1. GİRİŞ
İlk insandan
günümüze insanın haysiyyet ve onurunu koruyan, ayaklar altına alınmasını
engelleyen yegane ölçünün vahiy olduğunu biraz tarihin sayfalarını
karıştırdığımızda açıkça görürüz. Tevhid tarihi zincirinin son halkası İslam da
insana hak ettiği iffetini korumaya ve başkalarının mahremiyetine saygı duymaya
dair getirdiği evrensel ölçülerle bu konuda bize hayat vermiştir.
Çağımızda
insanoğlunun vahiyle, kutsal olanla arasında örülen duvarlar, insana verilen
değerdeki irtifa kaybı beraberinde onun onurunu ve başkalarının özel alanını da
rahatlıkla yok sayabilir hale getirilmesine sebep olmuştur. İçinde yaşadığımız
toplum özelinde de tabi tutulduğumuz eğitim sistemi, gelişen kitle iletişim
araçları, kullandığımız sosyal medya vb araçların bizzat dini hassasiyete sahip
olan bizlerde de iffet, mahremiyet ve diğer ahlaki vasıflarımızda yozlaşmaya
sebep olduğu gibi bu yozlaşmanın gün geçtikçe arttığına da şahit olmaktayız.
Bu konu
vesilesiyle müslümanlar olarak iffetin nasıl elde edilip korunacağını,
kıymetini anlama hususunda vahyin ölçülerine yeniden başvurarak eşrefi mahlukat
mertebesine çıkma bilinç ve gayretine talip olacağız. Aynı şekilde diğer
insanların mahrem kılınan hakları hususunda yıprattığımız değerleri yeniden ele
alarak şahsiyetimizi inşa etmenin yolunu arama hedefimize doğru yürüyeceğiz.
2. KAVRAM
TAHLİLİ
İffet: İnsanı maddi
ve bedeni hazlara karşı aşırı düşkünlükten koruyan bir haslettir. El, ayak ve
diğer âzâyı her türlü zarardan korur. Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün
harama bakmaması ve kendisine yasak olan şeyleri terk etmesidir. Fakirin iffeti
insanları rahatsız edip sadaka istememektir. (Bakara-273-274)
Sözlükte
“haramdan uzak durmak, helâl ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak”
anlamında masdar olan iffet kelimesi, daha çok felsefî mahiyetteki ahlâk
kitaplarında ve bunların etkisinde kalan diğer eserlerde insandaki arzu
(şehvet) gücünün ılımlı işleyişinden hâsıl olan erdemi ifade etmek üzere kullanılmış
ve başta gelen erdemlerden biri kabul edilmiştir. Bu kaynaklardaki iffet
tanımlarını “yeme içme ve cinsî arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri
bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem”
şeklinde özetlemek mümkündür (meselâ bk. İbn Sînâ, s. 108; Gazzâlî,
Mîzânü’l-ʿamel, s. 79; et-Taʿrîfât, “ʿİffet” md.). İffetli kimseye afîf denir.
İffeti,
“nefiste yerleşen ve şehvetin insana galebe çalmasını önleyen nitelik” şeklinde
tanımlayan Râgıb el-İsfahânî de -muhtemelen Fârâbî’nin yaptığı ayırımdan ilham
alarak- âyetlerde geçen “isti‘fâf” kavramını “iffetli olmayı isteme, bir çeşit
mümâresede bulunarak, kendine disiplin uygulayarak ruhunda bu erdemi
geliştirmeye çalışma” şeklinde açıklamaktadır (el-Müfredât, “ʿaff” md.). Râgıb
el-İsfahânî iffetin şehvet gücüyle, bu gücün de hayvanî zevklerle ilgili
olduğuna dikkat çekerek iffet erdemine ancak bu tür zevkler karşısında nefsin
dizginlenmesiyle ulaşılabileceğini söyler.
Özellikle Mâverdî,
iffet erdemini kişinin onuru ve saygınlığı bakımından da ele alarak iffetli
olmayı, nefsi aşağı sıfatlardan arındırmayı ve insanlara muhtaç konuma düşüp
onların yardımıyla yaşama zilletinden korunmayı insanın kendi kişiliğine karşı
ahlâkî görevleri olarak göstermiştir (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 309-321).
Şehvet: İffetin
tersi olup dünyalık bir şeye karşı kalbin şiddetli meyil ve isteğidir. (Dünya
malı - kadın - eğlence vb.)
Haya: Allah
(c.c.)'nin gadabını çekme endişesiyle emir ve nehiylere aykırı davranıştan
kaçınmaktır. Sözlükte utanma, çekinme, tevbe, vazgeçme gibi anlamlar için
kullanılır.
Edep: Güzel
huylara ve hallere sahip olma ve utanılacak hareketlerden sakınmaktır. Her
konuda haddini bilip, sınırları gözetmektir. (Mahremiyet ve Tesettür, Ebubekir
Sifil, http://www.enfal.de/tes02.htm)
Irz: Şan, şeref, namus, iffet. Bir insanın kendi haysiyetini koruması; ırzını,
namusunu korumasıyla mümkündür. Irzını koruyamayan, haysiyetini ve şerefini de
kaybeder. Haysiyetini kaybeden kişi bunalımlar içinde bocalayıp durur.
İlâhî vahye dayalı bütün dinlerde korunması gereken unsurlar beş maddede
toplanabilir:
1- Dini korumak, 2- Canı korumak, 3- Malı korumak, 4- Nesli korumak, 5- Irzı
korumak. (https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/irz,
Hamdı Döndüren)
3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER
“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.” (Müminun 5)
“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama)
dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha
temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından
haberdardır.” (Nur 30)
“Evlenme
imkânı bulamayanlar, Allah lutfundan ihtiyaçlarını giderinceye kadar
iffetlerini korusunlar.” (Nur 33)
Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı
kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini
çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri
için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. (Nur 60)
(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu
sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen
kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından
tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı
muhakkak Allah bilir. (Bakara 273)
“Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da
(ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin.” (Nisa 6)
4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
"Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ
onları hiçbir gölgenin bulunmadığı (Kıyamet) gününde Arş’ın gölgesinde
gölgelendirir.
Adaletli yönetici, Allah’a ibadetle büyüyen
genç, kalbi camilere bağlı kimse, Allah için birbirini seven, bu uğurda bir
araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki kimse, mevki sahibi olan güzel bir kadın
tarafından birlikte olmaya çağırıldığı halde, "Ben Allah’tan korkarım"
cevabı ile karşılık veren kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak
şekilde gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allah’ı anarak gözleri yaşla
dolup taşan kimse." (Buharı, Ezan, 36-, Zekat,16-, Ri-kak, 24; Müslim,
Zekat, 30; Tirmizi, Zühd, 53.)
Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve
nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” (Buhari
Rikak 23)
Ebû Hüreyre (ra)’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Üç gruba Allah’ın yardım etmesi haktır: Allah yolunda cihad eden kişiye,
(hürriyetini kazanmak için belirlenmiş parayı) ödemeye çalışan köleye, iffetli
olabilmek için evlenene.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 20)
Ebû Saîd
el-Hudrî’den nakledildiğine göre, ensardan bazı kimseler Resûlullah’tan (sav)
(bir şeyler) istediler. O da verdi. Sonra tekrar istediler. Allah Resûlü (sav) de
yanındakiler bitinceye kadar verdi ve şöyle buyurdu: “Yanımda bulunan
hiçbir malı sizden saklayacak değilim. Kim iffetli olmayı dilerse, Allah onu
iffetli kılar. Kim müstağni olursa (aza kanaat edip insanlardan bir şey
istemezse), Allah onu zengin kılar. Kim de sabrederse, Allah ona sabır ihsan
eder. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir.” (Müslim,
Zekât, 124)
Hz. Peygamber
(sav) ile uzun süre birlikte olup ona hizmette bulunma şerefine eren meşhur
sahâbîlerden Ebû Zer (ra) yine bir gün onunla beraberdi. Allah Resûlü (sav)
binitine binerek arkasına da Ebû Zerr’i oturtmuş ve sohbete başlamıştı. Ebû
Zerr’e birtakım sorular soruyor, Ebû Zer de Allah Resûlü’nün (sav) daha iyi
bileceğini söyleyerek onun açıklamalarına kulak veriyordu. Resûlullah’ın (sav) sorularından
biri şöyleydi: “Ebû Zer, yatağından kalkıp mescide gidemeyecek, mescide
gidip de yatağına dönmeye takatin kalmayacak kadar aşırı bir açlığa maruz
kalırsan ne yaparsın?” Bu soru üzerine Ebû Zer (ra) yine Hz.
Peygamber’in (sav) kanaatini öğrenmek için, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.”
diye cevap verince Resûlullah (sav) da ona, “Bu durumda dahi iffetli
olman gerekir.” buyurdu. (İbn
Mâce, Fiten 10)
Böylece
Müslüman’ın en sıkıntılı zamanlarda bile, iffetini koruyup başkalarına el
açmaması veya haram kazançlara göz dikmemesi gerektiğini bildirdi.
5. İFFET
İslam
alimlerinin belirttiği üzere İslam ahlakının üç temel sac ayağından biri olarak
iffetin oldukça önemli bir vasıf olduğu görülür. İffet; insanın nutuk
(düşünme), gazap (öfke) ve şehvet gibi üç temel özelliğinden biri olan şehvetin
itidal üzere terbiye edilmesi anlamına gelir ve kamil bir ahlakın olmazsa olmaz
koşullarından biri olarak yer alır. Bu üç özelliğin itidali olan hikmet
(düşünme), şecaat (öfke) ve iffetle (şehvet) birlikte hepsinin toplamı olan adalet
dediğimiz üstün vasıftaki ahlak tamamlanmış olur.
İffet
kelimesinin “cinsel konularda ahlâk kurallarına bağlılık” şeklindeki kullanımı
yaygınlaşmış olduğundan “iffetli olmak” günümüz toplumunda, yalnızca namusu
korumak şeklinde anlaşılmaktadır. Ancak konuyla ilgili ayet ve hadislere
bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında, İslâm ahlâkında iffet, bu anlamla
birlikte birçok güzel hasleti içine alan üst bir erdem olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Âyet
ve hadislerden anlaşılacağı üzere; başkalarına el açmaktan hayâ etmek, maddî
konularda kanaatkâr davranarak hakkı olmayana tamah etmemek, namusu korumak,
nefsine yenik düşmemek iffetli olmanın gereklerindendir. Dinimiz İslâm, iffeti
müminin karakterine yerleştirmek ister. Zira kıskançlığa ve bencil tutkulara
meyilli olan nefis, iffet erdemiyle bezendiğinde, akıl ve dinin hoş
görmediği şeyleri yapmaktan hayâ eder, kötülüğü ve çirkinliği kendine
yakıştıramadığı için bu tür hoş olmayan durumlardan kendini uzak tutar ve
saflığını korumaya gayret eder. Dolayısıyla müminin insanlar arasındaki
saygınlığını ifade eden iffet, kişinin kendine duyduğu saygıyı da temsil eder.
“Nefsin
en üstün melekelerle donanmış hâli”ni ifade eden “mürüvvet”e erişmenin temel
şartlarından biri olarak iffet, dinin yetiştirmek istediği kâmil insanın
vazgeçilmez bir vasfını oluşturur. Zulümden sakınmak dolayısıyla hakkı
gözetmek; elini, dilini, gözünü, ırz ve namusunu koruyup zinaya
yaklaşmamak, taşkınlığı terk edip mutedil olmak, nefsine hâkim
olmak, sabrederek öfkesini kontrol etmek gibi
dinin üzerinde önemle durduğu pek çok emir ve yasak, kişiye “iffet” erdemini
kazandırmaya yöneliktir
İmanla
olan sıkı ilişkisi sebebiyle iffet, başlangıçtan itibaren, inanç esasları ve
diğer bazı ibadetlerle birlikte İslâm"ın temel prensipleri arasında yer
alan çok önemli ahlâkî bir meziyet olmuştur. Nitekim İslâmiyet’in ilk
yıllarında Habeşistan’a göç eden müminlerden Ca’fer b. Ebû Tâlib, kral
Necâşî’ye Allah Resûlü (sav)’nü tanıtırken onun iffetli bir kişiliğe sahip
olduğunu, haramlardan ve her türlü çirkinlikten kaçınmayı, iffetli kadınlara
iftira etmeyi yasakladığını vurgulamıştır. (İbn Hanbel, I, 202) Hicretin
altıncı yılında, Mekke"nin önde gelen müşriklerinden Ebû Süfyân’ın,
İslâm"ı tanıtırken öncelikli olarak kullandığı ifadeler de, inanmayanların
zihninde dahi iffetin Müslümanlığın temel şartlarından biri olduğunu ortaya
koymaktadır. Allah Resûlü (sav)’nün İslâm’a davet mektubunu alan Bizans kralı
Heraklius, ticaret yapmak üzere Şam’a gelen Ebû Süfyân’dan, kendi kavminden
olan bu kişi ve getirdiği din hakkında bilgi istemiştir. Ebû Süfyân, Hz.
Muhammed (sav)’in üstün ahlâkıyla bilinen biri olduğunu kaydettikten sonra, “O
bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı
emrediyor.” demiştir. (Buhârî, Tefsîr,
(Âl-i İmrân) 4)
Asırlardır
İslâm geleneğinde yüce bir ahlâkî değer olarak yerini koruyan iffet erdemi,
diğer ahlâkî ilkeler gibi kaybolmaya yüz tutmuş gibidir. Kültürümüzde yaygın
olarak kullanılan “Afife” ve “İffet” gibi manidar isimlere ise artık hiç
rastlanmamaktadır. Zira bireysel özgürlük adına sınır tanımayan ve bütün
değerleri hiçe sayan günümüz yaygın zihniyeti, kuralsız ve ölçüsüz yaşamaya
müsaade etmeyen iffeti dışlamayı öngörmektedir. Hâlbuki bu şekilde yaşamak
kişiyi özgürleştirmez, bilakis nefsinin kölesi olarak yaşamaya mahkûm eder.
Nefsinin istekleri doğrultusunda yaşayan insanı durduracak hiçbir şey yoktur.
Geçici hazlarla tatmin olamayacağı için mutluluğu bir orada bir burada arayarak
geçer bütün hayatı. Ahlâkî ve ruhî bakımdan çöküntüye uğrayan, iç huzuru
yakalayamayan bu kişi, toplumun bekasını da tehlikeye sokar. Bu tür kişilerden
meydana gelen bir toplumun sağlıklı olamayacağı da açıktır. Zira herkesin
sınırsızca kendi çıkarları peşinde koştuğu bir ortamda hak, adalet, hoşgörü,
güven ve dayanışma gibi toplumu ayakta tutacak temel ilkelerden bahsedilemez.
Allah Resûlü (sav), “Allah bir toplumun bekasını ve gelişmesini dilerse
onları hoşgörü ve iffetle rızıklandırır.” (Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn,
I, 34) sözüyle bu gerçeği ortaya koymaktadır.
İslâm
ahlâkında “iffetli olmak” bizâtihi özgürleşmek olarak görülmüştür. Çünkü iffet,
nefsinin baskılarından kurtulan kişinin şahsiyetli bir kişilik kazanmasını
ifade eder. Ona sağlıklı ve huzurlu, özgür ve saygın bir yaşantı sunar. Bu
nedenle pek çok ahlâkî güzelliği içinde barındıran iffet erdemi, dinimizde
imanın kemali için zorunlu görülmüş, Allah Resûlü (sav)’nün dualarında iman ve
ihlâsla birlikte yer almıştır:
“Allah"ım! Senden hidayet, takva, iffet ve (gönül) zenginliği
dilerim.” ( Müslim, Zikir, 72)
6. MAHREMİYET
Yüce Allah
(cc), en şerefli varlık olan insanı kâinatın merkezine yerleştirmiş, bu merkezî
konumu ve izzeti korumak maksadıyla tedbirler almıştır. Mekâsıd-ı Şerîa olarak
formüle edilen bu tedbirlerin temelde insanın saygınlığını korumayı hedeflediği
söylenebilir. İslam’daki mahremiyet anlayışı da insanın saygınlığını korumayı
amaçlayan önemli düzenlemelerden bir tanesidir. İslam’da hüküm koyucu olan
Allah (cc), mahremiyetin de kaynağıdır. İnsanlar arası ilişkiler Allah’ın
hükümleri doğrultusunda mahremiyet esasına uygun olarak yürütülür. Allah (cc)’ın
çizdiği sınırlar çerçevesinde İslam’ın mahremiyet hassasiyeti hayatın tümünü
kuşatan bir anlam kazanmış ve İslam Medeniyetinin en belirgin tonlarından biri
haline gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak hukukta, mimaride, sanatta, günlük
yaşamda, evde, mabette her yerde Allah(cc)’ın bir emri olarak mahremiyet
titizliğini görmek mümkündür.
Mahrem
kelimesi etimolojik açıdan Arapça h-r-m kökünden türemiştir. Harâm, bir şeyin
yasak oluşunu ifade etmektedir (el-İsfahânî, R. (1986). el-Müfredât fi
Garîbi’l-Kur’an. İstanbul: Kahraman Yayınları). Muharrem ve mahrem kelimeleri
de yasaklılığı ifade eden kavramlardır. Bir fıkıh terimi olarak mahrem,
evlenilmesi ebediyen yasak kişilere verilen addır. Bunun dışında kelimenin
“gizlilik” anlamı da vardır. Aynı kökten gelen hürmet, ihtiram ve muhterem
kelimeleri de saygıyı ve saygınlığı ifade eder. Bu kelimelerin birbirine bağlı
ve birbirini tamamlayan kelimeler olduğu düşünüldüğünde (Prof. Dr. Saffet Köse, Genetiğiyle
Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu, Konya: Mehir Yayınları.), mahrem
kelimesinin “gizlilik”, hürmet kelimesinin “saygı”, muhterem kelimesinin
“saygınlık” anlamlarının, mahremiyeti insanın saygınlığı ve gizliliğe/özel
alana saygı şeklinde anlamamıza imkân verebilir. İnanma isteği ya da
istidadında olduğu gibi insandaki örtünme ve mahremiyet duygusu da insanın
tabiatında var olan fıtrî bir durumdur.
İslam
ahlakında mahremiyet ele alınırken Rabbimizin insana verdiği eşrefi mahlukat,
emaneti yüklenen tek varlık, halife ve tüm kainatın emrine amade kılınması gibi
nitelemelerle ademoğluna oldukça yüksek bir değerin verildiğini görürüz. Bütün
izzet ve onurun kaynağı olan Rabbimiz bizlere teklif ettiği ahlaki emirlerle bu
yüksek payeye uygun bir şekilde -mahremiyet ilkelerine bağlı kalarak- tertemiz
fıtratımızı korumamızı ister.
Allah insanın
fıtratında var olan safiyyet, ulviyyet ve mükerremiyeti muhafaza etmek üzere
çeşitli hükümler vaz’ etmiştir. Bunlardan birisi de İslam’daki “mahremiyet”
anlayışıdır. İnsanın mükerrem oluşuna halel getirebilecek mahremiyetle ilgili
konularda ortaya konan ilkelerle insanın fıtratı, ilk yaratılıştaki şerefi korunarak
yaratılış amacına uygun yaşam sürmesi istenmiştir.
(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/322840)
Mahremiyet,
şahısların, diğer insanların öğrenmelerini istemedikleri özel hâllerine denir.
Mahremiyete saygı, "gizlilik", "özel hayatın gizliliği" ve
"özel yaşama saygı" tabirleriyle de ifade edilmektedir. Mahremiyetin
ihlali, izni ve rızaları olmadan insanların özel yaşamlarına girmek, özel bilgi
ve belgelerine ulaşmak, gizli konuşmalarını dinlemek demektir.
Dinimize Göre Mahremiyet Alanları
Mahremiyet
alanlarını üç başlıkta toplamak mümkündür. Birincisi, insanların içinde
yaşadıkları evleri ve hane halkına nispetle ev içindeki odalar (örneğin ebeveyn
odası), mahrem alanlardır. Buna “konut dokunulmazlığı” veya “fiziksel
mahremiyet” de denilmektedir. İkincisi, gizli konuşmalardır. Şahıslar, diğer
insanlarla yaptıkları gizli konuşmaların başkaları tarafından bilinmesini
istemeyebilirler. Üçüncüsü, özel eşya ve bilgilerdir. Şahısların özel eşyaları,
hatıra defterleri, özel fotoğraflar vs. mahremdir. Kişinin izni olmadan
bunların öğrenilmesi doğru değildir. (Armağan, Servet, İslâm Hukukunda Temel
Hak ve Hürriyetler, Ankara 2004, s. 105-106.) Yalnız insanların mahremiyet
alanı dışındaki (kamu alanı) hâlleri ve topluluk içindeki konuşmaları mahrem
değildir. Abdullah b. Mes’ud’a ait olan “Tecessüs bize yasaklanmıştır. Fakat
bir suç alenen işlenmişse onun gereğini yaparız.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37.) sözü,
mahremiyet alanı-kamu alanı konusuna açıklık getirmektedir. Şimdi bu üç alanı
biraz daha geniş ele alalım.
Kişinin
mahremiyeti denince ilk akla gelen evlerdir. Ayet ve hadislerde bir başkasının
evine girmek için ilk önce izin almak, eğer izin verilmezse geri dönmek
gerektiği bildirilir. Öyleyse sahibinin izni olmadan evine girmek dinen
yasaktır ve dolayısıyla mahremiyeti ihlaldir. Nûr suresinde geçen bir ayette
(Nûr 27) izin almadan ve selam vermeden başka evlere girmenin yasak olduğu
belirtildikten sonra devamındaki ayette (Nûr 28), eğer evde kimse bulunmazsa
yine de ev sahibinin izni alınmadan girilmemesi emredilmektedir. Kimse yokken
eve girmenin yasaklanması, evin hâllerine muttali olmayı engellemek içindir.
Zira evin içi dağınık olabilir veya ev sahibinin başkasının görmesinden utanacağı
özel eşyalar orta yerde bulunabilir. Zaten ayet-i kerimede de eve girmemenin
daha nezih ve makbul olduğu, kişi izinsiz girecek olursa da Allah (cc)’ın onun
yaptıklarını bildiği vurgulanmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav), başkalarının evine
girmek için izin şartını (Buhârî, İsti’zân, 11; Müslim, Edeb, 40, 41.)
getirirken yabancı bir evi gizlice gözetlemeyi de şiddetle yasaklamıştır. Bu
konuyla ilgili bir hadis-i şerif’te “Kim örtüyü kaldırarak (kapı ve benzeri
şeyleri açarak) kendisine izin verilmeden gözüyle eve dalarsa ve (uygunsuz bir
durumdan dolayı) görülmemesi gereken bir kimseyi veya yeri görürse helal
olmayan ve cezayı gerektiren bir suç işlemiş olur.” (Tirmizî, İsti’zân, 16;
Ahmed b. Hanbel, V, 181.) Bu hadisten Rasul-i Ekrem’in (sav), ev sahibine
mahremiyetini koruması için önemli bir hak tanıdığı anlaşılmaktadır.
Bir
kimsenin başkasının duymasını istemediği konuşmaları mahremdir ve bir
başkasının bunu öğrenmeye kalkması dinimize göre doğru değildir. Bir hadiste
“Bir kimse, bir başkasıyla konuşurken etrafına bakınırsa o konuşma gizli
sayılır.” (Tirmizî, Birr, 39; Ebû Dâvûd, Edeb, 32.) buyurulmaktadır.
İnsanların,
başkalarının öğrenmesini istemediği yazışmaları ve özel eşyaları da mahremdir.
İzni olmadan kimse onları öğrenemez. Bir hadiste “Kardeşinin kitabına onun izni
olmadan bakan kimse, ateşe bakmış gibidir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 23.) buyurularak
özel eşyaların izinsiz teftiş edilmesi yasaklanmıştır.
Dinimiz Mahremiyetin
Araştırılmasını Şiddetle Yasaklar
İslam’da
mahremiyete saygının temelini “… Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayınız...”
(Hucurât 12) ayet-i kerimesi oluşturmaktadır. Tecessüs, başkasının
hususiyetlerini belirten veya hislerini aksettiren hâllerini öğrenmeye çalışma
gayretidir. (Armağan, a.g.e., s. 107.) Ayette geçen “tecessüs” kelimesi, daha
çok ayıp ve kötü hâller (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arap, “css” md., (VI, 38); İbn
Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, XIII, 158.) için kullanılsa da bunlar
dışındaki ayıp ve kötü olmayan gizli (özel) hâlleri de ifade etmektedir. (İbn
Manzûr, a.g.e., “css” md., (VI, 38).) İnsanlar, ayıp olmayan bazı gizli durumlarının
bilinmesini de istemeyebilirler.
Peygamber
Efendimiz (sav) “İnsanların özel hâllerini araştırmayınız!” (Buhârî, Nikâh, 45,
Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 28-30.) buyurarak özel durumların araştırılmasını
yasaklamış, ayrıca “Müslümanlara eziyet etmeyin!” ve “Müslümanların gizli
taraflarını araştırmayın!” emirlerini zikrettiği bir başka rivayette ise, gizli
hâlleri araştırmanın insanları üzen ve onlara eziyet veren bir durum olduğunu
bildirmektedir.
Peygamberimiz
(sav), Muaviye b. Ebi Süfyan’a bir tavsiyesinde “Eğer sen insanların gizli
hâllerinin peşine düşüp araştırırsan onları bozarsın yahut bozulmalarını
çabuklaştırırsın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37.) demektedir.
Günümüzde
karşılaştığımız önemli mahremiyet ihlallerinden biri de kardeşlerimizin, akrabalarımızın,
iş arkadaşlarımızın ve buna benzer yakın çevremizdeki insanların sosyal medyada
paylaştıkları resim, video, yazı vb iletiler nedeniyle tecessüs hastalığına
kapılarak ilgili kişilerin haklarını çiğnememizdir. Akraba ortamında hasedin
artması, iş ortamında çelme takarak rızkıyla oynama gibi münker görülen
davranışların artık normal hale getirilmesidir. Çok farklı amaçlarla, iyi
niyetle yapılan paylaşımlardan su-i zanla yola çıkılarak sıla-i rahimler
parçalanmakta, kardeşlik hukuku çiğnenmekte, birlik ve beraberliğimiz erozyona
uğramaktadır.
İnsan Kendisinin Veya Başkasının
Mahremiyetini İfşa Edebilir Mi?
Sosyal
paylaşım sitelerinin yaygınlaşmasıyla insanlar, kendilerine ait mahrem bilgi ve
görüntüleri kendi istekleriyle diğer insanlara açmaktadırlar. Bu mahrem
konuların bazıları onların kendi masum hâlleri olsa da bazıları işledikleri
günahlar olabilmektedir. Aslında her ikisinin de alenîleştirilmesi dinimizce
doğru değildir. Yüce Dinimiz İslam, mahremiyetin araştırılmasını nasıl
yasaklamışsa, aynı şekilde bir kimsenin başkasına veya kendine ait mahrem bilgi
ve görüntüleri ifşa etmesini de şiddetle yasaklamış; insanların ayıp ve
kusurlarının örtülmesini emretmiş, böyle yapanların ahirette
mükâfatlandırılacaklarını, aksini yapanların ise cezaya çarptırılacaklarını
bildirmiştir.
Rasul-i
Ekrem (sav), bilhassa karı-kocanın, birbirlerinin sırlarını ifşa etmemeleri
hususuna ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Bir hadiste O (sav) “Kıyamet gününde
insanların Allah nezdinde derecesi en fena olanı, karı-koca birbirine yakın
olduktan sonra kadının sırrını yayan erkektir.” (Müslim, Nikâh, 123, 124; Ebû
Dâvûd, Edeb, 32.) buyurmuştur. Görüldüğü gibi karı-kocanın, aile içinde geçen
özel hâllerini ve konuşmalarını başkalarına anlatmaları haramdır. Çünkü bunlar
onlara emanet edilen ve gizlenmesi gereken aile sırlarıdır. (Güler, Zekeriya,
Hz. Peygamber, Toplum ve Aile, İstanbul 2007, s. 32.)
“Ümmetimin
hepsi affolunmuştur, günah işleyip de onu ifşa edenler bundan müstesnadır.
Günahını ifşa şu demektir: Bir kimse, geceleyin bir günah işler ve o kimse,
Allah onun işlemiş olduğu günahını örtmüş olarak sabahlar. Allah günahlarını
örtmüş olduğu hâlde o tutup bir başkasına: Ey falanca, ben dün gece şöyle şöyle
işler yaptım, der. Hâlbuki o, Rabb’i onun günahını örtmüş olarak gecelemişti.
Fakat bu kimse, Allah’ın örttüğü perdeyi açarak sabaha çıkıyor fasıklığını
söyleyip ilan ediyor.” (Buhârî, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 56.) hadisi, daha açık
olarak günahların gizlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. İnsan nefsine uyarak
günah işleyebilir, fakat onu teşhir ederse ikinci bir günah işlemiş olur. Bir
insanın, bir günahı nasıl cesaretle işlediğini anlatması, hem günahını teşhir
etmesi hem de diğer insanlara kötü örnek olması bakımından doğru bulunmayan bir
davranıştır.
Netice
itibarıyla diyebiliriz ki, Müslüman kimse, bilerek veya bilmeyerek bir günah
işleyip hataya düşerse hemen Allah’a tövbe etmelidir. İşlediği günah ve
masiyeti de insanlara ifşa etmeyip, kendisiyle Allah arasında gizli tutmalıdır.
Çünkü işlediği kötü fiili insanlara ilan etmede bir nevi Allah’ın dinine ve
hükümlerine karşı gelmeye sevinme ve aleyhine şahitleri çoğaltma vardır.
Hâlbuki mümin işlediği günahın ezikliği içerisinde bulunmalı, kendisinde
bulunan hayâ duygusu bunu insanlara ilan etmeye engel olmalıdır. Hatta işlenen
bir kötülüğe şahit olan başka Müslümanların da bunu gizli tutması İslami edep
ve ahlak kurallarındandır.
(https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=7093)
7. TESETTÜR
(ÖRTÜNME – STR)
Erkek veya
kadının şeran örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir.
(Avret Yeri:
Bir kimsenin başkalarının bakması haram olan yeri olup örtmesi gereken yerdir.)
a. İslam’da Örtünün ve Mahremiyetin Tarihi
Tesettür ilk
insanla beraber var olan bir ibadettir. İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan
Adem ve Havva ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu ayette şöyle
belirtilir: "Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi
de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi
görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.'' (el-A'râf 27)
" Ey Âdem oğulları! Size ayıp
yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o
daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar
(diye onları indirdi)." (el-A'râf, 26)
İslamda hicab
ayetinin hicri beşinci yılın Zülkade veya Zilhicce ayında nazil olduğu rivayet
edilmektedir. (bk. İbn Sad et-Tabakat, 8/174-176, el-Belazuri, Ensab 1/463.)
“Mümin kadınlara
da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini
esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir
etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları,
babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek
kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi
kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri),
erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut
henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan
başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın
diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler).
Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur 31)
"Ey
Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için
dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların
tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir." (Ahzab 59)
"Biz
Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz
ettik. Hz. Âîşe dedi ki: "Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım
üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah(cc)'a yemin olsun ki, Allah(cc)'ın
kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar
kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresinde "Kadınlar
başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." ayeti inince, onların
erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız
kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek
kumaşlarından, Allah (cc)'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü
hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamber (sav)'in arkasında başörtüleriyle
sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı."
(Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı,
Beyrut 1402/1981, II / 600).
b. Örtünmenin Amacı ve Önemi
İslam’da
örtünmenin en önemli amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru
olmayan cinselliklerden sakınmaktır. Erkeklerin gözlerini sakınmasının amacı
kendileriyle beraber kadının iffetini korumak içindir. “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini,
ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir
davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”
(Nur -30)
Tesettür ilk
insanla beraber var olan bir ibadettir. İbadettir, çünkü tesettürün elbette pek
çok fonksiyonu vardır ama o öncelikle bir ibadettir. İnsan doğal etkilerden korunmak
için örtünebilir, bir süslenme olarak giyinebilir. Bunlara Kurânı Kerim temas
ediyor. Elbette her bir ibadetin dünyaya bakan faydaları da vardır. Namaz gibi
salt ibadetler de böyledir. Ama bir mümin Allah’ın emrini her şeyden önce onun
emri olduğu, yani ibadet olduğu için yapar.
Hicretten
sonra uzunca bir süre (yedi, sekiz yıl) içinde parça parça indirilen Nur
sûresinde iki âyet örtünme ve iffeti koruma vazifesi ile ilgili idi. Bu sûre
iner inmez İslam kadınları başörtülerini, boyun ve gerdanlarını da örtecek
şekilde bağladılar, on dört asır hiçbir âlim örtünme emrini farklı anlamadı;
yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun, uygun giysilerle örtülmesinin farz
olduğu hükmünde ittifak edildi (icmâ meydana geldi). Son birkaç asırda
oryantalizm, sömürgecilik ve kültür istilası bazı Müslümanların kafalarını
karıştırdı; kendi değerlerinin evrensellik veya geçerliğinden şüphe etmeye
başladılar; bunları başka düşünce ve kültürlerin değerleriyle değiştirmenin
zorunlu olduğuna inandılar; bunu yapabilmek için yine dine dayanmak
gerektiğinden usule uygun olmayan, zorlamalara ve saptırmalara dayanan
içtihatlara(!) kalkıştılar. Bu yeni, zorlama ve uyarlama (kitabına uydurma)
amacına yönelik içtihatların son yirmi, otuz yıl içinde yöneldiği hedeflerden
biri de örtünme oldu. Yeni yorumcular on dört asırlık uygulamayı, Kur'an
âyetlerini, hadisleri, fıkıh âlimlerinin icmâını bir yana bırakarak önce
"madem ki, uygar dünya örtünmüyor; güzel ve doğru olan budur, biz de böyle
yapmalıyız" fikrine geldiler, sonra bu fikri zorla uygulamaya koyanların
işini kolaylaştırmak için mûteber olmayan okuma ve yorumlama yollarına
saptılar.
c. Müslüman Kadının Mahremiyetine dair
1- Müslüman kadının yabancı (mahremi olmayan) erkek ve müslüman
olmayan kadınlara yüz, el ve ayak hariç vücudunun tamamı avrettir.
2- Kadının mahremi olan erkekler yanında el, ayak, kol, saç ve
benzeri zinet yerlerini açmaları caizdir. (Nur: 31-32) Mahremleri: Koca, baba,
kayınpeder, oğul, kocasının oğlu, erkek kardeş, yeğenleri, müslüman kadın,
kölesi ve cariyesi, erkekliği kalmamışlar yaşlılar ve küçük çocuklar
3- Müslüman kadının müslüman kadına avreti göbek – diz kapağı
arasıdır.
4- Doktor, ebe, iğneci, pansumancı, fizyoterapist gibi ihtiyaç
durumunda hanım uzman tercih edilmelidir.
5- Vücut hatlarını belli etmeyen ve şeffaf olmayan elbise
giyinilmelidir.
Hz. Aişe (r.anha) Validemiz’den rivayete göre; Hz. Ebubekir
(r.a.)’in kızı Esma ince bir elbise ile Resulullah (sav)’in huzuruna çıkmış,
Resulullah (sav) ondan yüzlerini çevirerek buyurdular ki: “Ey Esma; şüphesiz
kadın ergenlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinde başkasının görünmesi
uygun değildir.” Resulullah (sav) bunu söylerken yüzünü ve avuçlarını işaret
etmiştir. (Ebu Davud, Libas 31)
6- Müslüman kadın amaların yanında bulunsalar bile tesettürlerine
riayet etmeleri gerekmektedir. Resulullah (sav)’in Ümmü Seleme (r.anha) ve
Meymune (r.anha) Validelerimiz’i ama sahebe Abdullah İbni Ümmi Mektum (ra)’un
yanında tesettürleri konusunda uyarmasını unutmayalım. Bu noktadan hareketle
yabancı bir erkekle telefonda konuşmak zorunda kalındığında da dikkat
edilmelidir. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 10, s. 168; Et-Tirmizî,
Edeb 28)
d. Günümüzde Kadın-Erkek Mahremiyetinde Sınırlar
ve Ruhsatlar
İslâm’da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda belki de en çok
tartışılan konu, kadının örtünmesi meselesidir. Kur’an’da kadınların ev dışına
çıkarken üzerlerine örtü (cilbâb) almaları (el-Ahzâb 33/59), erkek ve
kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetlerini korumaları,
kadınların ziynet yerlerini göstermemeleri, başörtülerini yakalarının üzerine
kavuşturmaları ve bağlamaları (en-Nûr 24/30-31) istenmiştir. Gerek bu ve
benzeri ayetlerin ifade tarz ve üslûbu, gerekse Hz. Peygamber (sav) dönemindeki
uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-âdete ve
sosyokültürel şartlara bağlı ahlâkî çerçevede bir hüküm olmaktan öte dinî ve
bağlayıcı bir emir olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslâm
bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslâm ümmetinin tatbikatı da bu yönde olmuştur.
İslâm’ın örtünme, iffetini koruma, gözlerini haramdan sakındırma gibi emirleri
sadece kadınlara yönelik olmayıp, hem kadınlara hem de erkeklere aynı üslûp ve
kesinlikte ayrı ayrı yöneltilir, topluma da bu konuda gerekli tedbirleri alma
görevi verilmiştir. Ancak örtünme konusunda kadınlara daha ağır bir sorumluluk
yüklendiği ortadadır. Fakat bunu İslâm’ın kadına daha az değer verdiği, kadını
sosyal hayatta geri plana ittiği şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Aksine bu
kabil hükümleri İslâm’ın kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer
kazandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. Zaten utanma ve
örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. İslâm’ın aslî
kaynaklarında erkek ve kadının örtünmesi ilke olarak konmuş, İslâm
bilginlerinin de ortak görüşleri kadınların el, yüz ve ayakları hariç
örtünmeleri, erkeklerin de diz kapağı ile göbekleri arasını örtmeleri gerektiği
üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslûp ve şeklinin
toplumların gelenek, zevk ve imkânlarıyla bağlantılı olacağı, bu sebeple de
bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. Bu itibarla, asıl
amacın kadın ve erkeğin iffetli ve meşru bir hayat yaşamaları, aşırılıklardan,
taciz ve tahriklerden korunmaları olup, örtünme de bu amacı gerçekleştirmede
önemli bir araç sayılmıştır.
İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir
vakıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21) bunun meşru bir zeminde, düzen ve ölçü içinde
gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem de toplumun ortak yararlarını
koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir. Bunun için de Kur’an ve
hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil anne, eş, evlât gibi
belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının güzelliğinin ve
vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve pazarlamaya konu
edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadınların örtünmesiyle ilgili dinî
emirlerin yanı sıra, bir kadına kocası dışındaki erkeklerin şehvetle bakmasının
haram kılınışı da (en-Nûr 24/ 30-31) bu anlamı taşır. Hatta kadının sesinin
fitneye yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru
olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu amaca yöneliktir. Burada
söz konusu edilen kısıtlama ile erkek ve kadınların bir arada yaşaması,
birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek ilişkilerinde
fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek istenmektedir. Yoksa Hz. Peygamber’in ve
sahâbîlerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır.
(Bk. Buhârî, “Nikah”, 6; Müslim, “Birr”, 53) Kadınların ticaret, eğitim,
seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için
erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri
şartıyla birbirlerini görmelerinin câiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin
sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşru beraberlikler, kötü arzu ve
planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış
kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış
olmaktadır. Şu var ki, “fitne” kavramının
devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği düşünülürse,
kadının sesi, kadının erkeklerle konuşması ve sosyal hayata katılımı konusunda
da zaman ve zemine göre farklı ölçü ve yaklaşımların benimsenebileceği
söylenebilir.
Gerek hadislerde (bk. Buhârî, “Nikâh”, 111; Müslim, “Hac”, 413-424) gerekse
fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi olan bir
erkeğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de, yine
kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan
maksat, namazları kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi câiz kılacak
ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün
sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle
yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl,
dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek açısından
birtakım sakıncalar taşıdığı, en azından
üçüncü şahısların kötü zan ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının
iffet duygusunu rencide edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu
sebeple fıkıh kitaplarında kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya
kendisiyle evlenmesi câiz olmayan oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir
erkekle seyahat etmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî
mezheplerinde kendisine bu şekilde refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına
haccın vâcip olmadığı hükmü benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir.
Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte
bir grup oluşturarak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde,
kadının yakını olmadan tek başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat
edemeyeceği şeklindeki görüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik,
onur ve iffeti için benzeri tehlike veya sakıncaları bulunduğu şehir içi veya
şehir dışı yolculukları aynı grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel
sakıncaları gidermek, bu mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir olarak
refakatçi erkek çözümünü benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir
kadının Yemen’den Şam’a kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini
Müslüman toplumlar için ideal bir hedef olarak gösterir. (Buhârî, “Menakıb”,
25) Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat özgürlüğünü kısıtlamak
değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde yolculuk edebilmesini
sağlamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven içinde bulunduğu,
açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak yolculukları
veya özel araçlarda yolculuk konusunda günümüzde daha hoşgörülü düşünmek mümkün
görünmektedir.
İslâm’da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir
kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi
noktalarında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve
dışında çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması
kural olarak câizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınırlama
ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı
özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli
olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli
işi ise ailenin geçim yükünü omuzlamaktır. Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç
bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olması hatta rollerin
değişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi,
ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine uygun
sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber’in, evin iç
işlerini kızı Hz. Fâtıma’ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali’ye yüklemiş
olması, Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı
bir kural değil, ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm
görünümündedir. Kadının çalışmasının ve kamu görevi üstlenmesinin
sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî eserlerde yer alan görüş ve hükümler,
nasların açık ifadelerinden değil hukukçuların içinde bulunduğu sosyokültürel
ve ekonomik şartlardan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren
kadınlar çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlenmişlerdir.
(Diyanet İslam İlmihali shf:319-322)
Yukarıda değindiğimiz şekliyle kadının çalışma hayatında yer alması, kadınların
ve erkeklerin karışık bir şekilde çalışma ortamında bulunmaları, kadınların
farklı sebeplerle seyahat edebilmeleri gibi konularda Müslümanlarda genel bir
çözülmenin, değer kaybının yaşandığını maalesef gözlemlemekteyiz. Hakkın ve
adaletin şahitleri olma sorumluluğumuz gereği bahsi geçen konularda takvayı
şiar edinerek iffet ve mahremiyetimize halel getirebilecek ortamlardan ve
davranışlardan uzak durabilmeyi kulluğumuzun gereği bilmeliyiz. İslam’ın
sınırları içerisinde sorunlarımıza çözüm odaklı, yaşadığımız toplumun
gerçekliğini dikkate alan ve hikmet üzere inşa edilmiş ıslah edici bir tutumla
duruşumuzu ikame etmeliyiz.
Kadınların ve erkeklerin iş ortamında karşı cinsle diyaloglarında
vakarlarını korumaları ve fitneye sebep olabilecek hal ve davranışlardan uzak
durmalarını hatırlatmalıyız.
Batı’da Mahremiyetin Aşama Aşama Ortadan Kalkışı
Özellikle
Batıda ortaçağ sonrası aydınlanma olarak yankı bulan rönesans ve reform
hareketlerinden itibaren mahremiyet algısının da ortadan kaldırılması için
programlı olarak bir süreç başlatılmıştır. Bu süreç ilk aşamada Batı
sınırlarına özelken 19. Yüzyıl sonrası itibariyle özellikle halkı müslüman olan
ülkeleri hedef almıştır.
Başlangıçta
şarkı – dans gibi unsurlarla ön plana çıkan kadının metalaştırılması sözüm ona
güzellik yarışmalarıyla hız kazanmıştır. Süreç kadının iş hayatına atılıp kendi
ayakları üzerinde durma ve kendine yeterliliğini keşfet(tiril)mesi ve
nihayetinde “Sen özgürsün!” algısıyla bugüne getirilmiştir. Günümüzde algı
oluşturması devam eden son nokta ise kadına; “Cinsellik bir ihtiyaçtır, önemli
olan senin bu ihtiyacını mutlu olacağın şekilde karşılamandır, vücudunun mahrem
olduğu tabusunu terket, özgürlüğün tadını çıkar.” telkinlerinin reklamlardan
tutun da çok masum gözüken dizilere, konferanslara, TV’lerde unvanları doktor
olan kişilere kadar özenle işlenmesidir.
Batı’da ve etkilediği İslam coğrafyasında mahremiyetin ortadan
kalkışını maddeler olarak kısaca sıralamaya çalışalım:
- Zinanın serbestliği: “Sen
özgürsün, dilediğini yapabilirsin…”
Şüphesiz Adem (as)’dan beri tüm insan topluluklarında zina kerih
bir fiil olarak karşılanmıştır. Kendilerine gelen ilahi vahiyden uzaklaşan modern
dünya evlilik müessesesi olmaksızın kadın ve erkeğin flörtünü, birlikteliğini
yasalarca güvence altına almıştır. Yani Allah (cc)’nin haram kıldığı zina
kanunla serbest bırakılmıştır. Malesef içinde yaşadığımız Türkiye’de de durum
Batı’dan farksızdır.
- Neslin Karışması:
Cahili Batı düşüncesi mahremiyeti o hale getirmiştir ki; sınırlar
korunmayınca toplumda kimden olduğu belli olmayan sahipsiz nesiller türemiştir.
-
Cinsel Sapmalar
Üzülerek belirtelim ki livata ve ensest ilişki gibi sapkınlıklar
da ortaya çıkmış olup modern toplumun önemli bir kısmı bu tür ilişkileri de
normal görmeye başlamıştır.
Günümüzde de tüm insanlığı fesada
uğratmayı ve özgürlük vaadiyle cahil gönülleri iğfal etmeyi kendine hedef
edinen modern cahiliyye düzeni livata sapkınlığını toplumun her kesiminde
normal olan bir tercihmiş gibi bir kılıfla zihinlere işleyerek kendine
hakimiyet sahası kurmaya çalışmaktadır. Bu hastalığın her an içimizden birinin
ailesine ateş olarak düşme ihtimali bulunduğundan hem kendimizi hem sorumlu
olduğumuz müslümanları bilinçlendirmek ve onları korumak zorunda olduğumuzu
bilmemiz gerekir.
- Koku, güzellik, çıplaklığın yaygınlaştırılması:
Kadının çalışıp ekonomik özgürlüğünü (!) elde etmesi ile sahte
güzellik algısını oluşturacak parfüm, cilt kremi gibi kozmetik ürünleri, vücudu
sergileyecek lüks ama çıplak tutan kıyafetler için özenle çalışan dev sektörler
oluşmuştur. Güzellik ve giyimde modanın esiri olan kadın evinde bulamadığı değeri
başka kapılarda arama yoluna gitmiştir.
- Kadının Reklam Metaı Olarak
Kullanılması:
Kadına özgürlük adına gıdadan giyime, spordan eğlenceye erkeğe
hitap eden ürünler de bile bir reklam metaı olarak kadının çıkartılması
ahlaksızlığın da ötesinde erkeğin şehvetine hitap eden, satışı artıran bir
unsur olarak kabul edilmiştir.
- Evliliğin yük görülmesi ve
boşanma:
Her yönünü şaşırmış, hevasını ilahlaştırmış bir insan profili
ortaya koyan modern dünya evliliği özgürlüğünün kısıtlayıcısı, çocuk yapmayı
üzerine alamayacağı ağır bir yük gören sorumsuz fertlerin doğmasına neden
olmuştur. Mahrem olan eşi ile yetinmeyen, onu engel gören zihniyet farklı meşru
olmayan arayışlara girerek ailenin dağılmasına yani boşanmaya yol tutmuştur. Bu
öyle bir hal almıştır ki para ve kadının tatmin etmediği ucu intihara uzanan
bir vahameti doğurmuştur.
- Rezidans:
Aile sorumluğununu özgürlüğünü kısıtlayan bir yük olarak gören
modern insan soluğu 1+1 rezidans ve home ofislerde almıştır. “Hayasızsan
dilediğini yap.”
- Özgürlük turları:
Kadına ekonomik özgürlük bahşeden Batı O’na özel tatil paketlerini
de ihmal etmemiş. Tek başına dünyadaki istediği bölgede farklı arkadaşlarla
tanışıp güzel dakikalar geçirebileceği oldukça içerikli ekonomik tatil
paketlerini oluşturduğu kadın tipinin istifadesine sunmuştur.
e.
İffete Zarar Veren
Unsurlar: Televizyon, İnternet, Müzik, Karma Ortamlar, vb.
Günümüz toplumunda İslam’ın referansıyla ve oluşturduğu
yaşam biçimiyle insanımızda var olan iffet ve mahremiyete dair hassasiyet
malesef televizyon, internet, sosyal medya, radyo vb araçlarla ağır bir
tahribata maruz kalmaktadır. Öyle ki bir dönem apaçık iffetsizlik olarak
görülen davranışlar yukarda saydığımız araçların eliyle bugün normal kabül
edilmekte ve bu değer aşınması gitgide artmaktadır. Dikkat edildiği takdirde
toplumda infial oluşturacak bir açıklıkta değilde zamana yayılarak toplumun
kılcal damarlarına fuhşiyat ve münkerat sinsice zerk olunmaktadır. Bu nedenle
televizyon, internet (reklamdan sosyal paylaşım sitelerine dahil tüm mecra),
müzik vb. etkenler şehvet boyutunu bir tarafa bıraktığımızda algı oluşturma
açısından son derece dikkatli olunması gereken ortamlardır.
İnternette
muhafazakar bir sitede bile “google reklamı” olarak müstehcen içerikli veya
görünümlü reklamlarla karşılaşma çok sık yaşanmaktadır. Bunlar başlangıçta
basit gözükse de algı olarak bilinç altına yerleşerek normal hale gelmektedir.
Tıpkı faiz reklamı veya kadın objeli reklam yayınlayan muhafazakar kanal gibi.
Sosyal
paylaşım sitelerinde sanal alemde karşımızdaki muhatabı tanımadan ve görmeden
sadece anlık yazmanın verdiği sorumsuzlukla neler kaybettiğimizi bir düşünelim.
“Biz bizeyiz canım nolacak ki; aç bir eğlence izleyelim…”, “Tek başımayım ve
internette bir seyir ne olacak ki, kime zararı var ki…” gibi tehlikeli duraklar
müslüman iffeti için en büyük tuzaklardandır.
Karma
ortamlara da bir miktar dikkat çekmekte yarar var. Kadının çalışma hayatına
kazanılmasında(!) büyük başarı sağlayan modern cahiliyenin ekonomi öncüleri
geçmişte iffetini muhafazada azami gayret gösteren kadını bile karma ortamlarda
örtüsüne ve iffetine dikkat etmeyecekleri bir konuma getirmekte oldukça başarılı
oldular. İş toplantısı, iş yemeği, dernek toplantısı, kişisel gelişim semineri,
kariyer eğitimi, iş hayatında lider olmanın sırları, iş hayatında daha iyi bir
kariyer eğitimi, doğum günü partisi gibi bir çok karma ortamlar malesef
müslüman bireyin iffet anlayışını zedelemiştir ve zedelemeye devam etmektedir.
f. İnsanı Zinaya Götüren Basamaklar: Bakış,
Hayal, Konuşma, Flört ve Dost Hayatı
Resulullah (sav)
buyuruyorlar ki: "Hiç şüphe yok ki, Allah, âdemoğlunun zinadan nasibini
yazmıştır. Buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası
dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da
yürümektir. Kalb ise heves eder, temenni eder. Tenasül uzvu bunu tasdik eder
veya yalanlar." (bk. Buharî, Kader 9, İstizan 12; Müslim, Kader 20, 21;
Ebû Dâvûd, Nikâh 43)
“Bakış”
günümüz müslümanını hedef alan en tehlikeli oktur. Hayatın her alanında sokakta
yürürken, metroda, otobüste, televizyonda, internette, iş yerinde cahiliye
giyinimiyle tesettürsüz karşımıza çıkan kadın için ne yapacağız?
Ali (ra)'dan
rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle dedi: "Bir bakışa,
ikinci bakışı ekleme. Çünkü, birinci bakış senindir. Fakat diğeri, senin değildir
(aleyhinedir)." (Ebu Davud, Nikah, 44)
“Harama
bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Bu sebeple, Allah’tan korktuğu
için harama bakmayı terk eden kimseye, mükâfat olarak Allah öyle bir iman verir
ki, onun tadını kalbinde hisseder.” (Hakim, Müstedrek,4/314; Münzirî, et-Tergib
ve't-Terhîb,III, 63.)
İlk bakış
istem dışı olduğuna göre, görür görmez bakış yönümüzü çevireceğiz. İçimizi de
şu duygu ile sukunete indirebiliriz: “Ya Rabbi, Senin emrin üzere bakmaktan
vazgeçtim, beni bağışla, bana cennette hayır nasib et.”
Sonuç
niyetine; Bakılması haram olan kadına bakmak, zinaya dair konuşulanları
dinlemek, yazılı veya görüntülü yayınları izlemek, yabancı bir kadına elle
dokunmak veya öpmek, zina hükmündedir.
İslam’ın iffetli bir şahsiyeti inşa etme sürecinde kadın
erkek ayrımı yapmadığını ve tesettürün de bu bağlamda ehemmiyet arz ettiğini
belirtmemiz gerekir. Ancak bu konuda tesettüre dair emirler sadece kadınları
terbiye etmeye yönelikmiş gibi bir anlayış sonucu erkeklerde de şu tür giyimle
ilgili sorunlar baş göstermeye başlamıştır: Dar pantolon, tayt, eşofman vb
giysiler giyerek avret mahallinin belli olacak şekilde giyilmesi, düşük bel
pantolon giyilerek namazda belinin açılması vb ahlaki sorunlar gittikçe çoğalmaktadır.
Bu sebeple tesettürle ilgili erkeklerin de hassasiyetlerini artırmaları
gerektiği aşikardır.
İffetimizi koruma anlamında özellikle iş ortamında,
akraba ziyaretlerinde ihtilattan olabildiğince kaçınmak, ihtiyarımız dahilinde
olan programlara katılmamak, mümkün değilse vakarımızı koruyarak müslümanca bir
duruşun sorumluluğunu seve seve taşımalıyız. Zaman zaman günaha düşebileceğimiz
caddelerden, mekanlardan uzak güzergahları tercih edip şeytana karşı verdiğimiz
mücahede savaşında somut reflekslerle iç dünyamızı koruma altına almayı
hedeflemeliyiz.
Rahmetli Hayati Üstün’ün Rusya’da bulunduğu sırada
iffetle ilgili ortaya koyduğu örnek bir davranışı İlhan Yürükcü’nün anlatımıyla
buraya aktaralım:
“Hayati Üstün işi gereği orman ürünleri işleme alanında
bir ticaret üzerine Rusya’ya gitmiş. İşin başında bulunması zorunlu olduğu için
de altı ay orada kalması gerekmiş. Otelde kalmasının daha ilk günlerinde düşük
ahlaklı kadınlar tarafından rahatsız edilmeye başlayınca kaldığı altı ay
süresince oruç tutmuş. Bu durumu ise ancak yakın çevresi Türkiye’ye döndüğünde
yaklaşık kırk kilo verdiğini gördüklerinde bunun sebebini sorup araştırınca
ortaya koyduğu bu iffetli davranışa gıbtayla bakmışlar.”
8. SONUÇ
Ø Müslümanlar olarak yeniden iffeti kuşanmalıyız. Bu amaçla Allah’ın
halifelik görevini ifa edebilmemiz için aklımızı, gönlümüzü ve azalarımızı vahyin
hikmet süzgecinde terbiye ederek şahsiyetimizi oluşturmalıyız.
Ø İnsanın manevi yönü yok sayılarak
hayvanla eşdeğer tutulma çabalarına karşın insanın haysiyetini, bu kainattaki
yerini ve kıymetini vahye dayanarak hatırlatmaktan geri durmamalıyız.
Ø Bunu başarabilmenin yegane yolu takvayı kuşanarak furkan nimetine
mazhar olup modern, batıl iğfalardan aklımızı ve kalbimizi korumaktır.
Ø Bu süreçte elde edeceğimiz iffetle birlikte nefsani arzularımızı
ve maddi ihtiyaçlarımızı karşılama hususunda insan onuruna yakışır, mutedil
yolları tercih edebilir ve en güzel ahlak üzere olan Efendimizi (sav) takip
edebiliriz.
Ø Müslümanlar madi veya manevi ne kadar sıkıntıya düşerse düşsün
iffet ve onurunu zedeleyecek bir yola yönelmemelidir.
Ø Müslüman için insanın değerini en
iyi koruyan ve mutlak hürmet kaynağı olarak Rabbimizin koyduğu sınırlar
vazgeçilmez çizgilerimizdir.
Ø Bu amaçla insanların meskenleri, söz ve fiileri ile özel eşyaları
bizler için mahrem olarak kabul edilen önemli hususlardır. Gittikçe
önemsizleştirilen ve birçok toplumsal hastalığın, sorunun kaynağı olan bu
hususlarda müslümanlar daha dikkatli davranmak zorundadırlar.
Ø İffetin önemli unsurlarından biri de kadın erkek diyaloglarında
müslüman duruşunun hassasiyetle korunmasıdır. İhtilatlı ortamların iyice
yaygınlaştırıldığı ve normal gösterildiği bir dönemde müslümanlar mahremiyet
esaslarına daha titiz bir şekilde yaklaşmalıdırlar.
Ø Aynı şekilde tesettür kurallarına tam dikkat etme, kullanılan
iletişim araçlarında hassas olma, gözlerimizi haramdan koruma gibi konularda
takvayı esas alan bir yaşam biçimini şiar edinmeliyiz.
Ø Güncel bir şekilde önümüze periyodik olarak sunulan her türlü cinsel
sapkınlıklara karşı yeri geldiğince müslümanca bakış açımızı ve tavrımızı
ortaya koyarak bu fuhşiyatla mücadele etmeliyiz.
Ø Bu amansız mücadelede önümüzde duran apaydınlık onlarca örnekten
şu ikisini yakından inceleyerek hayatımızdaki mihenk taşları kılabiliriz:
Hz Yusuf (as)’ın azizin
karısının beraber olma teklifi karşısında “Ben Allah’tan korkarım” diyerek
iffet kalesine sığınması ve Meryem validemizin iffeti.
9. ÖDEV
a.
Mevcut
giysilerinin tesettüre uygunluğunun değerlendirilip uygun olmayanların
giyilmemesi.
b.
Bu dualardan
birini ezberleyip namazların peşinden okuyarak vird edinmek.
اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى،
وَالتُّقَى، وَالْعَفَافَ، والْغِنَى
Abdullah (b. Mes"ûd)
tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle derdi:
“Allah"ım! Senden hidayet, takva, iffet ve zenginlik dilerim.” (Müslim,
Zikir, 72)
يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ
أَسْتَغِيثُ، أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ، وَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي
طَرْفَةَ عَيْنٍ
Ya
Hayy ya Kayyum! Rahmetine sığınarak yardım diliyorum. Benim bütün hallerimi
düzelt. Beni göz kırpması kadar zaman bile nefsime bırakma (Nesâî,es-Sünenü'l-Kübrâ,
Amelu'l yevm, ve'l-leyle ,157)
10. VİDEO
Günah Döngüsü [Nouman Ali Khan]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder