29. AİLE AHLAKI- 1 (EŞLER ARASI İLİŞKİLER)

 

1.GİRİŞ

Aile, toplumun temelini oluşturur. Toplumun huzur ve mutluluğu bir anlamda aile bireyleri arasında tesis edilen düzen, huzur ve mutluluğa bağlıdır. Beden ve ruh bakımından sağlıklı nesiller ancak bu yapıda olan aile ortamlarında yetiştirilebilir. (Enver Uysal, “Aile Ahlâkı”, İslam Ahlâk Esasları ve Felsefesi, (ed. Müfit Selim Saruhan), Grafiker Yay., Ankara 2013, s. 271.) Aile geçmişten günümüze değin var olan ve toplumun şekillenmesinde önemli roller oynayan sosyal bir gruptur. Hemen hemen her insan doğduğu andan itibaren hayatı boyunca farklı görev ve sorumlulukları üstlenmiş şekilde ailenin bir ferdi olarak varlığını sürdürür. İnsanın iyiye kötüye, doğruya ve yanlışa ilişkin düşünce ve değer yargıları, alışkanlıkları, ahlâkı ve kişiliği küçük yaştan itibaren öncelikle aile içerisinde şekillenir ve gelişir. Çoğu zaman aile içerisinde küçük yaşlarda edinilmiş kişilik, karakter ve huyların değiştirilemediği ya da çok zor değiştirildiği düşünülmektedir. Dolayısıyla ahlâkî değerlerin oluşturulması, korunması ve aktarılmasında ailenin öncelikli ve önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. (İslâm Ahlâk Filozoflarının Aile Ahlâkına İlişkin Görüşleri Üzerine Bir İnceleme: İbn Sina, Tûsî ve Kınalızâde Örneği)

Pek çok yenilik ile karşı karşıyayız bugünün dünyasında. Sanayi devriminden sonra ve belki de ondan çok daha büyük etkileri olacak bir küresel değişim habercisi dijital devrim bugün yaşadığımız. Zaman ve mekân, mesafe ve iletişim algımızı bütünüyle etkileyen, ahlak anlayışımızı bile farklılaştıran bir değişim bu. Bizi dönüştürdüğü gibi kültürel ve dinî değerlerimizi de etkisi altına alan bu değişim ve daha nicesini ne görmezden gelmek ne de reddetmek mümkün. Tüm bu yenilikleri değerlerimiz zaviyesinden ve kul olma şuuruyla değerlendirmemiz, onların üzerimizde oluşturacağı etkinin yıkıcı değil yapıcı olması için uğraşmamız gerek. İşte tam da bu sebeple değerleri koruyan ve nesiller boyunca taşıyan aile, bir sığınak görevi görüyor her zamankinden daha fazla. Belki de yine bu yüzden en çok hedefte olan da yine aile oluyor, değişimi kendi isteklerine göre planlayanlar bakımından “Aile, toplumun en küçük yapıtaşı” olarak tanımlansa da pek çok sözlükte, bugün için hayli basit kalıyor bu tanımlama. Topluma, sahip olduğu özü kazandıran ve bu özü geleceğe taşıyabilmesini sağlayan bir “kök hücre” olarak tanımlanmalı belki de artık aile. Hastalıklar için şifa olabilecek bir öz ve tüm vücudun en küçük prototipi olması bakımından… Bu sebeple toplumların kültürleri, gelenek ve görenekleri değişse de aile hâlen günümüz insanı ve toplumları için bir ihtiyaç olmaya devam etmektedir. (Diyanet Dergi Aile Ocak 2019)

Bu derste aile ve onun akitle müesseseleşmesini sağlayan eşlerin arasındaki ilişkileri konu edineceğiz.

 

2. KAVRAM TAHLİLİ

Aile; Akrabalık ilişkisiyle birbirlerine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluk. Aileyi teşkil eden fertler devirlere bölgelere, sosyal ve iktisadi yapıya göre değişmektedir. Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Ailenin ataerkil veya anaerkil oluşuna göre onu meydana getiren fertler de değişmektedir. Dar veya çekirdek aile ise bir karı koca ile çocuklardan meydana gelmektedir. Ailedeki hakimiyetin baba veya annede oluşuna göre aileler ikiye ayrılmaktadır. Baba hakimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarını içine alan aileye ataerkil (pederşahf -patriarcal), anne hakimiyetine dayanan, onun çocuk ve yakınlarının teşkil ettiği aileye de anaerkil ( maderşahf- mat-, riarcal) aile denir. Ataerkil aile daha yaygın olmakla birlikte insan topluluklarında her iki tip aileye de rastlanmaktadır. Ayrıca aile, eşlerin sayısına göre de tek eşliliğe (monogami) dayanan aile, çok eşliliğe (poligami) dayanan aile olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/aile )

Sıla-i rahim kelimesi, aile bağını Allah’ın rahmet ipine bağlayarak bize yüksek bir hakikati ilham ediyor. Arapça bir sözcük olan “üsre” kelimesi de aile demektir... Üsre, aslında köken olarak “zırh” demektir. Aile de tıpkı korunaklı bir zırh gibi insanı maddî ve mânevî bakımdan dış dünyadan gelecek olumsuzluklara karşı korumasından dolayı bu ismi almış olsa gerek ‘Aile’ sözcüğü de insana her an muhtaç olduğunu hatırlatan bir kelimedir... “Rabbin seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?” âyetinin anlamlarından biri de aile sıcaklığına, aile içindeki korunmuşluğa işaret eder. Zenginliğin aile

Içinde saklı olduğunu anlatır. (Hadislerle İslâm Cilt 4 Sayfa 26)

 

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm 21)

 “Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı. Onlar hâla bâtıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?”(Nahl 72)

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (Nûr 32)

“(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder” ( Nur 36 )

 

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

Nikah benim sünnetimdendir. Kim benim sünnetimi uygulamazsa benden değildir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” (İbn Mace, Nikah 1)

Ebû Mes’ûd’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kişi, sevabını Allah’tan umarak ailesine harcama yaptığında, bu harcama onun için sadaka olur.”

(Buhârî, Îmân, 41;  Müslim, Zekât, 48)

Abdullah b. Amr’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.”

(Ebû Dâvûd, Zekât, 45)

İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olandır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.”

(İbn Mâce, Nikâh, 50)

“Mümin bir kimse mümine olan eşine nefret beslemesin; (çünkü) onun bir huyunu beğenmezse de hoşlanacağı başka bir huyu mutlaka vardır.”(Müslim, Radâ’, 61)

 

5. AİLENİN ÖNEMİ

Kur’an-ı Kerim’de Musa (as)’ın kavmi Yahudilere Firavunun zulmü altındayken, çok zor dönemlerde evlerini kıble edinerek ve ibadetlerini tam yaparak bu zulümler altında bile kendilerini korumaları müjdelenmektedir.

"Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele! diye vahyettik." (Yûnus 87)

"(Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki; onlar ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar." (Nûr 36 -37)

1. Evlerin yüceltilmesi (kıble kılınması): Buradaki zikirden murat "namaz" değildir. Nitekim ayette zaten namaza zekâta ayrıca temas ediliyor. Öyleyse sabah akşam Allah’ın zikrinden murat insanları marifetulaha, dinini öğrenmeye götürecek her çeşit çalışma ve çocuklara verilecek dini öğretimdir.

2. Bu evin sahibinin dünyasında ahiret endişesi öncelikli olacak, kıyamet gününün dehşeti düşünülecek.

3. Namaz, zekât gibi farzlar alelusul değil, hakkıyla yerine getirilecek.

4. Hiçbir dünyevi iş ve hesap, Allah'a kulluk vazifelerini yerine getirmenin önüne geçip bunları ikinci plana artırmayacak.

5. Evin, kıble kılmak suretiyle Allah'ın rızasına uygun hale getirilmesi ve değerinin yüceltilmesi işinde büyük rol erkeğe düşmektedir. Erkek sabah ve akşam vakitlerinde, yani iş hayatının bitiminde eve gelerek ailesiyle ilgilenmelidir. Evin kıble kılınmasını sağlayacak tedbir, tanzim, talim ve ilgi için irade ortaya koyması, planlar hazırlayıp uygulaması gerekmektedir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim)

İbadet Merkezli Kurtuluş

Yukarıda kaydettiğimiz her iki ayette de namaza vurgu yapılıp, öncelik verildiğini gördük. Tıpkı İsrailoğullarının kurtuluş ve reçetesinde olduğu gibi tathir (paklayıp arındırma) vaadedilen Al-i Beyt'in tathir reçetesinde de namaza öncelik verildiği görülmektedir: Hz. Enes (r.a) anlatıyor: (Al-i Beyt'le ilgili olarak: "Allah sizden kiri gidermek istiyor ey Ehli Beyt... " ayeti (Ahzap 33) geldikten sonra)  6 ay boyunca Rasulullah (sav) , sabahları namaz için çıkınca , Hz. Fatıma'nın (r.anha) kapısına uğrar , şöyle derdi: "Ey Ehli Beyt, namaz (a kalkın)" "(ve şu mealdeki ayeti okurdu) :   "…Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünün bilendir ve her şeyden haberi olandır." (Ahzâb 33-34)

Ayette, Rasulluh'ın (sav) hanımlarının "evlerinizde okunan" kaydı hatırlatılıyor. Öyleyse buradaki ayetten maksat öncelikle Kur'an ayetleridir. Yine ayette geçen Rasullah'ın (sav) Hikmetleri tabiri de göz önüne alınınca zikredilmesi emredilen şeylerin öncelikle İslam diniyle ilgili bilgiler, meseleler olduğu anlaşılır. Başta Katade ve İmam Şafi olmak üzere, İslam Uleması Kur'an'da gelen ve Rasullah'a (sav) nispet edilen "Hikmet" ten maksadın Hadis ve Sünnet olduğunu belirtirler. Bu hususta müşahede ettiğim (Prof. Dr. İbrahim Canan anlatıyor) 1967 de Fransa’da İslam ahlakıyla mücehhez bir genç görür ve Fransa gibi bir ortamda bu durumun nasıl olduğunu merak eder. Babasıyla tanışır çocuğun. Babası öğretmendir, gördüğü bir rüya ile Müslüman olur. Dolayısıyla da çocuk Müslüman bir ailede dünyaya gelir. Çocuk okula gittiğinde eve dönüşte okulda yapılanlar evde sürekli müzakere edilir, tenkit edilir. Böylece çocuklar yanlışlara karşı bilinçlenir. Bu süreçte de evde namaz, oruç başta olmak üzere İslami davranışlar kazandırılır ve nihayetinde Fransız gibi bir ülkede bu çocuk yetişmiş olur. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim)

6.     MÜSLÜMAN AİLE KUR'ÂN VE SÜNNETİN ÇİZDİĞİ AİLE MODELİ 

Aile ve din insanlığın tarihi kadar kadim iki kurumdur ve bu iki müessese birbiriyle sıkı münasebet hâlindedir. Din, ailenin oluşmadan önceki aşamalarında, kuruluşunda, işleyişinde ve sonlanmasında önemli ilkeler ve ayrıntılı hükümler getirmiştir. Bütün dinlerde aile ile ilgili hükümler vardır. 

Bir başka açıdan bakıldığında dinî değerlerin korunmasında ailenin rolü ne kadar büyükse ailenin korunmasında da dinin tesiri o kadar önemlidir. Dolayısıyla bu iki kurum bekası için belli ölçüde birbirine muhtaçtır. Son din İslâm ve onun öğretilerinin yön verdiği Müslüman aile için de bu esas geçerlidir.

Acaba İslâm’ın iki ana kaynağı Kur’ân ve Sünnet aile için nasıl bir model öngörmektedir?

 Öncelikle aile nikâh akdiyle kurulur. Nikâh, insan neslinin varlık sebebi olan ailevî münasebetin tek meşru yoludur.

Neslin devamı için kadın ve erkek birbirine ilgi duyacak şekilde yaratılmıştır. Esasen bu, fıtrat kanunudur. Çünkü zıt kutuplar birbirini çeker. Varlık da bundan doğar. Karı-koca için kullanılan zevc kelimesinde de bu incelik gözükmektedir. Zîrâ zevc aynı cinsten fakat zıt özellikteki, karşıt kutuplu varlıklar (erkek-dişi) için kullanılır. Karı-koca arasındaki uyum, ahenk ve ünsiyeti sağlayan, varlığı doğuran, sürekliliği sağlayan da budur. Arzular, tatmin edildiklerinde son bulsa da bahse konu özellikleriyle eş olmak her ân birbirlerine olan arzuyu tazelediğinden eşler arasında sürekli bağlılık sağlanmaktadır. 

Karşıt cinsleri birbirlerine cazibe merkezi hâline getiren şehvet dürtüsüdür ve bu arzu insanın en zayıf yönünü teşkil eder. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm zina yapmayın yerine zinaya yaklaşmayın ifadesiyle zinaya götürebilecek ortamlardan uzak durulmasını talep eder. (İsrâ 32) Zîrâ o girdabın içinden çıkmak kolay bir iş değildir. 

Nikâh, dinî bir vecibe olan iffeti korumanın kalkanıdır. Esasen iffet şehvete hükmetme ve onu meşru yoldan tatmin etme sonucunda ortaya çıkan bir fazilet, şehvetin insana hükmetmesi ise iffetsizliği doğuran bir rezilettir. Buna göre zinaya düşme endişesi taşıyıp da malî gücü yerinde olan sorumluluk sahibi kişilere evlilik farz olmuştur. İşte bu noktadan yaklaşıldığında nikâhla oluşan ailede eşler, dış etkilere karşı birbirlerinin elbisesidir ki, bununla her birisi diğerini koruyup kollar/sarıp sarmalar, aile mahremiyetlerini dışarıya sızdırmazlar. Bu elbisenin materyali de Allah’ın emir ve yasaklarına saygı ve sevgiyle bağlılık anlamına gelen takvâ’dır.  Bu yapı giysiye, şehevî duyguların tesirine karşı kuvvetli bir koruma, nefsî zaaflara karşı sert bir direnç gücü kazandırır. İşte bunun için Hz. Peygamber (sav) bağımsız yönelişin ve nefsî arzuların en yoğun ve güçlü olduğu dönemden geçen gençlere seslenerek imkânı iyi olanların evlenmelerini istemiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre kadın ve erkek birbirlerine karşı üstünlükleri bulunan iki farklı cinstir. İki varlık arasındaki farklılık birinde olanın diğerinde bulunmadığı özelliği gösterir. Bu husus kadın-erkek arasındaki mutlak üstünlük iddiasını ortadan kaldırmaktadır. Nikâh yoluyla birliktelik sağlayan taraflardan her birisi, üstün yönleriyle yekdiğerinin eksikliklerini tamamlamakta ve bu yolla ayrılmaz biçimde iç içe geçip bütünleşmektedir. Bu farklılığın getirdiği üstünlük tabiî olarak karı-kocaya farklı roller yüklemektedir ki, eşler birbirlerine ait bu doğal/fıtrî rolleri çalma girişiminde bulunmamalıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in eş için zevc kelimesini kullanması da bu hususu en güzel şekilde açıklamaktadır. Çünkü zevc kelimesi sözlükte aynı zamanda ayakkabı, terlik ve mest gibi çift giysilerin her bir teki (sağı-solu) için kullanılır. Karı-koca için kullanılan zevcân/zevceyn ifadesi de bir çift (iki eş) mânâsına gelir. Bu ikilinin temel özelliği birbirlerinin farklı rolleriyle bütünleşerek birisi diğerinin ayrılmaz parçası hâline gelmesi, birisi olmadan diğerinin anlamsızlaşması, birinin de diğerinin yerini dolduramamasıdır. Farklılıklarıyla bütünleşen eşler güçlü bağlarla birbirlerine kenetlenerek yalnızlık hissetmelerine mâni olacaklardır.
Herhangi bir kurumun ait olduğu toplumun zihniyet dünyasından, ona yön veren temel değerlerden soyutlanarak tanımlanması sağlıklı netice vermez. Kur’ân’ın aile kurumunun merkezine yerleştirdiği rahmet İslâm toplumunda ilişkilerin zeminini oluşturan en temel kavramdır.

İslâm toplumunun en temel kurumu olan Müslüman aile, eşler arasındaki münasebetlerin meveddet ve rahmetle örgülendiği, iyilik ve ihsanın, lütufkârlığın (fazilet) hâkim olduğu sıcak bir yuvadır. Bu yuva içinde anne-baba ile ilişkiler de aynı merkezde yürümelidir. (İsrâ’ 23-25)  
Kur’ân’ın zikri geçen
âyette aile münasebetlerinin merkezine yerleştirdiği diğer kelime olan meveddet ise muhabbet, ünsiyet, sevgi ve saygı mânâsına gelir. Bu da eşlerin birbirine güvenini, sadakatini, bağlılığını oluşturur. Sadakat, sevgi ve samimiyette gönüllerin, vicdanların birleşmesine denir.

Yuvaya hâkim olan meveddet ve rahmet, buyurgan tavrı, güce dayalı iktidarı, duyguların bencilliğini ortadan kaldıran bir işlev görür, ilişkilerin yatay biçimde seyretmesini sağlar, fedakârlığı pekiştirir. İstenilenden ya da hak edilenden fazlanın verilmesi bir gönül işi olduğu için sevgi temeline dayanır ve bu tür bir davranış, verene de alana da huzur veren bir atmosfer oluşturur. Bu sevgi sayesinde adalet aşılır, hiyerarşi ortadan kalkar, gönüller bu bağla kopmaz biçimde birbirine bağlanır. 

Bütün bunların tabiî bir neticesi olarak aile kurumunda reis yetki kullanan, egemen olan değil, sorumluluk üstlenmiş ve temsil konumunda bulunan şahıs demektir. Aile toplumun en küçük birimi ve çekirdek kurumu olduğu için, diğer bütün müesseselerde olduğu şekliyle fertlerini ilgilendiren hususlarda istişareyi esas alır, bu ilkenin işletilmesi, kurumu temsil edenin despotik tavır takınmasını engellediği gibi karı-koca arasında oluşabilecek bir egemenlik çatışmasının da önünü alan bir işleve sahiptir. 

Rahmet ve meveddete dayalı münasebetler sadece eşler arasında değil ailenin bir parçası olan anne-babaya karşı da olması gereken önemli bir değer olarak Kur’ân-ı Kerîm’de merkezî bir konuma yerleştirilir.  Hattâ Allah Teâlâ birçok âyette kendisine kulluktan sonra ana-babaya iyiliği emreder. (bkz. Nisâ  36; En‘âm 151; İsrâ  22-25; Lokmân 13-15. )

Kur’ân’a göre Müslümana yakışan tavır Allah’tan (c.c) göz aydınlığı sağlayan/gönüllere sürur ve coşku veren eş ve çocuklar isteyen bir beklenti içinde olmaktır.  Aile yuvasının en önemli ferdi de evliliğin en temel beklentilerinden birisi olan çocuktur. Kur’ân-ı Kerîm özellikle kadının bu yönünü ön plâna çıkararak kadınları çocuk yetiştiren tarlalar olarak tavsif eder. (Bakara 223) Çocuğun aynı zamanda aileyi birbirine bağlayan işlevi vardır. Bu bağ o kadar güçlüdür ki aile fertleri, anne-babanın sürekli olarak çocuğuna, onun da anne-babasına dua etmesi ile -hatta bunu her namazda tekrarlamasıyla- sürekli iletişim hâlindedirler. 

Kur’ân-ı Kerîm, çocukların birer imtihan vesilesi olduğunu; (Enfâl 25, 28; Teğâbün 15) aile reisinden çocuklarını ve ailesini ateşten koruyacak tedbirleri almasını ister. (Tahrîm 6)

 Hz. Peygamber de (sav) anne-babanın çocuğuna güzel ahlâktan daha değerli bir hazine bağışlayamayacağını belirterek (Tirmizî, Birr 33) çocuk eğitimine ve aile reisinin sorumluluğuna dikkat çeker. Bu konuda en temel yardımcı özellik ise çocuğun öğrenim sürecinde bir örneğe ihtiyaç duyması ve kendisine en yakın örneğin de anne-babasının olması sebebiyle onları taklit etmesi, onları model almasıdır. Bu çok değerli bir kaynaktır, dolayısıyla da iyi bir fırsattır. Kur’ân-ı Kerîm bu noktadan hareketle, güzel ahlâkın, dinî değerlerin çocuklara kazandırılabilmesinin en temel şartı olarak aile büyüklerinin tutarlı davranışlarıyla iyi bir model olmasına, söz-fiil birlikteliğinin önemine vurgu yapar. Meselâ, aile reisi sorumlu olduğu aile fertlerinden namaz kılmalarını isterken kendisi tavizsiz biçimde namaza devam etmeli ve rızık endişesi dâhil bu yolda hiçbir sıkıntıya boyun eğmemelidir. (Tâhâ 132) Çünkü kişinin yapmadığı bir şeyi başkasından talep etmesi tutarsızlıktır, inandırıcılığı olmadığı için de etkili değildir. (Sâf 2-3) Diğer önemli bir konu da model’in işlevselliğinin alıcısı ile kendisi arasında sevgi bağının kurulmasına bağlı olmasıdır. Zîrâ sevileni taklit fıtrî bir duygudur. Özellikle taklit dışında öğrenme imkânı bulunmadığı dönemlerde çocuklar açısından bu husus son derece mühimdir. Kaldı ki anne ve babanın sevgisi çocukların psikolojik ve sosyal gelişimleri açısından en büyük ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç tatmin edici şekilde giderilmediğinde çocuklarda fizikî, zihnî, sosyal, ahlâkî ve dinî gelişim gecikmeye uğrar. Bu açıdan bakıldığında Kur’ân-ı Kerîm’in aile içi münasebetleri rahmet ve meveddet esası üzerine oturtmuş olması son derece önemlidir. Kaide olarak çocuğun hidânesinin anneye ait oluşu da onun şefkat ve merhamette babadan daha önde oluşu sebebiyledir.

Kur’ân ve Sünnet açısından anne-çocuk münasebetlerine ayrı bir parantez açmamız gerekir. İslâm âlimleri, peş peşe, “İyilik yapmama en layık kimdir?” şeklinde sorulan soruya verdiği cevapta Hz. Peygamber’in (sav) üç kere anneyi, dördüncüde babayı zikretmesinin (Buhârî, “Edeb”, 2; Müslim, “Birr”, 1) sebebi konusunda Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetlerle ilinti kurarlar. “Annesi onu meşakkatle taşımış ve zahmetle doğurmuştur. Onun ana karnında bulunmasıyla sütten kesilmesi otuz aydır.” ( Ahkâf 15) âyetiyle annenin hakkına özel olarak dikkat çekilmiştir. Hamilelik çilesi, doğurma zahmeti, emzirme külfeti sebebiyle Hz. Peygamber (sav) üç defa anneyi zikretmiştir. Bunun yanında baba ile mukayese edildiğinde annenin hem şefkat ve sevgisinin hem de çocuğuna olan bağlılığının daha çok olduğu belirtilmiştir. (Ahmed Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1983, X, 481.)

Gerçekten anne şefkati çocuğa özel bir kaynaktır. En vahşi hayvanlarda bile bu duygunun mevcudiyeti anne ile çocuk/yavru arasındaki ilişkinin ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Modern psikiyatri de tespit etmiştir ki, çocuk açısından anne kucağının yerini doldurabilen herhangi bir alternatif yoktur. Bu sebeple en temel depresyon ve travma sebeplerinden birisi olarak çocuğun anne kucağından mahrumiyeti tespit edilmiştir. Dolayısıyla boşanma veya diğer bir yolla aile birliğinin sona ermesi hâlinde yedi yaşına gelinceye kadar çocuğun annede kalacağı hususunda İslâm hukukçuları görüş birliğine varmışlardır. Nitekim Hz. Peygam­ber (sav) döneminde böyle bir anlaşmazlık or­taya çıkmış, bir kadın Resûl-i Ekrem’e (sav) ge­lip, “Ey Allah’ın elçisi! Şu oğluma karnım yuva, göğsüm pınar, kucağım kundak ol­muştur. Şimdi ise babası beni boşamıştır ve çocuğu benden çekip almak istemek­tedir.” diyerek müracaatta bulununca Resûlullah (sav), “Sen evlenmedikçe çocuk üzerinde daha çok hak sahibisin!” cevabını vermiştir. (Ebû Dâvûd, “Talâk”, 35) Buna benzer bir hâdise de Hz. Ebû Bekir’in (r.a) devlet başkanlığı döneminde meydana gelmiş, Hz. Ömer (r.a)  ile, boşadığı karısı Ümmü Âsım (r.anha)  arasında çocukları Âsım’ın kimde kalacağı hususunda anlaşmazlık çıkmış, nihayet halife Ebû Bekir (r.a), Hz. Peygamber’in (sav) uygulaması istikame­tinde çocuğun annesiyle birlikte kalma­sına karar vermiştir. Hattâ bu vesileyle halifenin Hz. Ömer’e (r.a): “Annenin kokusu, nefesi, ok­şaması ve şefkati çocuk için büyüyüp ken­di tercihini kullanıncaya kadar senin ya­nındaki petekli baldan daha hayırlıdır.” dediği rivayet edilir. (Zeylaî, Nasbu’r-râye, Riyad 1393/1973, III, 266) Kur’ân-ı Kerîm evlenme akdini mîsâk-ı galîz olarak tanımlar. (Nisâ 21) Mîsâk, sıkı sıkıya bağlanmış bağ/taahhüt demektir ve koca tarafından eşine verilir. Mîsak’ta güven unsurunun merkezî bir rol oynadığını da belirtmek gerekir. (Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, “v.s.k.” md. ) Bu da ancak samimi bir iş birliğinde ortaya çıkar. 
Kur’ân ve Sünnet’in çizdiği model çerçevesinde oluşan aile, eşlerin sevinç ve neşe içinde meleklerin karşıladığı bir törenle/seremoniyle Cennet’e girdikleri (Yâsîn 56) sonsuz bir sürecin ifadesidir. 
Nikâh, bir akittir. Akit, taraflara karşılıklı haklar sağlayan ve vazifeler yükleyen bir bağdır. Her zaman az önce çerçevesi çizilen özellikte bir aile ortamı sağlanamayabilir ve evlilik birliği son bulabilir. İhtilaf durumunda hakları koruma ve görevlerin îfasını temin için akit esnasında bir ispat güvencesi şarttır. Çünkü uyuşmazlık hâllerinde yargı yoluna başvurulduğunda adalet mekanizmasının/mahkemelerin ispat edilememiş hakları sahiplerine ulaştırması imkân dâhilinde değildir. Bu açıdan İslâm’ın iki temel kaynağı Kur’ân ve Sünnet’in bu hususta da titizlik gösterdiğini belirtmek gerekir. 

Sonuç olarak Kur’ân ve Sünnet’in nikâhın mutluluk ve kalıcılık esası üzerine kurulmasını, evliliğin saadetini sağlayan yuva özelliğini kaybetmesi sebebiyle ayrılığın ortaya çıktığı hâllerde bile ahlâkî değerlerin unutulmamasını ve akitten doğan vecibelerin gönülden yerine getirilmesini talep ettiğini söylemeliyiz. (Kur'ân ve Sünnetin Çizdiği Aile Modeli Prof. Dr. Saffet Köse, http://www.ribatdergisi.com.tr/yazilar/604/Kur-an-ve-Sunnetin-CizdigiAileModeli.html )

7.     AİLEYİ AYAKTA TUTAN AHLÂKİ DEĞERLER

Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimizden miras kalan sünnet-i seniyyede, aile bireylerini bağlayan ve zamana ya da zemine göre değişmesi mümkün olmayan birtakım ahlâki esaslar belirlenmiştir. Bu esaslar; adalet, merhamet, muhabbet ve sadakat olarak sıralanabilir.

Adalet; dil, ırk, renk, yaş, cinsiyet ve statü fark etmeksizin herkese fıtratı gereği sahip olduğu özellikleri dikkate alarak davranmayı gerektirir. Fıtrata aykırı davranmak, hak ve sorumluluk dengesini bozmak, doğuştan gelen nitelikleri sebebiyle bir kimsenin kayba uğramasına sebep olmak ise zulümdür. Aile içinde de bireyler farklı niteliklere, önceliklere, hassasiyetlere ve ihtiyaçlara sahiptir. Onların bu farklılıklarını dikkate alarak davranmak, Allah tarafından her birine verilmiş olan öz niteliklere ve ayrıcalıklara karşı saygılı olmak adaletin gereğidir. Dolayısıyla adalet, birebir eşitlikten öte bir anlam taşır ve ailede her ferdin insan olmakla doğuştan sahip oldukları manevi eşitliğe işaret eder. “İnsan” yani “yeryüzünün şerefli halifesi” olmak, eşler arasındaki ortak paydadır. Mümin kadın ve erkeği bir ve beraber kılan, “veli” yani birbirinin dostu, hamisi ve yardımcısı olma vasfında buluşturan en önemli unsur budur: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 71) Hayatta iyiliği ve güzelliği de zorluğu ve sıkıntıyı da birlikte göğüslemek için evlenen eşler, aile yapılarını haklar ve sorumluluklar konusunda adalet üzere inşa ettiklerinde huzurlu olurlar. Adalet aynı zamanda erkek ve kadın arasında karşılıklı ve eş düzey bir sorumluluğu gerektirir: “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.” (Bakara 187), “Kadınların da ödevlerine denk belli hakları vardır.” (Bakara 228) şeklindeki ayetler buna işarettir. Kur’an’da, erkekler “kayyum” yani kadınları gözetip kollayan ve işlerini takip eden kimseler olarak nitelendirilmiştir: “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur...” (Nisâ 34) Kavvâmlık vasfı, erkeğe “haktan” ziyade “sorumluluk” yükler ve adalet ilkesini unutarak bu vasfı “mutlak üstünlük” şeklinde yorumlamak aileyi zarara uğratır.

Merhametin Aile içi ilişkilerde de anlamı, muhatabını anlamak ve onun tarafından anlaşılmak için şefkatli ve zarif bir tavır geliştirmektir. Merhamet, ailede hoyrat ve bencil bir tavrı, güce ve maddiyata dayalı bir iktidarı kabul etmez. Aksine fedakârlığı, hoşgörülü ve affedici olmayı, zorluklar karşısında el birliği yapmayı ve empati kurabilmeyi sağlar. Bütün bunlar “hayırlı” Müslümanın özelliğidir ve en yüce modeli Hz. Peygamber’dir (sav): “En hayırlınız, ailesine hayırlı davranandır. Ben de sizin aranızda ailesine karşı en hayırlı davrananım.” (İbn Mâce, Nikâh, 50)

Allah Resûlü (sav), şiddeti, kabalığı ve zorbalığı hayat tarzı olarak benimsemiş olan cahiliye toplumuna merhameti öğretmiş, Hz. Âişe (r.anha) annemizin ifadesiyle “Bir kadına ya da bir hizmetçiye bir tek tokat bile atmamıştır.” (Müslim, Fezâil, 79) Kendisine gelerek, başkalarına daha hoşgörülü olduğu hâlde ailesine karşı kırıcı konuştuğunu söyleyen ve bu konuda ne yapması gerektiğini soran Ebû Huzeyfe’ye, bunun için günde defalarca Allah’tan af dilemesi gerektiğini söylemiştir (İbn Mâce, Edeb, 57). Kadına yönelen şiddete müsaade etmemiş, “Allah’ın kadın kullarına vurmayın!” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 41-42), “Kadınlar konusunda Allah’tan korkun! Çünkü siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın adıyla (nikâh kıyarak) onları kendinize helâl kıldınız.” (Müslim, Hac, 147) buyurmuştur.

Sevgi, Aileyi ayakta tutan insani ve ahlâki değerlerin belki de en güçlüsüdür. Muhabbet, meveddet, ülfet gibi kavramlarla da anılan sevgi, koşulsuz ve karşılık beklemeden olduğunda gerçek anlamına kavuşur. “Vedûd” olan Allah (c.c), sevgiyi var eden ve sevilmeyi en çok hak edendir. Aile içindeki sevgi bağları -Kur’an’ın ifadesiyle- “O'nun (varlığının) delillerindendir.” (Rûm 21). Kur’an’a göre, “İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem 96) Her yaşta sevgiye muhtaç olan insanoğlu ise en yakınında nefes alan aile bireylerinin sevgisiyle beslenir, mutlanır ve umutlanır. Bünyesinde adalet ve merhameti de barındıran bir sevgi, aileye her anlamda şifadır. Sevginin aile içinde anlaşmazlıkları çözen, kırgınlıkları gideren ve iletişimi olumlu yönde etkileyen bir gücü vardır. Bu manevi güç sayesinde zorluklar daha kolay aşılır. Ailede sevginin içselleştirilmesi, eşlerin birbirinin göz bebeğine sevgiyle bakması, çocukların korkudan uzak bir sevgi ortamında büyümesi toplumun geleceği adına da son derece önemlidir. Peygamberimizin sevgiyi görünür kılan ve muhatabına sevgi sunumundan kaçınmayan bir tutumu vardır. Söz gelimi, Hz. Hatice’ye (r.anha) olan sevgisini ve vefasını onun vefatından yıllar sonra bile her ortamda dile getirmiş, hatta hatırasına hürmeten onun sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettirmiştir (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 75). Benzer şekilde Hz. Âişe’ye (r.anha) olan muhabbetini tüm Medine bilmektedir. Peygamberimizin kızı Hz. Fâtıma (r.anha) yanına geldiğinde ayağa kalkması, elini tutması ve onu kendi yerine oturtması (Ebû Dâvûd, Edeb, 143, 144) baba-kız arasındaki sevginin tezahürleridir. Torunlarını omzuna alarak namaz kılan, hutbe veren, onları dizine oturtup bağrına basan ve dua eden Peygamberimiz (sav) (Buhârî, Edeb, 22), sevgi dolu bir yüreğin sıcaklığını ailesine daima hissettirmiştir. Böyle bir sevgi ortamında büyüyen çocuk, anne-babasına muhabbetle bağlanır ve yaşlandıklarında aynı sevgiyi onlara hediye eder. Anne-baba-çocuk arasındaki bu sevgi döngüsünün korunması Kur’an’ın emridir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.” (İsrâ 23-24)

Sadakat, Aile için vazgeçilmez değerlerden birisidir. Sadakat; özü sözü bir olmak, doğru ve dürüst davranmak, düşüncede, niyette ve inançta dosdoğru olmaktır. Böyle bir duruşun hem ahlâki hem de hukuki açıdan aile için ne kadar hayatî öneme sahip olduğu açıktır. Sadakat, nikâh gibi “mesuliyeti ağır bir söz” vererek birbirine bağlanan eşlerin (Nisâ 19) bu bağı korumasını ve güven duygusuyla yaşamasını temin eder. Sadakat, yalandan uzak durmayı, dürüst ve iffetli davranmayı gerektirir. Pembe yalan gibi asılsız bir bahaneyle eşinden ve çocuklarından gerçeği saklamak, onları kandırmak ve oyalamak iyileşmesi zor yaralara sebep olur. Aile içinde büyük-küçük, kadın-erkek her birey doğru sözlü ve güvenilir olmaya özen göstermelidir. Hz. Peygamber’in (sav) bu husustaki tavsiyesi herkes için bağlayıcıdır: “Doğruluktan ayrılmayınız. Muhakkak ki doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğru olanı ararsa Allah katında ‘sıddîk’ (özü sözü bir olan kişi) olarak yazılır. Yalandan sakının! Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleyip yalanı araştıra araştıra Allah katında yalancı olarak yazılır.” (Müslim, Birr ve Sıla, 105) Sadakat ayrıca evli bir insan için namusunu korumak, özel hayatın sınırlarını muhafaza etmek ve eşi dışında bir kimseyle meşruiyeti olmayan ilişkiye girmemek anlamı da taşır. Allah Resûlü (sav) Veda Hutbesi’nde bu hususu şöyle dile getirmiştir. “Dikkat edin! Sizin, hanımlarınızın üzerinde hakkınız olduğu gibi, hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin hanımlarınız üzerindeki hakkınız, namuslarını muhafaza etmeleri ve hoşlanmadığınız kimselerin evinize girmesine izin vermemeleridir. Dikkat edin! Hanımlarınızın sizin üzerinizdeki hakkı ise onların giyim ve gıda ihtiyaçlarını güzelce karşılamanızdır.” (Tirmizî, Radâ’, 11)  (Prof. Dr. Huriye Martı, Aileyi Ayakta Tutan Ahlâki Değerler, Peygamberimiz ve Aile, DİB yay.)

8.    İYİ BİR EĞİTİM İÇİN İYİ BİR AİLE

  1. Huzur Şartı (Ailede Huzur) Öncelikli şartın karı-koca arasındaki ahenk ve bunun sonucu olan aile huzuru olduğu söylenebilir.

a.     Eşler Birbirlerinin Mizacını Bilmelidir

Karşı cinsin psikolojik hassasiyetlerini iyi bilerek; ona göre davranması, zaafları karşısında yerine göre susmak, yerine göre sabretmek, kimi zaman görmezden-duymazdan gelmek, hoş karşılamak, affetmek gibi dinimizin tavsiye ettiği güzel hasletlerle tavır takınmak gerekmektedir.

b.     Kadın Mizacını Bilmenin Önemi

Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Rasulullah (sav) buyurdular ki: “Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah olun.” (Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65) Rasulullah (sav) bu nevi hadisleriyle, karı-kocaya, “Birbirinizin fıtratından gelen ve hoşunuza gitmeyen huylarını değiştirmek gibi yanlış bir yola girmeyin vs.” manasında tavsiye de bulunmaktadır.

İmam Gazali, hadisten, kadında rastlanabilecek bir kısım huysuzluklara, müsamaha ve anlayışla mukabele etmek gerektiğini anlar: “Kocanın karısı ile iyi geçinmesi, ona karşı güzel ahlakla muamelede bulunması, kadının hakkıdır. Güzel ahlaktan murat kadına eza-cefa etmemek değil, onun ezasına tahammül göstermek, Rasulullah’ın (sav) yolundan giderek kadının taşkınlık ve gazabına karşı halim selim davranmaktır.” der.

Rabbinin rızasını kazanmak isteyen samimi bir mümin hanımında hoşuna gitmeyen davranış ve hallerle karşılaştığı zaman bunları düzeltmeye giderek kıracağı, kavgalara, huzursuzluklara sebep olacağı yerde, dünya ve ahiret rehberi olan Allah Rasulü’nün (sav) bu sözünü hatırlayarak ondaki eğriliği (!) doğrultmaya kalkmaktan vazgeçer.

Hz. Enes (ra) anlatıyor: Rasulullah’ın (sav) (kafilenin yürüyüş temposunu ezgileriyle) canlı tutan bir kölesi vardı, adı Enceşe idi. Bu zat güzel sesli biriydi. Aleyhisselatü Vesselam ona: “Ey Enceşe ağır ol! Şişeleri kırma veya şişeleri sevk ederken ağır ol dedi. Şişe ile zayıf kadınları kasd ediyordu.” (Buhari, Edeb 90, 95, 111, 116; Müslim, Fezail 70) Nevevi, “Rasulullah’ın (sav) kadınlara karşı fevkalade müşfik ve merhametli olduğu için, onların fıtri durumlarını nazar-ı dikkate alarak bu emri verdiğini” belirtir. (Nevevi, Şerhu Müslim, 15/80)

c.      Eşine İyi Davranmak: Ölçülü Olmak veya Hak ve Vazifelere Riayet

Amr İbn el-Ahvas (ra) anlatıyor: Rasulullah (sav) buyurdular ki: ‘kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda emanet gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı istemediğinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesininiz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.” (Tirmizi, Tefsir Tevbe 3087)

Yatakta yalnız bırakmayı, İbn-i Abbas (ra) “yatakta sırtını dönüp konuşmamaktır.” Diye tefsir etmiştir. Ancak “bir başka yatağa geçmek” diye tefsir eden de olmuştur. Aleyhisselatü Vesselam, kadınları dövmemeyi, onlara hakaret etmemeyi emretmiştir. (Ebu Davud, Nikah 41) Kendisi de öyle davranmıştır. Hz. Aişe (ra), Rasulullah’ın (sav) kadın da hizmetçi de kimseyi dövmediğini, “Allah yolunda olmaksızın, hiçbir şeye eliyle vurmadığını” belirtir. (İbn-i Sa’d, Tabakat, 8,204. Darimi, Sünen, 2,71,2224.H.)

“(Bilesiniz) en hayırlınız, kadınlara karşı hayırlı olandır.” (Cami’üsSağir, 4101. H.f)

İfk (İftira) Hadisesindeki tavrı: Rasulullah (sav) namus meselesinden zanlı durumuna düşürülen hanımına, vahiy gelip onu tebrie etmezden önceki zanlı hali esnasında, ithamkar, rencide edici, kalp kırıcı bir tek söz bile sarf etmemiştir.

d.     Eşini Takbih Etmemek (Kötülememek)

“Hâkim İbn-i Muaviye babası Muaviye’den (ra) anlatıyor: ‘Ey Allah’ın Rasulü!’ dedim, ‘Bizden biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?’  ‘Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman onu da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbih etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen!’ buyurdular.’ (Ebu Davud, Nikah 42) “Takbih (kötülemek)” yani her çeşit rencide edici söz, hakaret etmek, sebbetmek (sövmek), ayıplamak, beddua etmek, lanetlemek vs. bütün bunları İslam yasaklamıştır. Erkek hanımına karşı rencide edici sözlere dilini alıştıracak ve kadın da dayanamayıp buna mukabele edecek olursa o evlilikte dirlik kalmaz.

Rasulullah’tan (sav) Örnek davranışlar

a.     Aile Fertleriyle Sohbet

Hz. Peygamberin (sav) sohbetin ihmal edilmemesi için, hususi gayret gösterdiği, tedbir aldığı bile söylenebilir.

-        Aile fertlerinin herbiri ile şahsen teması ve baş başa hususi sohbeti.

-        Aile fertlerinin tamamının birbiriyle toptan ve müştereken temas ve sohbeti. Bunun için;

1.     Hanımlarıyla geçireceği gece belli bir esasa bağlanmıştır (Kur’a).

2.     Her sabah mescitten çıktıktan sonra ve her ikindi vakti namaz kıldıktan sonra, kadınların her birine teker teker ziyaret yapar…sohbet ederdi.

3.     Bilhassa aile fertlerinin topluca bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla da her akşam, bütün hanımlar, Rasulullah (sav) o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelirler, sohbet ederlerdi. Bu toplantılarda Rasulullah’ın (sav), zevcelerine “hurafa” denilen ibretli kıssalar bile anlattığı, hepsini güldüren şakalar yaptığı rivayet edilmiştir.

Sohbet Ziyaretlerinin Mahiyeti

Rivayetler günlük sabah ve ikindi ziyaretlerine Hz. Peygamber’in (sav) izinsiz girip selam vererek başladığını, hanımlarına yaklaşıp elini (omuzlarına, başlarına) koyduğunu, öptüğünü, hal-hatır sorup, meseleleriyle alakadar olduğunu göstermektedir. Mesela; Hz. Safiye (r.anha) Efendimiz’in (sav), ilk gece hiç uyumaksızın kendisiyle meşgul olup konuştuğunu ifade eder. (Sf.194)

b.     Ferahlatma ve Mizah

Bayramlarda Habeşilerin çıkardığı eğlenceleri, Hz. Aişe’nin (r.anha) seyretmesine hem izin vermiş, hem de yardımcı olmuştur. (Buhari, Salat, 70) Muhtelif seferler, Hz. Aişe (r.anha) ile koşu yarışması yaptığı da bu meyanda hatırlatılabilir.( İbn-i Mace, nikah 50; Ebu Davud, Cihad 68)

Hz. Aişe’nin (r.anha)anlattığına göre, o bir gün Rasulullah (sav) için bulamaç pişirir. Yanlarında Sevde (r.anha) Validemiz de bulunmaktadır. Hz. Aişe Sevde’ye (r.anhuma) “Buyur sen de ye!” der. O imtina edince, onu “yemezsen yüzüne bulayacağım.” Diye tehdit eder. Sevde (r.anha), yememekte ısrar edince, bulamaçtan alıp Sevde’nin (r.anha) yüzüne bular. Ortaya çıkan manzaraya Hz. Peygamber (sav) güler ve elini Sevde’ye (r.anha) koyarak, “Ne duruyorsun, sen de O’nun yüzüne sür.” der. Sevde de Aişe’ye (r.anhuma) sürer. Rasulullah (sav) O’na da güler. (Heysemi, 4,315-320)

Rasulullah (sav) bazen de sözlü şakalar yapmıştır. Hz. Aişe (r.anha) anlatıyor: “bir gece, hanımlarına mı gitti diye vesveseye düşüp Rasulullah’ı (sav) araştırmıştır, elim saçlarına girdi. Durumu anlayan Rasulullah (r.anha) “Sana yine şeytanın gelmiş olmalı!” dedi.( Nesai, İşretu’n-Nisa 4)

c.      Yakın İlgi ve Değer Verme

Hanımlarına faziletlerini söylemesi, onları sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, kendisine gelen yemek davetine hanımda olursa kaydıyla icabet etmesi (en-Nesai, 6/158), bir sıkıntıyla kederlenip ağlayan hanımının gözyaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi. (Heysemi, 4/320) Hz. Safiyye (r.anha) anlatıyor: Bir defasında beraberce bindikleri devenin ayağı kayar ikisi birlikte düşerler. Yardım için koşuşan Ebu Talha’ya Hz. Peygamber (sav) “kadına bakın, onunla ilgilenin” der. (İbn-i Hacer, İbn-i Sa’d)

d.     Hanımın Yakınlarına İtibar

Evine uğrayan yaşlı bir kadına ziyadesiyle iltifat ettiğini gören Hz. Aişe (r.anha)  kadın gittikten sonra bu iltifatın sebebini sorunca “Ey Aişe (r.anha) bu kadın Hatice’nin (r.anha)  bir arkadaşıdır. O’nun sağlığında bize uğrardı. Dostluğa vefa imandandır.” (Mübarekfuri, 6/159)

e.     Sabır Göstermesi

Numan İbn-i Beşir (r.a) anlatıyor: Bir gün Ebu Bekir (r.a), Hz. Peygamber’in (sav) kapısını çalmıştı. İçeride Hz. Aişe’nin (r.anha) sesini yükselttiğini işitti. Odaya girer girmez, tokatlamak üzere Aişe’yi (r.anha) yakaladı. Aleyhisselatü Vesselam araya girerek mani olmaya gayret etti. Ebu Bekir (r.a) öfkeli halde çıktı.  Aleyhisselatü Vesselam Ebu Bekir (r.a) çıkınca Hz. Aişe’ye (r.anha) “Gördün ya seni adamın elinden kurtardım” dedi. Birkaç gün sonra tekrar gelen Hz. Ebubekir (r.a) onları barış içinde görünce, “beni kavganıza dahil ettiğiniz gibi, sulhünüze de dahil edin” dedi. Rasulullah’da (sav) “Ettik, ettik” diye cevapladı. ( Ebu Davud, edeb, 92)

Hz.Aişe (r.anha) “yemek yapmada Safiyye (r.anha) gibisini görmediğini” belirttikten sonra “kendini tutamayıp tabağını kırdığını” itiraf eder. Bu davranış karşısında Rasulullah’ın (sav) sakin sakin dökülen yemekleri toplayıp “Annenize kıskançlık geldi, buyurun yiyin” demekten öte bir aksülamel göstermediği (Nesai, İşretü’n-Nisa 4,7, 70,71) belirtilir. 

f.      Ev İşlerinde Yardım

Hz. Aişe’den (r.anha) gelen rivayetlerde “ayakkabı tamiri yapması, elbise yamaması, dikiş, elbise temizliği, koyununu sağması, kovasını yamaması, kendi işlerini yapması ve siz erkeklerin evde yaptığı her çeşit iş” cevapları görülmektedir.”(Buhari, Ezan 44; Tirmizi, Kıyamet 46) Bazı rivayetlerde “kendisinin yemek yaptığı” da belirtilir. (Tirmizi, Hâkim 4/110)

g.     Kadının Sorumluluğu

İtaat: “Saliha (Allah yanında iyi olan) kadınlar, itaatli olanlardır.” (Nisa 34) Elmalılı merhum buradaki itaati, Allah’a itaat ederek kocalarına karşı divan durup haklarına riayet ederler, diye anlar. (Hak Dini Kuran Dili, 2/1360)

Rasulullah (sav) bir hadislerinde, “Muhammed’in ruhunu elinde tutan Zat’a yemin olsun o kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin hakkını eda edemez…” buyurur. (İbn-i Mace, Nikah 4)

h.     Hanımlarıyla İstişare Etmesi

Risaletle ilgili konularda istişare yapmamıştır.

İfk hadisesinde Zeyneb bintü Cahş (r.anha) ve Hz. Aişe’nin (r.anha)  cariyesi Berire’den (r.anha)  görüş sormuştur. (Buhari, Şehadat 16) Ümmü Seleme (r.anha)  Hudeybiye’de Rasulullah’ın (sav) ihramdan çıkın emri dinlenmeyince peygamberimize kurbanlığını kesmesi sahabenin de kendisine uyacağını belirtmesi tavsiyesine uymuştur. “Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur.” (Bakara 233) (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim)

9. SONUÇ 

Ø  Aile, toplumun temelini oluşturur. Toplumun huzur ve mutluluğu bir anlamda aile bireyleri arasında tesis edilen düzen, huzur ve mutluluğa bağlıdır. Beden ve ruh bakımından sağlıklı nesiller ancak bu yapıda olan aile ortamlarında yetiştirilebilir.

Ø  Toplumların kültürleri, gelenek ve görenekleri değişse de aile hâlen günümüz insanı ve toplumları için bir ihtiyaç olmaya devam etmektedir.

Ø  Arapça bir sözcük olan “üsre” kelimesi de aile demektir. Üsre, aslında köken olarak “zırh” demektir. Aile de tıpkı korunaklı bir zırh gibi insanı maddî ve mânevî bakımdan dış dünyadan gelecek olumsuzluklara karşı korumasından dolayı bu ismi almış olsa gerek ‘Aile’ sözcüğü de insana her an muhtaç olduğunu hatırlatan bir kelimedir.

Ø  Nikâh yoluyla birliktelik sağlayan taraflardan her birisi, üstün yönleriyle yekdiğerinin eksikliklerini tamamlamakta ve bu yolla ayrılmaz biçimde iç içe geçip bütünleşmektedir. Bu farklılığın getirdiği üstünlük tabiî olarak karı-kocaya farklı roller yüklemektedir ki, eşler birbirlerine ait bu doğal/fıtrî rolleri çalma girişiminde bulunmamalıdır.

Ø  Yuvaya hâkim olan meveddet ve rahmet, buyurgan tavrı, güce dayalı iktidarı, duyguların bencilliğini ortadan kaldıran bir işlev görür, ilişkilerin yatay biçimde seyretmesini sağlar, fedakârlığı pekiştirir.

Ø  Kur’ân ve Sünnet’in nikâhın mutluluk ve kalıcılık esası üzerine kurulmasını, evliliğin saadetini sağlayan yuva özelliğini kaybetmesi sebebiyle ayrılığın ortaya çıktığı hâllerde bile ahlâkî değerlerin unutulmamasını ve akitten doğan vecibelerin gönülden yerine getirilmesini talep ettiğini söylemeliyiz.

Ø  Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamberimizden miras kalan sünnet-i seniyyede, aile bireylerini bağlayan ve zamana ya da zemine göre değişmesi mümkün olmayan birtakım ahlâki esaslar belirlenmiştir. Bu esaslar; adalet, merhamet, muhabbet ve sadakat olarak sıralanabilir.

Ø  Aile içinde de bireyler farklı niteliklere, önceliklere, hassasiyetlere ve ihtiyaçlara sahiptir. Onların bu farklılıklarını dikkate alarak davranmak, Allah tarafından her birine verilmiş olan öz niteliklere ve ayrıcalıklara karşı saygılı olmak adaletin gereğidir. Merhamet, ailede hoyrat ve bencil bir tavrı, güce ve maddiyata dayalı bir iktidarı kabul etmez. Aksine fedakârlığı, hoşgörülü ve affedici olmayı, zorluklar karşısında el birliği yapmayı ve empati kurabilmeyi sağlar.

Ø  Peygamberimizin sevgiyi görünür kılan ve muhatabına sevgi sunumundan kaçınmayan bir tutumu vardır. Söz gelimi, Hz. Hatice’ye (r.anha) olan sevgisini ve vefasını onun vefatından yıllar sonra bile her ortamda dile getirmiş, hatta hatırasına hürmeten onun sevdiği insanlarla ilişkisini devam ettirmiştir.

Ø  Sadakat, yalandan uzak durmayı, dürüst ve iffetli davranmayı gerektirir. Pembe yalan gibi asılsız bir bahaneyle eşinden ve çocuklarından gerçeği saklamak, onları kandırmak ve oyalamak iyileşmesi zor yaralara sebep olur.

Ø  İmam Gazali: “Kocanın karısı ile iyi geçinmesi, ona karşı güzel ahlakla muamelede bulunması, kadının hakkıdır. Güzel ahlaktan murat kadına eza-cefa etmemek değil, onun ezasına tahammül göstermek, Rasulullah’ın (sav) yolundan giderek kadının taşkınlık ve gazabına karşı halim selim davranmaktır.” der.

Ø  Rasulullah’tan (sav) Örnek davranışlar: Aile Fertleriyle Sohbet, Ferahlatma ve Mizah, Yakın İlgi ve Değer Verme, Hanımın Yakınlarına İtibar, Sabır Göstermesi, Ev İşerinde Yardım, Hanımlarıyla İstişare Etmesi

 

10.ÖDEV

1-     Aile fertleriyle sohbet edecek özel zamanlar belirlemek.

2-     Ev işlerinde yardımlaşmak.

11.VİDEO

https://www.youtube.com/watch?v=UwPQlwJECHk&t=755s  Hayati İnanç, Eş Seçimi ve Mutlu Aile Formülü | TRT 1 İyi Fikir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler