan için düşünülecek ve ibret
alınacak ayetler kılan, boş bir iş ve tesadüften uzak bir hikmetle yaratılan,
insanların kabile kabile ayrılıp çeşitli medeniyetler kurduğu, toprağı geniş
olan ve yağmurla yeniden dirilen, rızık arayanlara çeşitli imkanlar sunan bir
karargah, istikrar yeri, bir büyük gezegendir.
Şüphesiz arz, yani yer küre ile onun üzerinde yaşanan hayat
arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiden dolayı ‘dünya’ kelimesi
zaman içerisinde üzerinde yaşadığımız gezegenin adı olarak da kullanılmaya
başlanmıştır. Kur’an, ‘dünya’ kelimesini, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran iğreti,
âdi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bu kelimeyi çoğunlukla
âhiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında
karşılaştırma yapmakta, âhiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını
vurgulamaktadır. Kur’an, âhireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel
olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen ‘dünya hayatını’ kötülemez. Hatta bunun
bir mutluluk olduğunu, mü’minlerin bu anlamda duâ etmeleri gerektiğini öğütler.
“Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de
iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.” (Bakara 201) http://www.ahmedkalkan.com.tr/kavram-tefsiri/item/187-dunya-hayati-ve-dunyevilesmek.html
Tûl-i Emel: İnsanın
dünya hayatında ebedi yaşayacakmış gibi plan ve program içinde olup, çok uzun
emeller beslemesine denir. Kelimenin bire bir manası ise; insanın emelini uzun
tutması demektir. İnsanın emeli çok uzun, lakin ömür sermayesi çok kısadır.
Demek ki bu uzun emel duygusunun tatmin olacağı alem, bu alem değildir.
Tûl-i emel; hırs, açgözlülük, tamah, bitmez tükenmez hırs ve arzu
anlamlarına da gelir. Bu duyguyu besleyen iki temel nokta vardır. Birisi, iman
zayıflığı diğeri ise yine buna bağlı olarak dünya sevgisidir.
Hadis-i Şerifte: “Cennet'e gitmek isteyen, tûl-i emel sâhibi
olmasın. Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Haram işlemekte
Allah'tan hayâ etsin.” buyurulmuştur. (İbn-i Ebid-Dünyâ)
Enes (r.a.), Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
“Âdemoğlu ihtiyarlar. Onunla beraber iki şey kalır: Hırs ve emel!” (Müslim,
Tayalisî, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban)
Vehn: Dünya
tutkusunun insanı kuşatıp geçici nimetlerden kopamama adına ölümden korkma
sonucunu doğuran bir hastalıktır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Yemek yiyenlerin sofralarına
birbirlerini çağırdıkları gibi, çeşitli ümmetlerin sizin aleyhinize
birleşmeleri yaklaşmaktadır. Ashaptan biri: “Ey Allah’ın Rasûlu! O gün (sayıca)
az olacağımızdan mı (aleyhimizde birleşecekler)?” diye sordu. Rasûlullah
(s.a.v.): “Hayır, bilakis o gün (sayıca) çok olacaksınız. Fakat selin
üzerindeki köpük ve çerçöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanınızın kalbinden size
karşı duyduğu korkuyu çekip alacak ve kalbinize ‘vehn’ atacak (bu sebeple düşmanınız
sizden çekinmeyecek ve korkmayacak)tır” buyurdu. Ashaptan biri: “Ey Allah’ın
Rasûlu! ‘vehn’ nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.v.) “Dünya
sevgisi ve ölüm korkusu” diye cevap verdi.” (Ebû Dâvûd, Sünen Melahim 5)
Zühd: İhtiyaç
fazlasını terk ederek dünyadan yüz çevirmektir. Hataya düşülen tehlikeli boyutu
kişinin yeme, içme ve çalışmayı terk etmesidir. İfrat boyutu olarak zenginlik
nedeniyle şımarma va israfa dalmayı, tefrit noktası olarak ta fakirlik
sebebiyle Allah’a ve onun kaderine isyan boyutu vardır.
Vera: Zühd
ihtiyaç fazlasını terk etmek, vera ise şüpheli şeylerden uzaklaşmak, kaçınmaktır.
3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER
“Biz,
insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her
şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık.” (Kehf 7)
“Bilin
ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha
çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki,
bitirdiği ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu
görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada
Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten
başka bir şey değildir.” (Hadid 20)
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah
yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya
hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin
yanında pek azdır.” (Tevbe 38)
“Derken,
Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: ‘Keşke
Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı!’ dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun size! İman
edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak
sabredenler kavuşabilir.’ Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine
geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o,
kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.”
“Daha
dün onun yerinde olmayı isteyenler: ‘Demek ki, Allah rızkı, kullarından
dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş
olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh
olmazmış!’ demeye başladılar. İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde
böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) âkıbet,
takvâ sahiplerinindir.” (Kasas 79-83)
“Şu
insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü
(ahireti) ihmal ediyorlar.” (İnsan 27)
4. KONUYLA İLGİLİ
HADİSLER
Resulullah (s.a.v.) ölü bir koyun leşinin yanından geçerken
şöyle buyurmuştur:
“Siz şu leşi, ehlinin gözünde kıymetsiz olarak mı
görüyorsunuz?
-Zaten kıymetsizliğinden dolayı sahipleri onu mezbeleliğe
atmış!...
-Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki dünya
Allah nezdinde, şu leşin sahipleri nezdinde kıymetsiz olduğundan daha
kıymetsizdir. Eğer dünya Allah katında bir sivrisineğin kanadına eşit olsaydı
Allah Teâlâ o dünyadan hiçbir kâfire bir yudum su dahi içirmezdi.” (İbn Mace, Hakim)
Ebu Musa el-Eş'arî (r.a.), Resulullah (s.a.v.)'in şöyle
dediğini rivayet etmektedir:
“Kim dünyasını severse âhiretine zarar verir, kim âhiretini
severse dünyasına zarar verir. Bu bakımdan siz daimi kalıcı olanı geçiciye
tercih ediniz.” (Ahmed, Bezzar, Taberânî, İbn Hibban, Hâkim)
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın bolluğu sizi
Allah'a ibadetten meşgul etmiştir. Âdemoğlu durmadan 'malım, malım' diye
tepiniyor. Ey Ademoğlu! Acaba senin malından senin yiyip bitirdiğin, giyip
eskittiğin veya sadaka verip ebediyyen defterine yazdırdığından başka birşey
var mı?” (Müslim)
Resulullah (s.a.v.) Ebu Ubeyde (r.a.)'yı memur olarak
Bahreyn'e gönderdi. O oradan mal getirdi. Ensâr-ı kiram Ebu Ubeyde'nin
geldiğini işitince Resulullah (s.a.v.) ile beraber sabah namazına geldiler. Hz.
Peygamber namazı kıldıktan sonra hane-i saadetine gitmek üzere ayrıldı. Onlar
Resulullah (s.a.v.)'e göründüler. Hz. Peygamber onları görünce tebessüm etti.
Sonra şöyle buyurdu:
-Zannediyorum sizler Ebu Ubeyde (r.a.)’nın birşeyler
getirdiğini işitmişsiniz!
-Evet! Ey Allah'ın Rasûlü!
-Müjde size! Sizi sevindirecek şeyi ümit ediniz. Allah'a yemin
ederim, sizin için ben fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizin için, sizden
öncekilere dünyanın yayılıp açıldığı gibi yayılıp açılmasından korkuyorum.
Sizden öncekilerin imrendikleri gibi sizin de imreneceğinizden ve dolayısıyla
sizi helâk edeceğinden korkuyorum. Nitekim onları da helâk etmişti'. (Müslim,
Buhârî)
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Abda adlı devesi katıldığı bütün
yarışları kazanırdı. Bir yarışta genç bir deve üzerinde gelen bir bedevi, yarışta
Abda'yı geçti. Sahabiler buna çok üzüldüler. Hz. Peygamber “Yükselen her
dünyevi nesnenin düşmesi, ilahı hikmet gereğidir” buyurarak üzülenleri
yatıştırdı (Buhari, “Cihad” 56/59; Nesai, “Hayl” 4;87).
Ebu Derdâ (r.a.) Resulullah (s.a.v.) 'in şöyle buyurduğunu
rivayet eder:
Eğer benim bildiğimi bilseydiniz muhakkak az güler, çok
ağlardınız. Muhakkak dünya, sizin nezdinizde kıymetsiz olurdu. Muhakkak ki
âhireti dünyaya tercih ederdiniz. (Taberânî)
Ebu Derdâ (r.a.) şöyle devam ediyor:
Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, sahralara çıkar, figan eder,
kendi nefsiniz için ağlardınız! Muhakkak mallarınızı bekçisiz bırakır, zarurî
ihtiyacı dışında hiç kimse dönüp o mala bakmazdı. Fakat sizin kalbinizde
âhiretiniz gibi emeliniz de hazır oldu. Böylece dünya sizin amellerinizin
gemini eline aldı. Sizi bilmeyenler gibi yaptı. Bir kısmınız akîbetindeki
tehlikenin korkusundan şehvetini bırakmayan hayvanlardan daha şerlidir. Ne
oluyor size, neden birbirinizi istemiyorsunuz? Neden birbirinize nasihat
etmiyorsunuz? Oysa Allah'ın dininde kardeşsiniz. Sizin heva ve isteklerinizin
arasını ancak gizli olan habasetiniz ayırmıştır. Eğer siz iyilik üzerinde
birleşseydiniz muhakkak birbirinizi severdiniz. Neden dünya işinde birbirinize
nasihat eder de ahiret emrinde birbirinize nasihat etmezsiniz? Oysa hiçbiriniz
ahiret emrinde kendisine nasihat ve yardım edene, nasihat etmemektedir. Bu hal,
kalbinizde imanın azlığından ileri geliyor. Eğer dünyanın hayır ve şerrine
inandığınız gibi, ahiretin hayrına ve şerrine inanıp bilseydiniz muhakkak
âhireti tercih ederdiniz. Çünkü ahiret sizin işleriniz için daha ihtiyatlıdır.
…Eğer siz Hz. Peygamber'in getirdiği nizam hakkında şüphede
iseniz gelin biz size açıklayalım, kalbinizi tatmin edici bir nûru size
gösterelim. Allah'a yemin olsun siz aklı eksik olanlardan değilsiniz ki sizi
mâzur sayalım. Siz dünyanız hakkında doğru fikri arayıp bulursunuz. İşleriniz
hakkında en doğruya yapışırsınız. Ne oluyor size ki elde ettiğiniz dünyanın
azıyla seviniyorsuz? Elinizden kaçan öbür kısım için de üzülüyorsunuz. Öyle ki
üzüntünüz yüzünüzde beliriyor, dilinizle belirip, ilan ediliyor. Onlara
musibetler adını veriyorsunuz. O hususlarda matemler tertip ediyorsunuz. Oysa
çoğunuz dininizin birçok emirlerini terketmiş! Buna rağmen üzüntüsü ne yüzünde
görünür, ne de durumunuz bozulur! Görüyorum ki Allah Teâlâ sizden teberri
etmiştir…
5. KONUYLA İLGİLİ
ASHABIN VE ALİMLERİN SÖZLERİ
Mâlik b. Dinar (r.a.) şöyle demiştir: 'Dünya için ne kadar
üzülürsen, o nisbette ahiret senin kalbinden çıkar. Ahiret için ne kadar üzülürsen,
o oranda dünya senin kalbinden çıkar'.
Hasan Basrî (r.a.) şöyle demiştir: 'Allah'a yemin olsun, ben
öyle insanlara yetiştim ki (ashab-ı kirâmı kastediyor) dünya onların gözünde,
üzerinde yürüdüğümüz topraktan daha önemsizdi. Dünyanın doğmasından veya
batmasından perva etmezlerdi. Şuna veya buna gitmiştir, onları etkilemezdi'.
Hz. Ömer (r.a.) Şam'a geldiğinde, Ebu Ubeyde (Cennetle
müjdelenen 10 sahabeden biri) başında ipten yapılmış bir yular bulunan bir
devenin sırtında Hz. Ömer (r.a.) 'i karşıladı. Hz. Ömer (r.a.) 'e selâm verdi.
Hal ve hatırını sordu. Hz. Ömer (r.a.) onun evine geldi. Evinde kılıç, kalkan
ve bineğinin semerinden başka birşey görmedi. Hz. Ömer (r.a.) 'Biraz mal edinseydin olmaz mıydı?' dedi. Ebu
Ubeyde (r.a.) 'Ey mü'minlerin emiri! Bu bizi istirahatgâhımıza yetiştirebilir!'
diye cevap verdi.
Hasan Basrî (r.a.): ‘Sakın dünya hayatı sizi aldatmazsın ve
şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.' (Lokman 33) ayetini
okuduktan sonra şöyle dedi: 'Bunu söyleyen kimdir? Şüphesiz ki bunu söyleyen,
dünya hayatını yaratan Allah'tır. Acaba Allah'tan daha fazla dünyayı bilen kim
olabilir? O halde dünyanın sizi meşgul eden şeylerinden kaçının. Çünkü dünya
çok meşgul edicidir. Bir kişi nefsine bir meşguliyet kapısını açarsa muhakkak o
kapıyla on kapıyı daha açması pek yakın bir ihtimal olur'.
Yine şöyle demiştir: 'Zavallı Ademoğlu, öyle bir eve razı
olmuştur ki helâlı hesap, haramı azaptır. Eğer helâlinden alırsa hesaba
çekilir. Eğer haramından alırsa muazzeb olur. Ademoğlu malını az görür, fakat
amelini az görmez! Dini hususunda başına gelen musibete sevinir. Fakat dünyası
hususunda gelen musibetten tiksinir'.
Bişr el-Hafî şöyle demiştir: 'Allah'tan dünyayı isteyen bir
kimse, Allah'ın huzurunda uzun zaman hesap vermek üzere durdurulmasını istiyor
demektir!'
Hasan Basrî (r.a.) şöyle demiştir: 'Dünyayı hakir görün.
Allah'a yemin olsun ki dünya, dünyayı tahkir edenden daha fazla hiç kimseye
tatlı olmamıştır'.
Bekir b. Abdullah şöyle dedi: 'Kim dünya ile dünyadan müstağni
olmak istiyorsa, o tıpkı ateşi saman çöpleriyle söndürmek isteyen bir kimse
gibidir'.
Ebu Hâzım: 'Dünyada seni sevindirecek hiçbir şey yoktur ki
Allah ona senin keyfini kaçıracak bir şeyi eklememiş olsun!' dedi.
Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: 'Dünya altı şeyden ibarettir. 1.
Yenilen 2. İçilen 3. Giyilen 4. Binilen 5. Nikâh edilen 6. Koklanan. Yenilenlerin
en şereflisi bal'dır. Fakat o ise sineğin kusmuğudur. İçeceğin en şereflisi
su'dur. Su'dan iyi ve kötü, eşit bir şekilde istifade ederler. Yani Allah
nezdinde üstün bir değeri olsaydı, kötü olan ondan istifade edemezdi.
Giyilenlerin en şereflisi ipektir. O ise bir kurdun mamulüdür.
Bineklerin en şereflisi attır. Oysa onun sırtında insanlar
öldürülür.
Nikâh edilenlerin en şereflisi kadın'dır. O ise sidiğin içinde
sidik kabıdır. Kadın en güzel azasını süsler, fakat en çirkin azası istenir.
Koklananların en şereflisi misktir. O ise kandan ibarettir'.
6. DÜNYANIN SIFATLARININ MİSALLERİ
İmam-ı Gazali, İhya-ı Ulumuddin adlı eserinde
şöyle der:
Dünya, süratle yok olup gidiyor. Sonunun gelmesi pek yakındır.
İnsanlara baki kalmayı söz verir, sonra sözüne muhalefet eder. Sen ona bakar,
onu sakin ve istikrarlı görürsün. Oysa o şiddet ve süratle seyretmektedir.
Süratle durmadan akıp gitmektedir. Fakat ona bakan, onun hareketini hissetmeden
ona bel bağlar. Ancak sona erdiği zaman sezer. (O vakit de iş işten geçer).
Dünyanın misali gölgedir. Gölge, hareketsiz ve sakin görünür. Oysa hakikatte
hareket halindedir. Görünürde sakindir. Onun hareketi zahirî gözle görünmez,
bâtınî basiretle görülür.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Benimle
dünyanın hali ancak bir ağacın gölgesinde bir müddet dinlenip de bırakıp giden
bir yolcu gibidir”. (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace)
Kim dünyayı bu gözle görürse, o kimse dünyaya meyletmez.
Dünyanın günleri zararda mı, darlıkta mı, genişlik ve refahta mı geçmiştir
umursamaz. Hatta böyle bir kimse dünyada bir kerpiçin üzerine bir kerpiç
koymaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) kerpiç üzerine kerpiç koymadan, kamış
üzerine kamış koymadan dünyadan göçüp gitti. Bazı ashabın kireçten ev yaptığını
gördüğünde 'İşin bundan daha acele olduğunu görüyorum!' Ebu Dâvud, Tirmizî,
(Abdullah b. Amr'dan hasen ve sahih bir senedle) buyurdu ve onların yaptığını
beğenmedi. Buna Hz. İsa da işaret ederek şöyle demiştir: 'Dünya köprüdür. Onun
üzerinden geçiniz, fakat üzerinde ev yapıp tamir etmeyiniz!'
Hz. Ali (r.a.), Selman-ı Fârisi (r.a.)'e dünyanın misalini
yazarak şöyle demiştir:
Dünyanın misali yılanın misali gibidir. Dokunduğunda yumuşak,
fakat zehiri öldürücüdür. Bu bakımdan dünyada hoşuna giden şeyden yüz çevir.
Çünkü dünyada seninle arkadaşlık yapan pek azdır. Dünyayı gam ve tasalarından
kurtulacağını bildiğinle bertaraf et! En fazla sevindiğin zaman, dünyadan daha
fazla sakın! Zira dünyanın arkadaşı ne zaman dünyadan sevindirici bir şeye
gönül bağlarsa, mutlaka dünyanın nahoş bir hâdisesi gelip onu ondan alır.
Vesselâm! Şerif er-Radî Nehc'ul-Belâğa'da şöyle der: 'Hz. Ali (r.a.), bu
mektubu halife olmadan önce yazmıştır'
Dünyaya daldıktan sonra mesuliyet ve yorgunluğundan kurtuluşun
zor ve imkânsız olduğuna dair başka bir misâl:
“Dünyaya dalanın misâli, suda yürüyen bir kimsenin misâli
gibidir. Acaba su içinde yürüyen bir kimsenin ayaklarının ıslanmamasına imkân
var mı?” (İbn Ebî Dünya, Beyhâkî)
İşte Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu hadîs-i şerîfi sana,
bedenleriyle dünya nimetlerine dalıp, kalpleri dünyadan tertemiz ve içlerinin
dünyanın hilelerinden uzak olduğunu sananların cehaletini bildirmektedir! Nasıl
suda yürümek, mutlaka ayağın ıslanmasını gerektiriyorsa, tıpkı bunun gibi dünya
ile haşırneşir olmak da kalbin dünya ile ilgilenmesini ve kararmasını
gerektirir. Kalbin dünya ile beraber olan ilgisi, ibadetin halâvetini (tadını) meneder!
Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Dünya talibinin misali, deniz
suyunu içenin misali gibidir. İçmesi arttıkça susaması artar. Bu durum,
ölünceye kadar devam eder'.
Hasan Basrî (r.ah.) şöyle demiştir: 'Onları gördüm. Onu
(dünyayı) baharat ve kokularla lezzetli hâle getiriyorlar. Sonra gördüğünüz
gibi en pis şey olarak dışarı atıyorlar'.
İbn Abbas (r.a.) “İnsan, yediğine bir baksın!” (Abese 24) ayetinin tefsirinde 'Kendisinden çıkan
pisliği düşünsün' demiştir.
Dünyanın ahirete nisbeti hakkında başka bir misal de şöyledir:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Ahirette dünya ancak birinizin parmağını denize daldırması
gibidir. Bu bakımdan sizden biriniz dikkat etsin! Parmağıyla neyi geri
getirir!” (Müslim)
Kula Göre Dünyanın
Hakîkati
Dünyayı kötülemek, dünyanın ne olduğunu bilmedikçe yeterli
değildir. Dünyanın nesinden korunmak, nesinden korunmamak gerektiğini bilmeden
onu kötülemek bir fayda vermez. Bu bakımdan kötülenen dünyayı belirtmemiz
mutlaka lâzımdır. O halde deriz ki: Senin dünya ve ahiretin, kalbinin hallerinden
olan iki halden ibarettirler. O hallerden yakın olana dünya denilir. O, ölümden
önceki herşey demektir. Geciken ve ölümden sonra gelene ahiret denilir. O da
ölümden sonrasıdır. Bu bakımdan dünyada her ne nasibin, gayen, şehvetin ve
lezzetin varsa ölümden önce meydana gelir ve o şey senin için dünyadır. Ancak
meylettiğin, nasibinin olduğu, payının bulunduğu ve kötü de olmayan bu şeyler
üç kısma ayrılır:
a- Dünyanın İyi Olan
Yönü
Ahirette seninle arkadaşlık yapan, ölümden sonra da meyvesi beraberinde
kalan şeydir. Bu da iki şeyden ibarettir: İlim ve amel. İlimden gayem; Allah'ı,
sıfatlarını ve fiillerini, meleklerini, kitablarını, peygamberlerini, arz ve
semanın melekûtunu ve Allah'ın, peygamberinin şeriatını bildiren ilimdir.
Amelden gayem; halisen Allah rızası için yapılan ameldir. Âlim kişi bazen
ilmiyle o kadar ünsiyet peyda eder ki ilim onun nezdinde eşyanın en lezzetlisi
olur. Bu bakımdan uykuyu, yemeyi ve evlenmeyi ilmin lezzeti için terk eder.
Çünkü ilim, onun katında bütün bunlardan daha zevklidir. O halde ilim, bu kişi
hakkında dünyada hemen verilen bir nasip olmaktadır. Fakat biz dünyanın
kötülüğünü belirttiğimiz zaman, asla bunu dünyadan saymayız. Aksine bu
ahiretten deriz.
Böylece âbid kişi de bazen ibadetiyle ünsiyet peyda eder, onun
lezzetine alışır. Öyle ki o ibadetten menedilirse, bu menediliş onun için
cezaların en büyüğü olur. Hatta bazıları der ki: 'Ben benimle gece ibadeti
arasında perde olur diye ölümden korkuyorum'.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Bana dünyanızdan üç şey sevdirilmiştir:
1.Kadın
2.Güzel koku
3.Gözümün nûru namaz!” (Nesâî, Hâkim)
İşte görüldüğü gibi namaz, dünyanın zevklerinden sayılmıştır.
His ve müşahedeye giren herşey de şehadet âleminden sayılır ve dünyadandır.
Azaları rükûa varmak, secdeye kapanmak suretiyle hareketlendirmekten lezzet
almaktadır. Lezzet almak ise dünyada olur. Bunun için de Hz. Peygamber, namazı
dünyaya izafe etmiştir. Ancak biz bu kitapta kötülenen dünyadan bahsedeceğiz.
Bu bakımdan deriz ki; 'Namaz, kötülenen dünyadan değildir'.
b- Dünyanın Zemmedilen
(Yerilen) Yönü
Birinci kısmın tam zıddı ve en uzağında olan şeydir. O da
içinde acil lezzet olan ve ahirette asla meyvesi olmayan şeylerdir. Bütün
günahlardan zevk almak, ihtiyaçlardan fazla olan mübah şeylerle nimetlenmek,
zaruretin dışında olan, refah ve konforlu yaşama dahil olan şeyler gibi. Altın
ve gümüş istiflerden, bağlanıp beslenen atlardan, evcil hayvanlardan,
ziraattan, köleler, cariyeler, aygırlar, koyun sürüleri, köşkler, evler,
kıymetli elbiseler ve yemeklerin lezzetlerinden lezzetlenmek gibi. Bu bakımdan
kulun bütün bunlardan olan nasibi kötülenen dünyadır. Fakat fuzulî sayılan veya
ihtiyaç yerinde sarfedilen şeyler hakkında uzun bir düşünce silsilesi vardır.
c- Dünyanın İtidal
(Orta) Yönü
Birinci ve ikinci kısım arasında bulunan kısımdır. O da âhiret
amellerine yardımcı olan âcil rızıklardır. İnsanoğlunu, ilim ve amele
ulaştıran, varlık ve sıhhatini devam ettirmesi için gereken herşey böyledir.
Pek fazla pahalı olmayan kaba bir gömlek ve yemeğin normal miktarı gibi. İşte
bunlar -birinci kısım gibi- dünyadan sayılmazlar. Çünkü bunlar birinci kısma
yardımcı ve vesiledirler. Bu bakımdan kul, ilim ve amel hususunda kendisine
yardımcı olsun diye bunları elde ederse dünyaya daldı denilmez ve bu yüzden
dünya yavrularından olmaz. Eğer kulun teşvikçisi, takvâ hususunda yardımcı
olsun diye değil de sadece geçici lezzeti temin ise, o vakit ikinci kısma
iltihak eder ve kötülenen dünyadan sayılır.
Zira Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın helali
hesaptır, haramı azaptır.” (İbn Ebî Dünya, Beyhâki)
Hatta dünyanın helâlinden ötürü hesaba çekilmek olmasa dahi,
cennette kaçırdığı yüce dereceler ceza bakımından yeter de artar! Kalbin o
hakir, hasis, temelsiz lezztlerden dolayı çektiği hasret de azaptır. İşte
dünyadaki halini buna kıyas et! Akran ve emsaline baktığın zaman dünya
saadetleriyle senden öndeyseler, kalbin nasıl o saadetleri elde etmediğinden
paramparça olur. Oysa biliyorsun ki o saadetler geçicidir. Bulanıklıklarla
karışır. Onların duruluğu yoktur. Acaba büyüklük vasfı olmayan bir saadetin ve
zamanla akıp giden ve sonuna ulaşmak imkânı bulunmayan bir mutluluğun elden
gitmesi hususunda halin ne olacaktır? Bu bakımdan, dünyada velev ki bir kuşun
sesiyle (ötüşüyle) veya bir yeşilliğe bakmak suretiyle veya bir yudum soğuk su
içmekle lezzetlenen bir kimse mutlaka ahirette onun kat kat lezzetlerini
kaybeder. Hz. Peygamber'in Ömer'e hitaben buyurduğu şu hadîs-i şerîfiyle bu
mânâ kastedilmiştir: “Şu nimetlerdendir ki ondan sorulacaksınız.”
Hz. Peygamber (s.a.v) bu sözüyle Hz. Ömer (r.a)’e ikram edilen
soğuk suya işaret ediyor. Sualin cevabına maruz -o sualde zillet, korku,
tehlike ve bekleme vardır- kalmaya işaret etti. Bütün bunlar nasibin
eksikliğindendir ve bunun için de Hz. Ömer 'Bunun hesabını benden uzaklaştırın'
demiştir. Bu sözünü, susadığı ve kendisine soğuk bal şerbeti takdim edildiği ve
elinde onu evirip çevirdiği ve sonra içmekten vazgeçtiği zaman söyledi.
Dünyanın azı ve çoğu, haramı ve helâli lanete uğramıştır. Ancak Allah'ın takvâsına
yardım eden kısım hariç. Zira bu
kadarcığı dünyadan değildir.
Bir gece,
Allah'ın Elçisi (s.a.v.), evinden çıktı. Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)'e
rastladı: "Sizi bu saatte evinizden çıkaran nedir?" dedi. "Açlık
yâ Rasûlallah" dediler. "Nefsimi elinde bulunduran hakkı için sizi
çıkaran şey, beni de çıkardı, kalkın!" dedi. Birlikte ensârdan bir adamın
(Ebul-Heysem Mâlik bin Teyyehân (r.a.)ın evine vardılar. Ebul-Heysem:
"El-hamdü lillâh, bugün benden daha şerefli konukları olan yoktur!' dedi.
Gidip onlara, üzerinde yeni kızarmış, yarı ve tam olgunlaşmış hurmalar bulunan
bir hurma dalı getirdi: "Buyurun, bundan yiyin" dedi. Bıçağı aldı,
Peygamber (s.a.s.) ona: "Sakın sağılı hayvan kesme!" dedi. Ensârlı
onlara (bir koyun veya oğlak) kesti. Koyundan ve hurmalardan yediler, su
içtiler. Yemekten doyup suya kanınca, Rasûlullah Ebû Bekir ve Ömer'e:
"Nefsimi elinde bulunduran hakkı için kıyâmet gününde size bu nîmetlerden
sorulacaktır. Açlık sizi evlerinizden çıkardı, bu nîmet size erişmeden
dönmediniz." Buyurdu. (Müslim, Eşribe 140, hadis no: 2038; Muvattâ,
Sıfatu'n-Nebî 28, h. no: -2, 932; Tirmizî, Zühd 39, h. no: 2370). Ardından da
şu âyeti okudu: Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden
elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz. (Tekâsür 8).
Bununla anlaşıldı ki, Allah için olmayan herşey dünyadandır.
Allah için olan ise dünyadan değildir. Eğer 'Allah için olan şey nedir?'
dersen, derim ki: Eşya üç kısma ayrılır. Bir kısım vardır ki Allah için olması
düşünülemez. Bu kısma günahlar, mahzurlular ve mübahların çeşitleriyle
nimetlenmeler girer. Bu, kötülenmiş katıksız dünyadır. Bu, maddeten ve mânen
dünyadır. Diğer bir kısım vardır ki görünüşü Allah içindir. Fakat Allah için
olmaması da mümkündür. Bu da üç gruptur: Fikir, zikir ve şehvetlerden korunma.
Bunların üçü, gizlice yapıldıkları ve yapılmalarının sebebi sadece Allah'ın
emri ve ahiret günü olduğu zaman Allah içindir, dünyadan değildir. Eğer
fikirden gayesi; ilmi halk arasında marifeti izhar etmek suretiyle şeref sahibi
olmaksa veya şehveti terketmekten gayesi mal toplamak veya bedenin sıhhatini
korumak veya zahidlikle meşhur olmaksa, işte mânâ bakımından bu dünyadır. Her
ne kadar görünüşte Allah için olduğu sanılıyorsa da.
Diğer bir kısım vardır ki, şeklen ve maddeten nefsin lezzeti
için olur. Fakat mânâ bakımından Allah için olması mümkündür. Bu da yemek,
evlenmek, kişinin ve neslinin bekası ile ilgili şeylerdir. Eğer bunlardan gaye
sadece nefsin lezzeti ise dünya olur. Eğer gaye takvâ hususunda yardımcı
olmaları ise mânâ bakımından Allah için olur. Her ne kadar görünüşte dünya için
olsa da. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Kim zengin olmak, akran ve emsaline karşı böbürlenmek için
helâlinden mal edinmek istiyorsa, böyle bir kimse Allah kendisinden nefret
ettiği halde Allah'ın huzuruna gelir ve kim dilenmekten kurtulmak ve nefsini
korumak için mal talep ediyorsa, bu kimse kıyamet gününde yüzü ayın ondördü
gibi pırıl pırıl parladığı halde gelir.”
(Ebu Nuaym, Beyhâkî)
Dikkat et! Maksada göre bu nasıl değişiyor? O halde dünya,
nefsinin acil ve gelip-geçen lezzetidir, ahiret için ihtiyaç olmayan lezzete
hevâ denir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rabbinin makamından korkan ve
nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yegâne barınaktır.”
(Nâziât 40-41)
Hevâyı Toplayan Yerler Beş Tanedir:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs,
aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir.”
(Hadîd 20)
Bu beş sıfat aşağıdaki ayette sayılan sebeplerden çıkar:
“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın
yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve
ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının
geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” (Âli İmran
14)
Böylece anlaşıldı ki, Allah için olan şeyler dünyadan
değildir. Yaşam için gerekli olan mesken ve elbise -eğer Allah rızası için
istenirse- Allah içindirler. Bunlardan çokça edinirse lezzet kısmına dahildir
ve Allah için değildir. Lezzetlenme ile zaruret arasında bir derece vardır. Ona
hâcet (ihtiyaç) ismi verilir. Bu hâcetin iki tarafı, bir de orta kısmı vardır.
Bir tarafı zaruret haddine yaklaşır. Bu taraf, zarar vermez. Çünkü zaruret
haddi üzerinde durmak mümkün değildir. Başka bir tarafta lezzetlenmeye
yaklaşır. Bu taraftan sakınmak uygundur. Bu iki tarafın arasında birbirine
benzeyen birçok vasıtalar vardır. Kim korunun etrafında dolaşırsa koruya
girmesi pek yakın bir ihtimaldir. Bütün tedbir, şüphelilerden korunmak ile
takvâdır. Her şeyin başı budur. Mümkün olduğu kadar zaruret hududuna
yaklaşmalıdır. Bunu da peygamberlere ve velî kullara uymak bakımından
yapmalıdır! Zira onlar nefislerini zaruret hududuna döndürüyorlardı.
7. DÜNYANIN ZARARLARI
İnsanlara Kendilerini,
Yaratıcılarını, Nereden Gelip, Nereye Gittiklerini Unutturan Meşguliyetler
Eğer kişi nefsini, Rabbini, dünyasının hikmet ve sırrını
bilseydi, dünya dediğimiz bu şeylerin kendisini Allah'a doğru götüren hayvanın
yemi için yaratıldığını anlardı. Bu hayvandan gaye bedendir. Zira beden ancak
yemek, içmek, elbise ve meskenle hayatta kalabilir. Dünyada nefsini ve
maksadını unutmak hususunda kulun misali, yolun konaklarında duraklayan ve
durmadan devesine yem yediren, devesini tımarlayan, temizleyen, onun sırtına
çeşitli elbise ve çullar örten bir hacının misali gibidir. Basireti açık olan
bir hacı ise, ancak devenin yürüyüşünü temin edecek kadarıyla ilgilenir. Bu
bakımdan bu miktarı temin ettikten sonra kalbi Kâbe ve hac ile bağlıdır. Ancak
zaruret miktarı deveye bakar. İşte ahiret seferindeki basiret sahibi de
böyledir. İnsanlar dünyayı bilmediklerinden, hikmetinden gâfil olduklarından ve
dünya ile lezzetlendiklerinden dolayı dünya bütün vakitlerini alıyor, meşgul
ediyor! Fakat onlar dünyayı bilememişler ve dünyadan gâfil olmuşlardır. Böylece
dünyanın meşgaleleri ardı ardınca onların üzerine akın etmiş, bir kısmı
diğerini takip etmiştir. Sınırsız bir nihayete doğru onları sürüklemiştir.
Onlar meşgalelerinin çokluğuna dalmışlar ve maksatlarını unutmuşlardır.
Bu bakımdan deriz ki; dünyevî meşgaleler, sanatlar ve halkın
üzerine üşüşmüş olduğunu gördüğün çalışmalardır. Çokça çalışmanın sebebi;
insanoğlunun üç şeye mecbur olmasındandır: 'Azık, mesken ve elbise'.
a- Dünyaya Dalanlar
(İfrat)
1- Sürekli Dünyaya
Çalış ve Harca: Dediler ki: 'Maksad bizim dünyada birkaç gün yaşamamızdır.
Bu bakımdan biz azık edininceye kadar gayret edelim, sonra yiyelim ki tekrar
kazanmaya kuvvetimiz olsun! Sonra kazanalım, sonra yiyelim'. Çünkü böyle bir
kimse gündüz yorulur ki gece yesin. Gece yer ki gündüz yorulsun. Bu,
saniyelerin dönüşü gibi, ancak ölümle sonu gelen bir seferdir.
2- Dünyanın Lezzeti
Peşinde Koşan: Başka bir grup da durumu kavradıklarını iddia ederek
maksadın, çalışma ile insanoğlunun yorulması ve dünyadan lezzetlenmesi
olmadığını, aksine saadetin dünya şehvetini yerine getirmekte olduğunu bunun da
midenin ve tenasül uzvunun şehveti olduğunu iddia ederler! Bu kimseler,
nefislerini unuttular, himmetlerini kadınların peşine takılmaya ve yemeklerin
lezzetlilerini toplamaya sarfettiler! Hayvanların yediği gibi yerler. Bunu elde
ettikleri zaman saadetin zirvesine eriştiklerini sanarlar. Bu durum, onları
Allah'tan ve son günden uzaklaştırmaktadır!
3- Sürekli Dünyaya
Çalışan Fakat Harcayamayan: Başka bir grup da, saadetin malın çokluğunda
olduğunu zanneder. Zenginlik, hazinelerin çok olmasına bağlıdır. Hazine sahibi
olma hayali onların uykularını kaçırır, mal toplamak için bütün gün yorulurlar.
Gece ve gündüz boyunca, seferlerde yorulurlar, zahmetli işlere koşarlar,
kazanırlar, toplarlar. Malın eksileceğinden korkarak ve çekinerek zaruret
miktarından fazlasını yemezler. İşte bunlar, onların lezzetleridir. Onların
ölünceye kadar âdet ve hareketleri budur. Dolayısıyla mallar da toprak altında
kalır veya şehvet ve lezzetlerine sarfeden birinin eline geçer. Bu takdirde
toplayana yorgunluk ve günah, yiyene de lezzet düşer! Sonra mal toplayan
kimseler, bu gibilere bakıp ibret almazlar.
4- Kıyafet ve Süs
Peşinde Koşturan: Başka bir grup, saadetin güzel nam yapmak, halkın
övgüsüne mazhar olmak olduğunu zannettiler. Böyle kimseler maişeti için
çalışmada yorulurlar. Yemek ve içmekte nefislerini zorluklara sürerler. Bütün
mallarını güzel elbiselere, nefis bineklere sarfederler. Evlerinin kapılarını
süslerler. Halkın gözüne çarpan yerlerini süslü püslü yaparlar ki 'adam zengindir,
servet sahibidir' denilsin. Zannederler ki saadet ancak budur! Bu bakımdan
onların işi, gece gündüz halkın gözüne çarpan yerlerini süslemektir.
5- Makam Peşinde
Koşturan: Başka bir grup da saadetin mertebeye, halk arasında büyüklüğe ve
halkın kendilerine karşı tevazu ve tâzimde bulunmasına bağlı olduğunu
zannettiler. Bunlar da gayretlerini, mertebeleri elde etmeye, saltanat
işlerinde çalışmak suretiyle halkı itaatlerine çekmeye sarfederler. Sonunda bu
çeşit vazifelerinden dolayı halk arasında itibarlı ve nüfuzlu olmayı umarlar.
Saltanatlarının genişlediği zamanı, halk tabakasının kendilerine itaat ettiği
vakti büyük bir saadete mazhar olmalarının vakti olarak görürler ve istenilen
hedefin son zirvesi olarak kabul ederler. Bu gafil insanların kalplerinde
şehvetlerin en galibi vardır. Bu kimselere halkın kendilerine göstereceği
tevazu, Allah'a karşı gösterdikleri tevazu'dan ve Allah'a yapacakları
ibadetten, ahiretleri için düşünmelerinden daha sevimli gelir!
b- Dünyadan Yüz
Çevirenler (Tefrit)
Bir grup bu durumun tehlikesini sezmiş, dolayısıyla dünyadan
yüz çevirmiş, böylece de şeytan onlardan nefret ederek onları rahat
bırakmamıştır. Rahat bırakmadığı gibi, dünyadan yüzçevirdikleri halde bile
onları saptırmıştır. Hatta bunlar da birçok gruplara ayrılmışlardır:
1- Dünyadan Yüz Çevirme
Adına İntihara Gitmek: Onların bir grubu zannetti ki dünya meşakkat ve
mahrumiyet evidir. Ahiret de, ister dünyada ibadet etsin, ister etmesin herkes
için saadet evidir! Bu bakımdan bunlar sevabı, kendilerini öldürmekte, dünya
meşakkatinden kurtulmak için intihar etmekte görmektedirler. Bu fikre Hind
ehlinden olan birtakım âbidler yönelmişlerdir. Bunlar diri olarak kendilerini
ateşe atıp intihar ediyorlar. Bu yaptıklarının, kendilerini dünya meşakkatinden
kurtaracağını zannediyorlar.
2- Dünyadan Yüz Çevirme
Adına Aklını Yitirmek: Başka bir taife de 'İntihar kurtarmaz, önce beşerî
sıfatları öldürmek, onları tamamen nefisten kesmek lâzımdır. Saadet ancak,
şehvet ve öfkenin kesilmesindedir' görüşündedirler. Böyle zannettikten sonra
riyazâta giriştiler, nefislerine fazlasıyla tazyik yaptılar. Hatta bir kısmı
riyazetin şiddetinden dolayı helâk oldu. Bazıları akıllarını yitirdi, mecnun
oldu. Bazıları hasta düşüp yolu önünde kapandı.
3- Dünyadan Yüz Çevirme
Adına Küfre Düşmek: Bazıları tamamen sıfatları sökmeye muktedir olamadılar
ve şeriatın kendisine yüklediği vazifelerin muhal olduğunu zannettiler. 'Şeriat
bir vesvese, aslı ve astarı olmayan bir şeydir!' diyerek ilhad ve dinsizlik
girdabına girdiler.
4- “Günah Bana Zarar
Vemez”: Bazıları da bütün bu yorgunluğun Allah için olduğu ve Allah'ın da
kulların ibadetine muhtaç olmadığı, hiçbir günahkârın günahının ondan birşey
eksiltmediği, hiçbir ibadet edenin ibadetinin de birşey artırmadığı düşüncesine
sahip oldular. Böylece gerisin geriye şehvetlere döndüler! İbâha (herşeyi helâl
görmek) yoluna saptılar. Şeriat ve ahkâm yaygısını kaldırdılar. Allah'ın,
kulların ibadetinden müstağni olduğuna inandıkları için böyle yapmalarının
birlemelerinin saflığından ileri geldiğini iddia ettiler.
5- “Gayeye Ulaştık”
Diyerek İbadeti Terk ve Günaha Dalma: Başka bir grup zannetti ki
ibadetlerden gaye; Allah'ın marifetine riyazet yoluyla varmak için riyazet
çekmektir. Bu bakımdan marifet hasıl olduğu zaman kişi hedefe vâsıl olmuştur.
Hedefe vâsıl olduktan sona artık vesile ve çarelerden müstağni olur! Böylece
amelleri ve ibadetleri terkettiler. Allah'ın marifetinde son raddeye çıktıkları
için, artık tekliflerle (emirlerle) zelil olmalarına gerek kalmadığını iddia
ettiler! Zira teklif ancak halk tabakasına yapılır!
8. DÜNYA FİTNESİNİN EN BÜYÜĞÜ MAL
Dünyanın
fitneleri çok ve afakları geniştir. Fakat mallar dünya fitnelerinin en büyüğü,
meşakkatlerinin en baskını ve korkuncudur. Maldaki en büyük fitne, herkes mala
muhtaç olduğundandır. Mal elde edildiği zaman, onun fitnesinden kurtuluş
yoktur. Eğer mal yok olursa, küfre götürmesi pek yakın olan fakirlik meydana
gelir. Eğer mal olursa sonucu zarardan başkası olmayan saldırganlık meydana
gelir. Kısacası mal, fayda ve âfetlerden uzak değildir. Malın faydaları
kurtarıcılardan, âfetleri ise helâk edici-lerdendir. Malın hayrını şerrinden
ayırt etmek, ancak din hususunda basiret sahipleri tarafından mümkün olan zor
meselelerdendir. Dinde râsih olan âlimler bunu ayırt edebilirler. Mağrur ve
âlim kisvesinde olanlar ise asla ayırt edemezler.
Bunu tek başına şerhedip açıklamak pek mühimdir. Çünkü bizim
dünyanın kötülenmesi bahsinde zikrettiklerimiz sadece mal hususunda değildi,
umumî dünya hakkında idi; zira dünya her geçici lezzeti içine almaktadır. Mal
ise, dünyanın bir parçası, rütbe başka bir parçası, mide ve tenasül uzvunun
şehvetinin arkasına takılmak başka bir parçasıdır. Hased ve öfke ile göğüste
kabaran kini dindirmek başka bir parçasıdır, kibir, büyüklük taslamak diğer bir
parçasıdır. Dünyanın daha nice parçaları vardır. Dünyanın bütün parçalarını şu
cümle ifade etmektedir: ‘İnsanoğlu için içinde geçici lezzet olan herşey
dünyadır.’
Bizim bu bölümde anlatacaklarımız sadece mal hakkındadır; zira
malda âfet ve tehlikeler vardır. Malın yokluğundan doğan fakirlik sıfatı, yine
malın varlığından doğan zenginlik sıfatı vardır. Bunlar, kendileriyle imtihan
ve deneme için yapılan iki durumdur. Sonra malı kaybeden için iki durum vardır:
Kanaat ve harîslik; bu durumlardan birisi kötüdür (yerilir), diğeri ise
güzeldir (övülür). Harîs bir kimsenin de iki durumu vardır: Halkın elindeki
mala tamah etmesi, halktan ümitsizlikten ötürü işine hırsla dalmasıdır. Bu iki
durumun en şerlisi halkın elindeki mala tamah etmesidir!
Servet sahibinin de iki durumu vardır:
1.Cimrilik sâikiyle malı tutmak.
2.İnfak etmek (vermek ve sarfetmek).
Bunlardan biri kötü, diğeri güzeldir. İnfak edenin de iki
durumu vardır:
1.İsraf
2.İktisad.
Övülen iktisaddır. İşte bunlar birbirine benzer durumlardır.
Bunlardan çözülmesi müşkil olanın yüzünden perdeyi kaldırmak oldukça mühim bir
vazifedir.
Malın Faydaları:
Malın faydaları dünyevî
ve dinî olmak üzere iki kısma ayrılır:
a- Malın Dünyevi Faydaları
Dünyevî faydalarını zikretmeye ihtiyaç yoktur. Onların
bilinmesi halk arasında ortak bir keyfiyettir. Eğer bu böyle olmasaydı halk mal
aramak (servet edinmek) için dünyayı dolaşmazdı!
b- Malın Dinî Faydaları
Üç kısımda toplanır:
Birinci Kısım
Malı kendi nefsine infak etmesidir. Ya ibâdet hususunda veya
ibâdete yardım hususunda infak eder. İbâdet hususunda infak etmeye gelince, bu
husus, malın yardımıyla hacca ve cihada gitmek gibidir; zira kişi ancak mal
vasıtasıyla hacca ve cihada gidebilir. Hac ve cihad Allah'a yaklaştırıcı
ibâdetlerin temellerindendir. Fakir bir kimse bu iki ibâdetin faziletinden
mahrumdur.
İbâdeti takviye etmek hususunda sarfedilmesine gelince, onlar
yemek, elbise, mesken, evlenme ve hayatın diğer zarurî ihtiyaçlarıdır. Çünkü bu
ihtiyaçlar yerine getirilmediği zaman, kalp onları düşünür ve dini için
çalışmaya vakti kalmaz. O halde kendisiyle ibadet edebildiği şey de ibâdetin ta
kendisidir. Bu bakımdan yetecek kadar -dine yardım olsun diye- dünyalık
edinmek, dinî faydalardandır. Dünyadan zevk almak ve yeterli olandan fazla edinmek
bu kısma dahil olmaz. Çünkü bu sadece dünya vasıflarındandır.
İkinci Kısım
Halka sarfettiğidir.
Üçüncü Kısım
Belli bir insana sarfetmediği maldır. Fakat o mal ile umumî
bir hayır meydana gelir. Camiler, köprüler, tekkeler, darülacezeler inşa etmek,
yollara gözcüler dikmek ve hayırlar için yapılan diğer vakıflar gibi. Bunlar
ebedî hayırlardır. Ölümden sonra da fayda verirler.
Malın Âfetleri:
Bunlar da dinî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır:
Dinî âfetler üç gruptur:
Birincisi
Günahlara sevketmesidir. Çünkü şehvetler çok değişiktir.
Âcizlik ve imkânsızlık bazen kişi ile günah arasına perde olarak gerilir.
Nitekim 'bulmamak, masum kalmaktandır' denilmiştir. Mal da kudretin bir
çeşididir ve günaha davet edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun
isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü
olduğu halde sabretmek daha zordur.
İkincisi
Mübahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın
âfetlerinin başlangıcıdır. Bu bakımdan mal sahibinin arpa ekmeği yemeye, yamalı
elbise giymeye, yemeklerin lezzetlilerini bırakmaya, Hz. Süleyman'ın (a.s)
zenginliği terkettiği gibi terketmeye gücü ne zaman yetebilir? Öyle ise mal
sahibinin (kendisine göre) en güzel durumu dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna
alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet
haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın
bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman,
bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur. Dolayısıyla
şüphelilere dalar!
Üçüncüsü
Öyle bir beladır ki hiç kimse bu beladan kurtulamaz. Şöyle ki,
malı koruyup çoğaltmak insanoğlunu Allah'ın zikrinden alıkoyar. İnsanı Allah'ın
zikrinden alıkoyan herşey zarardır.
İşte müzmin hastalık budur. Çünkü ibâdetlerin temeli, beyni ve
sırrı Allah'ın zikrini ve azametini düşünmektir. Bu ise, herşeyden boş olan bir
kalp ister. Dünya için düşünmenin sonu gelmez. Günlük nafakasını bulan bir
kimse, bütün bunlardan emin ve salimdir. İşte dünyevî âfetlerin özeti
bunlardır. Hele mal sahiplerinin dünyada çektikleri korku, üzüntü, gam; hased
edicileri defetmek hususundaki yorgunluk, malın kazanılması korunması
hususundaki zorluklar da cabası! Onlarda durum bu iken, malın panzehiri;
nafakasını ondan almak, kalanını hayrat yollarına sarfetmektir. Bundan başkası
zehir ve âfettir. Allah Teâlâ'nın selâmetini, lütuf ve keremiyle güzel
yardımını talep ediyoruz. Allah herşeye kâdirdir.
Ashab'ın ve Âlimlerin
Sözleri
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Tamahkârlık fakirliktir.
Halkın elindeki maldan ümit kesmek ise zenginliktir'.
Muhammed b. Vâsı, kuru ekmeğini su ile ıslatır, yer ve derdi
ki: 'Buna kanaat eden bir kimse, hiç kimseye muhtaç olmaz!'
İbn Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir: Hergün bir melek şöyle
seslenir: 'Ey Ademoğlu! Sana kâfi gelen az, seni azdıran çoktan daha
hayırlıdır'.
Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: 'Size Allah'ın malından
kendime neyi helâl kıldığımı haber vereyim mi? Biri kış, diğeri yaz için olan
elbisem, hac ve umremi yapmak için bir devedir. Bunlardan sonra benim nevâlem
(gıdam), Kureyş'ten herhangi bir kişinin nevalesi gibidir... Nafaka bakımından
onların en yükseği olmadığım gibi, en düşük yaşayanı da değilim. Allah'a yemin
olsun bunun da helâl olup olmadığını bilmiyorum'.
Sanki Hz. Ömer, bu kadarla kanaat etmenin bile farz olan
mik-tardan fazla olup olmaması hususunda şüphe etmektedir!
9. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Malın Övülmesi ve Övgü İle Kötülemenin Te'lifi
Allah Teâlâ, Kur'an'ın birçok ayetinde mala hayr ismini vererek
şöyle buyurmuştur: “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa
anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar
üzerine bir borçtur.” (Bakara 180)
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sâlih mal, sâlih
kişinin elinde ne güzeldir!” (İmam Ahmed, Taberânî)
Hac ve sadakanın sevabı hakkında vârid olan âyet, hadîs ve
eserler, aynı zamanda malı da övmektedirler; zira hac ve sadakayı insanoğlu
ancak mal ile yapabilir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Mallarınızı ve oğullarınızı
çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” (Nûh 12)
“Fakirlik küfre (sebep olmaya) yaklaştı.” (Ebu Müslim
el-Leysî, Beyhâki)
Bu hadîs, malı övmektedir. Sen malın hikmetini, maksadını,
âfet ve tehlikelerini bildikten sonra ancak malın övülmesiyle kötülenmesi
hakkında gelen hadîslerin tezat teşkil etmediğine vâkıf olabilirsin. O zaman
sana malın bir yönden hayır olduğu, diğer bir yönden de şer olduğu, hayır
olması hasebiyle güzel birşey olduğu, şer olmak hasebiyle de kötü birşey olduğu
görülecektir. Çünkü mal, sırf hayır veya sırf şer değildir. Aksine mal, hem
hayrın, hem de şerrin sebebidir. Vasfı ve niteliği bu olan birşey şüphesiz ki
hem övülür, hem de kötülenir. Akıllıların maksadı ve basiret sahiplerinin
hedefi; daimî nimet ve sarsılmaz mülk olan ahiret saadetidir.
Zira Hz. Peygamber (s.a.v.)'e 'İnsanların en şereflisi ve en
akıllısı kimdir?' diye sorulduğunda, cevap olarak şöyle buyurmuştur:
“Ölümü en fazla anan ve hummalı bir şekilde ölüme hazırlanan
kimse!” ( İbn Mâce)
Malın şerefinin yiyecek ve giyeceklerin zarurî olmasından
ileri geldiğini de anlamıştır. Öyle bir zaruret ki bedenin yaşaması için
gereklidir. Öyle beden ki nefsin kemâli için zarurîdir. Öyle kemâl ki hayrın ta
kendisidir. O halde bir şeyin faydasını, gayesini, hedefini bilen ve şeyi o
gaye için kullanan, o gayeyi gözeten, onu unutmayan bir kimse güzel davranmış
ve faydalanmış demektir. Gayeye vasıtasıyla ulaşılan şey de güzeldir. Bu
bakımdan mal, doğru bir maksada ve hedefe vesile olduğu gibi, kötü maksadlara
da alet ve vesile edinilebilir. O kötü maksadlar, insanı ahiret saadetinden
alıkoyan maksadlardır. İlim ve amel kapısını kapatan maksadlar! Bu bakımdan
durum bu iken mal hem iyi, hem de kötü'dür. Güzel maksada nisbeten iyi'dir.
Kötü maksada izafeten kötü ve çirkin'dir. Bu bakımdan dünyadan kendine yetenden
daha fazlasını alan ve edinen bir kimse, hadîs-i şerîf de vârid olduğu gibi
farkına varmadan kendi mahvını hazırlamış olur!
“Altının kölesi olan helâk olmuştur. Gümüşün kölesi olan helâk
olmuştur ve bir daha kurtulamaz. Ayağına diken battığı zaman o diken çıkmaz
(yani çıkmasın!)” (Buhârî)
Görüldüğü gibi altın ve gümüşü sevmenin, onlara ibâdet etmek
olduğunu beyan etmiştir. Kim bir taşa ibâdet ederse o, puta tapmış demektir.
Hatta Allah'tan başkasına kul olan kimse putperesttir. Kendisini Allah'tan
alıkoyan bir kimse, bu sebepten Allah'ın
hakkını ödemediği takdirde puta tapan bir kimse gibi olur. Bu ise şirktir. Şirk
iki kısımdır:
1. Gizli şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirmez. Böyle
bir şirkten mü'minlerin pek azı kurtulur. Çünkü bu şirk, karıncanın iz
bırakmasından daha gizlidir.
2. Açık şirk ki ebediyyen cehennemde kalmayı gerektirir. Biz
bütün bunların şerrinden Allah'a sığınırız!
Hırsın, Tamahkârlığın İlâcı, Kanaat Etmenin Devası:
Bu ilâç, üç esastan
mürekkeptir: Sabır, ilim ve amel.
Bunun toplamı da beş şeydir:
Birincisi
Birincisi ameldir. Amel demek, maişette tutumlu hareket etmek
ve infakta normal olmak demektir. Bu bakımdan kim, kanaatin azizliğini
istiyorsa, mümkün olduğu kadar nefsine çıkış kapılarını kapatması ve nefsini
sadece zarurî kısma çevirmesi gerekir.
Üç şey vardır ki
kurtarıcıdırlar:
“1. Tenhada ve açıkta Allah'tan korkmak,
2. Fakirlik ve zenginlikte normal hareket etmek,
3. Öfke ve rızada adalet!” (Bezzar, Taberânî, Ebu Nuaym, Beyhâkî)
İkincisi
Kendisine, takdir edilen rızkın muhakkak eline geçeceğine
inanmaktır. Her ne kadar ona karşı fazla bir harislik göstermese bile. Aksine
Allah'ın sözüne güvenmesi uygundur.
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın
üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir.
(Bunların) hepsi açık bir kitapta
(levh-i mahfuz'da) dır.“ (Hûd 6)”
Bunun hikmeti şudur: Şeytan insanı fakirlikle korkutur,
kötülüğü emreder ve der ki: 'Eğer malın toplanmasına ve korunmasına harislik
göstermezsen hastalanabilir, çalışmaktan aciz kalabilir ve dilencilik zilletine
mecbur olabilirsin!' İşte bu şekilde vesvese yapan şeytan, insanı ömür boyunca
mal toplamak için durmadan çalıştırır!
İnsanoğlu harislikten, Allah Teâlâ'nın kullarının rızıklarını
takdir etmesi hususundaki tedbirine güvenmek suretiyle ve meşrû olarak
çalışmakla rızkın geleceğine inanmakla kurtulur. Hatta uygun olan kulun haberi
olmadığı halde Allah'ın onun için takdir ettiği rızkın daha fazla olduğunu
düşünmesidir.
“Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.
Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah'a güvenirse O, ona yeter.
Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.”
(Talâk 2-3)
Kendisinden rızık beklediği bir kapı kapandığı zaman, onun
için kalbinin muzdarip olması uygun değildir.
Üçüncüsü
Kanaatte olan zenginliğin izzetini, harislik ve tamahkârlıkta
olan zilleti bilmesidir. Kişinin nezdinde bu sabit oldu mu kanaate rağbet eder.
Çünkü harislikte yorgunluktan, tamahkârlıkta da zilletten kurtulamaz. Bu
bakımdan kanaatte hürriyet ve izzet vardır.
Dördüncüsü
Yahudilerin, hristiyanların, ahlâkça düşük insanların,
ahmakların, bedevi serserilerinin, dinsiz ve akılsız kimselerin nimetler içinde
yüzdüklerini çokça düşünmeli. (Bugün için Avrupalıların, İsraillilerin,
Amerikalıların veya sonradan görme zenginlerin vb.) Sonra peygamberlerin ve
velî kulların durumlarını düşünmeli! Hulefa-i Râşidînin, diğer sahabe ve
tabiin'in yaşayışlarını düşünmeli, hayatlarına kulak vermeli, durumlarını
mütalaa etmelidir.
Beşincisi
Mal toplamadaki tehlikeyi anlamasıdır. Mal için sözkonusu olan
hırsızlık, yağma edilmek ve zayi olmak korkusunu düşünmesidir.
Kurtulan Grup
Onlardan kurtulan ancak bir gruptur. O da Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in ve ashab-ı kirâmın üzerinde bulundukları yolda bulunan gruptur. Bu
grup dünyayı tamamen terketmez ve tamamen de şehvetlere dalmaz.
Bu grup, dünyadan yetecek kadarını alır. Şehvetlerin din ve
aklın itaatından çıkan kısımlarını kaldırırlar. Her şehvetin peşine takılmazlar
ve her şehveti de terketmezler. Aksine normal olana ve adalete tâbi olurlar.
Herşeyi terketmez ve dünyanın herşeyini de istemezler. Dünyada yaratılan
herşeyin maksadını bilir, onu yerine koyarlar! Bu bakımdan gıdadan ibadete güç
yetirecek kadarını alırlar. Meskenden hırsızlardan, sıcak ve soğuktan koruyanı
edinirler. Elbiseden de bu şekilde faydalanırlar. Hz. Peygamber (s.a.v.) 'O
gruplardan ancak bir fırka kurtulur' dediği zaman ashab-ı kirâm 'O grup
kimdir?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v) cevap olarak şöyle buyurdu: 'Ehl-i
Sünnet ve'l-Cemaat!' Denildi ki: 'Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat kimdir?' Şöyle dedi:
'Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğumuz yolda olanlar!' (Tirmizî, Ebu Dâvud,
İbn Mâce)
Ashab-ı kirâm, mûtedil, apaçık bir yolun üzerinde idiler. Zira
onlar dünyayı dünya için değil, din için edinirlerdi. Onlar dünyada ruhbanlık
yapmazlar ve dünyayı tamamen terketmezlerdi. Onlar işlerde ne ifratçı, ne de
tefritçi idiler. Aksine onlar ifrat ve tefrit arasında, mutedil ve normal
durumda idiler. Allah en doğrusunu bilir!
Osman
b. Maz’ûn’un hanımı Havle binti Hakîm bir gün Allah Rasûlünün evine misafir
olur. Üstü başı perişan hâldedir. Kureyş kadınlarının önde gelenlerinden birisi
olan Havle’nin durumu Efendimizin hanımlarını rahatsız eder. Neden bu halde
olduğunu sorduklarında, Havle halini şöyle anlatır:
-
Benim eşim gecelerini namazla, ibadetle geçiriyor, gündüzleri ise oruç tutuyor.
Eşinin
ilgisizliği sebebiyle kendisini ihmal ettiğini söyleyen Hz. Havle’nin şikâyeti
Efendimize haber verilir. Allah Rasûlü hemen Osman b. Maz’ûn’un yanına gider ve
sorar:
- Ey
Osman, ben senin için güzel bir örnek değil miyim?
-
Anam babam Sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Bu sorunun sebebi nedir?
-
Sen gündüzleri hep oruç tutuyor, geceleri de namaz kılıyormuşsun, öyle mi?
-
Evet, Ya Rasûlallah!
-
Böyle yapma! Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde
hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Namaz kıl ama sonra uyu.
Oruç tut ama bazen de tutma. (Ahmed, el-Müsned, VI,268; İbn Sa’d, et-Tabakât,
III, 395.)
10. VİDEO
Dünya Hayatını Anlamlı Kılma / Yeni Yılda Zinciri Kırma! Ama...
Dünya Hayatını Anlamlı Kılma / Yeni Yılda Zinciri Kırma! Ama...
O Satın Aldığın Şey Mutluluk Değil
https://www.youtube.com/watch?v=ywPrsyiGzmQ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder