3.AHLAK İLMİ

 

3.AHLAK İLMİ

Müslüman fertler ve toplumlar olarak birkaç asırdır devam edegelen son yıllarda da artış gösteren bir ahlaki erozyonla veya ahlaki yok oluşla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu olumsuz gidişat âdemoğlunun imanın nurundan uzaklaştığı ilk toplumlarda kendisini gösterdiği gibi günümüzde de modern düşünceyle de kendisini daha etkili bir şekilde hissettirmektedir. Bu sorun sadece Müslümanları kasıp kavurmakla kalmadığı gibi diğer tüm dinleri, kültürleri ve toplumları da bozguna uğratmakta ve sinsi bir şekilde onları işlevsiz hale getirerek modern küfre, şirke ve tuğyana zemin hazırlamaktadır.

Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak yaşadığımız ahlaki sorunların temelinde modern düşünceyle belirginleşen itikadi zafiyetler, akabinde ortaya çıkan toplumsal erozyon ve sonuç olarak cumhuriyetle birlikte inkıtaya uğrayan İslami birikim gibi olguların önemli sebepler arasında olduğunu belirtebiliriz. 

Türkiye toplumuna has olarak bu süreci tetikleyen birkaç olguyu da başlıklar halinde şöyle sıralayabiliriz: İslami terbiyenin/eğitimin sistematik gerçekleştirilememesi, laisist hayat tarzının dayatılması, davet çalışması yürüten yapıların muhatap olunan ferdi ve toplumu kuşatacak, güncellenmiş eğitim programı/yöntemi geliştirememeleri, özel tv kanallarının yaygınlaşması, internet, sosyal medya vb kitlesel iletişim araçlarının bilinçsizce kullanılmasıdır.

Bu ders sürecinde “yiğit düştüğü yerden kalkar” hakikati ölçüsü içerisinde ilk olarak imanımızın aynası olan İslam ahlakını tanıma, kuşanma ve içinde yaşadığımız topluma örnek bir mümin olma gayretinde olacağız. Ahlakın sadece bireysel bir iç yaşantı olmadığını aksine ferdin tüm hayatını dönüştürdüğü gibi toplumun da kılcal damarlarına kadar sirayet ederek toplumsal yapıda da (eğitim, siyaset, ekonomi, kültür, aile vb) kendini gösterdiği gibi toplumsal dönüşümün de mihenk taşı olması gerektiği şuurunu kazanmaya çalışacağız.

Ahlakın Tanımı:

Allah Teâlâ tarafından insanlığı hidayete erdirmek için gönderilen Kuran’ı Kerim Arapça olarak indirilmiştir. Her dilin kendine has kavramları olduğu gibi, Arapça’nın da kendine has kavramları vardır. Her bir kavram, her dil için hayat damarıdır. Son Kitap da Arapça indirildiğinden dolayı Arapça’ya has kavramları kullanmıştır. Kur’an; mesajını, kavramlar örgüsü ile bizlere sunar ve ulaştırmak istediğini, bu kavramlar vasıtasıyla ulaştırır. Kavramlardan habersiz olan bir insanın, Kur’an’ı Allah’ın vahyi indirme muradına uygun yorumlaması ve mesajını sağlıklı anlaması imkansız gibidir. Bundan dolayı, Kur’an’ın kavramlar dünyasıyla tanışmak, bir ucundan da olsa o atmosferi teneffüs etmek ancak bu kavramların anlamlarının üzerinde tefekkür etmekle mümkün olabilecektir. (Kur’an’da Hikmet Kavramı, Bilal Tan, Pınar Yayınları, shf 9)

Müslüman aklın ve düşünce biçiminin en önemli yapıtaşı olan kavramların yerli yerine oturtulması ve içeriğinin de vahyin ölçüleri içerisinde belirlenmesi hayati bir önem arz eder. Bu konuda ünlü Çinli düşünür Konfüçyüs’e sorulmuş: “ Bir ülkenin ıslah görevi size verilseydi, işe nereden başlardınız? Konfüçyüs ‘Dilden başlardım’ demiş. Çünkü insanlar dille/kavramlarla anlaşırlar. Eğer bir ülkede dille anlaşma imkânı ortadan kalkmışsa o ülkeyi/toplumu düzeltmek mümkün değildir. Onun için ilk önce dili, kavramları düzeltmekle başlarsanız o ülkeyi ıslah etmeniz, düzeltmeniz daha kolay olur.”  (İslam’ın Ahlaki İlkeleri/Ragıp el-İsfahani/Shf:15) Bu hikmetlere binaen biz de kavram tahliliyle konuyu ele alacağız.

Ahlâk Arapçada “seciye, tabiat, huy” gibi manalara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. Sözlüklerde çoğunlukla insanın fizik yapısı için halk, mânevî yapısı için hulk kelimelerinin kullanıldığı kaydedilir (Lisânü’l-Arab, “hlk” md.). Başta hadisler olmak üzere İslâmî kaynaklarda hulk ve ahlâk terimleri genellikle iyi ve kötü huyları, fazilet ve reziletleri ifade etmek üzere kullanılmış; özellikle iyi huylar ve faziletli davranışlar hüsnü’l-huluk, mehâsinü’l-ahlâk, mekârimü’l-ahlâk, el-ahlâku’l-hasene, el-ahlâku’l-hamîde, kötü huylar ve fena hareketler ise sûü’l-huluk, el-ahlâku’z-zemîme, el-ahlâku’s-seyyie gibi terimlerle karşılanmıştır. Ayrıca ahlâk yanında yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi günlük hayatın çeşitli alanlarıyla ilgili davranış ve görgü kurallarına, terbiyeli, kibar ve takdire değer davranış biçimlerine, bunlara dair öğüt verici kısa ve hikmetli sözlere ve bu sözlerin derlendiği eserlere edep veya âdâb da denilmiştir. İslâmî literatürde edep terimi ilk dönemlerden itibaren özel davranış alanları hakkında kullanılırken ahlâk, tutum ve davranışların kaynağı mahiyetindeki ruhî ve mânevî melekeleri, insanın ruhî kemalini sağlamaya yönelik bilgi ve düşünce alanını ifade etmiştir. ( İslam Ansiklobedisi/Ahlak md/  cilt: 2,  sayfa: 1)

İslâm ahlâkçılarınca ahlâkın terim anlamları içerisinde en beğenileni İmam Gazalî’nin tanımıdır. Buna göre: “Ahlâk, insan nefsinde yerleşen öyle bir melekedir ki, fiiller, hiçbir zorlama olmaksızın, düşünüp taşınmadan, bu yetenek nedeniyle kolaylıkla ortaya çıkar.” Dolayısıyla “ahlakı olmayan kimse yoktur ama ahlakı iyileştirilmesi gerekilen kimse/kimseler vardır” şeklindeki bir tespit daha yerinde olacaktır. Ahlaksız tabiri ise mecazi anlamda, ahlakı kötü olan kimse için kullanılır.

İnsanın Ahlakı/Tabiatı Değişir mi?

İnsan ahlakının değişip değişmeyeceğine dair bazı ahlakçılar ve filozoflar tarih boyunca münakaşa etmişlerdir. Bu münakaşalara sadece batılı ahlakçılar değil, doğulu ahlakçılar ve hükema da katılmıştır. Her iki görüşü de destekleyen müşahedeler, akla ve nassa dayanan deliller ortaya konmuştur. Aristo gibi bazı filozoflar, insan ruhunu her bilgiyi, her ahlakı almaya kabil boş bir levhaya, ekime hazır verimli boş bir tarlaya benzetirken, Goethe gibi diğer bir kısımları da, karakterin doğuştan sabit şekilde tespit edildiğini, sonradan verilecek terbiye ile hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemişlerdir.

İslâm ahlâkçıları ahlakı iki kısma ayırmışlardır:

1.  Hulk-i Tabii: İnsanın yaratılışı, tabiatıyla uyuşan veya insanın yaratılışında gizli ve saklı olan ahlâktır.

2. Hulk-ı Kesbi: Fiil ve davranışlar şeklinde meydana gelip istikrar kazanarak, sırf görüşüp kaynaşmaya, âdete dayalı huydur.

Meseleye her iki yönüyle bakan İslam âlimleri, yaratılıştan gelen iyi hasletlerin iradi gayretle desteklenerek meleke haline getirilmesine, kötü huyların da baskı altında tutularak sindirilmesine, böylece irade ve gayretle sonradan iyi hasletlere sahip olunacağına hükmetmişlerdir.  (http://www.islamahlaki.com/  Mustafa Bilgen)

Bu hakikati teyid eden birkaç delili aşağıda ele alalım.

"Nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, ihmal edip örten ziyana uğramıştır" (Şems Suresi 9-10)

" Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. " (Tahrim Suresi 6)

"Muhakkak ki ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed b. Hanbel, 2/381)

"Çocuklarınıza ikram edin, terbiyelerini güzel yapın" (İbn-i Mâce, Edeb, 3) gibi terbiyevi faaliyete dikkat çeken, teşvik eden pek çok nass, insanı kurtuluşa erdirecek güzel hasletlerin terbiye yoluyla kazanılacağını beyan eder. Aksi takdirde peygamberlerin, kitapların, davetin, mücadelenin, vaaz ve irşadın ne anlamı olabilirdi?

Ahlakı Oluşturan Etkenler:

Malumdur ki ahlak durup dururken nefis içinde oluşmaz. Bilakis o, zaman içinde çeşitli merhalelerle oluşur ve olgunlaşır. Onun oluşumunda büyük veya küçük birçok etken bulabiliriz.

a) Fıtrat: Yaratılıştan, tabiattan ve mizaçtan gelen birtakım huylar ve sıfatlardır. En ufak bir şeye kızmak veya heyecanlanmak gibi… Yaratılıştan itibaren iyilik ve kötülük, hak ve haksızlık hissi her insanın ruhuna üflenmiştir. Filhakika çocuklarda ve hatta iman etmeyenlerde, ahlak hissinin temyiz çağından itibaren ortaya çıktığını ve bütün ömürleri boyunca devam ettiğini görüyoruz. Suçlular arasında bile pişmanlık duyarak suçlarını itiraf edenlerin ne kadar fazla olduğunu görüyoruz. Bir hadiste Allah Resulü (sav) : "Allah aranızda rızkınızı taksim ettiği gibi, ahlakınızı da taksim etmiştir" buyurdu. Bir başka hadiste de Resulullah (sav)’in el-Eşecc (ra)’a : "Sende iki haslet var ki; Allah onları sever: hilm ve haya." Eşecc (ra) sormuştur: "Bunlar bende eskiden (cahiliyeden) beri mi var yoksa yeni mi ?" Resulullah (sav) : "Eskiden beri var." dedi. Bunun üzerine Eşecc (ra): "Beni, sevdiği iki hasletle yaratan Allah’a hamd olsun” der. (Ebu Davud, Edeb 161, 5225).

b) Veraset: Aileden az veya çok bazı asli sıfatların ferde intikalidir. Bu cismi olabileceği gibi, edebi ve akli de olabilir.

*Anasına bak, kızını al.

*Kız halaya, erkek dayıya çeker, gibi veciz ifadeler de genetik aktarımın Anadolu insanının diline dökülmesini ifade eder.

c) Toplum: Az veya çok kişide etki yapan, onu her yönden kuşatan toplumsal amillerdir. Anne karnından itibaren ölüme kadarki zaman içerisinde direk veya dolaylı olarak etkiye sahiptir. Ev, okul, arkadaş, yolculuk, kanunlar, düzenler vb.nin insanı hayra veya şerre yönlendirmesinde büyük etkileri vardır.

"Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45)

Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim hadisinde ve vecizesinde olduğu üzere toplum kişinin ahlakının oluşumunda önemli bir faktördür.

Ahlakla İlgili Kavramlar

Adap; “edep” kelimesinin çoğuludur. Birçoğu insanın ta yaratılışından gelen ve örnek alınacak nitelikler taşıyan bazı hal, hareket ve görgü kuralları manasına gelir. Örfe uygun olan çoğu davranış (mesela; hayâ, ağırbaşlılık, büyüklere saygı ve küçüklere merhamet göstermek) İslam geleneğinde edepten sayılır ve güzel ahlakın alt başlığı olarak değerlendirilir. Bundan dolayı bazı âlimler İslam ahlakını “edep” kelimesi ile izah etmişlerdir.

İslamî ahlak (buna artık edep de diyebiliriz), işte bu fıtrat üzerine giydirilen elbise hükmündedir. Ona güzellik katar ve daha somut bir şekil verir.

Örneğin; acelecilik, unutkanlık ve savaşçılık fıtrattandır ve doğru zamanda, doğru işlerde kullanılmadığı zaman günah bir ameli ortaya çıkarabilir. Bu sebeple insanların kendilerini edebe uygun eğitmesi ve fıtratlarını daimi surette Kur’an temelli bir iyiliğe sevk etmeleri istenmektedir.

Fıtrat; maddenin -inşa edildiği özde mevcut bulunan- temel yapısıdır. Âdemoğlunun da bir fıtratı vardır ve bu fıtrat tamtamına İslâm’ın öngördüğü bir saflıktadır. O’nun vaazına yatkın, hidayet yoluna gayet meyilli ve Yaratanını içten bilen bir yapıdadır.

Allah (cc) şöyle buyurur: (Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi 30)

Allah Resülü (sav) buyurdu ki: Her insan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra ana-babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. (Buhârî, “Cenaiz”, 79, 80, 93; Müslim, “Ķader”, 22-25)

 Mizaç; genellikle oluşumu anne karnında başladığı düşünülen ve çocukluğun ilk seneleriyle birlikte gelişimini tamamlayan ahlakî bir ön-tanımlama yahut kişilik sıfatıdır. Karakter (seciye) kelimesinin tam karşılığı olarak da kullanılır. Bireyle bütünleştiği ve kolayca değişmediği için ona ruhun kendisi de denilmiştir. Fakat esas itibariyle mizaç, psikolojik bir hali ifade eder.

Örneğin; “filanca adam yerinde duramayan çok hareketli biridir”, denir. Yahut “ne kadar da çabuk parlıyor”, “ne kadar neşeli bir tip”, vs. denilir. Bunlar uzun zamandır o kişi ile özdeşleşmiş ve onda sürekli bir biçimde görülen haller olduğu için artık onun mizacı olmuştur. 

Kur’an’da bu kavrama tek bir yerde işaret edilir: “İnsana nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirip yan çizer; ona bir de zarar ziyan dokunacak olsa iyice karamsarlığa düşer. De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (İsra Suresi 83-84)

Burada dikkati çeken, İslam ile uygunluk arz etmeyen bir mizaç sahibinin; (örneğin, sevdiklerine karşı sürekli kırıcı olan birisinin ya da benzerinin) “ne yapayım, ben böyleyim ve değişemiyorum” şeklindeki bir mazeret ile özrünün kabul edilmemesidir... Doğru olan, mizacına ters de düşse, kişinin, kendini asıl Allah’ın istediği bir kul (abid) olma hüviyetine bürümesidir. Aksi takdirde nefsin heva ve hevesi işe karışacak ve kişi günaha sürüklenecektir.

Bize göre mizaç ve diğer tüm psikolojik duygusal takıntılar, tümüyle ahlakın konusudur ve gerektiğinde geliştirilmesi, değiştirilmesi söz konusu olmalıdır.

Ahlak ilminin amacı işte bu ruhu yüceltmek, onu terbiye ile ıslah etmektir. Ayrıca kişinin mizacını ve fıtratı da hesaba katarak ona en güzel ve en doğru olan hidayet yolunu kolaylaştırır.

 

 

Ahlâk İlminin Önemi

İslâm ahlâka büyük önem vermiş, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerifler birey ve toplumun gelişmesinde en önemli yere sahip olan bu konuya dikkatlerimizi çekmiştir. Gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse Peygamberimiz (s.a.v.) itikât, ibâdet  ve ahlâk konuları üzerinde önemle durmuştur. İslâm bilginleri de bu konular üzerinde sayısız eserler vererek gelecek nesillere ışık tutmuşlardır. İslâm, insanı, yalnız Allah’a (c.c.) karşı sorumlu tutmamakta, hayatta insanı ilgilendirecek maddî ve manevî bütün hadiselere karşı sorumluluk taşımasını gerekli kılmaktadır.

Yarattığı kullarını en iyi şekilde tanıyan Rabbimiz Kalem suresindeki: “Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin” ayetiyle bizlere ahlak konusundaki mükemmel örneği işaret etmiş, O’nun ahlakını öğrenerek buna göre yaşamamızı bildirmiştir. Bu ayetin tefsiri babında Mevdudi şu açıklamayı yapmıştır: Bu cümlede iki anlam vardır. Birincisi; insanları hidayete götürebilmek için katlandığı bütün bu eziyetler yüksek bir ahlâk üzere olduğundandır. Aksi takdirde, zayıf ahlaklı olan bir insan bunlara tahammül edemez. İkincisi; Kur'an'ın yanında sırf senin bu yüksek ve temiz ahlakın, kâfirlerin sana delilik ithamlarında bulunmalarına karşı açık bir delilidir. Onların bu ithamları tamamen mesnetsiz bir yalandır, çünkü yüksek ahlak ve delilik bir arada bulunamaz. Deli, aklî dengesini kaybetmiş kimsedir. Öte yandan, bir kimsede bulunan yüksek ahlak, o kişinin sağlam bir akıl ve fıtrata sahip olduğunun ve zihni dengesinin gayet yerinde olduğunun delilidir. Rasulüllah'ın ahlaki meziyetlerinin Mekkeliler tarafından çok iyi bilindiği malum. Aslında buna işaret etmek yeter.

Yine aynı ayetin tefsiri babında Elmalılı Hamdi Yazır: ve her halde sen kuşkusuz pek büyük bir ahlâk üzerindesin yani gayret edip çalışmakla en yüksek hayır gayesine ulaştıracak pek büyük huylar, gerçekten saygıya değer karakter, meleke (yeti) ve maneviyat üzere yaratılmış bulunuyorsun. Onunla yürüyecek o gayeye ereceksin. İşte o ahlâk, doğru yolu, hak din olan İslâm dinini teşkil eden Kur'ân edebi ve ilâhî ahlâktır ki, onu yüce Allah lütfetmiş ve "Andolsun, Resulullah'ta sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzab suresi, 21) buyurmuştur. Onun büyüklüğünü insanlar anlayamaz da sabır ve tahammül edilmesi gereken deliliklerde bulunurlar.

Kuran’ı Kerim’de, Peygamber Efendimiz’in (sav) hadislerinde ve İslam âlimlerinin eserlerinde imanın ağaca, ahlakın da ağacın meyvesine benzetilmesi örneği de ahlakı iyi anlamamız açısından önemli bir ufuk açar. Kalpteki iman tohumu kök saldıkça dalları ve meyveleri bir o kadar gürleşir. Sâdece dünya hayatımızı değil ahiret hayatımızı da kapsamaya başlar. Çünkü Rabbimiz imanı kökü yerde sabit, dalları yedi kat semada olan bir ağaca benzetmektedir. “Görmedin mi Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir.” (İbrahim Suresi, 24.) Bu ağacın meyveleri de devamlıdır. Her an meyve verir. Çünkü onda kuruma olmaz. Kökleri derinlerdedir. Gıdası Rabbanidir. Unutulması söz konusu değildir. Bir an meyvesiz olması, iman’ın süreklilik prensibine ters düşmesi demektir. Bundan dolayı Rabbimiz: “Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.” (İbrahim, 25.) buyurmaktadır. (Yeni Dünya Dergisi, Servet Yalçın, Mart 2016)

Ahlâk ilminin gayesi, insanı kötülüklerden korumak, ona iyi ve güzel davranışlar kazandırmak için gereken yolları göstererek ruhu temizlemek, kötülükleri iyiliklere çevirmektir. Ahlaki değişimin evrensel, mutlak doğru olan yönteminin Müslüman ferdin ve toplumun öncelikle nefsini/kendini değiştirmesi gerektiğini bizlere öğreten şu ayete kulak verebilmeliyiz: Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. (Rad Suresi, 11) Bu ayetin beyan ettiği gerçeği daha iyi anlamak için şu tespitlere de dikkat kesilmeliyiz:

Sağlıklı bir vücut, sahibini nasıl dinamik yapıyorsa, sağlıklı fertlerde de toplumu güçlü ve dinamik hale getirirler. Davetçi olmayı hedefleyen biri için ahlak olmazsa olmaz şarttır. Toplumu oluşturan bireylerin güzel ahlâklı olması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Toplumsal ahlâk, bireyin ahlâklı olmasıyla mümkün hale gelir. Bireylerin eğitilmesi ise küçük yaştan başlar ve olgunlaşıncaya kadar sürer. Çocuğun yetişmesinde ve karakter sahibi olmasında yetiştiği çevrenin ve eğitimin etkisi olmakla birlikte, en önemli kişilik ailesi tarafından kazandırılır. Bu nedenle bireyin iyi ahlâk sahibi olması için çocukluktan başlayıp gençlik çağıyla devam eden ve insanın hayatının sonuna kadar süren bir disiplin ve eğitim görmesi gereklidir. İslâm ahlâkının güzel olarak gördüğü her eylem, Kur’an’ın insanlardan yapmalarını istediği eylemlerdir. Yine İslâm ahlâkının kötü gördüğü her eylem, Kur’an’ın insanlardan kaçınmasını istediği eylemlerdir. İslâm’ın insanlara yüklediği görevlerin başında gelen ‘iyilikleri emretmek ve teşvik etmek, kötülüklerden sakındırmak’ prensibi, İslâm’ın ahlâka verdiği önemi gözler önüne sermektedir.

“İçinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emreden kötülükten sakındıran bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran Suresi, 104)

Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde de ahlâkın ne kadar önemli bir yer tuttuğunu aşağıda belirteceğimiz örneklerde görmekteyiz.

Rabbimizin imanı bir ağaca benzetmesini dikkate alarak şu benzetmeyi yapmamız yanlış olmaz kanaatindeyim: Kökü iman, gövdesi ibadet, dalları muamelat olan bu iman ağacının meyveleri ise güzel ahlâktır. Gıdasını imandan alan ahlâk, içerideki imanın huy haline gelmesi, davranışlarımızda sabır, merhamet, kanaat, rıza, tevazu, hilm, şefkat, adâlet, isar, öfkeye hâkim olma ve anlayış gibi tomurcuklarla iman ağacında kendini göstermesidir. Bundan dolayı Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:  “İman bakımından müminlerin en olgunu, ahlâkı en güzel olup, ailesine karşı en yumuşak, en cömert davranandır.” (Nesai, İşretu'n-Nisâ/229. Tirmizi, İman, hadis no: 2612)

Peygamber Efendimiz (sav) diğer bir hadisi şerifinde ise ahlakın din ayrımı gözetmeksizin kimde olursa onu yücelteceğini, üstün kılacağını beyan ederek ahlaka dair evrensel bir ilkeyi net bir şekilde şöyle vurgulamıştır: “Şüphesiz yumuşak huy, nezaket ve kibarlık her nerede bulunursa bulunsun mutlaka onu güzelleştirir, güzelliğine güzellik katar; her nereden koparılıp uzaklaştırılırsa o şey mutlaka çirkinleşir ve değer kaybeder.” (Sahih-i Müslim Birr, Sıla ve Adab 4/2004, Hadis no: 2594)

Resulullah Efendimiz (sav) ahlakla ilgili bazı hadislerinde İslam’ın sadece bedeni ibadetlerden ibaret olmadığını, diğer insanlarla iyi geçinmek ve kul hakkına riayet etmek olduğunu çarpıcı bir şekilde bildirir. Bu nasihatiyle Müslümanın eğer kul hakkına dikkat etmezse diğer ibadetlerinin onun kurtuluşuna yeterli olmayabileceği ikazında bulunmaktadır. Bu uyarıyla ilgili şu hadisi şerife kulak verelim:

Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:

"Bir adam:  Ey Allah'ın elçisi! Falanca kadın, çokça nafile namaz kılması, nafile oruç tutması ve sadaka vermesiyle anılır. Fakat o, diliyle komşularına eziyet eder. (Bu kadın hakkında ne dersiniz?) diye sordu.

Rasûlullah (sav):  O (kadın), cehennemdedir, buyurdu. Adam devamla:  Ey Allah'ın elçisi! Filanca kadın da az nafile oruç tutması, az sadaka vermesi, az nafile namaz kılması ve kurutulmuş yoğurttan bir parça sadaka vermesiyle anılır. Fakat diliyle komşularına eziyet etmez.(Bu kadın hakkında ne dersiniz?) diye sordu.

Rasûlullah :  O (kadın), cennettedir, buyurdu." (İmam Ahmed Müsnedi; c: 2, hadis no: 440. Münzirî de 'et-Terğîb ve't-Terhîb' s:3/321'de, Elbânî ise, 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha'; hadis no: 190'da hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.)

Kuran ahlakını kuşanan, hayatını Peygamber eksenli idame ettiren müminin artık tüm davranışları güzel ahlaktan damıtılarak ortaya konan üstün bir hale kavuşarak ibadet hükmüyle Rabbi tarafından ücretlendirilmiştir. Bu halin Resül-i Kibriya (sav) dilindeki ifadesi ise şu şekildedir.

“Bir mümin güzel ahlakıyla, namaz ve oruca tutkun olup devamlı ibadet eden insanların derecesine ulaşır.” (Sünen-i Ebu Davud, Edeb 5/149)

Ahlakın kıymetiyle ilgili âlimlerimizden ikisinin tavsiyelerini de naklederek edebin ne kadar kıymetli olduğunu bir defa daha anlamaya çalışalım. Maliki mezhebinin imamlarından İmam Karafi şöyle der: “Şunu biliniz ki az bir edep, amellerin birçoğundan daha hayırlıdır.”

Bunun içindir ki; ilmiyle âmil, hayırlı bir ilim ehli olan Ruveym, oğluna şu nasihatte bulunur: “Yavrum amelini tuz, edebini un yap! Yani edebin öyle çok olsun ki, edebinle amelin kıyaslandığında, aralarındaki oran, yoğrulan bir hamurdaki tuz ile unun oranı gibi olsun. Çok edeple, işlenen az sâlih amel, az edeple yapılan çok amelden daha hayırlıdır.” (İslam Edebinden Demetler shf: 25)

Ahlaki Problemlerin Temel Sebepleri Nelerdir?

·        Sahih bir akide sahibi olmamak

·        Cehalet

·        İçindeki yaşadığımız toplumun olumsuz etkileri

·        Dünyevileşme

 

Çözüm Önerilerimiz

 

1)  Sahih bir akide sahibi olabilmemiz için sahih temel kaynaklardan tahkiki imana erişmenin ve onu korumanın yollarını aramalıyız. Bu arayışımızı son nefesimize kadar devam ettirdiğimiz gibi onu kaybetmenin her şeyimizi kaybetmek anlamına geleceği bilinciyle/haşyetiyle hayatımızı idame ettirmeliyiz. Bu cehdin akabinde kalbimizde neyi taşıyorsak, yaşatıyorsak onun amellerimiz/ahlakımız aracılığıyla etrafımıza hale hale yayıldığını göreceğiz. Zira denilir ki; “ Kap ancak içerisinde taşıdığını etrafına döker.” Söz buraya gelmişken akaid derslerinin bizim için biçilmez bir kaftan olduğunu, büyük bir hazine değeri taşıdığının sevinciyle gözümüzü açmamız gerekir değil mi?

2)   Sahih bir bilgiden kastımız İslam’ın asli kaynaklarından ahlak konularını şahsi gayretimizle öğrenmeye çalışarak ben bu konuları biliyorum, bunlar basit konular demeden sürekli bir öğrenme ve yenilenme bilinciyle şuurumuzu diri tutmamızdır. Zira hayat asla boşluk kabul etmez. Biz ilmimizi hak yoldan elde etmezsek şeytan ve onun avaneleri her yolla bizi batılın içerisine çekerek ahlakımızı mutlaka bozacaklardır. Bu anlamda bu dersimiz Allah’ın bize sunduğu önemli bir nimettir. Ki bu ders içerisinde de ahlaka dair tüm ayetleri, hadisleri ve âlimlerin görüşlerini ele almamız mümkün değildir. Bizler okyanusa açılan kapıları size aralamaya gayret edeceğiz, ondan sonraki alacağınız mesafe sizlerin şahsi gayretlerine kalmıştır.

Ayrıca tevhit tarihi dersiyle resullerin ahlakını, tefsir dersiyle Kuran’ın her bir ayetinin hastalıklarımıza nasıl şifa olduklarını, sorunlarımızı kökten nasıl çözebildiklerini, hadis dersiyle sahih ilmin ölgün ruhlarımıza ab-ı hayat gibi nasıl dirilik üflediğini, siyer dersiyle de mükemmel kul olmanın ve bunun yöntemlerinin nasıl hayata aktarıldığını görerek ilmek ilmek ahlakımızı vahiyle inşa edeceğiz biiznillah.

3)   Cemaat bilincine sahip olmamız farkında olmasak da bizi evrensel bağlamda kuşatmaya çalışan modern cahiliyenin tuzaklarından koruyabilecek Allah’ın en kıymetli lütuflarından biridir. Zira Rabbimizin bu konudaki ayetleri, Peygamber Efendimiz ’in örnekliği, aklın gösterdiği delillerle anlamaktayız ki fert, toplum ve ümmet olarak kurtuluşumuzun yegâne çıkış yolu cemaat bilincine sahip olarak İslam’a hizmet etme yöntemine sahip çıkmamızdır. Bu nimetle/araçla kardeşlerimizdeki güzel ahlakı görerek hem kendimizi ulvi hedeflere (nefsimizi sürekli tezkiye etmeye) yönlendirmiş oluruz hem de Allah’ın bereketinin tecelli ettiği bir birliktelikle Vehhab olan Rabbimizin rahmet ve lütuf sofrasından sınırsız istifade etmiş oluruz.

4)   Davet bilincimiz ise fert olarak sürekli kendi imanımızı, ahlakımızı yenilememiz, diri tutmamız anlamında bize yol gösterebileceği gibi davete muhatap olan kişilerin de kalplerini kazanmamızdaki tartışmasız en iyi ve en kısa yöntemdir diyebiliriz. Peygamber Efendimiz’ in (sav) ve sahabenin hayatındaki örnekliklere baktığımızda onlarca hidayet öyküsünün Kuran Ahlakına bağlı olduğunu net bir şekilde görürüz. Kişinin ancak yüreğine vahiyden damıttığı hakikatleri muhatabına anlattığı zaman tesir halk edildiği şuuruyla gönlünü murakabe altında tutması da ahlakın ehemmiyetini uyanık kalplere hatırlatır.

Soru-Cevap Yöntemi İle Konunun İrdelenmesi

1. Soru: Davranışlarımızı belirleyen esas ölçüt (kıstas) ne olmalıdır? Hangi kaynağı temel alarak kendimizi düzeltmeli ve yahut geliştirmeliyiz?

Cevap: Yaşadığımız hayatta her an karşımıza “doğru” ile “yanlış”, “güzel” ile “çirkin”, “hak” ile “batıl” gibi ikili ayırımlar çıkabilmektedir. (Buna örnek o kadar çoktur ki!) Bu gibi durumlarda yapacağımız tercihler aslında inancımızın ve ahlakımızın direkt bir yansımasıdır. Neyi seçtiğimiz ve ne için onu tercih ettiğimiz, esasen neye ne kadar kıymet verdiğimizin de ölçüsüdür.

Müslümanlar açısından ise Kur’an’dan başka bir hüküm (hikmet, güzellik ve hakk) belirleyici, Allah’tan ve O’nun kutlu elçisi Muhammed’den (sav) başka razı etmemiz istenilen herhangi bir merci bulunmamaktadır. (Bkz. Kasas 18, 57; Tevbe 59, 62; Nur 51-52, 62; Ahzap 36)

Bu gerçekten hareketle diyebiliriz ki; kişinin neye inanacağı ve ne şekilde amel edeceğini takdir eden yalnızca Rabb Teâlâ’dır. Bizden sadece -O’nun kitabına bakıp gönderdiği elçiyi takip etmek suretiyle- itikadımızı tamamlamamız, hemen peşinden de ahlakımızı güzelleştirme yolunu tutmamız istenmiştir. Başka yollar ve metotlarla hidayeti aramamız ise tasvip görmemiştir. (Bkz. Ali İmran 101; Enfal 20, 24; Tevbe 33)

Yine bize düşen görev, seçim yaparken ölçüt (kıstas) olarak Rabbimizin emrettiklerini esas almamız ve O’nu razı etmeyeceğini bildiğimiz yahut kuşkulandığımız seçimlerden uzak durmamızdır. Bu yargıyı en başta nefislerimize benimsetmemiz gerekmektedir. Zira Allah’ın (cc) biz kulları için belirlediği kanunların hiçbiri değiştirilemez, göz ardı edilemez ve yahut küçümsenemez.

Hem İslam’ın sunduğu ahlak sayesinde, kişi, iyi ve kötünün tespitini, bela ve şerden kaçınma yollarını, yapması gereken vazifeleri bilir; davranışlarındaki güzel ve değerli olanı anladığı gibi çirkin ve rezil olanı da kavrar. Manevi hastalıklardan kurtulma yollarını hep bu sayede öğrenir.

Netice itibariyle; İslamî duruşumuzu belirleyen, nasıl kalkıp nasıl yürümemiz gerektiğini bizlere izah eden, küçük işlerimizi dahi nasıl tertipleyeceğimize karar veren bir tek Allah vardır ve biz bu hususta yalnız O’nun emrine tabiyizdir… Nefsimizi her halükarda O’na satmamız emredilmiştir:

“Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu doğru yoldur.” (Ali İmran Suresi 51)

2. Soru: Diğer kültür ve dinlerdeki ahlak anlayışı nasıldır? İslam’ın onlardan farkı ne(ler)dir?

İslâm, hayatın bütün alanlarını kuşatan, insanın doğumundan ölümüne kadar her anını kapsayan ahlâkî kurallar getirmiştir. Diğer dinlerde, yaşam biçimlerinde hayatın tümünü kuşatan, teorik ve pratik anlamda tutarlılık arz eden bir yapıdan söz etmek mümkün değildir.

Din dışı kaynaklarda ve farklı filozoflar tarafından kabul edildiği şekliyle ahlakın kaynağı akıl, toplum ve vicdandır. İslâm’a göre ahlâkın kaynağı ise vahiy (ilâhî buyruklar, yani Kur’ân-ı Kerim) ve O’nun beyanı olan Sünnet’dir.

İslam dışındaki tüm tahrif edilmiş din ile tüm ideolojilerde ahlâkî prensiplerin belirlenmesinde zaman ve zemine göre değişmeyen “vahiy” gibi bir ölçütün bulunmaması nedeniyle ahlaki rölativizm ve şüphecilik hep sorun teşkil etmiştir. İslam ahlak sisteminde ise rölativizme ve şüphecilikle karşılaşmak mümkün değildir. (Recep Kılıç, Ahlâkın Dinî Temeli, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları 1992.)

İslâm, vicdânî ve içtimâî sorumluluğu kabul etmekle beraber bunların eksik yönlerini kapatmak üzere asıl dinî sorumluluğu vaz’eder. Dinî sorumluluk olmadıktan sonra vicdânî ve içtimâî otorite, fonksiyonlarını devamlı surette icra edemezler. Bazı toplumlarda görülen ahlâkî çöküntüler ya dinî sorumluluğun olmamasından veya dinî sorumluluğun zayıflamasından kaynaklanmaktadır. İslâm, insanları yapıp ettikleri her şeyden sorumlu tutmaktadır. İnsan sorumlu tutulduğu her davranış ve amelden kısmen bu dünyada tam olarak ise ahirette sorguya çekilecektir.

İslâm’a göre ahlâkî prensipler aynı zamanda Allah’ın emridir. İslâm’a göre ahlâkî vazifeler, dinî hükümlerin önemli bir kısmını teşkil eder. Onun için mü’min “din başka ahlâk başkadır” diyemez. Öte taraftan ahlâkî fiiller her ne kadar irâdî ve ihtiyârî olsa da, bu durum ahlâkî vazifelerin keyfîliği neticesini vermez. (Mustafa Çağrıcı, Ana Hatlarıyla İslâm Ahlâkı, shf. 109, Ensar Neşriyat 2006 ).

Din temelli ahlâk anlayışı, ahlâka, din dışı temelli ahlâk anlayışlarının hiçbirinin sağlayamayacağı bir boyut kazandırmaktadır. İşte bu boyut, hürmet edilen, sevgi ve korku objesi bulunan, emirlerine itaat edilen, mükemmel sıfatların hepsi kendinde varolan aşkın bir Zât’a yani Allah’a iman boyutudur (Kılıç, 1992: 163; Mehmet S. Aydın, (1991) Tanrı-Ahlâk İlişkisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları). Allah ve ahiret inancının pek çok ayet ve hadiste, ahlâkî müeyyide olarak vurgulandığı görülür. Diğer din ve kültürlerde bu ölçüde ve sahih bir şekilde Allah inancının olmadığını, vurgulanmadığını ve ahiret inancının ise sahih bir ölçüde neredeyse hatırlanmadığı söylenebilir.

Ahlâkın en önemli ilkelerinden biri de adaletin gerçekleşmesidir. Adalet, vazifeyi yerine getirene mükafât, ihmal edene ceza verilmek suretiyle gerçekleşir. Müeyyidenin olmadığı bir ahlâkî ekolde adaletin nasıl gerçekleşeceğinin izahı da bulunmamaktadır. Sırf bu yüzden din dışı ahlâkî ekollerin içinde en ileri seviyeye ulaşan Kant, kendi ahlâk düşüncesini tamamlamak için mutlak adaletin gerçekleşeceği ahireti, ruhun ölümsüzlüğünü ve Allah’ın varlığını kabul etmek zorunda kalmıştır (Kılıç, 1992: 157-159).

İslâm’da ahlâkî anlayış ve ahlâkî esaslar mutlaktır. Çünkü bu esaslar, mutlak bir Varlık’ın belirlediği kaide ve sınırlarla ortaya konulmuş olup şahıslara, zamana ve mekâna göre değişmez. Diğer ahlâkî ekollerde ise, ahlâkî prensiplerin evrenselliğinden bahsetmek mümkün değildir. Hâlbuki ahlâkî prensiplerin etkili olabilmesi, onların ancak evrensel bir hüviyete sahip olmalarıyla mümkündür. Evrensel bir hüviyete sahip olma da, ancak aşkın bir Varlık’la irtibat halinde bulunmakla gerçekleşebilir (Kılıç, 1992: 145, 157).

İslâm ahlâkı, insanın kendiyle, diğer insanlarla veya devletle olan ilişkilerini, yani bütün hal ve hareketlerini içine alması bakımından da kapsamlı bir özelliğe sahiptir. Bu açıdan hiçbir niyet, söz ve davranış, ahlâk dairesi dışında değildir. İslâm ahlâkının bu kapsamlılık özelliği, -ister semâvî olsun ister dünyevî- diğer hiçbir din veya sistemde bulunmamaktadır. (Abdulkerim Zeydan, (1430/2009). Usûlü’d-da‘ve. Beyrut: Müessesetü’r-risâle.)

3. Soru: Peki “güzel ahlak” herkes için gerekli midir? Gerçekte onu önemli kılan şey nedir?

Cevap: Batılı ateist ve din tanımazların bir kısmı kutsal kitapların söz ettiği bir ahlakın gereksizliğine inanmışlar ve kendi nefislerince bazı çıkarımlarda bulunmuşlardır. Bir kısmı “haz veren şey iyidir, vermeyen ise kötüdür” demiş, bir başkası “kişiye faydası olan her şey iyidir, fayda vermeyen ise kötüdür” şeklinde bir tanım getirmiştir. (Dikkat edilirse, bu şekil bir yaklaşım, ne yazık ki çağımızda sıklıkla görülen ahvaldendir.)

İslâm dışındaki toplumlarda “Ahlâk” tanımlaması:

“İnsan her şeyin ölçüsüdür. Doğrular ve yanlışlar insandan insana değişir.” (Protagoras)

“İnsanın amacı en yüksek hazza ulaşmaktır. Haz vermeyen şeylerden ise uzak durulmalıdır.” (Aristippos)

“Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma.” (Konfüçyüs)

Amaca ulaşmak için her araç meşrudur.” (Machiavelli)

Dinsel inançlar ve buyruklar olmadan da ahlaklı olunabilir.” (Bacon)

“Bir şeyi yaptıktan sonra kendimi iyi hissediyorsam o ahlakîdir.” (Hemingway)

“Ahlâkî gerçekler diye bir şey yoktur.” (Nietzsche)

 “Her şey zevk vermesi açısından iyi ya da kötü olarak adlandırılır.” (John Locke)

“Evrensel kural olacak bir şekilde davranış ve eylemlerde bulunan kişi, ahlaklıdır.” (Emerson)]

Yine bir başka düşünür olan F. Nietzche’ye göre iyi ve doğru olan şeyi belirleyen esas, “güçlü” olmaktır. Mütevazılık, birine yardımda bulunmak ve ibadet etmek nevinden ameller zayıflık belirtisidir ve terk edilmelidir. (!) J. P. Sartre’da ise ahlak, ancak “özgürlük” ile sağlanabilir. Ona göre insan dilediğini seçebilmeli, dilediğince yaşayabilme hakkına haiz olmalıdır. Aksi takdirde ahlaka inanmak beyhude sayılacaktır. (?)

Evvelce söylediğimiz gibi, İslam anlayışında iyi ve kötüyü, çirkin ve güzeli, doğru ile yanlışı ve yasak olan ile caiz olanı belirleyen sadece ve sadece Allah (cc) olduğu için yukarıdaki tanımlamalar toptan reddedilmiştir. Bu hususta nefis hevasına göre değil, bizzat Kur’an ve sünnete dayalı olarak iyiyi ve kötüyü belirlemeli, ancak bu bakış açısını kazandıktan sonra olayları sahih bir biçimde değerlendirebileceği dikkate alınmalıdır.

Kaldı ki İslâm, insanı, yalnız Allah’a (c.c.) karşı sorumlu tutmamakta, hayatta insanı ilgilendirecek maddî ve manevî bütün hadiselere karşı sorumluluk taşımasını gerekli kılmaktadır. Sağlıklı bir vücut, sahibini nasıl dinamik yapıyorsa, sağlıklı fertler de o derece toplumu güçlü ve dinamik bir hale getirirler. Toplumu oluşturan bireylerin güzel ahlâklı olması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Bunun için ta çocukluktan başlayıp gençlik çağıyla devam eden ve insanın hayatının sonuna kadar süren bir disiplin ve eğitim görmesi şarttır.

4. Soru: Kişisel gelişim ve psikoloji kitapları ahlakımızı düzeltmede faydalı olur mu?

Cevap: Çoğu NLP uzmanı ve modern eğitimcilerin yazdığı bu tür kitaplar, daha ziyadesiyle, insanın iş (meslek) dünyasındaki verimliliği ve performansını artırmaya yönelik arayışları ve bu yöndeki çözüm yollarını gösterir. Sürekli bir biçimde kişilerin daha fazla dünyevî bir kazancın peşinde koşmalarını öğütler. Bunun için önder şahsiyetlerin düşüncelerine yer verdikleri kadar yeri geldiğinde semavî dinlerin ahlâkî öğretilerini dahi seküler hayata entegre etmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki, çoğu kere vahye ters düştükleri ve kişinin salt dünyevî menfaatini gözettikleri de olmuştur.

Örneğin; artık bir klişe sayılan, “muvaffakiyete (başarıya) götürecek olan şey, senin o işe olan inancındır” sözü, İslam’da kulun Allah’a tevekkül etmesinin önünde bir perde gibi durmaktadır. Nitekim İslamî esaslarda, kul, olmasını temenni ettiği bir iş için önce sünnetullaha uygun bir biçimde çalışıp çabalar, sonra gerçekten bir neticeye kavuşmanın yalnız ve asıl O’nun izninden geçmesi gerektiğini bilir. Böylece kendine olan inancından daha fazla Rabbine teslim olur, O’na güvenip dayanır; işin başında da sonunda da… (Bkz. Ali İmran159; Enfal 2; Yusuf 67) 

Hâlbuki salt kendine güvenmeyi (ve bu sebeple kibre ve ucba sürüklenmeyi) adet haline getiren bir öğreti için insanın nefisini, gururunu okşayan sözlerle Rabbini unutacak seviyeye düşmesi korkunç bir haldir. Tevekkül inancı işte burada ciddi zarar görür!

Bir başka misal; boş zamanlarda yapılması tavsiye edilen işlerle ilgili… Değişik yazarların türlü türlü tavsiyeleri arasında (güneş banyosundan tutun da kelime ezberlemesi dâhil) değindiği konularda hiçbir zaman bir kulluk bilinci taşıdığı görülmemiştir. Örneğin, kişisel gelişim kitaplarında “Allah’a şükür” için ayrılacak bir vakitten asla bahsedilmez… Böyle olunca da Allah’ın halifesi olması beklenen kulun gerçekte ne yapması gerektiği saptırıcı bir biçimde bulandırılmış olur. Oysa Kur’an’da boş vakitlerde ne yapılması gerektiği güzelce öğütlenmiştir. (Bkz. İnşirah 5-8)

Yine bir başka mesele; uzmanların “iyi ve şık görünmeyi” tavsiye etmeleri ve bunun için gerekirse hiçbir masraftan kaçınılmamasını öğütlemeleridir. (<Karşılaştır> İsrafın haram oluşu ve Allah’ın müsrifleri sevmemesi…) Onlar açısından kişinin her halükarda toplumda bir statü kazanması gerekmekte ve bu yüzden kıyafet şeklini (saç, sakal, açık giysi, vs.) ona göre ayarlaması istenmektedir.

Benzer şekilde psikoloji ilmi ile alakalı kitaplarda da çeşitli sıkıntılar mevcuttur. Örneğin; klasik bir psikolog açısından manevî buhranlar için önerilen çözümler arasında hiçbir zaman ibadî bir tavsiyeyi göremezsiniz. Onların çözümleri sürekli biçimde maddeci bir bakış açısının ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alt bilinç, güdülenme, toplum refleksi, alışkanlıklar vb. literatür ile kişilik tedavisinde bulunduklarını sanırlar. Modern bilim dünyasında “şeytan” diye bir kavram yer almaz örneğin; kötülük genlere kadar indirgenmiştir!

Diyebiliriz ki; kişisel gelişim uzmanlarının ve psikologların bu şekil deist bir yaklaşım göstermeleri, onların -ahireti hesaba katmadan- sırf dünya odaklı yaşamaları ve vahyi dikkate almamalarının bir sonucudur. Onlar aslında işin sadece maddi kısmı ile ilgilenirler. Bu da kuşkusuz uzun vadede bir takım manevî boşlukların oluşmasına sebebiyet verecektir… Doğru olan ise ancak Rabbimizin şifası ile kendimizi bulabileceğimiz ve mutlak bir teslimiyetle teslim olmamız gerçeğidir. Zira O’na ne kadar yakın olabilirsek o denli bir huzur ve sükûnete erişme ümidimiz olacaktır biiznillah. (Bkz. 13/28)

Ayrıca bizim için, insanlar arası ilişkileri geliştiren ve toplum düzenini sağlayan ahlakî prensiplere Hz. Muhammed (sav) kadar riayet eden ikinci bir insan daha yoktur. (Bu manada kişisel gelişim kitaplarında ismi geçen lider şahsiyetlerin sözleri ile peygamberimizin sözlerini derece itibariyle kıyaslamak gerekecektir.) Hem Resulullah’ın (sav) örnekliği hariç her örnek eleştirilebilir ve hataya sebebiyet verebilir. O’nun (sav) örnekliği ise -Kur’an’ın gölgesi altında- gayet yetkin ve yeterli düzeydedir. (bkz. Bakara 151; Ahzap 21,31)

Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned)

Sonuç olarak; İslam ahlakının içeriğinde kişinin neyi ne kadar sevmesi ve neye ne kadar ihtiram göstermesi gerektiği, ayrıca özgürlük meselesi ve kişiye hangi sınırlara kadar bir hürriyet hakkı tanındığı hep ifade edilmiştir. Böylece İslam dininde ahlak, beşerin kişisel seçim ve yaşam alanlarını hemen tüm yönleriyle kuşatmıştır. Allah (cc) insana yalnızca bu dine katıksız – pazarlıksız teslim olmasını şart koşmuştur. O’nun kitabında zikrettiği bir emri hoşumuza gittiği için değil, emredildiği için yapmalıyız ki, nefsimiz o meseleyi kendi çıkarlarımıza göre değerlendirmeyip Rabbimizin sözlerini üstte tutsun.

Özetlersek:

1. İslam kişinin davranış ve mizacını (karakter) hedef alarak güzele tebdil etmeyi amaçlar.

2. İyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi vasıflar sırf mantık ya da başka bir unsura dayandırılamaz.  

3. Bu meyanda ahlakın kurallarını yalnız ve yalnız Allah (cc) belirler.

4. İnsanın sorumluluğu asıldır ve vazifeler bu sebeple bağlayıcılık arz eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler