28. İFFET ve MAHREMİYET AHLÂKI

1.      GİRİŞ

İlk insandan günümüze insanın haysiyyet ve onurunu koruyan, ayaklar altına alınmasını engelleyen yegane ölçünün vahiy olduğunu biraz tarihin sayfalarını karıştırdığımızda açıkça görürüz. Tevhid tarihi zincirinin son halkası İslam da insana hak ettiği iffetini korumaya ve başkalarının mahremiyetine saygı duymaya dair getirdiği evrensel ölçülerle bu konuda bize hayat vermiştir.

Çağımızda insanoğlunun vahiyle, kutsal olanla arasında örülen duvarlar, insana verilen değerdeki irtifa kaybı beraberinde onun onurunu ve başkalarının özel alanını da rahatlıkla yok sayabilir hale getirilmesine sebep olmuştur. İçinde yaşadığımız toplum özelinde de tabi tutulduğumuz eğitim sistemi, gelişen kitle iletişim araçları, kullandığımız sosyal medya vb araçların bizzat dini hassasiyete sahip olan bizlerde de iffet, mahremiyet ve diğer ahlaki vasıflarımızda yozlaşmaya sebep olduğu gibi bu yozlaşmanın gün geçtikçe arttığına da şahit olmaktayız.

Bu konu vesilesiyle müslümanlar olarak iffetin nasıl elde edilip korunacağını, kıymetini anlama hususunda vahyin ölçülerine yeniden başvurarak eşrefi mahlukat mertebesine çıkma bilinç ve gayretine talip olacağız. Aynı şekilde diğer insanların mahrem kılınan hakları hususunda yıprattığımız değerleri yeniden ele alarak şahsiyetimizi inşa etmenin yolunu arama hedefimize doğru yürüyeceğiz.

2.      KAVRAM TAHLİLİ

İffet: İnsanı maddi ve bedeni hazlara karşı aşırı düşkünlükten koruyan bir haslettir. El, ayak ve diğer âzâyı her türlü zarardan korur. Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün harama bakmaması ve kendisine yasak olan şeyleri terk etmesidir. Fakirin iffeti insanları rahatsız edip sadaka istememektir. (Bakara-273-274)

Sözlükte “haramdan uzak durmak, helâl ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak” anlamında masdar olan iffet kelimesi, daha çok felsefî mahiyetteki ahlâk kitaplarında ve bunların etkisinde kalan diğer eserlerde insandaki arzu (şehvet) gücünün ılımlı işleyişinden hâsıl olan erdemi ifade etmek üzere kullanılmış ve başta gelen erdemlerden biri kabul edilmiştir. Bu kaynaklardaki iffet tanımlarını “yeme içme ve cinsî arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem” şeklinde özetlemek mümkündür (meselâ bk. İbn Sînâ, s. 108; Gazzâlî, Mîzânü’l-ʿamel, s. 79; et-Taʿrîfât, “ʿİffet” md.). İffetli kimseye afîf denir.

İffeti, “nefiste yerleşen ve şehvetin insana galebe çalmasını önleyen nitelik” şeklinde tanımlayan Râgıb el-İsfahânî de -muhtemelen Fârâbî’nin yaptığı ayırımdan ilham alarak- âyetlerde geçen “isti‘fâf” kavramını “iffetli olmayı isteme, bir çeşit mümâresede bulunarak, kendine disiplin uygulayarak ruhunda bu erdemi geliştirmeye çalışma” şeklinde açıklamaktadır (el-Müfredât, “ʿaff” md.). Râgıb el-İsfahânî iffetin şehvet gücüyle, bu gücün de hayvanî zevklerle ilgili olduğuna dikkat çekerek iffet erdemine ancak bu tür zevkler karşısında nefsin dizginlenmesiyle ulaşılabileceğini söyler.

 

Özellikle Mâverdî, iffet erdemini kişinin onuru ve saygınlığı bakımından da ele alarak iffetli olmayı, nefsi aşağı sıfatlardan arındırmayı ve insanlara muhtaç konuma düşüp onların yardımıyla yaşama zilletinden korunmayı insanın kendi kişiliğine karşı ahlâkî görevleri olarak göstermiştir (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 309-321).

Şehvet: İffetin tersi olup dünyalık bir şeye karşı kalbin şiddetli meyil ve isteğidir. (Dünya malı - kadın - eğlence vb.)

Haya: Allah (c.c.)'nin gadabını çekme endişesiyle emir ve nehiylere aykırı davranıştan kaçınmaktır. Sözlükte utanma, çekinme, tevbe, vazgeçme gibi anlamlar için kullanılır.

Edep: Güzel huylara ve hallere sahip olma ve utanılacak hareketlerden sakınmaktır. Her konuda haddini bilip, sınırları gözetmektir. (Mahremiyet ve Tesettür, Ebubekir Sifil, http://www.enfal.de/tes02.htm)

Irz: Şan, şeref, namus, iffet. Bir insanın kendi haysiyetini koruması; ırzını, namusunu korumasıyla mümkündür. Irzını koruyamayan, haysiyetini ve şerefini de kaybeder. Haysiyetini kaybeden kişi bunalımlar içinde bocalayıp durur.

İlâhî vahye dayalı bütün dinlerde korunması gereken unsurlar beş maddede toplanabilir:
1- Dini korumak, 2- Canı korumak, 3- Malı korumak, 4- Nesli korumak, 5- Irzı korumak.
(https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/irz, Hamdı Döndüren)

3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER

“Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.” (Müminun 5)

“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur 30)

“Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah lutfundan ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetlerini korusunlar.” (Nur 33)

Bir nikâh ümidi beslemeyen, çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların, zinetleri (yabancı erkeklere) teşhir etmeksizin (bazı) elbiselerini çıkarmalarında kendilerine bir vebal yoktur. İffetli davranmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. (Nur 60)

(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir. (Bakara 273)

“Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin.” (Nisa 6)

4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

"Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teâlâ onları hiçbir gölgenin bulunmadığı (Kıyamet) gününde Arş’ın gölgesinde gölgelendirir.
Adaletli yönetici, Allah’a ibadetle büyüyen genç, kalbi camilere bağlı kimse, Allah için birbirini seven, bu uğurda bir araya gelip bu sevgi ile ayrılan iki kimse, mevki sahibi olan güzel bir kadın tarafından birlikte olmaya çağırıldığı halde, "Ben Allah’tan korkarım" cevabı ile karşılık veren kimse, sağ elinin verdiği sadakayı sol eli duymayacak şekilde gizli sadaka veren kimse, tenha yerde Allah’ı anarak gözleri yaşla dolup taşan kimse." (Buharı, Ezan, 36-, Zekat,16-, Ri-kak, 24; Müslim, Zekat, 30; Tirmizi, Zühd, 53.)

Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” (Buhari Rikak 23)

Ebû Hüreyre (ra)’ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Üç gruba Allah’ın yardım etmesi haktır: Allah yolunda cihad eden kişiye, (hürriyetini kazanmak için belirlenmiş parayı) ödemeye çalışan köleye, iffetli olabilmek için evlenene.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 20)

Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledildiğine göre, ensardan bazı kimseler Resûlullah’tan (sav) (bir şeyler) istediler. O da verdi. Sonra tekrar istediler. Allah Resûlü (sav) de yanındakiler bitinceye kadar verdi ve şöyle buyurdu: “Yanımda bulunan hiçbir malı sizden saklayacak değilim. Kim iffetli olmayı dilerse, Allah onu iffetli kılar. Kim müstağni olursa (aza kanaat edip insanlardan bir şey istemezse), Allah onu zengin kılar. Kim de sabrederse, Allah ona sabır ihsan eder. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir.” (Müslim, Zekât, 124)

Hz. Peygamber (sav) ile uzun süre birlikte olup ona hizmette bulunma şerefine eren meşhur sahâbîlerden Ebû Zer (ra) yine bir gün onunla beraberdi. Allah Resûlü (sav) binitine binerek arkasına da Ebû Zerr’i oturtmuş ve sohbete başlamıştı. Ebû Zerr’e birtakım sorular soruyor, Ebû Zer de Allah Resûlü’nün (sav) daha iyi bileceğini söyleyerek onun açıklamalarına kulak veriyordu. Resûlullah’ın (sav) sorularından biri şöyleydi: “Ebû Zer, yatağından kalkıp mescide gidemeyecek, mescide gidip de yatağına dönmeye takatin kalmayacak kadar aşırı bir açlığa maruz kalırsan ne yaparsın?” Bu soru üzerine Ebû Zer (ra) yine Hz. Peygamber’in (sav) kanaatini öğrenmek için, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” diye cevap verince Resûlullah (sav) da ona, “Bu durumda dahi iffetli olman gerekir.” buyurdu. (İbn Mâce, Fiten 10)

Böylece Müslüman’ın en sıkıntılı zamanlarda bile, iffetini koruyup başkalarına el açmaması veya haram kazançlara göz dikmemesi gerektiğini bildirdi.

5. İFFET

İslam alimlerinin belirttiği üzere İslam ahlakının üç temel sac ayağından biri olarak iffetin oldukça önemli bir vasıf olduğu görülür. İffet; insanın nutuk (düşünme), gazap (öfke) ve şehvet gibi üç temel özelliğinden biri olan şehvetin itidal üzere terbiye edilmesi anlamına gelir ve kamil bir ahlakın olmazsa olmaz koşullarından biri olarak yer alır. Bu üç özelliğin itidali olan hikmet (düşünme), şecaat (öfke) ve iffetle (şehvet) birlikte hepsinin toplamı olan adalet dediğimiz üstün vasıftaki ahlak tamamlanmış olur.

İffet kelimesinin “cinsel konularda ahlâk kurallarına bağlılık” şeklindeki kullanımı yaygınlaşmış olduğundan “iffetli olmak” günümüz toplumunda, yalnızca namusu korumak şeklinde anlaşılmaktadır. Ancak konuyla ilgili ayet ve hadislere bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında, İslâm ahlâkında iffet, bu anlamla birlikte birçok güzel hasleti içine alan üst bir erdem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Âyet ve hadislerden anlaşılacağı üzere; başkalarına el açmaktan hayâ etmek, maddî konularda kanaatkâr davranarak hakkı olmayana tamah etmemek, namusu korumak, nefsine yenik düşmemek iffetli olmanın gereklerindendir. Dinimiz İslâm, iffeti müminin karakterine yerleştirmek ister. Zira kıskançlığa ve bencil tutkulara meyilli olan nefis, iffet erdemiyle bezendiğinde, akıl ve dinin hoş görmediği şeyleri yapmaktan hayâ eder, kötülüğü ve çirkinliği kendine yakıştıramadığı için bu tür hoş olmayan durumlardan kendini uzak tutar ve saflığını korumaya gayret eder. Dolayısıyla müminin insanlar arasındaki saygınlığını ifade eden iffet, kişinin kendine duyduğu saygıyı da temsil eder.

“Nefsin en üstün melekelerle donanmış hâli”ni ifade eden “mürüvvet”e erişmenin temel şartlarından biri olarak iffet, dinin yetiştirmek istediği kâmil insanın vazgeçilmez bir vasfını oluşturur. Zulümden sakınmak dolayısıyla hakkı gözetmek; elini, dilini, gözünü, ırz ve namusunu koruyup zinaya yaklaşmamak, taşkınlığı terk edip mutedil olmak, nefsine hâkim olmak, sabrederek öfkesini kontrol etmek gibi dinin üzerinde önemle durduğu pek çok emir ve yasak, kişiye “iffet” erdemini kazandırmaya yöneliktir

İmanla olan sıkı ilişkisi sebebiyle iffet, başlangıçtan itibaren, inanç esasları ve diğer bazı ibadetlerle birlikte İslâm"ın temel prensipleri arasında yer alan çok önemli ahlâkî bir meziyet olmuştur. Nitekim İslâmiyet’in ilk yıllarında Habeşistan’a göç eden müminlerden Ca’fer b. Ebû Tâlib, kral Necâşî’ye Allah Resûlü (sav)’nü tanıtırken onun iffetli bir kişiliğe sahip olduğunu, haramlardan ve her türlü çirkinlikten kaçınmayı, iffetli kadınlara iftira etmeyi yasakladığını vurgulamıştır. (İbn Hanbel, I, 202) Hicretin altıncı yılında, Mekke"nin önde gelen müşriklerinden Ebû Süfyân’ın, İslâm"ı tanıtırken öncelikli olarak kullandığı ifadeler de, inanmayanların zihninde dahi iffetin Müslümanlığın temel şartlarından biri olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Resûlü (sav)’nün İslâm’a davet mektubunu alan Bizans kralı Heraklius, ticaret yapmak üzere Şam’a gelen Ebû Süfyân’dan, kendi kavminden olan bu kişi ve getirdiği din hakkında bilgi istemiştir. Ebû Süfyân, Hz. Muhammed (sav)’in üstün ahlâkıyla bilinen biri olduğunu kaydettikten sonra, “O bize namaz kılmayı, zekât vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi ve iffetli olmayı emrediyor.” demiştir.   (Buhârî, Tefsîr, (Âl-i İmrân) 4)

Asırlardır İslâm geleneğinde yüce bir ahlâkî değer olarak yerini koruyan iffet erdemi, diğer ahlâkî ilkeler gibi kaybolmaya yüz tutmuş gibidir. Kültürümüzde yaygın olarak kullanılan “Afife” ve “İffet” gibi manidar isimlere ise artık hiç rastlanmamaktadır. Zira bireysel özgürlük adına sınır tanımayan ve bütün değerleri hiçe sayan günümüz yaygın zihniyeti, kuralsız ve ölçüsüz yaşamaya müsaade etmeyen iffeti dışlamayı öngörmektedir. Hâlbuki bu şekilde yaşamak kişiyi özgürleştirmez, bilakis nefsinin kölesi olarak yaşamaya mahkûm eder. Nefsinin istekleri doğrultusunda yaşayan insanı durduracak hiçbir şey yoktur. Geçici hazlarla tatmin olamayacağı için mutluluğu bir orada bir burada arayarak geçer bütün hayatı. Ahlâkî ve ruhî bakımdan çöküntüye uğrayan, iç huzuru yakalayamayan bu kişi, toplumun bekasını da tehlikeye sokar. Bu tür kişilerden meydana gelen bir toplumun sağlıklı olamayacağı da açıktır. Zira herkesin sınırsızca kendi çıkarları peşinde koştuğu bir ortamda hak, adalet, hoşgörü, güven ve dayanışma gibi toplumu ayakta tutacak temel ilkelerden bahsedilemez. Allah Resûlü (sav), “Allah bir toplumun bekasını ve gelişmesini dilerse onları hoşgörü ve iffetle rızıklandırır.” (Taberânî, Müsnedü’ş-Şâmiyyîn, I, 34) sözüyle bu gerçeği ortaya koymaktadır.

İslâm ahlâkında “iffetli olmak” bizâtihi özgürleşmek olarak görülmüştür. Çünkü iffet, nefsinin baskılarından kurtulan kişinin şahsiyetli bir kişilik kazanmasını ifade eder. Ona sağlıklı ve huzurlu, özgür ve saygın bir yaşantı sunar. Bu nedenle pek çok ahlâkî güzelliği içinde barındıran iffet erdemi, dinimizde imanın kemali için zorunlu görülmüş, Allah Resûlü (sav)’nün dualarında iman ve ihlâsla birlikte yer almıştır:

“Allah"ım! Senden hidayet, takva, iffet ve (gönül) zenginliği dilerim.” ( Müslim, Zikir, 72)

 

6. MAHREMİYET

Yüce Allah (cc), en şerefli varlık olan insanı kâinatın merkezine yerleştirmiş, bu merkezî konumu ve izzeti korumak maksadıyla tedbirler almıştır. Mekâsıd-ı Şerîa olarak formüle edilen bu tedbirlerin temelde insanın saygınlığını korumayı hedeflediği söylenebilir. İslam’daki mahremiyet anlayışı da insanın saygınlığını korumayı amaçlayan önemli düzenlemelerden bir tanesidir. İslam’da hüküm koyucu olan Allah (cc), mahremiyetin de kaynağıdır. İnsanlar arası ilişkiler Allah’ın hükümleri doğrultusunda mahremiyet esasına uygun olarak yürütülür. Allah (cc)’ın çizdiği sınırlar çerçevesinde İslam’ın mahremiyet hassasiyeti hayatın tümünü kuşatan bir anlam kazanmış ve İslam Medeniyetinin en belirgin tonlarından biri haline gelmiştir. Bunun bir sonucu olarak hukukta, mimaride, sanatta, günlük yaşamda, evde, mabette her yerde Allah(cc)’ın bir emri olarak mahremiyet titizliğini görmek mümkündür.

Mahrem kelimesi etimolojik açıdan Arapça h-r-m kökünden türemiştir. Harâm, bir şeyin yasak oluşunu ifade etmektedir (el-İsfahânî, R. (1986). el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’an. İstanbul: Kahraman Yayınları). Muharrem ve mahrem kelimeleri de yasaklılığı ifade eden kavramlardır. Bir fıkıh terimi olarak mahrem, evlenilmesi ebediyen yasak kişilere verilen addır. Bunun dışında kelimenin “gizlilik” anlamı da vardır. Aynı kökten gelen hürmet, ihtiram ve muhterem kelimeleri de saygıyı ve saygınlığı ifade eder. Bu kelimelerin birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan kelimeler olduğu düşünüldüğünde (Prof. Dr. Saffet Köse, Genetiğiyle Oynanmış Kavramlar ve Aile Medeniyetinin Sonu, Konya: Mehir Yayınları.), mahrem kelimesinin “gizlilik”, hürmet kelimesinin “saygı”, muhterem kelimesinin “saygınlık” anlamlarının, mahremiyeti insanın saygınlığı ve gizliliğe/özel alana saygı şeklinde anlamamıza imkân verebilir. İnanma isteği ya da istidadında olduğu gibi insandaki örtünme ve mahremiyet duygusu da insanın tabiatında var olan fıtrî bir durumdur.

İslam ahlakında mahremiyet ele alınırken Rabbimizin insana verdiği eşrefi mahlukat, emaneti yüklenen tek varlık, halife ve tüm kainatın emrine amade kılınması gibi nitelemelerle ademoğluna oldukça yüksek bir değerin verildiğini görürüz. Bütün izzet ve onurun kaynağı olan Rabbimiz bizlere teklif ettiği ahlaki emirlerle bu yüksek payeye uygun bir şekilde -mahremiyet ilkelerine bağlı kalarak- tertemiz fıtratımızı korumamızı ister.

Allah insanın fıtratında var olan safiyyet, ulviyyet ve mükerremiyeti muhafaza etmek üzere çeşitli hükümler vaz’ etmiştir. Bunlardan birisi de İslam’daki “mahremiyet” anlayışıdır. İnsanın mükerrem oluşuna halel getirebilecek mahremiyetle ilgili konularda ortaya konan ilkelerle insanın fıtratı, ilk yaratılıştaki şerefi korunarak yaratılış amacına uygun yaşam sürmesi istenmiştir. (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/322840)

Mahremiyet, şahısların, diğer insanların öğrenmelerini istemedikleri özel hâllerine denir. Mahremiyete saygı, "gizlilik", "özel hayatın gizliliği" ve "özel yaşama saygı" tabirleriyle de ifade edilmektedir. Mahremiyetin ihlali, izni ve rızaları olmadan insanların özel yaşamlarına girmek, özel bilgi ve belgelerine ulaşmak, gizli konuşmalarını dinlemek demektir.

 

Dinimize Göre Mahremiyet Alanları

 

Mahremiyet alanlarını üç başlıkta toplamak mümkündür. Birincisi, insanların içinde yaşadıkları evleri ve hane halkına nispetle ev içindeki odalar (örneğin ebeveyn odası), mahrem alanlardır. Buna “konut dokunulmazlığı” veya “fiziksel mahremiyet” de denilmektedir. İkincisi, gizli konuşmalardır. Şahıslar, diğer insanlarla yaptıkları gizli konuşmaların başkaları tarafından bilinmesini istemeyebilirler. Üçüncüsü, özel eşya ve bilgilerdir. Şahısların özel eşyaları, hatıra defterleri, özel fotoğraflar vs. mahremdir. Kişinin izni olmadan bunların öğrenilmesi doğru değildir. (Armağan, Servet, İslâm Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara 2004, s. 105-106.) Yalnız insanların mahremiyet alanı dışındaki (kamu alanı) hâlleri ve topluluk içindeki konuşmaları mahrem değildir. Abdullah b. Mes’ud’a ait olan “Tecessüs bize yasaklanmıştır. Fakat bir suç alenen işlenmişse onun gereğini yaparız.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37.) sözü, mahremiyet alanı-kamu alanı konusuna açıklık getirmektedir. Şimdi bu üç alanı biraz daha geniş ele alalım.

 

Kişinin mahremiyeti denince ilk akla gelen evlerdir. Ayet ve hadislerde bir başkasının evine girmek için ilk önce izin almak, eğer izin verilmezse geri dönmek gerektiği bildirilir. Öyleyse sahibinin izni olmadan evine girmek dinen yasaktır ve dolayısıyla mahremiyeti ihlaldir. Nûr suresinde geçen bir ayette (Nûr 27) izin almadan ve selam vermeden başka evlere girmenin yasak olduğu belirtildikten sonra devamındaki ayette (Nûr 28), eğer evde kimse bulunmazsa yine de ev sahibinin izni alınmadan girilmemesi emredilmektedir. Kimse yokken eve girmenin yasaklanması, evin hâllerine muttali olmayı engellemek içindir. Zira evin içi dağınık olabilir veya ev sahibinin başkasının görmesinden utanacağı özel eşyalar orta yerde bulunabilir. Zaten ayet-i kerimede de eve girmemenin daha nezih ve makbul olduğu, kişi izinsiz girecek olursa da Allah (cc)’ın onun yaptıklarını bildiği vurgulanmaktadır.

 

 Peygamber Efendimiz (sav), başkalarının evine girmek için izin şartını (Buhârî, İsti’zân, 11; Müslim, Edeb, 40, 41.) getirirken yabancı bir evi gizlice gözetlemeyi de şiddetle yasaklamıştır. Bu konuyla ilgili bir hadis-i şerif’te “Kim örtüyü kaldırarak (kapı ve benzeri şeyleri açarak) kendisine izin verilmeden gözüyle eve dalarsa ve (uygunsuz bir durumdan dolayı) görülmemesi gereken bir kimseyi veya yeri görürse helal olmayan ve cezayı gerektiren bir suç işlemiş olur.” (Tirmizî, İsti’zân, 16; Ahmed b. Hanbel, V, 181.) Bu hadisten Rasul-i Ekrem’in (sav), ev sahibine mahremiyetini koruması için önemli bir hak tanıdığı anlaşılmaktadır.

 

Bir kimsenin başkasının duymasını istemediği konuşmaları mahremdir ve bir başkasının bunu öğrenmeye kalkması dinimize göre doğru değildir. Bir hadiste “Bir kimse, bir başkasıyla konuşurken etrafına bakınırsa o konuşma gizli sayılır.” (Tirmizî, Birr, 39; Ebû Dâvûd, Edeb, 32.) buyurulmaktadır.

 

İnsanların, başkalarının öğrenmesini istemediği yazışmaları ve özel eşyaları da mahremdir. İzni olmadan kimse onları öğrenemez. Bir hadiste “Kardeşinin kitabına onun izni olmadan bakan kimse, ateşe bakmış gibidir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 23.) buyurularak özel eşyaların izinsiz teftiş edilmesi yasaklanmıştır.

 

Dinimiz Mahremiyetin Araştırılmasını Şiddetle Yasaklar

 

İslam’da mahremiyete saygının temelini “… Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayınız...” (Hucurât 12) ayet-i kerimesi oluşturmaktadır. Tecessüs, başkasının hususiyetlerini belirten veya hislerini aksettiren hâllerini öğrenmeye çalışma gayretidir. (Armağan, a.g.e., s. 107.) Ayette geçen “tecessüs” kelimesi, daha çok ayıp ve kötü hâller (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arap, “css” md., (VI, 38); İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, XIII, 158.) için kullanılsa da bunlar dışındaki ayıp ve kötü olmayan gizli (özel) hâlleri de ifade etmektedir. (İbn Manzûr, a.g.e., “css” md., (VI, 38).) İnsanlar, ayıp olmayan bazı gizli durumlarının bilinmesini de istemeyebilirler.

 

Peygamber Efendimiz (sav) “İnsanların özel hâllerini araştırmayınız!” (Buhârî, Nikâh, 45, Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 28-30.) buyurarak özel durumların araştırılmasını yasaklamış, ayrıca “Müslümanlara eziyet etmeyin!” ve “Müslümanların gizli taraflarını araştırmayın!” emirlerini zikrettiği bir başka rivayette ise, gizli hâlleri araştırmanın insanları üzen ve onlara eziyet veren bir durum olduğunu bildirmektedir.

 

Peygamberimiz (sav), Muaviye b. Ebi Süfyan’a bir tavsiyesinde “Eğer sen insanların gizli hâllerinin peşine düşüp araştırırsan onları bozarsın yahut bozulmalarını çabuklaştırırsın.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 37.) demektedir.

 

Günümüzde karşılaştığımız önemli mahremiyet ihlallerinden biri de kardeşlerimizin, akrabalarımızın, iş arkadaşlarımızın ve buna benzer yakın çevremizdeki insanların sosyal medyada paylaştıkları resim, video, yazı vb iletiler nedeniyle tecessüs hastalığına kapılarak ilgili kişilerin haklarını çiğnememizdir. Akraba ortamında hasedin artması, iş ortamında çelme takarak rızkıyla oynama gibi münker görülen davranışların artık normal hale getirilmesidir. Çok farklı amaçlarla, iyi niyetle yapılan paylaşımlardan su-i zanla yola çıkılarak sıla-i rahimler parçalanmakta, kardeşlik hukuku çiğnenmekte, birlik ve beraberliğimiz erozyona uğramaktadır.

 

İnsan Kendisinin Veya Başkasının Mahremiyetini İfşa Edebilir Mi?

 

Sosyal paylaşım sitelerinin yaygınlaşmasıyla insanlar, kendilerine ait mahrem bilgi ve görüntüleri kendi istekleriyle diğer insanlara açmaktadırlar. Bu mahrem konuların bazıları onların kendi masum hâlleri olsa da bazıları işledikleri günahlar olabilmektedir. Aslında her ikisinin de alenîleştirilmesi dinimizce doğru değildir. Yüce Dinimiz İslam, mahremiyetin araştırılmasını nasıl yasaklamışsa, aynı şekilde bir kimsenin başkasına veya kendine ait mahrem bilgi ve görüntüleri ifşa etmesini de şiddetle yasaklamış; insanların ayıp ve kusurlarının örtülmesini emretmiş, böyle yapanların ahirette mükâfatlandırılacaklarını, aksini yapanların ise cezaya çarptırılacaklarını bildirmiştir.

 

Rasul-i Ekrem (sav), bilhassa karı-kocanın, birbirlerinin sırlarını ifşa etmemeleri hususuna ayrı bir ehemmiyet vermiştir. Bir hadiste O (sav) “Kıyamet gününde insanların Allah nezdinde derecesi en fena olanı, karı-koca birbirine yakın olduktan sonra kadının sırrını yayan erkektir.” (Müslim, Nikâh, 123, 124; Ebû Dâvûd, Edeb, 32.) buyurmuştur. Görüldüğü gibi karı-kocanın, aile içinde geçen özel hâllerini ve konuşmalarını başkalarına anlatmaları haramdır. Çünkü bunlar onlara emanet edilen ve gizlenmesi gereken aile sırlarıdır. (Güler, Zekeriya, Hz. Peygamber, Toplum ve Aile, İstanbul 2007, s. 32.)

“Ümmetimin hepsi affolunmuştur, günah işleyip de onu ifşa edenler bundan müstesnadır. Günahını ifşa şu demektir: Bir kimse, geceleyin bir günah işler ve o kimse, Allah onun işlemiş olduğu günahını örtmüş olarak sabahlar. Allah günahlarını örtmüş olduğu hâlde o tutup bir başkasına: Ey falanca, ben dün gece şöyle şöyle işler yaptım, der. Hâlbuki o, Rabb’i onun günahını örtmüş olarak gecelemişti. Fakat bu kimse, Allah’ın örttüğü perdeyi açarak sabaha çıkıyor fasıklığını söyleyip ilan ediyor.” (Buhârî, Edeb, 60; Müslim, Zühd, 56.) hadisi, daha açık olarak günahların gizlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır. İnsan nefsine uyarak günah işleyebilir, fakat onu teşhir ederse ikinci bir günah işlemiş olur. Bir insanın, bir günahı nasıl cesaretle işlediğini anlatması, hem günahını teşhir etmesi hem de diğer insanlara kötü örnek olması bakımından doğru bulunmayan bir davranıştır.

Netice itibarıyla diyebiliriz ki, Müslüman kimse, bilerek veya bilmeyerek bir günah işleyip hataya düşerse hemen Allah’a tövbe etmelidir. İşlediği günah ve masiyeti de insanlara ifşa etmeyip, kendisiyle Allah arasında gizli tutmalıdır. Çünkü işlediği kötü fiili insanlara ilan etmede bir nevi Allah’ın dinine ve hükümlerine karşı gelmeye sevinme ve aleyhine şahitleri çoğaltma vardır. Hâlbuki mümin işlediği günahın ezikliği içerisinde bulunmalı, kendisinde bulunan hayâ duygusu bunu insanlara ilan etmeye engel olmalıdır. Hatta işlenen bir kötülüğe şahit olan başka Müslümanların da bunu gizli tutması İslami edep ve ahlak kurallarındandır.

(https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=7093)

 

7.      TESETTÜR (ÖRTÜNME – STR)

Erkek veya kadının şeran örtülmesi gereken yerlerini örtmesi demektir.

(Avret Yeri: Bir kimsenin başkalarının bakması haram olan yeri olup örtmesi gereken yerdir.)

a.       İslam’da Örtünün ve Mahremiyetin Tarihi

Tesettür ilk insanla beraber var olan bir ibadettir. İnsanın örtünme ihtiyacının ilk insan Adem ve Havva ile başladığı, çıplaklığın çirkin bir şey olduğu ayette şöyle belirtilir: "Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık.'' (el-A'râf 27) " Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi)." (el-A'râf, 26)

İslamda hicab ayetinin hicri beşinci yılın Zülkade veya Zilhicce ayında nazil olduğu rivayet edilmektedir. (bk. İbn Sad et-Tabakat, 8/174-176, el-Belazuri, Ensab 1/463.)

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur 31)

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Ahzab 59)

"Biz Âişe ile birlikte idik. Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettik. Hz. Âîşe dedi ki: "Şüphesiz Kureyş kadınlarının birtakım üstünlükleri vardır. Ancak ben, Allah(cc)'a yemin olsun ki, Allah(cc)'ın kitabını daha çok tasdik eden ve bu kitaba daha kuvvetle inanan Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nitekim Nûr sûresinde "Kadınlar başörtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." ayeti inince, onların erkekleri bu ayetleri okuyarak eve döndüler. Bu erkekler eşlerine, kız, kız kardeş ve hısımlarına bunları okudular. Bu kadınlardan her biri etek kumaşlarından, Allah (cc)'ın kitabını tasdik ve ona iman ederek başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah, Hz. Peygamber (sav)'in arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Sanki onların başları üstünde kargalar vardı." (Buharî, Tefsîru Sûre, 29/12; İbn Kesîr, Muhtasar, M. Alî, es-Sâbûnî, 7. Baskı, Beyrut 1402/1981, II / 600).

b.      Örtünmenin Amacı ve Önemi

İslam’da örtünmenin en önemli amacı başkasının bakışlarından korunmak ve ırzı meşru olmayan cinselliklerden sakınmaktır. Erkeklerin gözlerini sakınmasının amacı kendileriyle beraber kadının iffetini korumak içindir. “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur -30)

Tesettür ilk insanla beraber var olan bir ibadettir. İbadettir, çünkü tesettürün elbette pek çok fonksiyonu vardır ama o öncelikle bir ibadettir. İnsan doğal etkilerden korunmak için örtünebilir, bir süslenme olarak giyinebilir. Bunlara Kurânı Kerim temas ediyor. Elbette her bir ibadetin dünyaya bakan faydaları da vardır. Namaz gibi salt ibadetler de böyledir. Ama bir mümin Allah’ın emrini her şeyden önce onun emri olduğu, yani ibadet olduğu için yapar.

Hicretten sonra uzunca bir süre (yedi, sekiz yıl) içinde parça parça indirilen Nur sûresinde iki âyet örtünme ve iffeti koruma vazifesi ile ilgili idi. Bu sûre iner inmez İslam kadınları başörtülerini, boyun ve gerdanlarını da örtecek şekilde bağladılar, on dört asır hiçbir âlim örtünme emrini farklı anlamadı; yüz, eller ve ayaklar dışında bütün vücudun, uygun giysilerle örtülmesinin farz olduğu hükmünde ittifak edildi (icmâ meydana geldi). Son birkaç asırda oryantalizm, sömürgecilik ve kültür istilası bazı Müslümanların kafalarını karıştırdı; kendi değerlerinin evrensellik veya geçerliğinden şüphe etmeye başladılar; bunları başka düşünce ve kültürlerin değerleriyle değiştirmenin zorunlu olduğuna inandılar; bunu yapabilmek için yine dine dayanmak gerektiğinden usule uygun olmayan, zorlamalara ve saptırmalara dayanan içtihatlara(!) kalkıştılar. Bu yeni, zorlama ve uyarlama (kitabına uydurma) amacına yönelik içtihatların son yirmi, otuz yıl içinde yöneldiği hedeflerden biri de örtünme oldu. Yeni yorumcular on dört asırlık uygulamayı, Kur'an âyetlerini, hadisleri, fıkıh âlimlerinin icmâını bir yana bırakarak önce "madem ki, uygar dünya örtünmüyor; güzel ve doğru olan budur, biz de böyle yapmalıyız" fikrine geldiler, sonra bu fikri zorla uygulamaya koyanların işini kolaylaştırmak için mûteber olmayan okuma ve yorumlama yollarına saptılar.

c.       Müslüman Kadının Mahremiyetine dair

1-   Müslüman kadının yabancı (mahremi olmayan) erkek ve müslüman olmayan kadınlara yüz, el ve ayak hariç vücudunun tamamı avrettir.

2-   Kadının mahremi olan erkekler yanında el, ayak, kol, saç ve benzeri zinet yerlerini açmaları caizdir. (Nur: 31-32) Mahremleri: Koca, baba, kayınpeder, oğul, kocasının oğlu, erkek kardeş, yeğenleri, müslüman kadın, kölesi ve cariyesi, erkekliği kalmamışlar yaşlılar ve küçük çocuklar

3-   Müslüman kadının müslüman kadına avreti göbek – diz kapağı arasıdır.

4-   Doktor, ebe, iğneci, pansumancı, fizyoterapist gibi ihtiyaç durumunda hanım uzman tercih edilmelidir.

5-   Vücut hatlarını belli etmeyen ve şeffaf olmayan elbise giyinilmelidir.

Hz. Aişe (r.anha) Validemiz’den rivayete göre; Hz. Ebubekir (r.a.)’in kızı Esma ince bir elbise ile Resulullah (sav)’in huzuruna çıkmış, Resulullah (sav) ondan yüzlerini çevirerek buyurdular ki: “Ey Esma; şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca onun şu ve şu yerlerinde başkasının görünmesi uygun değildir.” Resulullah (sav) bunu söylerken yüzünü ve avuçlarını işaret etmiştir. (Ebu Davud, Libas 31)

6- Müslüman kadın amaların yanında bulunsalar bile tesettürlerine riayet etmeleri gerekmektedir. Resulullah (sav)’in Ümmü Seleme (r.anha) ve Meymune (r.anha) Validelerimiz’i ama sahebe Abdullah İbni Ümmi Mektum (ra)’un yanında tesettürleri konusunda uyarmasını unutmayalım. Bu noktadan hareketle yabancı bir erkekle telefonda konuşmak zorunda kalındığında da dikkat edilmelidir. (İbn Sa’d, Tabakât, c. 10, s. 168; Et-Tirmizî, Edeb 28)

d.      Günümüzde Kadın-Erkek Mahremiyetinde Sınırlar ve Ruhsatlar

İslâm’da kadının konumuyla ilgili olarak çağımızda belki de en çok tartışılan konu, kadının örtünmesi meselesidir. Kur’an’da kadınların ev dışına çıkarken üzerlerine örtü (cilbâb) almaları (el-Ahzâb 33/59), erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetlerini korumaları, kadınların ziynet yerlerini göstermemeleri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları (en-Nûr 24/30-31) istenmiştir. Gerek bu ve benzeri ayetlerin ifade tarz ve üslûbu, gerekse Hz. Peygamber (sav) dönemindeki uygulamalar, kadınların örtünmesinin, tavsiye kabilinden veya örf-âdete ve sosyokültürel şartlara bağlı ahlâkî çerçevede bir hüküm olmaktan öte dinî ve bağlayıcı bir emir olduğunu göstermektedir. Çağımıza kadar bütün İslâm bilginlerinin anlayışı ve asırlar boyu İslâm ümmetinin tatbikatı da bu yönde olmuştur. İslâm’ın örtünme, iffetini koruma, gözlerini haramdan sakındırma gibi emirleri sadece kadınlara yönelik olmayıp, hem kadınlara hem de erkeklere aynı üslûp ve kesinlikte ayrı ayrı yöneltilir, topluma da bu konuda gerekli tedbirleri alma görevi verilmiştir. Ancak örtünme konusunda kadınlara daha ağır bir sorumluluk yüklendiği ortadadır. Fakat bunu İslâm’ın kadına daha az değer verdiği, kadını sosyal hayatta geri plana ittiği şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Aksine bu kabil hükümleri İslâm’ın kadını koruma, yüceltme ve ona toplumda saygın bir yer kazandırma çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. Zaten utanma ve örtünme, canlılar içinde sadece insana has bir özelliktir. İslâm’ın aslî kaynaklarında erkek ve kadının örtünmesi ilke olarak konmuş, İslâm bilginlerinin de ortak görüşleri kadınların el, yüz ve ayakları hariç örtünmeleri, erkeklerin de diz kapağı ile göbekleri arasını örtmeleri gerektiği üzerinde ağırlık kazanmıştır. Ancak örtünmenin renk, üslûp ve şeklinin toplumların gelenek, zevk ve imkânlarıyla bağlantılı olacağı, bu sebeple de bölge ve devirlere göre farklılık gösterebileceği açıktır. Bu itibarla, asıl amacın kadın ve erkeğin iffetli ve meşru bir hayat yaşamaları, aşırılıklardan, taciz ve tahriklerden korunmaları olup, örtünme de bu amacı gerçekleştirmede önemli bir araç sayılmıştır.

İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir vakıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21)  bunun meşru bir zeminde, düzen ve ölçü içinde gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem de toplumun ortak yararlarını koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir. Bunun için de Kur’an ve hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil anne, eş, evlât gibi belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının güzelliğinin ve vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve pazarlamaya konu edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadınların örtünmesiyle ilgili dinî emirlerin yanı sıra, bir kadına kocası dışındaki erkeklerin şehvetle bakmasının haram kılınışı da (en-Nûr 24/ 30-31) bu anlamı taşır. Hatta kadının sesinin fitneye yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu amaca yöneliktir. Burada söz konusu edilen kısıtlama ile erkek ve kadınların bir arada yaşaması, birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek ilişkilerinde fitne, tahrik ve ölçüsüzlük önlenmek istenmektedir. Yoksa Hz. Peygamber’in ve sahâbîlerin genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. (Bk. Buhârî, “Nikah”, 6; Müslim, “Birr”, 53) Kadınların ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri şartıyla birbirlerini görmelerinin câiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşru beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır. Şu var ki, “fitne” kavramının devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği düşünülürse, kadının sesi, kadının erkeklerle konuşması ve sosyal hayata katılımı konusunda da zaman ve zemine göre farklı ölçü ve yaklaşımların benimsenebileceği söylenebilir.

Gerek hadislerde (bk. Buhârî, “Nikâh”, 111; Müslim, “Hac”, 413-424) gerekse fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi olan bir erkeğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de, yine kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan maksat, namazları kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi câiz kılacak ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl, dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek açısından birtakım sakıncalar taşıdığı,  en azından üçüncü şahısların kötü zan ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının iffet duygusunu rencide edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya kendisiyle evlenmesi câiz olmayan oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir erkekle seyahat etmesinin gereği üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kendisine bu şekilde refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına haccın vâcip olmadığı hükmü benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir. Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte bir grup oluşturarak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde, kadının yakını olmadan tek başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat edemeyeceği şeklindeki görüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik, onur ve iffeti için benzeri tehlike veya sakıncaları bulunduğu şehir içi veya şehir dışı yolculukları aynı grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel sakıncaları gidermek, bu mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir olarak refakatçi erkek çözümünü benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir kadının Yemen’den Şam’a kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini Müslüman toplumlar için ideal bir hedef olarak gösterir. (Buhârî, “Menakıb”, 25) Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat özgürlüğünü kısıtlamak değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde yolculuk edebilmesini sağlamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven içinde bulunduğu, açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak yolculukları veya özel araçlarda yolculuk konusunda günümüzde daha hoşgörülü düşünmek mümkün görünmektedir.

İslâm’da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi noktalarında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak câizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınırlama ve yönlendirme varsa, o da kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise ailenin geçim yükünü omuzlamaktır. Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı olması hatta rollerin değişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber’in, evin iç işlerini kızı Hz. Fâtıma’ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali’ye yüklemiş olması, Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil, ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm görünümündedir. Kadının çalışmasının ve kamu görevi üstlenmesinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî eserlerde yer alan görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden değil hukukçuların içinde bulunduğu sosyokültürel ve ekonomik şartlardan kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar çeşitli özel ve kamu işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlenmişlerdir. (Diyanet İslam İlmihali shf:319-322)

Yukarıda değindiğimiz şekliyle kadının çalışma hayatında yer alması, kadınların ve erkeklerin karışık bir şekilde çalışma ortamında bulunmaları, kadınların farklı sebeplerle seyahat edebilmeleri gibi konularda Müslümanlarda genel bir çözülmenin, değer kaybının yaşandığını maalesef gözlemlemekteyiz. Hakkın ve adaletin şahitleri olma sorumluluğumuz gereği bahsi geçen konularda takvayı şiar edinerek iffet ve mahremiyetimize halel getirebilecek ortamlardan ve davranışlardan uzak durabilmeyi kulluğumuzun gereği bilmeliyiz. İslam’ın sınırları içerisinde sorunlarımıza çözüm odaklı, yaşadığımız toplumun gerçekliğini dikkate alan ve hikmet üzere inşa edilmiş ıslah edici bir tutumla duruşumuzu ikame etmeliyiz.

Kadınların ve erkeklerin iş ortamında karşı cinsle diyaloglarında vakarlarını korumaları ve fitneye sebep olabilecek hal ve davranışlardan uzak durmalarını hatırlatmalıyız.

Batı’da Mahremiyetin Aşama Aşama Ortadan Kalkışı

Özellikle Batıda ortaçağ sonrası aydınlanma olarak yankı bulan rönesans ve reform hareketlerinden itibaren mahremiyet algısının da ortadan kaldırılması için programlı olarak bir süreç başlatılmıştır. Bu süreç ilk aşamada Batı sınırlarına özelken 19. Yüzyıl sonrası itibariyle özellikle halkı müslüman olan ülkeleri hedef almıştır.

Başlangıçta şarkı – dans gibi unsurlarla ön plana çıkan kadının metalaştırılması sözüm ona güzellik yarışmalarıyla hız kazanmıştır. Süreç kadının iş hayatına atılıp kendi ayakları üzerinde durma ve kendine yeterliliğini keşfet(tiril)mesi ve nihayetinde “Sen özgürsün!” algısıyla bugüne getirilmiştir. Günümüzde algı oluşturması devam eden son nokta ise kadına; “Cinsellik bir ihtiyaçtır, önemli olan senin bu ihtiyacını mutlu olacağın şekilde karşılamandır, vücudunun mahrem olduğu tabusunu terket, özgürlüğün tadını çıkar.” telkinlerinin reklamlardan tutun da çok masum gözüken dizilere, konferanslara, TV’lerde unvanları doktor olan kişilere kadar özenle işlenmesidir.

Batı’da ve etkilediği İslam coğrafyasında mahremiyetin ortadan kalkışını maddeler olarak kısaca sıralamaya çalışalım:

- Zinanın serbestliği: “Sen özgürsün, dilediğini yapabilirsin…”

Şüphesiz Adem (as)’dan beri tüm insan topluluklarında zina kerih bir fiil olarak karşılanmıştır. Kendilerine gelen ilahi vahiyden uzaklaşan modern dünya evlilik müessesesi olmaksızın kadın ve erkeğin flörtünü, birlikteliğini yasalarca güvence altına almıştır. Yani Allah (cc)’nin haram kıldığı zina kanunla serbest bırakılmıştır. Malesef içinde yaşadığımız Türkiye’de de durum Batı’dan farksızdır.

- Neslin Karışması:

Cahili Batı düşüncesi mahremiyeti o hale getirmiştir ki; sınırlar korunmayınca toplumda kimden olduğu belli olmayan sahipsiz nesiller türemiştir.

 

-        Cinsel Sapmalar

Üzülerek belirtelim ki livata ve ensest ilişki gibi sapkınlıklar da ortaya çıkmış olup modern toplumun önemli bir kısmı bu tür ilişkileri de normal görmeye başlamıştır.

Günümüzde de tüm insanlığı fesada uğratmayı ve özgürlük vaadiyle cahil gönülleri iğfal etmeyi kendine hedef edinen modern cahiliyye düzeni livata sapkınlığını toplumun her kesiminde normal olan bir tercihmiş gibi bir kılıfla zihinlere işleyerek kendine hakimiyet sahası kurmaya çalışmaktadır. Bu hastalığın her an içimizden birinin ailesine ateş olarak düşme ihtimali bulunduğundan hem kendimizi hem sorumlu olduğumuz müslümanları bilinçlendirmek ve onları korumak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir.

- Koku, güzellik, çıplaklığın yaygınlaştırılması:

Kadının çalışıp ekonomik özgürlüğünü (!) elde etmesi ile sahte güzellik algısını oluşturacak parfüm, cilt kremi gibi kozmetik ürünleri, vücudu sergileyecek lüks ama çıplak tutan kıyafetler için özenle çalışan dev sektörler oluşmuştur. Güzellik ve giyimde modanın esiri olan kadın evinde bulamadığı değeri başka kapılarda arama yoluna gitmiştir.

- Kadının Reklam Metaı Olarak Kullanılması:

Kadına özgürlük adına gıdadan giyime, spordan eğlenceye erkeğe hitap eden ürünler de bile bir reklam metaı olarak kadının çıkartılması ahlaksızlığın da ötesinde erkeğin şehvetine hitap eden, satışı artıran bir unsur olarak kabul edilmiştir.

- Evliliğin yük görülmesi ve boşanma:

Her yönünü şaşırmış, hevasını ilahlaştırmış bir insan profili ortaya koyan modern dünya evliliği özgürlüğünün kısıtlayıcısı, çocuk yapmayı üzerine alamayacağı ağır bir yük gören sorumsuz fertlerin doğmasına neden olmuştur. Mahrem olan eşi ile yetinmeyen, onu engel gören zihniyet farklı meşru olmayan arayışlara girerek ailenin dağılmasına yani boşanmaya yol tutmuştur. Bu öyle bir hal almıştır ki para ve kadının tatmin etmediği ucu intihara uzanan bir vahameti doğurmuştur.

- Rezidans:

Aile sorumluğununu özgürlüğünü kısıtlayan bir yük olarak gören modern insan soluğu 1+1 rezidans ve home ofislerde almıştır. “Hayasızsan dilediğini yap.”

- Özgürlük turları:

Kadına ekonomik özgürlük bahşeden Batı O’na özel tatil paketlerini de ihmal etmemiş. Tek başına dünyadaki istediği bölgede farklı arkadaşlarla tanışıp güzel dakikalar geçirebileceği oldukça içerikli ekonomik tatil paketlerini oluşturduğu kadın tipinin istifadesine sunmuştur.

e.                İffete Zarar Veren Unsurlar: Televizyon, İnternet, Müzik, Karma Ortamlar, vb.

Günümüz toplumunda İslam’ın referansıyla ve oluşturduğu yaşam biçimiyle insanımızda var olan iffet ve mahremiyete dair hassasiyet malesef televizyon, internet, sosyal medya, radyo vb araçlarla ağır bir tahribata maruz kalmaktadır. Öyle ki bir dönem apaçık iffetsizlik olarak görülen davranışlar yukarda saydığımız araçların eliyle bugün normal kabül edilmekte ve bu değer aşınması gitgide artmaktadır. Dikkat edildiği takdirde toplumda infial oluşturacak bir açıklıkta değilde zamana yayılarak toplumun kılcal damarlarına fuhşiyat ve münkerat sinsice zerk olunmaktadır. Bu nedenle televizyon, internet (reklamdan sosyal paylaşım sitelerine dahil tüm mecra), müzik vb. etkenler şehvet boyutunu bir tarafa bıraktığımızda algı oluşturma açısından son derece dikkatli olunması gereken ortamlardır.

İnternette muhafazakar bir sitede bile “google reklamı” olarak müstehcen içerikli veya görünümlü reklamlarla karşılaşma çok sık yaşanmaktadır. Bunlar başlangıçta basit gözükse de algı olarak bilinç altına yerleşerek normal hale gelmektedir. Tıpkı faiz reklamı veya kadın objeli reklam yayınlayan muhafazakar kanal gibi.

Sosyal paylaşım sitelerinde sanal alemde karşımızdaki muhatabı tanımadan ve görmeden sadece anlık yazmanın verdiği sorumsuzlukla neler kaybettiğimizi bir düşünelim. “Biz bizeyiz canım nolacak ki; aç bir eğlence izleyelim…”, “Tek başımayım ve internette bir seyir ne olacak ki, kime zararı var ki…” gibi tehlikeli duraklar müslüman iffeti için en büyük tuzaklardandır.

Karma ortamlara da bir miktar dikkat çekmekte yarar var. Kadının çalışma hayatına kazanılmasında(!) büyük başarı sağlayan modern cahiliyenin ekonomi öncüleri geçmişte iffetini muhafazada azami gayret gösteren kadını bile karma ortamlarda örtüsüne ve iffetine dikkat etmeyecekleri bir konuma getirmekte oldukça başarılı oldular. İş toplantısı, iş yemeği, dernek toplantısı, kişisel gelişim semineri, kariyer eğitimi, iş hayatında lider olmanın sırları, iş hayatında daha iyi bir kariyer eğitimi, doğum günü partisi gibi bir çok karma ortamlar malesef müslüman bireyin iffet anlayışını zedelemiştir ve zedelemeye devam etmektedir.

f.        İnsanı Zinaya Götüren Basamaklar: Bakış, Hayal, Konuşma, Flört ve Dost Hayatı

Resulullah (sav) buyuruyorlar ki: "Hiç şüphe yok ki, Allah, âdemoğlunun zinadan nasibini yazmıştır. Buna erişecektir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayağın zinası da yürümektir. Kalb ise heves eder, temenni eder. Tenasül uzvu bunu tasdik eder veya yalanlar." (bk. Buharî, Kader 9, İstizan 12; Müslim, Kader 20, 21; Ebû Dâvûd, Nikâh 43)

“Bakış” günümüz müslümanını hedef alan en tehlikeli oktur. Hayatın her alanında sokakta yürürken, metroda, otobüste, televizyonda, internette, iş yerinde cahiliye giyinimiyle tesettürsüz karşımıza çıkan kadın için ne yapacağız?

Ali (ra)'dan rivayet edilen bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle dedi: "Bir bakışa, ikinci bakışı ekleme. Çünkü, birinci bakış senindir. Fakat diğeri, senin değildir (aleyhinedir)." (Ebu Davud, Nikah, 44)

“Harama bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Bu sebeple, Allah’tan korktuğu için harama bakmayı terk eden kimseye, mükâfat olarak Allah öyle bir iman verir ki, onun tadını kalbinde hisseder.” (Hakim, Müstedrek,4/314; Münzirî, et-Tergib ve't-Terhîb,III, 63.)

İlk bakış istem dışı olduğuna göre, görür görmez bakış yönümüzü çevireceğiz. İçimizi de şu duygu ile sukunete indirebiliriz: “Ya Rabbi, Senin emrin üzere bakmaktan vazgeçtim, beni bağışla, bana cennette hayır nasib et.”

Sonuç niyetine; Bakılması haram olan kadına bakmak, zinaya dair konuşulanları dinlemek, yazılı veya görüntülü yayınları izlemek, yabancı bir kadına elle dokunmak veya öpmek, zina hükmündedir.

İslam’ın iffetli bir şahsiyeti inşa etme sürecinde kadın erkek ayrımı yapmadığını ve tesettürün de bu bağlamda ehemmiyet arz ettiğini belirtmemiz gerekir. Ancak bu konuda tesettüre dair emirler sadece kadınları terbiye etmeye yönelikmiş gibi bir anlayış sonucu erkeklerde de şu tür giyimle ilgili sorunlar baş göstermeye başlamıştır: Dar pantolon, tayt, eşofman vb giysiler giyerek avret mahallinin belli olacak şekilde giyilmesi, düşük bel pantolon giyilerek namazda belinin açılması vb ahlaki sorunlar gittikçe çoğalmaktadır. Bu sebeple tesettürle ilgili erkeklerin de hassasiyetlerini artırmaları gerektiği aşikardır.

İffetimizi koruma anlamında özellikle iş ortamında, akraba ziyaretlerinde ihtilattan olabildiğince kaçınmak, ihtiyarımız dahilinde olan programlara katılmamak, mümkün değilse vakarımızı koruyarak müslümanca bir duruşun sorumluluğunu seve seve taşımalıyız. Zaman zaman günaha düşebileceğimiz caddelerden, mekanlardan uzak güzergahları tercih edip şeytana karşı verdiğimiz mücahede savaşında somut reflekslerle iç dünyamızı koruma altına almayı hedeflemeliyiz.

Rahmetli Hayati Üstün’ün Rusya’da bulunduğu sırada iffetle ilgili ortaya koyduğu örnek bir davranışı İlhan Yürükcü’nün anlatımıyla buraya aktaralım:

“Hayati Üstün işi gereği orman ürünleri işleme alanında bir ticaret üzerine Rusya’ya gitmiş. İşin başında bulunması zorunlu olduğu için de altı ay orada kalması gerekmiş. Otelde kalmasının daha ilk günlerinde düşük ahlaklı kadınlar tarafından rahatsız edilmeye başlayınca kaldığı altı ay süresince oruç tutmuş. Bu durumu ise ancak yakın çevresi Türkiye’ye döndüğünde yaklaşık kırk kilo verdiğini gördüklerinde bunun sebebini sorup araştırınca ortaya koyduğu bu iffetli davranışa gıbtayla bakmışlar.”

8.      SONUÇ

 

Ø  Müslümanlar olarak yeniden iffeti kuşanmalıyız. Bu amaçla Allah’ın halifelik görevini ifa edebilmemiz için aklımızı, gönlümüzü ve azalarımızı vahyin hikmet süzgecinde terbiye ederek şahsiyetimizi oluşturmalıyız.  

Ø  İnsanın manevi yönü yok sayılarak hayvanla eşdeğer tutulma çabalarına karşın insanın haysiyetini, bu kainattaki yerini ve kıymetini vahye dayanarak hatırlatmaktan geri durmamalıyız.

Ø  Bunu başarabilmenin yegane yolu takvayı kuşanarak furkan nimetine mazhar olup modern, batıl iğfalardan aklımızı ve kalbimizi korumaktır.

Ø  Bu süreçte elde edeceğimiz iffetle birlikte nefsani arzularımızı ve maddi ihtiyaçlarımızı karşılama hususunda insan onuruna yakışır, mutedil yolları tercih edebilir ve en güzel ahlak üzere olan Efendimizi (sav) takip edebiliriz.

Ø  Müslümanlar madi veya manevi ne kadar sıkıntıya düşerse düşsün iffet ve onurunu zedeleyecek bir yola yönelmemelidir.

Ø  Müslüman için insanın değerini en iyi koruyan ve mutlak hürmet kaynağı olarak Rabbimizin koyduğu sınırlar vazgeçilmez çizgilerimizdir.

Ø  Bu amaçla insanların meskenleri, söz ve fiileri ile özel eşyaları bizler için mahrem olarak kabul edilen önemli hususlardır. Gittikçe önemsizleştirilen ve birçok toplumsal hastalığın, sorunun kaynağı olan bu hususlarda müslümanlar daha dikkatli davranmak zorundadırlar.

Ø  İffetin önemli unsurlarından biri de kadın erkek diyaloglarında müslüman duruşunun hassasiyetle korunmasıdır. İhtilatlı ortamların iyice yaygınlaştırıldığı ve normal gösterildiği bir dönemde müslümanlar mahremiyet esaslarına daha titiz bir şekilde yaklaşmalıdırlar.

Ø  Aynı şekilde tesettür kurallarına tam dikkat etme, kullanılan iletişim araçlarında hassas olma, gözlerimizi haramdan koruma gibi konularda takvayı esas alan bir yaşam biçimini şiar edinmeliyiz.

Ø  Güncel bir şekilde önümüze periyodik olarak sunulan her türlü cinsel sapkınlıklara karşı yeri geldiğince müslümanca bakış açımızı ve tavrımızı ortaya koyarak bu fuhşiyatla mücadele etmeliyiz.

Ø  Bu amansız mücadelede önümüzde duran apaydınlık onlarca örnekten şu ikisini yakından inceleyerek hayatımızdaki mihenk taşları kılabiliriz:

        Hz Yusuf (as)’ın azizin karısının beraber olma teklifi karşısında “Ben Allah’tan korkarım” diyerek iffet kalesine sığınması ve Meryem validemizin iffeti. 

 

9.      ÖDEV

a.      Mevcut giysilerinin tesettüre uygunluğunun değerlendirilip uygun olmayanların giyilmemesi.

b.      Bu dualardan birini ezberleyip namazların peşinden okuyarak vird edinmek.

 

اَللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدَى، وَالتُّقَى، وَالْعَفَافَ، والْغِنَى

 

Abdullah (b. Mes"ûd) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle derdi: “Allah"ım! Senden hidayet, takva, iffet ve zenginlik dilerim.” (Müslim, Zikir, 72)

يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ أَسْتَغِيثُ، أَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ، وَلَا تَكِلْنِي إِلَى نَفْسِي طَرْفَةَ عَيْنٍ

Ya Hayy ya Kayyum! Rahmetine sığınarak yardım diliyorum. Benim bütün hallerimi düzelt. Beni göz kırpması kadar zaman bile nefsime bırakma (Nesâî,es-Sünenü'l-Kübrâ, Amelu'l yevm, ve'l-leyle ,157)

 

10.  VİDEO

Günah Döngüsü [Nouman Ali Khan]

https://www.youtube.com/watch?v=lb-RnPAtarA 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler