2. İLİM ADABI
1.
GİRİŞ
İlim kulun Allah'a yaklaşma yolunda en büyük
yardımcısıdır. İlim olmadan hak bilinemez, yaşanamaz ve sonraki insanlara da
aktarılamaz.
İlimle kul Allah'ı daha iyi bilecek ve O'na
yaklaşmak isteyecektir. Allah'a yaklaştıran ve uzaklaştıran şeyleri ancak ilimle öğreniriz.
İlim ilk devirden itibaren Resulullah (sav),
sahabe-i kiram, tabiin, tebei tabiin ve sonraki dönemlerde hep İslam ümmetince
baş tacı edinilmiştir. Medreseler kurulmuş ve ümmeti eğiten alimler yetiştirilmiştir.
Bugün için de ilmin günümüzde canlı tutulması ve bu yolda gayret sarf edilmesi
gerekmektedir.
Biz de her ne kadar konumuz Ahlak olsa da bu
kitabımızın en başına ilim bahsini önemine binaen koymayı uygun bulduk. Çünkü
ilim tüm ihtisas alanlarında bizim için vazgeçilmez bir kılavuzdur.
İlim, bizim yolumuzu aydınlatacak bir ışık kaynağıdır,
o olmadığında yanlış ve karanlık yollara sapma ihtimali kuvvetlenecektir. Aynı
şekilde; o varken layıkıyla kullanmadığımızda da, var olması bir anlam ifade
etmeyecektir.
Dersimizin
gayesi, ilim talebesine ışık tutacak ve yardımcı olacak hususları dile
getirmektir.
Bu derste, ilmin tanımı, önemi, ilmi elde
etmenin yolları ve bu yolda takınılacak adab hakkındaki meselelere
değinilecektir.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Klasik sözlüklerde “bir
şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir
nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki
gizliliğin ortadan kalkması, tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir
sıfat” gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir.
İlim “Bilgisizliğin (cehl)
karşıtı” biçiminde de tanımlanır.
Aynı kökten türeyen âlim,
alîm, allâm ve allâme, ma‘lûm, ma‘lûmât, muallim, müteallim, muallem kelimeleri
bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır. Âlim ve alîm sıfatlarına
hem Allah hem de insan için yer verilmekle birlikte Allah için ikincisinin
kullanımı daha yaygındır. Aynı şekilde allâm Allah için, allâme ise insanlar
için kullanılmaktadır.
Kök harfleri aynı olmakla
beraber “ilm” masdarından türemeyip bilgi anlamıyla dolaylı olarak bağlantılı
olan kelimeler de vardır. Alem, alâmet ve âlem bunlardandır (Râgıb el-İsfahânî,
el-Müfredât, “İlim” md.; et-Ta'rîfât, “İlim” md.; Lisânü’l-Arab, “alm” md.;
Tâcü’l-arûs, “alm” md.).
İrfân / ma‘rifet, fıkh /
tefakkuh, hibre, şuûr ve itkān gibi kelimeler de sözlükte “bilmek” mânasına
gelmekle birlikte sonradan kazandıkları teknik anlamları itibariyle gerek bilgi
alanları gerekse bilgide kesinlik dereceleri bakımından farklı bağlamlarda
kullanılmaktadır (Lisânü’l-Arab, “alm” md.).
Nispeten geç dönem
sözlüklerinde mârifet ilimden daha özel bir anlama sahiptir. Çünkü mârifette
bilme fiilinin yöneldiği nesne tektir, ilimde ise bilmenin konusu umumidir.
Ayrıca mârifette “unutulan şeyin hatırlanıp tanınması” anlamı da vardır.
Nitekim mârifetin karşıtı inkâr, ilmin karşıtı ise cehl olarak gösterilir
(Tâcü’l-arûs, “alm” md.).
İlim kelimesi, ilimler
tarihi boyunca “belli bir alana ait sistemli bilgi birikimini ifade eden
disiplin” mânasında kullanılmıştır. Fen teriminin de İslâm’ın klasik çağında
herhangi bir ilmî disiplini yahut bir ilme ait alt disiplinlerin her birini
karşıladığı bilinmektedir. Modern dönemde fen din ilimlerini kapsayacak şekilde
de kullanılmış, ancak çok defa din ilimleri için ilim, modern bilim için fen
kelimesi tercih edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kökünden türeyen
kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçtiği görülmektedir. Bu sayı, bilginin ve
bilme faaliyetinin Kur’ân mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kavramı daha ziyade “ilâhî bilgi” yahut “vahiy”
anlamında kullanılmakta, ayrıca gerek insanın vahyedilmiş ilâhî hakikate dair
ilmi, gerekse bilme melekesiyle ilgili kazandığı dünyevî ilmi ifade etmek üzere
çeşitli âyetlerde yer almaktadır. ( İslam Ansiklopedisi - İlim Maddesi )
Yine İslam ıstılahında; ilim tâlibi (ilme
istekli) olan kimseye talebe, ilmiyle
amil olana (amel edene) âlim, ilim
öğretene ise muallim (Farsça’da
“hoca”) denilmektedir.
Günümüzde “ilim” kavramının içi boşaltılarak
salt “beşerî ilimleri” (pozitif bilimleri) ifade eder bir hale getirilmiştir;
oysa İslam Dini açısından, beşerin kendi ürettiği ilimler ancak ihtiyaç
duyulduğu nispette değer görür. Ne var ki, ayet ve hadislerde bahsedilen ve
övülen ilim, yukarıda tanımlandığı şekliyledir.
Aynı şekilde; her öğrenci talebe, her öğreten
hoca (muallim) ve her bilgi sahibi de âlim olarak
görülmemeli-adlandırılmamalıdır!
Hülasa; ilimle ilgili kavramlar, geniş manada
tüm bilgi ve bilimi ifade ederken, ıstılahı manada sadece Din ve Ahirete
yönelik bilgi ve usulü ifade eder. Allah (cc), asıl itibariyle bu sonuncusuna
bizleri sevk etmektedir.
3.
İLMİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ
İlmin bizatihi kendisi ehemmiyetli ve
faziletli olduğu gibi, bu yola başvuran ve ilimle meşgul olanlar Allah (cc),
Resulü (sa) ve Selef-i Salihin tarafından övülmüştür.
a. Ayetler:
"
Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar. " (Fatır
28)
“Allah,
adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden
başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir.” (Ali-i
İmran 18)
“«Rabbim,
benim ilmimi artır» de.” (Ta-Ha 114)
“Allah sizden inananları ve kendilerine ilim
verilenleri derecelerle yükseltsin.” (Mücadele 11)
“Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”
(Zümer 9)
“Benimle
sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan (Peygamber)
yeter.” (Ra'd 43)
“İşte
biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler
düşünüp anlayabilir.” (Ankebût 43)
“Onlara
güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; halbuki onu,
Resûl'e veya aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi, onların arasından
işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.” (Nisâ 83)
Allah
Teâlâ bu ayette olayların yorumunu âlimlerin istihrac ve istinbatına bırakmakta
ve böylece onların mertebelerinin ne denli büyük olduğunu ve bu mertebenin
peygamberler mertebesine nasıl ilhak olunduğunu bildirmektedir.
“Müminlerin
hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir
gurup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan)
döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır.” (Tevbe 122)
“Eğer
bilmiyorsanız, bilenlere sorun.” (Nahl
43)
b.
Hadisler:
Kays
b. kesir (ra) şöyle demiştir: Ebu'd-Derda (ra) ile Dımaşk ( Şam ) mescidinde
oturuyorduk. Ebu'd-Derda'nın (ra) yanına bir adam geldi ve,
-Ey
Ebu'd-Derda ben buraya Rasulullah'ın (sa) şehri Medine'den bir hadis-i şerifi
öğrenmek için geldim. Bana bildirildiğine göre o hadisi siz Rasulullah'tan (sa)
rivayet etmişsiniz dedi. Ebu'd-Derda (ra) ona,
- Sen
buraya kadar ticaret için veya başka bir hacetini gidermek için gelmedin de
sadece bir hadisi öğrenmek için mi geldin dedi. Adam:
-
Evet, sadece bunun için geldim dedi. Bunun üzerine Ebu'd-Derda (ra) şöyle dedi:
Ben Rasulullah'tan (sa) şöyle işitmiştim:
"Her
kim ilim tahsil etmek amacıyla bir yola gidecek olursa Allah onu cennet
yollarından bir yola sokmuş olur. Kuşkusuz melekler ilim yolunda olan bir
kimseden hoşlandıklarından dolayı ona kanatlarını sererler. Göklerde ve yerde
bulunan yaratıklarla suda bulunan balıklar (tümüyle Allah'tan) onun
bağışlanmasını dilerler.
Muhakkak
ki alimin abide olan üstünlüğü on dördüncü dolunayın diğer yıldızlara olan
üstünlüğü gibidir.
Alimler
peygamberlerin varisleridir. Peygamberler miras olarak dinar ve dirhem
bırakmazlar, onlar ancak ilim bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse çok büyük bir
nasip elde etmiş olur. ( Ebu Davud, no
3641-3642; Tirmizi no 2682; İbn Mace no 223;
Ahmed b. Hanbel, Müsned 5/196; Darimi, Müsned no 342 )
Allah
bir kulu için hayrı murad ettiğinde, onu dinde Allah'tan korkan bir âlim yapar.
Ona kendisini doğru yola götürecek akıl ve idrâk verir. (Buharî ve Müslim,
Muaviye'den; Tirmizî ve İmam Ahmed İbn Abbas'dan; İbn Mâce Ebu Hüreyre'den…)
Âlimler
peygamberlerin varisleridir. (Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban, Ebu
Derdâ'dan…)
Âdemoğlu
öldüğü zaman ameli kesilir. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye,
kendisiyle faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlat. (Müslim)
Âlim'in
âbide üstünlüğü, on dördünde bulunan ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.
(Ebu Davud, Tirmizî, Nesâi ve İbn Hibban)
“Ey insanlar! Allah’tan kesin bir bilgi ve
sağlık isteyiniz. Zira insana bu ikisinden daha üstün bir şey verilmemiştir.”
(Tirmizî, Sünen; İbn Mace, Sünen)
“Allah beni muallim olarak gönderdi.” (İbn
Mace, Sünen)
“Peygamberler birer muallimdi.” (İbn Mace, Sünen)
“İlim öğreniniz ve öğrendiklerinizi de
başkalarına öğretiniz… Zira ben bir gün öleceğim.” (Darimî, Sünen)
İlim
tahsil etmek maksadıyla yollara düşen kimseye Allah Teâlâ cennete giden yolu
gösterir. (Ebu Dâvud,-Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban, Ebu Derdâ ve Ebu
Hüreyre'den…)
c. Bir kısım selef-i salihinden şöyle aktarılmıştır:
“İbn Mes’ud şöyle demiştir: Ya öğretici ol,
ya talebe ya da dinleyen ol; sakın dördüncüsü olma!” (Darimî, Sünen)
Hz.
Ali, talebesi Kumeyl’e şöyle demiştir: Ey Kumeyl! İlim maldan daha hayırlıdır.
Çünkü ilim seni, sen ise malı korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur. Mal
harcandıkça azalır, ilim ise harcandıkça artar.
Hz.
Ali bir manzumesinde şöyle demektedir: Bütün insanlar ölürler, ancak ilim ehli
olanlar yaşarlar.
İbn
Abbas şöyle demiştir: Bence gecenin bir ânında ilim üzerine sohbet etmek, o
gecenin tamamını namaz kılmakla geçirmekten daha faziletlidir.
Hasan
Basrî: “Ey rabbimiz! Bize dünyada da hasene ver, ahirette de hasene ver! Bizi
cehennem azabından koru!” ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: Bu ayette geçen
dünyadaki hasene, ilim ve ibadeti içine alır. Ahiretteki hasene ise cennet
demektir.
İbn
Abbas (r.a) şöyle demiştir: İlim talep ederken büyük zorluklara göğüs gerdim,
fakat ilmi elde ettikten sonra aziz oldum. Gerçekten de İbn Ebî Müleyke şöyle
der: İbn Abbas'ı gördüğümde, ondan daha güzel yüzlü ve muntazam endamlı bir
kimseyi gördüğümü ve görebileceğimi tasavvur edemedim.
Ebu
Derdâ der ki: İlimden küçük bir mesele öğrenmem, benim için bütün bir geceyi
ibadetle ihya etmekten daha mühimdir.
Atâ
şöyle demiştir: 'Bir kere ilim meclisinde hazır bulunmak, yetmiş lehviyat
meclisinde bulunmanın kefareti olur.
İmam
Şâfiî de şöyle demiştir: İlim tahsil etmek, bütün nafile ibadetlerden daha
faziletlidir.
Fakih
Ebu Muhammed Abdullah b. Abdilhakem şöyle anlatır: Bir gün İmam Mâlik'in önünde
ders okurken öğle ezanı okundu. Nafilelerimi kılmak üzere ders kitabımı
kapattım. Hocam (İmam Mâlik) yüzüme bakarak şöyle haykırdı: Ey genç! Burada
okuduğun ders, kalkıp kılacağın nafile namazlardan fersah fersah daha
hayırlıdır.
4. İLMİN ÇEŞİTLERİ
İslam Dini açısından ilimler 4 sınıftır:
1.
Her
Müslümanın mutlaka öğrenmesi gereken zaruri ve asgari olan ilimler… (Fıkıh,
İlmihal, Akaid, Ahlak, Kur’an Kıraatı, vb. gibi…)
2.
Bazı
âlimlerin ihtisas yapması gereken ilimler… (Fıkıh Usulü, Hadis Usulü ve Rivayet
Bilgisi, Kelam, Mantık, Tarih, vb. gibi...)
3.
İhtiyaca
binaen öğrenilmesi gerekilen ilimler… (Matematik, Fen, Kimya, vb. gibi...)
4.
Kendisinden
kaçınılması gerekilen ilimler… (Astroloji, Sihir, Büyü, Gizli ve Batınî ilimler,
vb. gibi…)
Bizim dersimiz (ve bundan sonraki tüm
dersler) ilk sınıfta yer alır.
5. FAYDALI İLİM
a. İlim Meclisleri:
İlmi
elde etmenin günümüzde üç yolu vardır: Birincisi, genel veya özel bir ders
halkasına dâhil olmak ve hocayla yüz yüze görüşecek biçimde ilim öğrenmek;
ikincisi, yaşayan veya vefat etmiş bir âlimin eserlerini okumak suretiyle ilim
öğrenmek ve üçüncüsü, internet veya televizyon yoluyla yazılan bir yazıyı
okumak-araştırmak veya gösterilen bir videoyu izlemek biçiminde ilim öğrenmek.
Bu
sonuncusu ancak çağımızda mevcut olmakla birlikte ilk ikisi evvelki dönemlerde
insanların başvurduğu yöntemler arasında idi. Lakin çağımızda ortaya çıkan
farklı medya araçları ilim öğrenmeyi kolaylaştırmakla
beraber İslam dini açısından bazı zaaf ve riskleri barındırmaktadır. Şöyle ki;
1.
İlim meclislerinin feyz ve bereketinden yoksun olmak,
2.
Aktarılan bazı bilgilerin doğruluğunun şüpheli olması,
3.
Zahmet çekmeden, kolayca erişilen bir şeyin değerini
layıkıyla anlamamak.
Bu
hususta, Allah Resulü’nden (sa) nakledilen hadisler dikkate alındığında, klasik
yöntemle ilim tahsilinde bulunmanın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır.
“Hz.
Peygamber (as) ve onun yolunu izleyenler, oluşturdukları her sohbet ortamını,
sahip oldukları en kıymetli hazinelerden bilirlerdi. Çünkü onlar bu ortamlar
vesilesiyle kendilerini ihya ederlerdi. Bu ortamlarda bir araya gelir ve
birbirlerine ülfet oluşturur ve sevgilerini arttırırlardı. Bu vesile ile
bağlılıkları artardı. Onlar bu ortamları birer ilim meclisi olarak bilir ve bu
meclislerde ilim ehli olurlardı; bilgilerini bu meclislerde test eder ve tashih
ederlerdi. Bu meclislerde okunan her bir ayet, imanlarını arttırır; yapılan her
bir zikir, kalplerini diri tutardı. Bildikleri basit bir şey dahi kendilerine
hatırlatılsa, onu asla küçümsemezlerdi. Zira bilirlerdi ki, her bir hatırlatma,
kendi dünyevî ve uhrevî maslahatları içindi.
Bizim sohbet ortamlarımız ise taşıması gereken
misyonu yitirdiği için sıradanlaşmış ve bir ilim meclisi olma vasfını
çoğunlukla kaybetmiştir. Çoğunlukla Müslümanlar, katıldıkları meclis veya
eğitim programlarını –İslamî ilimlerden birinin ismi verilmeyip “sohbet” diye
andıkları için– “ilim meclisi” olarak görmüyor ve basite alıyorlar. Bir de
sohbeti yapan kişinin ilmî derinliği yoksa sohbet ortamları daha da küçümsenir
oluyor. Oysa kişi bilmeli ki, içerisinde Kur’an’dan ayetlerin zikredildiği ve
Resulullah’ın sahih Sünnetinin konu edinildiği her meclis, aynı zamanda ilim
meclisidir. Yeter ki sohbet ortamı her yönüyle istikamet üzere bir sohbet
halkası olsun.
Sohbet ortamları niyet ve amel olarak
sıradanlaştırıldığında, iştirak etmek de sorun haline gelebiliyor. Geç
gelmeler, gelmemeler, sohbetin ortasına terk etmeler, vb. ortamı
sıradanlaştırıcı ve bereketi yok edici davranışlar, artık normal kabul
edilebiliyor.
Sohbete ihtiyaç duymamak da bu husustaki diğer
bir sorunumuz. Kimi Müslümanlar edindikleri bilgileri yeterli görerek yahut
“ben, bana yeterim” saikiyle sohbet ortamlarını zihin dünyasında
sıradanlaştırarak sohbete iştirak etmekten kaçınıyor. Yahut İslamî
çalışmalardaki konumundan kaynaklanan yanlış algılarla bu ortamlardan istiğna
duygusu (gurur) ile uzak duruyor. Halbuki her Müslümanın mutlak surette her
yönlü beslenmeye ihtiyacı vardır. Bazı Müslümanlar üzerine aldığı sorumluluk
alanının sohbetten daha önemli olduğunu düşünerek –ki bu bazen doğru olmakla
birlikte, esasen birbirini nakzeden hususlar değildir– iştirak etmiyor. Genel
anlamda bütün bu durumlar şeytanın ve nefsin iğvasından başka bir şey değildir.
Velev ki sohbetlerin içeriği çok iyi bildiği konular dahi olsa sohbetten uzak
kalmak, beslenme kaynaklarından ve kanallarından uzak kalmaktır. Her gün
yediğimiz yemekten ve içtiğimiz sudan bıkkınlık sebebiyle yemeyi ve içmeyi terk
etmek, ölüm yahut hastalık sebebi olduğu gibi, kişinin iman ve amelen
beslenmemesi de manen aynı tehlikeye kapı aralar.” (Rahle Dergisi, Sayı: 50, “Sohbet Adabı-4”, Necmettin
Irmak)
b. İlimde
Gaye:
İslam âlimlerinin belirttiği üzere; ilimde
sahih bir niyet esastır. Burhaneddin Zernuci şöyle demiştir: Talebenin ilim
öğrenmekten maksadı; Allah’ın rızasını kazanmak, ahiret yurdunu (cenneti) elde
etmek, önce kendisinden cahilliği gidermek, sonra diğer cahillerin
bilgisizliğini gidermek, İslam dinini yaşatmak ve ilelebet devamını sağlamaktır.
Zira bu dinin sürekliliği ancak ilim ile mümkün olur.
Bundan sonra; Allah’a şükretmek, nefsin
arzularından sakınmak ve onu terbiye etmek gibi ahlaki meziyetler ve kulluk
görevlerini yerine getirmek esasları da zikredilebilir. Böylece, İslamî ilimler
ile pozitif bilimlerin arasındaki fark, henüz işin başında iken kendini belli
edecektir.
Nitekim Allah Resulü (sa) şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım!
Şu dört şeyden sana sığınırım; fayda vermeyen ilimden, huşu duymayan kalpten,
doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan…” (Buhari, Tarihi’l-Kebir; Müslim, Sahih)
c. İlimle
Amel Etmenin Gerekliliği:
İlmin ne olduğu, hangisinin bize lazım
geldiği ve gayesinin ne olduğu iyice anlaşıldığına göre; ilimle amelin bir
olması gerektiği de kolayca anlaşılacaktır. Zira amelin kendini göstermeyeceği
bir sahada öğrenim görmek, ancak içi boş bir kütükten sağlam bir mobilya
yapmaya benzer.
Konuyla ilgili olarak Kur’an’da şöyle geçer:
"Tevrat'la yükümlü tutulup da onunla
amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.
Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez." (Cuma 5 )
“(Ey
bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde,
insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor
musunuz?” (Bakara 44)
Allah Resul’ünden (sa) şöyle rivayet
edilmiştir:
Hesap gününde şu dört şeyden sorulmadıkça
kulun iki ayağı da olduğu yerden kımıldamayacak: Hayatından ve onu nasıl
harcadığından; varlığından ve onu nerede kazanıp onu nasıl harcadığından;
ilminden ve onun için ne yaptığından. (Darimi, Tirmizî, Taberani, Bezzar)
Usame b. Zeyd şöyle dedi: ‘Rasulullah (sas)
buyurdu ki: Kıyamet gününde bir kişi getirilir, cehennemin içine atılır ve onun
bağırsakları dışarı çıkar. Böylece ona şöyle denir: ‘Sen bize iyiliği emreder
ve bizleri kötülükten nehyeder değil miydin?’ O şöyle cevap verir: ‘Ben size
iyiliği emrederdim, fakat onu kendim yapmazdım ve ben sizleri kötülükten
nehyederdim de onu kendim yapardım. (Buhari, Müslim, Ahmed)
Her kim Allahın rızasını isteme haricinde,
ilmi bazı dünyalık kazançlar elde etmek için öğrenir ise, hesap gününde
cennetin kokusunu duymayacak. (Ahmed, İbn Mace, Ebu Davud, İbn Hibban)
Bu konuyla ilgili olarak selef-i salihinden
şöyle nakledilir:
Ebu Hureyre şöyle dedi: Amel edilmeyen ilmin örneği,
Allah yolunda harcanmayan hazine gibidir. (Hatip el-Bağdadi, )
“Diğer ilimlerin göze tabi olduğu gibi, amel
de ilme tabidir.” (Ebu Hanife, Alim ve’l-Müteallim)
Fudayl: İnsanlara düşen ilim elde
etmektir. Öyle ki ilme ulaştıklarında da, insanlara düşen şey onunla amel
etmektir. (Hatip el-Bağdadi, )
Necmettin
Irmak Hocamız, günümüzün de en yaygın İslami eğitim ortamlarından biri olan
sohbetlerde öğrendiklerimizle amel etmemekle ilgili şöyle söylemiştir:
“Günümüzde
Müslümanlar olarak en önemli problemimiz, öğrendiklerimizle amel etmede ortaya
çıkmaktadır. Bütün eksikliklere rağmen pek çok sohbet ortamı hali hazırda hemen
bütün Müslüman oluşumlar tarafından düzenlenmektedir. Öyle ki, neredeyse sohbet
yapılmayan ne bir semt, ne bir sokak, ne
bir apartman ve ne de bir akşam kalmıştır. Buna rağmen toplumda hem ihsan
derecesinde takva esaslı bir artış gözükmemekte, hem de tevhid merkezli
İslam’a dönük bir dönüşüm yaşanmamaktadır. Bunca faaliyete rağmen bu olumsuz
durumun en temel sebebi biz Müslümanların öğrendiklerimizle amel
etmeyişimizdir.
Sahabe neslinin (Allah hepsinden razı olsun)
en bariz vasfı, Hz. Peygamber’den (as) dinlediklerini anında amele dönüştürme
çabaları idi. İman ve teslimiyetleri bunu zorunlu kılıyordu. Pazarlıklı bir
imanla Hz. Peygamberin sohbetlerine katılıyor değillerdi. Bunun için sahabe,
sohbet ehli olmuşlardı. Gereğince amel etmeyecekleri bir sohbeti dinlemekten
kaçınırlardı. Daha doğru bir ifade ile dinledikleri sohbet gereğince amel
etmemeyi, işlenebilecek en büyük günah gibi görürlerdi. İnen vahiyden amel
edecekleri miktarı öğrenir ve sonra geri kalanı öğrenmeye çalışırlardı.
Çağımız her yönüyle konforizmi yaşıyor. Bundan
biz Müslümanlar da fazlasıyla etkileniyoruz. Hele de zihin konforu en çok
hoşlandığımız ve uyguladığımız boyutu. Kur’an ve Sünneti entelektüel
endişelerin malzemesi haline getirmiş olan biz Müslümanların sohbet ehli olmada
gereken temel vasfı kaçırmamız, kaçınılmaz oluyor: Gereğince amel. Sohbet ehli
olma, esasen tam da bu endişe ile sohbete katılarak gerçekleştirilebilir.
Sohbet ortamlarımız, çok ve gereksiz söz
söyleme, bilgiçlik taslama, edebiyat paralama, gereksiz tartışmalar ile salihlik
vasfını kaybederse, gereğince amelin de önündeki en büyük engel olurlar.
İnsanın en tehlikeli zafiyetlerinden bir
diğeri de, kendi eksikliklerini görememesidir. Eğer kendinde bir eksiklik görür
yahut bir hata tesbit eder veya bir zafiyetinin farkına varırsa —ki durum, çok
az kişinin yapabildiği bir erdemliliktir– çoğunlukla buna bir gerekçe veya
mazeret üreterek kendi durumunu doğrular.
Bu hâl, sohbet ortamlarında sözü başkası için
dinlemek şeklinde karşılık bulur. Sohbette dile getirilen konuların,
Müslümanları uyaran ayetler ve hadislerin, muhatabı sanki farklı kimselermiş
gibi kulak verir. Halbuki kişi her bir ayetin ve her bir hadisin muhatabının
sadece ve özellikle kendisi olduğu bilinci ve endişesiyle sohbete kulak
kesilmelidir. Aksi halde kendi zafiyetlerini tespit edemeyecek ve kendini
düzeltemeyecektir.
Sözü başkası için dinlemek demek, dile
getirilen uyarıları, hataları, kusurları başkasının üzerinde aramak demektir.
Mesela, infaka teşvik eden ve cimrilikten uzak durmayı öğütleyen bir sohbeti
–bir başka kardeşinin manevî hastalığını göz önüne getirerek– kendisinde var
olan cimrilik hastalığını teşhise engel olması gibi…” (Rahle Dergisi,
Sayı: 50, Sohbet Adabı-4)
6. İLİM YOLUNDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN
HUSUSLAR
a. Muallimin Edeple İlgili Dikkat Edeceği
Hususlar:
-
Üstü-başı,
giyim-kuşamı, saçı-sakalının temiz ve düzenli olması: “Sizden birinin şeytanlar
gibi, saçı-sakalı dağınık bir halde gelmesinden, böyle (derli toplu) gelmesi
daha iyi değil mi?” (Malik, Muvatta)
-
Talebeye
karşı ilgi ve şefkat göstermesi: “Ben, sizler için, çocuğuna karşı şefkatli bir
baba gibiyim.” (Ebu Davud, Sünen; İbn Mace, Sünen)
-
Bilmediği
meselelerde susması ve sonraki bir vakte tehir etmesi: “Bera (ra) şöyle
demiştir: Sahabeden 120 tanesine ulaştım. Onlardan birine bir mesele
sorulduğunda, o, meseleyi bir diğerine havale eder, o da bir diğerine ve bu
şekil, ilk sorulan kişiye gelene dek devam ederdi.” (İbn Abdi’l-Berr, Camiu
Beyani’l-İlm)
-
Güler yüzlü,
cömert ve iyilikte bulunan biri olması: “Sizin en hayırlınız ahlakça en güzel
olanınızdır.” (Ebu Davud, Sünen; Tirmizî, Sünen; Nesaî, Sünen; Hakim,
Müstedrek)
(Mümin)
kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman
sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken,
kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır. ( Tirmizî, Birr, 36
)
-
Hatalarını
gözden geçirmesi ve sözlerine dikkat etmesi: “Hz. Ömer şöyle demiştir: Alimin
sürçmesi, alemin sürçmesidir.” (Gazalî, İhyau Ulumi’d-Din)
-
Niyetini
Allah’ın rızasını kazanmak ve ahiretini kurtarmak üzere sabitlemek: “Süfyan-ı
Sevrî demiştir ki: Niyetimi düzeltmek için uğraştığım kadar, hiçbir şeyle
uğraşmadım.” (İbn Cema’a, Tezkiratu’s-Sâmi)
-
Vakar, hilm
(yumuşaklık) ve sekînet sahibi olması: “Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki,
yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında
(incitmeksizin) «Selam!» derler (geçerler)” (Furkan 63)
-
İlmi tevazu
ile öğretmesi ve talebeye karşı kibirlenmemesi: “İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel’e
şöyle demiştir: Siz hadis ilmini benden daha iyi biliyorsunuz. Bildiğiniz
hadisleri bize söyleyiniz ki onları öğrenelim.” (İbn Cema’a, Tezkiratu’s-Sâmi)
-
Sabır sahibi
ve bağışlayıcı olması: “Kim sabreder ve affederse şüphesiz bu hareketi,
yapılmaya değer işlerdendir.” (Şura 43)
-
Anlattıklarının
bizzat uygulayıcısı olması: “(Ey bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı)
okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi
unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 44)
-
Öğrendikleriyle
amel eden biri olması: “Kendisinde olmayanla bilgiçlik taslamak, iki kat şeffaf
elbise giyen (böylece her halükarda içi görülen) kimsenin durumu gibidir.”
(Buharî, Sahih; Tirmizî, Sünen)
-
Dünyevî veya
nefsî meselelerde öfkelenmemesi: “Hiddetlenince, yumuşak huylu insan bile kabalık
yapabilir.” (Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig)
-
Gereğinden
fazla ciddiyetsiz ve şakacı olmaması: “Çokça gülmeyin, zira çokça gülmek kalbi
karartır ve öldürür.” (İbn Mace, Sünen)
-
Talebeye
anlayışı ve kabiliyeti oranında ilim öğretmesi: “İnsanlara aklî seviyelerine
göre davranın, öyle hitab edin.” (Müslim, Sahih)
-
Derse iyi
hazırlanması
-
Zararlı ve
faydasız ilimleri beyan etmesi ve talebeyi uyarması: “Faydasız ilimden Allah’a
sığınırım.” (Müslim, Sahih)
-
Mülkünde süs,
gösteriş ve israftan kaçınması
-
Sözü fazla uzatmaması
ve özlü konuşması: “Hz. Aişe demiştir ki: Resulullah aleyhisselam
sözlerini sizler gibi arka arkaya ulamazdı.” (Buharî, Sahih; Müslim, Sahih;
Tirmizî, Sünen; Ebu Davud, Sünen)
-
Talebeyi dinî
konularda zorlamaması ve sıkmaması: “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız;
müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buharî, Sahih; Müslim, Sahih;
Ebu Davud, Sünen)
-
Anlatımda
görsel öğeler kullanması
-
İlimde
sürekli kendini geliştirmesi: “Abdullah b. Mes’ud şöyle demiştir: Ey insanlar!
İlim öğrenmeye devam ediniz, zira sizden biriniz, ilme ne zaman ihtiyaç
duyacağını kestiremez.” (İbn Abdi’l-Berr, Camiu Beyani’l-İlm)
-
İlmi belli
bir sıra ile vermesi ve amelde aceleci davranmaması: “(Biz) Onu (Kur’an’ı)
peyderpey indirdik.” (İsra 106)
-
Talebeye
ancak yapabileceği güçlükte ödev vermesi: “Allah her şahsı, ancak gücünün
yettiği ölçüde mükellef kılar.” (Bakara 286)
b. Talebenin Edeple İlgili Dikkat Edeceği
Hususlar:
-
Dünyaya ve
içindekilere gönlünü kaptırmamak: “Hasan el-Basrî demiştir ki: Gerçek fakih,
dünyaya değer vermeyen ve ona gönlünü kaptırmayan kimsedir.” (Suhreverdî, Avarifu’l-Meârif)
-
Kalbini, ilim
için uygun hale getirmek: “Mesruk b. el-Ecdâ demiştir ki: Resulullah’ın
ashabıyla arkadaşlık ettim; onların her birini ilimle dopdolu yüklü buldum,
çünkü onların kalbi, ilim için bir kap durumuna gelmişti.” (Suhreverdî, Avarifu’l-Meârif)
-
Yaşı ne
olursa olsun ilim öğrenmeye devam etmek: “Ebu Hanife’nin öğrencileri arasında
yer alan Hasan b. Ziyad, rivayet edildiğine göre 80 yaşında iken fıkıh
tahsiline başlamış ve sonraki 40 yıl boyunca fetva vermiştir.” (Zernucî, Ta’limu’l-Müteallim)
-
İlim alacağı
kimseyi iyi seçmek: “Ebu Aliyye demiştir ki: Biz bir adama ilim almak için
geldiğimizde şayet o, namazı güzel bir biçimde eda ediyorsa, orada kalır ve
ondan ilim (hadis) alırdık.” (Darimi, Sünen)
-
Yerinde ve
gerekli sorular sormak: “Bana şerden sormayınız, hayırlı şeyleri sorunuz!”
(Darimî, Sünen)
-
İlmi
kaynağından almak: “İmam Şafiî demiştir ki: İlmi kitap sayfalarından alıp
öğrenen kimse, ahkâmı öğrenmekten mahrum kalır.” (İbn Cema’a, Tezkiratu’s-Sâmi)
-
Vaktinin
adamı (İbnu’l-Vakt) olmak; her vaktin edebini gözetmek: “Ebu Hafs el-Haddad
demiştir ki: Her anın, her hâlin ve her makamın kendine göre bir edebi vardır.
İçinde olduğu her vaktin edebine riayet eden kimse, Hakk erlerinin ulaştığı
hâle ulaşır.” (Suhreverdî, Avarifu’l-Meârif)
-
İlim
öğrenirken çekilen zorluklara katlanmak: “İlim öğrenme gayesiyle yola çıkan
kimse, Allah yolunda cihada çıkmış gibidir. Bu yolda ölen kimse ise şehittir.”
(Buharî, Sahih; Müslim, Sahih)
-
Niyetini
Allah’ın rızasını kazanmak ve ahiretini kurtarmak üzere sabitlemek
-
Ölçülü yemek:
“Resulullah (sa) buyurmuştur ki: Müslüman bir mide için yer, müşrik ise 7 mide
için yer.” (Sahihayn)
-
Öğrendiğini
hemen amele dökmek: “Abdullah b. Ömer’den (ra) nakledildiğine göre, sahabeler
10 ayet ezberleyip hayatlarına geçirmedikçe, bir sonrakine geçmezlermiş.”
(Taberani)
-
İlmin
doğruluğunu araştırmak: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber
getirirse onun doğruluğunu araştırın.”
(Hucurat 6)
-
Fazla
konuşmamak; yerinde ve zamanında konuşmak: “Hz. Ali demiştir ki: Akıl tam
olduğu zaman konuşma noksan olur.” (Zernucî, Ta’limu’l-Müteallim)
-
Muallim ve
diğer talebelere karşı şefkatli, saygılı ve mütevazı olmak: “Müminler o
kimselerdir ki, kâfirlere karşı çok şiddetli olup kendi aralarında son derece
müşfiktirler.” (Fetih: 29)
-
Kendini
hiçbir zaman yeterli görmemek: “Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli
görerek azar.” (Alak 6-7)
-
Kendisini
zorlayan yahut şu an itibariyle gereksiz olan ilimlerin peşine düşmemek: “Hakkında
bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi
ondan sorumludur.” (İsra 36)
-
Anlamadığı ve
bilmediği bir meseleyi sual etmekten çekinmemek: “Eğer bilmiyorsanız
bilenlerden sorunuz.” (Enbiya 7)
-
Amelde
takvayı, niyette ihlâsı ve gaye olarak Allah rızasını her şeyin önünde tutmak:
“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a
kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emr olunmuştu.” (Beyyine 5)
-
İlimlerin
tümünü belli bir sıra ile almak, birini bitirmeden diğerine geçmemek.
-
İlimde son
aşama olarak, kendine has (mütehassıs) bir alanı seçmek ve oraya yoğunlaşmak.
-
Ders
esnasında öğrendiği bir şeyi, daha sonrasında da araştırmak-okumak ve çalışmak:
“İbn Abbas (ra) demiştir ki: Bir hadis öğrendiğiniz zaman onu müzakere ediniz.”
(Darimî, Sünen; Hatib el-Bağdadî, Ahlaki’r-Râvî)
-
Kişisel
temizliğine ve bakımına dikkat etmek
-
Derste
öğrendiklerini not almak
-
Öğrendiklerini
başkalarına da anlatmak-aktarmak: “Bizden bir hadis işitip onu ezberleyerek
başkalarına da tebliğ eden kimsenin Allah yüzünü ağartsın.” (Ebu Davud, Sünen;
Tirmizî, Sünen; İbn Mace, Sünen)
-
Derste
ciddiyetsiz ve başka bir şeyle meşgul olmamak…
-
Dersten
çıkacağı zaman müsaade istemek…
-
Muallim ile
ders esnasında herkesin önünde tartışmamak; gerekirse ders sonunu beklemek.
-
Kendisine
ilim öğreten herkese gıyabında hayr duasında bulunmak.
-
Arkadaş
seçimlerine dikkat etmek: “Kişi dostunun dini üzeredir; o halde her biriniz
kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin.” (Tirmizî, Sünen)
-
İlmî
eserlere-kitaplara hürmet göstermek, onları savurmamak-yığmamak, mümkün
mertebede abdestli okumak
-
İlimde
azimli, devamlı ve sabırlı olmak: “Allah’ın en sevdiği amel, az da olsa devamlı
yapılandır.” (Müslim, Sahih)
-
Öğrendiği ve
benimsediği hususlarda taassub sahibi olmamak.
-
Öğrendiklerini
unutmadan tekrar ederek ezberlemek: “Enes b. Malik diyor ki: Biz Peygamber’in
huzurunda bir hadis işitir, oradan ayrılınca ezberleyinceye kadar aramızda
tekrar ederdik.” (Hatib el-Bağdadî, Ahlaki’r-Râvî)
-
Ders
vakitlerine riayet etmek, gecikme olursa da güzelce beklemek.
Bu hususlar, genel itibariyle Talebenin Edep
ve Ahlakını ele alan tüm klasik eserlerde geçen bilgilerin hülasasıdır.
Günümüzde dikkate değer kısımlarını ayrıca münazara etmek gerekebilir.
c. Son
Vurgu: İlmin Hafızalardan Çıkmaması İçin
Öğrenilen her bilgi, belirli bir süre sonra
nefisten kaybolur, kimisinde ancak bir izi kalır. Ya bölük pörçük bilgi
parçacıkları şeklinde yahut hayal mertebesinde olur.
Bunun sebebi iki çeşittir:
1.
Kalbe tesir
eden günahlar
2.
Hafızanın
kendiliğinden kaybolması
Hubeyb
b. Ubeyd şöyle nasihat etmiştir:
“İlmi öğrenerek ezberleyin ve onunla faydalanın. İlmi onunla süslenmek için
öğrenmeyin. Aksi halde ömrün sürdükçe, sen de kişinin elbisesiyle süslendiği
gibi ilminle süslenmeye devam edersin.” (Abdullab İbn Mübarek, Kitabu’z-Zühd; Darimi, Sünen)
7.
ÖZET
Nihayet diyebiliriz ki, Allah’ın indinde O’na
yaklaşmaya vesile olacak en güzel yollardan biri ilim öğrenmektir; bunun
değerini yine en iyi ilim öğretenler ve öğrenenler bilir. Bu ilimle amel etmek,
ilim öğrenimi süresince sabır ve edeb göstermek, öğrenmeyi ciddiyetle ve sırf
Allah için yapmak Müslümanın temel ilkelerindendir. Allah’a bu hususta her daim
dua etmek gerekir.
8.
DUA
Allahım! Bizlerin ilmimizi yükselt ve
zorlukları bizden gider. Yollarını bizlere kolaylaştır. (Âmin)
9.
TAVSİYE EDİLECEK ESERER
-
İlim
Talebesinin Süsü, Guraba Yay.
-
Enes Uner,
İlim Risalesi, Yasin Yay.
-
Abdulfettah
Ebu Gudde, Zamanın Kıymeti,
-
Abdulfettah
Ebu Gudde, İlim Uğrunda Yaşanmış Hayat Hikâyeleri, Nun Yay.
10 .
ÖDEV
Allah’ın Kitabında ve Resulullah’ın (sa)
sözlerinde ilmin veya âlimlerin övülmesiyle ilgili 3’er ayet-hadis bulup
yazınız.
11.
KAYNAKÇA
-
Rudanî, Cemu’l-Fevaid, İlim Bölümü.
-
İmam Nevevî,
Riyazu’s-Salihîn, İlim Bahsi.
-
Burhaneddin
Zernuci, Talimu’l-Müteallim.
-
İmam Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, İlim Bahsi.
-
İmam Maverdi,
Edebü’d-Dünya
ve’d-Din, İlim Bölümü.
-
Şihabuddin
Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf
(Avarifu’l-Mearif).
-
Ebu Talib
el-Mekki, Kutu’l Kulub (Kalplerin
Azığı), İlim Kısmı.
ds12. VİDEO
İhsan Süreyya Sırma hocanın Muhammed Hamidullah Hoca ile Hatırası
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder