1. GİRİŞ
Kur’an’ı Kerim’deki kıssaların ilkinde Rabbimiz bizlere Kabil ile Habil
(as) arasındaki kardeşlik ilişkisini anlatarak Kabil örneğiyle kötü, çirkin
kardeş örnekliğini Habil (as) örneğiyle ise güzelin, doğrunun adresini çağlar
ötesinden göstermiştir. Bu kıssa ile Rabbimiz aslında Müslümanlar için
kardeşlik ahlakıyla sürekli sınanacağımızı ve hangi kardeşin ahlakını örnek
alacağımızı da göstermek üzere imtihan sürecimizi başlatmıştır. O günden bugüne
aynı imtihan konusu yer yer güzel örnekleriyle diğer peygamberlerde, Efendimizde
(sav); zaman zaman da çirkin örnekleriyle tarihimizin her döneminde bizlerin
imtihan konusu olmuştur.
Her sistem gibi İslâm da kendi cemiyetini belli esaslar üzerine kurmuştur.
İnançta tevhidi; cemiyette de uhuvveti yani kardeşliği esas almıştır.
Dolayısıyla İslâm toplumu, sınırları İslâm imanıyla çizilmiş kardeşler
topluluğudur. Bu topluluk ve kardeşliğe imandan başka hiç bir şey, mesela ne
ırk, ne renk ne de coğrafya sınır çizemez. İslâm kardeşliğinin yegâne
belirleyici ön şartı "La ilahe illallah Muhammedur'r-rasulullah" demektir.
Bu kelime-i tevhîd'i söyleyen herkes Müslümandır ve öteki Müslümanların din
kardeşidir. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu gerçek, "Mü'minler ancak
kardeştirler” (Hucurat 10) diye pek açık biçimde belirlenmiş ve ilan
edilmiştir. Sevgili Peygamberimiz de "Müslüman müslümanın kardeşidir"
buyurmuş, dünyanın neresinde olursa olsun, hangi devirde yaşamış bulunursa
bulunsun, bütün Müslümanların birbirlerinin din kardeşi olduklarını tüm dünyaya
duyurmuştur. ( https://www.siyerinebi.com/tr/prof-dr-ismail-lutfi-cakan/islam-kardesligi )
Günümüz dünyasında aileler, akrabalar, cemaatler hatta ülkeler büyük bir
parçalanmaya tabi tutulmaktadır. Bu süreçte Müslümanlara düşen en önemli vazife
bireysel takılmaktan kaçınıp cemaat ahlakını kuşanmak olmalıdır. Ayrıca
müntesibi bulunduğumuz her bir camiayı ümmetin oluşumundaki ilk basamak, aynı
okyanusa yönelen farklı nehirler gibi olduğumuz olgusunu gözden kaçırmamalıyız.
Bununla birlikte hizipçilik, kör taassup münasebetiyle de müntesibi
bulunduğumuz camiaları putlaştırmaktan, hakikatin tek sahibi görmekten beri
olmamız elzemdir.
Örnek İslam toplumunu oluşturabilmemizin ilk koşulu her Müslümanın ilk
önce nefsinde imanı ve kardeşlik ahlakını diri tutup günün şahidi olarak hayatını
anlamlı kılmak olmalıdır. Şahit olarak hayata İslam’ın nurunu taşıyabilmenin en
kısa ve net yolu ise Kur’an’ın ve Allah Resulü (sav)’nün gösterdiği kardeşlik
ahlakını kuşanıp hayatımıza aktarmaktır. Bu yazı münasebetiyle de kardeşlik ve
cemaat ahlakımızı ihya ve inşa etmeye gayret edeceğiz.
2. KAVRAM
TAHLİLİ
UHUVVET: İslâmî
literatürde kardeşlik karşılığında kullanılan Arapça uhuvvet,
aynı ana babadan veya bunlardan birinden dünyaya gelenler arasındaki kan bağını
belirtmesi yanında aynı sülâleye, kabile veya millete mensup olma, aynı inanç
ve değerleri, dünya görüşünü paylaşma gibi ortaklık ve benzerlikleri bulunan
kişi ya da gruplar arasındaki birlik ve dayanışma ruhunu da ifade etmektedir
(Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “eḫ” md.). Kelime Kur’an ve hadislerle
diğer İslâmî kaynaklarda, Câhiliye telakkisinde soy birliğine ve kan bağına
dayanan asabiyet kavramının karşıtı olarak tevhid inancını esas alan mânevî
birliği, dayanışma ve paylaşma sorumluluğunu anlatmak üzere yaygın biçimde
geçmektedir. Klasik sözlüklerde uhuvvet kelimesinin iki farklı
çoğulundan ihve’nin daha çok kan kardeşleri, ihvâ’nın ise kan bağı
olsun veya olmasın aynı inanç ve idealleri paylaşmaktan dolayı aralarında
mânevî yakınlık bulunan kişileri ifade etmek için kullanıldığı belirtilmektedir
(Lisânü’l-ʿArab, “eḫv” md.). Kur’ân-ı Kerîm’de ihvan, çoğu mânevî kardeşlik
olmak üzere her iki anlamda geçerken müminlerin birbirlerinin kardeşleri
olduğunu bildiren âyet (el-Hucurât 10) dışında ihve kelimesi özellikle gerçek
kardeşleri ifade eder. Fahreddin er-Râzî’ye göre bu istisnaî kullanımdaki amaç
din kardeşliğinin en az kan kardeşliği kadar önemli olduğunu vurgulamaktır
(Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVIII, 129).
Rabbimizin
Kur’an’da kardeşlik kavramını üç farklı ilişki biçimi şeklinde ele aldığını
görebiliriz. Birinci ele alış biçiminde nesep ilişkisi bağlamındaki ayetlerde
miras, evlenme gibi fıkhi düzenlemeleri vurgulamıştır. İkinci ele alış
biçiminde aynı soya ve kavme mensubiyeti ifade etmek üzere peygamberlerin kavimleriyle
aynı soydan geldikleri ve güvenilir kardeşleri oldukları belirtilmiştir. Üçüncü
ve en önemli tespitler ise inanç ve amaç birlikteliği olarak
nitelendirebileceğimiz ayetlerdir. Bu konuda Müslümanların aynı amaç etrafında
birlikte oldukları gibi kâfirlerle münafıkların İslam’ın nurunu söndürebilmek
için aynı dava etrafında birleşerek kardeş olduklarını bize bildirir. Ayrıca
şeytanın ahlakını örnek alan müsriflerin de şeytanlarla kardeş olduklarını
etkileyici bir şekilde sunarak aynı amaç uğrunda etkileşimlerin varlıkları
nasıl kardeş kıldığını da beyan ederek bizleri uyarır.
3.
KONUYLA
İLGİLİ AYETLER
“Müminler ancak
kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki
esirgenesiniz.” (Hucurat 10)
“Hep birlikte
Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan
nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O,
gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş
çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini
böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran 103)
“Daha önceden
Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı
içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar
bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr 9)
“Allah'a ve
ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri yahut
akrabaları da olsa- Allah'a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini
göremezsin. İşte onların kalbine Allah, iman yazmış ve katından bir ruh ile onları
desteklemiştir.” (Mücadele 22)
“Mümin erkekler
ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resulüne itaat
ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 71)
4.
KONUYLA
İLGİLİ HADİSLER
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.
Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda
selâmı yayınız!” (Müslim, İman 93-94.
Ayrıca bk. Tirmizi, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mâce, Mukaddime 9, Edeb 11)
Bir gün ashabıyla birlikte otururken Hz. Peygamber’in mübarek ağzından şu
sözler dökülür: “Allah’ın şehit ya da peygamber olmayan öyle kulları vardır ki
kıyamet gününde Allah’a olan yakınlıkları nedeniyle peygamberler ve şehitler
onlara gıpta ederler.” Bu sözü işiten sahabeleri bir anda kulak kesilip merakla
sorarlar: “Kim bunlar, ya Resûlallah?” Ashabın dikkatini toplayan Allah Resulü
şu açıklamayı yapar: “Bunlar, akrabalık ya da aralarında dönüp dolaşan bir
maldan kaynaklanan çıkarları olmaksızın, sırf Allah için birbirlerini seven
insanlardır. Onların yüzlerinde bir nur vardır ve onlar hidayet üzeredirler.
İnsanlar telaşa düştüklerinde onlar korkuya kapılmazlar, insanlar hayıflanırken
onlar üzülmezler.” (Ebû Dâvûd, Büyû’, (İcâre), 76.) Allah Resulü bu sözlerinin ardından, “Haberiniz olsun, Allah’ın sevgili
kullarına korku yok. Onlar üzülecek de değillerdir. ” ayetini okur (Yunus 62)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den, Hz.
Peygamber (sav)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din)
kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için
onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince,
melek:
- Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,
- Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var,
onu ziyarete gidiyorum, cevabını verdi. Melek:
- O adamdan elde etmek istediğin bir
menfaatin mi var? dedi. Adam:
- Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için
severim, onun için ziyaretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:
- Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni
öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği
elçisiyim, dedi.” (Müslim, Birr 38)
"Biriniz kardeşini (Allah için)
seviyorsa, ona sevdiğini söylesin." [Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizi,
Zühd 54, (2393).]
5.
KARDEŞLİĞİN
ÖNEMİ VE FAYDALARI
İnsanoğlu yaratıldığı ilk günden
bugüne kadar maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak için diğer insanlara
ihtiyaç duymuştur. İşte bu tabii ihtiyacı karşılamanın en kâmil şeklini ortaya
koyan İslam Müslüman ferdin halifelik görevini hakkıyla yerine getirebilmesi
için kardeşlik ve cemaat ahlakına dair düsturları bize beyan etmiştir. Ancak ve ancak bu öğütlere kulak
verildiği zaman fert ve cemaat olarak ilk döneme benzer bir saadet asrının yaşanabileceği
görülmektedir.
Sahabe efendilerimize ve İslam
tarihine baktığımızda bu iddianın ete kemiğe büründüğünü görebiliriz. Şöyle ki
cahiliye döneminde eşkıya, çoban, köle olan kişilerin İslam’ın sunduğu
kardeşlik ve cemaat ilkeleri bütünü sayesinde gökteki yıldızlara
dönüştüklerini, mükemmel bir ictimai hayat tesis ettiklerine şahit olabiliriz.
İnsanın tabiatını biraz irdelediğimizde
onun çok zayıf ve korumasız olabildiğini görmek şaşırtıcı değildir. İnsanı en
iyi bilen Rabbimiz onun bu zaaflarına şifa olsun diye diğer Müslümanları ona
iman bağıyla bağlayarak kardeş kılmıştır. Bu kardeşlik bağı her iki tarafı da
Allah’a kul olma ve İslam’ı yeryüzüne hakim kılma hedefinde bir arada tutan en
önemli harç olmuştur. Bu münasebetle de mümin fert ya diğer kardeşlerini örnek
alarak kendi tekâmül sürecini tamamlamayı hedeflemiş veyahut da mümin
kardeşinin elinden tutarak Rabblerine yakınlaşmanın hazzını beraber
hissetmişlerdir. Bu iki taraflı hareket aynı zamanda İslam’ın toplum hayatında
var oluşunun da ilk noktası olarak ifade edilebilir.
Günümüz dünyasında en büyük yapılardan
(ümmet/ülke) en küçük insan topluluğuna kadar (cemaat/aile) parçalanmanın yoğun
olarak hissedildiği bir dönemde Müslüman ferdin de bu durumdan etkilenmesi
gayet doğaldır. Akide de birliği en yüce hedef olarak belirleyen dinimiz
toplumsal hayatta da birliği emrederek bize bir vücut gibi yekpare olarak batıla
karşı dimdik ayakta tutmayı va’az eder. İşte bu yekpare oluşun çekirdeği olan
kardeşlikle Müslüman fert kendini gerçekleştirir, Müslüman topluluk da dünyaya
İslam’ın izzetini yeniden ulaştırabilir.
İslam’ın bize gösterdiği
kardeşlik ahlakını kuşandığımız zaman müminlerle aramızdaki yardımlaşma,
dayanışma ve haklarını koruma sayesinde Müslüman fert, çağın getirdiği
sorunlara karşı daha güçlü olacaktır. Öyle ki yaşadığı maddi sorunları
kardeşlerinin desteğiyle daha hafif atlatacak, ailesinde yaşadığı sorunları
kolayca çözebilecek, bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşarak (Şûrâ 39)
birbirlerinin haklarını koruyacaklardır.
Kardeşlik Bağlarımız
Hayatın her alanındaki en ufak
meseleye dair bile olsa mükemmel çözümler üreten ve bağlılarına bunlara sımsıkı
sarılmalarını öğütleyen dinimiz içtimai hayatta da kurduğumuz kardeşlik
hukukunu kendi doğal ortamında seviyelere ayırır. Bu farklı seviyelerin
gerektirdiği hukuku ise farklı davranış kalıpları önererek içtimai hayattaki
ahengi sürekli kılmayı salık verir. Şöyle ki tek sefer karşılaşacağımız bir
Müslümanla farklı bir seviyede hukuku (selam vermek, tebessüm etmek vb)
önerirken, hayat boyu aynı davaya gönül vermiş müminlerin ise birbirlerinin
maddi manevi dertlerini bilme, hayırda yarışma gibi daha derin bir gönül bağını
kurmayı tavsiye ettiğini gözlemleriz.
İşte bu minvalde kurulan bağlarda
yolculuk, komşuluk, sohbet, iş arkadaşlığı ve benzeri alanlarda dikkat
edeceğimiz kardeşlik hukukunu bizlere aktararak cemiyet hayatındaki
bağlarımızın sarsılmadan ayakta durmasını emreder. Ta ki bu örnek toplum bir
beden gibi sapasağlam olarak İslam’ın şahitliğini üstlensin ve hayatın her
alanını emniyet kaplasın. Hiçbir fert kendinin yalnız bırakıldığını, korunaksız
kaldığını düşünerek şeytana ve şeytanlaşmış insanların tuzaklarına kapılmasın.
6.
ALLAH
İÇİN SEVMENİN ŞARTLARI [1]
a.
İsar
Üzere Sevmek
Allah için sevmenin en üstün
yanı; imanın varlığının delili kılınmasıdır. Allah ve Resul’ünü (sav) sevmekle
bir tutulması da büyük bir fazilettir. Bu meyanda Allah Resul’ünün (sav) şöyle
buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah ve Resulü bütün diğer varlıklardan
daha sevimli gelmedikçe kulum iman etmiş sayılmaz" (Nesa'î, İman/2-4; İbni Mâce, Fiten/23; İbni
Hanbel, IV/11) Bir diğer hadis de şöyledir: "Kul, sevdiği kimseyi Allah
için sevmedikçe imanın tadını alamaz". (Benzer hadisler için b. Buharı,
İman/9, Edeb/42; Müslim, İman/66; Tirmizî, İman/10; İbni Hanbel, III/103, 140,
141, 150, 156, 230, 241)
Allah için sevmenin gereklerinden
biri de, karşılıklı ziyaret, harcama ve Allah için yakınlaşmadır.
Allah için sevmenin sıhhat
şartlarını şöyle sıralayabiliriz: Böyle bir sevgisi bulunan kimse, bunun zıddı
olan günahkâr kimseleri sevmemeli ve onlardan dost edinmemelidir. Dostluğunu
dünyevi çıkarlara veya arzularına uygunluğuna da dayandırmamalıdır. Bu sevgi,
günlük çıkarlarına uygunluğu sebebine de yaslanmamalıdır. Sevgisi, kendisine
yapılan bir iyiliğe karşılık verme ve bir nimetin şükranı olarak da tezahür
etmemelidir.
Bedir savaşında Mus'ab'ın müşrik
ordusunda yer alan kardeşi Ebu Aziz, Muhriz'in eline esir düştü. Mus'ab ona:
"Onu sıkıca tut çünkü onun
annesinin malı çoktur." deyince Ebu Aziz: "Ey kardeşim benim hakkımda
tavsiyen bu mudur?" der.
Mus'ab: "Sen benim kardeşim
değilsin, benim kardeşim Muhriz'dir." diyerek kardeşliğin anlamını soy,
kan ve kabilenin ötesine taşıyarak, İslâm kardeşliğinin hayatlarındaki yerini
ortaya koyuyorlardı. (İbn Hişam, II, 287; İbn Kesir, V, 191)
Kişinin üstün kılınmasını
sağlayan ise, sevdiğini nefsi için değil Allah için sevebilmesi, buğzettiğine
O'nun için buğzedebilmesidir. Allah için sevmenin hakikati, din ve dünya bakımından
haset edilmemesi gereğidir.
Ömer b. Hattab (ra) ve oğlu
Abdullah'tan (ra) şu söz rivayet edilmiştir: Bir adam, gündüz oruç tutup iftar
etmeksizin gece boyunca namaz kılsa ve nefsiyle mücahede etse, birilerini Allah
için sevip yine birilerine Allah için buğz etmedikçe yaptıklarının hiç bir
faydasını görmez! Bu konuda Allah Resulü'nden (sav) şu hadis rivayet
edilmiştir: "O, ashabına imanın en sağlam kulpunun hangisi olduğunu
sormuştu. Sahabe, 'Namaz' dediler. 'Güzeldir, ama değil' buyurdu. 'Hac'
dediler, 'Güzeldir, ama değil' buyurdu. 'Cihad dediler, 'Güzeldir, ama değil'
buyurdu. Bunun üzerine 'Sen söyle ey Allah Resulü!' dediler. O da, 'İmanın en
sağlam kulpu, Allah için sevmek ve O'nun için buğzetmektir buyurdu". (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/286; Beyhaki, Şu’abü’l-İman, 13)
“Onlara verilenlerden dolayı
içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.” (Haşr 9) Yani din ve dünya
adına verilenlere ihtiyaç duymazlar. Buradaki ihtiyaç, hasedi ifade etmektedir.
Buna göre de mana şöyle şekillenmektedir: Onlar yüreklerinde kendi nefislerini
çekememe babından bir ihtiyaç hissetmezler.
İkinci şart ise şu ayet-i
kerimede vazedilmektedir: “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr 9) Bu,
konumuzla ilgili nihai söz ve Allah için sevenlerin tavsifiyle ilgili
anlatılanların özüdür.
Cömertliğiyle nam salmış olan
Talha bin Ubeydullah Medine’de kıtlığın olduğu bir dönemde Allah Resülü
(sav)’nün uzun süredir bir şey yiyememiş olan misafirini evinde ağırlamıştı. Eşinin
çocukları için ayırdığı birkaç lokmayı misafirine ikram etmiş ve kendisi de ışığı kısarak yiyormuş gibi yapıp misafirinin
gönlünü hoşnut etmişti. İşte bu güzel örneklik sebebiyle yukarıdaki ayetlerin
nazil olduğu kaynaklarımızda geçmektedir. (Buhârî, Tefsîr, 59/6; Müslim,
Eşribe, 172-173)
Yüce dinimiz Müslümana tabii
olarak en yakınının ihtiyacını en öncelikli karşılamasını teklif eder. Bununla
beraber muttaki müminlerden, cömertlerden ise daha üstün bir ahlakı/isar hayata
geçirmelerini talep ederek kardeşlerini kendilerine tercih etmelerini bekler. Bu
üstün amel sonrasında da kalplerinde herhangi bir huzursuzluğun yer etmemesi
gerektiğinin de altını çizer. Bu yüce ahlakın sahabe de olduğu gibi bizim
hayatımızda da yer almasını bekler ki örnek İslam toplumunun güzelliği yeniden
gözlerin kamaşmasına, kararan ruhların aydınlanmasına, sapmışların doğruyu
bulmalarına vesile olsun.
Hasan b. Ali'den (ra) de dostluk
hakkında kısa ve özlü şu manzume rivayet edilmiştir:
Gerçek dostun, beraberinde olan,
Senin yararın için kendine zarar
veren,
Zamanın darbeleri seni
vurduğunda,
Senin toparlanman için kendini
dağıtandır.
b.
İbadet
Merkezli Bir Kardeşlik
Namazı tam kılın, zekâtı hakkıyla
verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. (Bakara 43)
Din kardeşleri, gecelerini zikir,
ilim, amel ve tilavetle ihya ederler. Bunlarla dolu bir birliktelik,
arkadaşlığı ve kardeşliği daha da güzelleştirip derinleştirir. Selef, bu tür
dostluktan sevap umulacağını söylerdi. Onlara göre bu, hem dünya hem de ahiret
bakımından faydalı bir ameldi. Halvet ve yalnızlıkta ahlakın güzelleştirilmesi,
akılların aşılanması ve ilimlerin müzakeresinin yeterince yapılabileceğini
düşünmezlerdi. Bunun ancak erbabına mahsus olduğunu söylerlerdi.
Selef, yürekleri selamette olup
az ile razı olan, merhametle donanmış, hasetten arınmış, yardımlaşmaya gönül
vermiş, gösterişten uzak, yapmacıklıktan sıyrılmış ve sürekli kaynaşma halinde
olan kimselerdi.
c.
Güzel
Ahlaklı İnsanlarla Birlikte Olmak
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve
doğrularla beraber olun.” (Tevbe 119)
“İyi arkadaşla kötü arkadaş misk
taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram
eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın.
Körük üfüren kimse ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku
duyarsın!”(Müslim, Birr, 146.)
Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi:
“İnsanlar arasında yalnız ahlakı güzel olanla içli dışlı olun. Öylesinden ancak
hayır gelir. Kötü ahlaklıyla hemhal olmayın. Ondan ancak kötülük gelir.”
d.
Kaynaşma,
Selamlaşma ve Birbirine Gıyabında Dua
Allah Teâlâ kaynaşma ve
sıcaklığı müminler arasına ayetlerinden biri olarak koymuştur. Onların bu sıfatı
övülmüş ve bu kaynaştırma, Resul’üne (sav) bile izafe edilmeyerek yalnız Allah Teâlâ'ya
ait bir fiil olarak takdim edilmiştir: "Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle
harcasaydın sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını
uzlaştırdı. Şüphesiz o mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir."
(Enfal 63)
Aziz'dir; çünkü O'nun
kaynaştırdığını hiç kimse ayıramaz. O'nun ayırdığını da hiç kimse
kaynaştıramaz. Hakîm'dir; çünkü kaynaştırma meselesinde hüküm tamamen O'nun elindedir.
Kendini tanıtmadaki tekliği gibi bu hususta da Tek'dir. Aziz ve Hakîm'in bir
diğer açıklaması da şudur: Aziz'dir; çünkü müminler arasındaki kaynaşmayı çok
yüceltmiş ve yüksek bir değer vermiştir. Hakîm'dir; çünkü kaynaşmayı hikmet
ehlinin salihlerinde bulunan bir hikmet kılmıştır.
Sehl b. Sa’d es-Saîdîʼden (r.a.)
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin
kendisiyle ülfet edilendir. İnsanlarla ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet
edilmeyende hayır yoktur”. (Ahmed b. Hanbel, II, 400).
“Bir
selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın yahut
aynı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi
yapandır.” (Nisa 86)
Enes b. Malik (ra) şunu
söylemiştir: Allah Resul’ünün (sav) ashabı, birlikte yürürlerdi. Karşılarına
bir kaya veya çöp yığını çıktığında ikiye ayrılır ve buluşurlardı. O buluşma
anında dahi birbirleriyle selamlaşırlardı. ( Nevevi, el-Ezkar, s. 222;
Riyazüssalihin, II, 178)
“Selâmı yayınız, fakir ve
yoksulları doyurunuz, böylelikle Azîz ve Celîl olan Allah’ın size emrettiği
şekilde kardeşler olunuz.” buyurmuştur. (İbn-i Mâce, Et‘ime, 1)
Ebu'd-Derda'nın (ra) ibadetinin
ağırlığı tefekkürdü, o şöyle derdi: Secdemde, adlarıyla bildiğim kırk kardeşim
için dua ederim.
Konuyla ilgili bir hadiste de
Allah Resul’ünün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Din
kardeşinin başka bir kardeşi için gıyabında ettiği dua geri çevrilmez.
Melekler de, 'Onun için istediğin senin de olsun' der" (Müslim, Zikir/86,
87, 88; Ebu Davûd, Vıtr/29; İbni Mâce, Mena-sik/5; İbni Hanbel, V/195)
Din kardeşliğinin gereklerinden
biri de, kardeşlerin gıyaplarında birbirleri için dua ve istiğfarda bulunmalarıdır.
Kardeşliğin bereketi de ancak bu noktada gündeme gelmektedir. Muhammed b. Yusuf
el-İsbahani (ra), şöyle derdi: Salih bir din kardeşi, mirasını paylaşan ailen
gibidir. O senin hasretinle yaşar, sunduğuna ilgi gösterir, gecenin
karanlığında senin için dua eder. Salih bir din kardeşi meleklere de
benzetilmiştir. Çünkü konuyla ilgili bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Kul
öldüğü zaman insanlar 'Acaba geride ne bıraktı? diye sorarlar. Melekler ise,
'Acaba ne getirdi?' diye sorar ve getirdiği iyiliklere sevinir, onun üzerine
titrerler. ( Beyhaki, Şuabu’l İman, No: 10475; Deylemi, Fırdesü'l-Ahbar, No:
1118; el-Muttaki, Keriz, No: 42735; Suyuti, es-Sağîr, No: 849.)
Ulemadan bir zat ise şöyle
demiştir: Allah için kardeş edinmenin başka hiç bir faydası olmasa, sadece şu
yeter ki onlardan birine kardeşinin vefat haberi ulaştığında ona merhamet
diler ve bağışlanması için dua eder. Belki de o kimse, bu kardeşinin hüsnü niyeti
sayesinde bağışlanacaktır.
Gücünü kardeşlikten alan Müslümanlar olarak şöyle bir
muhasebeyi yapmamız kurtuluşumuz için elzemdir: Eğer Müslümanlarla rahatlıkla
ülfet kurup kardeşlik zeminimizi geliştiremiyorsak, aramızda aşılmaz duvarlar
hala varsa iyi bir Müslüman olup olmadığımızı sorgulamamız gerekmez mi?
Kardeşlerimize karşı hüsnü zanda bulunmayı, aramızdaki hukuku gözümüz gibi
korumayı ihmal ettiğimiz takdirde en büyük yıkımı bizim tadacağımızı şimdi
değil de ne zaman göreceğiz? Müslümanlara karşı yüreğimizde taşımamız gereken
merhamet adlı derin duyguyu yitirmişsek; kaba, katı kalpli biri haline dönüşmüşsek
Rabbimizin ikazları /ayetleri bizi ne zaman kendimize getirecek! Ancak bu ve
benzeri kardeşlik şiarlarımızı diriltebilirsek ümmetçe var olabileceğimizi her
dem yeniden düşünüp davranışlarımıza dikkat etmemiz gerekir.
e.
Kardeşine
Yardım
Müslüman, din kardeşine malıyla,
diliyle, kalbiyle ve fiilleriyle yardım etmelidir. Allah için kardeşlik bu
dört unsurla olur. Eğer fiili bir yardıma ihtiyacı olursa bedeninizle, sözlü
bir haksızlığa uğramışsa dilinizle, paraya ihtiyacı varsa malınızla yardımına
koşmanız gerekir. Yardımın en alt derecesi kalp ile yardım olup sıkıntı ve
tasasında ona manen destek olmak, sıkıntısının gitmesini temenni etmek şeklinde
yapılır. Mümin, din kardeşine karşı sürekli hüsnü niyet beslemeli, gıyabında
onu muhafaza etmeli, her fırsatta övgüyle anmalı, lütfunu geniş tutmalı,
kusurlarını örtüp küçük hatalarını kabullenmelidir. (Benzer bir hadis için b.
Nesa'î, İsti'aze/44; İbni Hanbel, 11/346.)
Diliyle
Mümin fert kardeşinin izzetini koruma, ona hakkı tavsiye
etme, gıyabında dua etme ve ayıplarını örtme gibi diliyle yapacağı yardımlarla
üzerine düşen sorumluluğu yerine getirince kardeşine diliyle yardım yapmış
olur.
Adamın biri Allah Resul’ünün
(sav) huzurunda bir başkasını övmüştü. Bir gün sonra aynı adam, evvelki gün
övdüğü kimseyi tenkit edip ayıpladı. Allah Resulü (sav) de, 'Dün övüyordun,
bugün ise yeriyorsun' buyurdu. Adam da şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki dün
doğru söylemiştim, bugün de yalan söylemiyorum. Çünkü dün beni memnun etmişti,
ben de onunla ilgili olarak bildiğim her iyiliği anlatmıştım. Bugün ise beni
kızdırdı. Ben de bildiğim bütün kötülüklerini sıraladım. Bunun üzerine Allah
Resulü (sav), şöyle buyurdu: Öyle bir söz vardır ki insanı büyüler". (Buhari,
Tıb/51, Nikah/47; Müslim, Cum'a/47)
Allah Resulü (sav), böyle buyurmak suretiyle adamın sözünü
beğenmediğini ifade etmiş ve onu sihire benzetmiştir. Bilindiği üzere sihir
haramdır.
Allah Teâlâ, müminleri sabır ve
rahmetle niteleyerek şöyle buyurmuştur: "Sonra iman edenlerden,
birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. İşte bunlar
sağdakilerdir." (Beled 17-18) Başka bir ayette de onları 'zilletle’
niteleyerek şöyle buyurmuştur: " Ey iman edenler! Sizden kim dininden
dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak
gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. "
(Maide 54) "Kendi aralarında merhametlidirler". (Fetih 29) Bütün
bunlar, mümine gösterilmesi gereken özeni göstermektedir. Dostluktaki
samimiyetin özü de budur.
Rivayete göre İsa (as)
havarilerine şöyle demişti: Bir din kardeşinizin uyurken rüzgâr tarafından
üstünün açıldığını görürseniz ne yaparsınız? 'Üstünü örteriz' dediler. Bunun
üzerine İsa (as) şöyle dedi: ‘Hayır, gizlisini açarsınız!’ Havariler, 'Hâşâ,
kim böyle yapar?' deyince İsa (as) şunu söyledi: ‘Sizden biri, kardeşiniz
hakkında bir söz işitip onu abartarak başkalarına anlatırsa onun gizlisini
açmış olur.’ Bunun kaynağı, nefiste mevcut olan çekememezlik ve kalpte yerleşik
olan kindir. Kişinin işittiği bir şeyin üzerine bir şeyler ekleyerek
anlatması, bunlar tarafından desteklenir. Kişinin böyle bir yola tevessül
etmesi, içindeki kinin açığa çıkarılmasının tezahürüdür.
Malıyla
Dünya hayatında varlıkla da yoklukla da imtihan
olabiliriz. Bu süreçte Müslümana düşen sorumluluk, ihtiyaç sahibi kardeşine
malıyla yardımda bulunması ve gerektiğinde kardeşini nefisine tercih edebilecek
güzel ahlaka sahip olmasıdır.
Hasan el-Basri'ye (ra), malı
kendinden habersiz olarak yenilen bir dostun durumu sorulduğunda şöyle
demiştir: Nefsin huzur, kalbin sükûnet bulduğu kimseler için mallarını yerken
izin istemeye gerek yoktur.
Bir diğer âlim ise şöyle
demiştir: Mümin, bir kardeşine 'Bana para ver dediğinde muhatabı 'Ne kadar?
-veya- Ne yapacaksın?' derse kardeşlik hukukunun gereğini yapmamış olur.
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle
demiştir: Irak'ta bir din kardeşim vardı. Bir ihtiyacım olduğunda kendisine
gider ve 'Bana biraz para ver derdim. Derhal kesesini bana uzatır, ben de
istediğim kadarını içinden alırdım. Bir gün yine kendisine gittim ve yardıma
ihtiyacım var dedim. 'Ne kadar istiyorsun?' deyince, kalbimde onun
kardeşliğinden duyduğum tat kaçtı.
Selef-i Salih'ten bir zat şunu
söylemiştir: İnsanların en âcizi, kardeş aramada kusurlu davranan, ondan da
daha âcizi, sahip olduğu kardeşini yitirendir.
Selef-i Salih'ten bir zat konuyla
ilgili selef ahlakını şöyle anlatmıştır: Bizden biri yolculuğa çıktığında
bineğindeki eşyalar için 'Bu filanın, şu falanın' demezdi. Herkes ihtiyacı
olanı alıp kullanır, bunun için izin istemeye dahi gerek duymazdı.
Meymun b. Mehran (ra) şöyle
demiştir: Yardımsız kardeşlik isteyenler, kabir ehliyle kardeş olsunlar!
Adamın biri Ebu Hüreyre'ye (ra)
gelmiş ve şöyle demişti: Seninle Allah için kardeş olmak istiyorum. Ebu
Hüreyre (ra), 'Din kardeşliğinin ne demek olduğunu biliyor musun?' diye sordu.
Adam, 'Bana öğret' deyince Ebu Hüreyre (ra) şöyle dedi: Kendi dinar ve
dirhemine benden daha çok hak sahibi olmamandır! Bunun üzerine adam, 'Daha o
dereceye yükselmedim' dedi. Ebu Hüreyre (ra) de, 'Öyleyse benden uzak dur!' dedi.
Ali b. Hüseyin (ra) adamın birine
şöyle demişti: Sizden birinin eli, din kardeşinin cebine veya kesesine girip
ihtiyacı kadarını izinsiz alabilir mi? 'Hayır deyince, 'Öyleyse sizler kardeş
değilsiniz' dedi.
Kalbiyle
Mümin, gönlünde sadece Müslümanlar
için değil diğer insanlar için de merhameti ve muhabbeti büyütür.
Hassaten müminin yüreği ümmetle birlikte çarpar. Ümmetin üzüntülerini üzüntüsü,
sevincini ise sevinci bilir. Ancak bu hassasiyete sahip olmanın onları kardeş
kılabileceğinin şuurundadır.
Müminler, Allah Teâlâ'nın şu
ayetinde kinin bu türünden Allah'a sığınmaktadırlar: "Kalplerimizde, iman
edenlere karşı hiçbir kin bırakma!" (Haşr 10) Mümin, kardeşine muhalefet etmemeli
ve bir muradında yoluna çıkmamalıdır.
Avn b. Abdullah'tan rivayet edilmiştir
ki İbni Mesud (ra) şöyle demiştir: Kişinin sana olan sevgisini sorma, kendi
kalbine bak! Onun kalbinde de senin kalbindeki vardır.
Fiilleriyle
Her iddia gibi iman kardeşliği de
kendini ispat ister. Mümin de hasta olduğunda kardeşini ziyaret eder. Ziyaret
etmediğinde Cenab-ı Hakk’ın bir kudsi hadiste geçtiği haliyle “beni hasta
olduğumda niye ziyaret etmedin” (Müslim, Birr/43) diye hesap soracağını bilir. Herhangi
bir konuda yardıma ihtiyacı olduğunda -Allah’ın da hesap gününde kendisine
yardım edeceği ümidiyle- kardeşinin yardımına koşar. Sevinçli günlerinde yanında olur, sevincini
çoğaltır; olamazsa arar hal hatır sorar. Bir üzüntüsü, kederi olduğu zaman da onu
paylaşarak azaltır. Böylece kardeşlik binası sarsılmaz tuğlalarla inşa edilmiş
olur.
f.
Sadece
Allah Rızası için Birbirini Sevmek
Müminin kardeşlerine sevgisi sadece Allah için olmalıdır.
Bu hesapsız muhabbetle müminler Allah’a yakınlaşmayı ister ve erdemli bir
toplumu inşa ederler.
Cüneyd (ra) şöyle demiştir: İki
kişi, Allah için kardeş olduklarında, birbirlerinden çekinmez ve yalnızlık
hissine kapılmazlar. Bu, ancak bir eksiklikten dolayı olabilir. Bu babda Allah
Resul’ünün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "İki kişi birbirlerini
Allah için sevdiklerinde, içlerinde Allah'a en sevimli geleni, kardeşini en
çok sevendir". Başka bir hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet
edilmektedir: "Allah için sevenlerin O'na en sevimli geleni, kardeşine
karşı daha çok şefkat gösterendir.” (Ebu Ya la, Müsned, No: 3419; Hakim.
Müstedrek, IV, 171)
Ebu Rezin el-Ukayli (ra), Allah Resulü'ne
(sav) bir şey sormuş, o da bir takım şartlar koymuştu. Şartlardan biri de,
nesep bağı bulunmayan birini Allah rızası için sevmekti. (Ahmed, Müsned, IV,
11-12; Heysemi, 62 -Zevaid, 1,53.) Allah için sevmenin temel şartı, taraflar
arasında bir akrabalık bağının veya bir iyiliğin bulunmasının gerekmemesidir.
g)
Gıybet - Tecessüs –Ayrılık
İslam, Müslümanların kardeşlik
temeli üzerine kurduğu içtimai hayatı yerle bir eden davranışlardan birbirlerinin
mahremini araştırmayı, gıybetini yaparak şahsiyet cellatlığı yapmayı ve parça
parça hiziplere ayrılarak kardeşlik bağlarının koparılmasını şiddetle yasaklar.
Fudayl b. Iyaz (ra) şöyle derdi:
Gıybet olduğunda kardeşlik de biter.
İbni Abbas (ra), İkrime'ye (ra)
vasiyetinde şöyle demiştir: Kardeşini gıyabında, ancak işittiğinde hoşlanacağı
şekilde konuş. Affedilmeni istediğin gibi onu da affet.
Başka bir zat ise şöyle demiştir:
Bir din kardeşim yanımda anılırken, orada oturuyor olduğunu canlandırmadan
konuşmam ve işittiğinde hoşuna gitmeyecek bir şey söylemem. Bir diğeri ise
şöyle demiştir: Bir din kardeşim gıyabında anıldığı zaman derhal kendimi onun
yerine koyarım ve onun hakkında kendi hakkımda konuşulmasını istediğim gibi
konuşurum.
İslam’da dürüstlüğün ve sıdkın
ölçüsü de budur. Kişinin Müslüman olması, kendi için istediğini kardeşi için de
isteyebilmesi, kendisi için istemediğini din kardeşi için de istememesidir.
Din kardeşliğinin özü, kardeşini
huzurunda da gıyabında da samimi olarak sevmek, kalbi dille bir kılmak,
içyüzüyle dışyüzünü ister toplum içinde ister yalnızken fark ettirmemektir. Bu
noktalarda farklılık olmadığı zaman, kardeşliğin samimiliği ortaya çıkmış olur.
İnsanların
hallerini araştırmak (=tecessüs) ve haberlerini öğrenmeye çalışmak (=tahassüs)
Allah Resulü (sav) tarafından nehyedilmiş davranışlardır. O, arkadan konuşma ve
dargınlıkla beraber bu ikisinin terkini de kardeşliğin şartları arasında
zikretmiştir: "Tecessüs etmeyin, tahassüs etmeyin, arkanızdan konuşmayın
ve darılmayın. Allah'ın kardeş kulları olun". (Buharî, Nikah/45, Feraiz/2, Edeb/57,
58, 62; Müsüm, Birr/23, 24, 28-32; Ebu Davûd, Edeb/47)
Hadiste geçen 'Mukâta'a', kişinin
kardeşiyle ilişkisini kesmesi veya alışılan adetlerin dışına çıkarak ona karşı
eski halini terk etmesidir. 'Tedâbür ise, 'gıybet'in 'gayb' kelimesinin türevi
olması gibi dübür=sırt, arka' kelimesinin türevidir. Buna göre kast edilen,
kişinin bir din kardeşine arkasını dönüp gittiğinde onun hakkında yüz yüzeyken
davrandığı gibi davranması, konuştuğu gibi konuşmasıdır. Bu, dinde bir musibet,
müminlerin yolları üzerinde bir tuzaktır. Böyle bir durum, imanın hakikatiyle
de bağdaşmaz.
g.
Lüzumsuz
Yere Zorlama (Tekellüf)
Kişinin kendini lüzumsuz yere
zorlaması (=tekellüf), niyetinde olmayan bir şeyi yapmak, kendisini
ilgilendirmeyen bir şeye karışmak ve haset sebebiyle yetenden fazlasına
yönelmektir.
Kardeşine Yük Olmamak
Mü’min hayatını kardeşine yük
olmama esası üzerine şekillendirmelidir. Mümkün olduğunca kendi ihtiyaçlarını
kendisi karşılama gayreti içerisinde olmalıdır. Tüm yollar tükendiğinde kardeşine
zahmet vermeyecek şekilde ondan rahatlıkla istekte bulunabilmelidir. Bu yüce
ahlak ile mü’min daha kolay kardeşlik bağı kurar ve daha uzun süreli dostluklar
sürdürür.
Cafer b. Muhammed es-Sadık (ra)
şöyle demiştir: Din kardeşlerim arasında bana en ağır gelen, benim için
kendini zorlayan ve ilişkimde çekince koyduğum kimsedir. Onların en hafifi
ise, kendisiyle beraber iken yalnız başımaymışım gibi rahat olduğum kimsedir.
Bu ve benzeri sözlerin tamamından
çıkan, din kardeşliği ve Allah için sevmenin taşıması gereken sıfatlardır. Din
kardeşliği yapmacıklık ve şirin görünme çabalarından uzak, riyakârlık ve zorlamadan
arınmış olmalıdır. Bu tür sıfatlar, dostluğun bereketini götürür ve
kardeşliğin faydası sona erer.
Süfyan-ı Sevri (ra) şöyle
demiştir: İnsanlarla iyi geçinmek isteyen, onları idare eder, onları idare
eden onlar karşısında riyaya düşer, riyaya düşen ise, onların başına gelene
maruz kalır ve onlar gibi helak olur.
Değerli bir zat da şöyle
demiştir: Halk içinde ancak şu kimseyle kardeşlik et ki dört halde sana
yaklaşımı değişmez: Öfkesinde, memnuniyetinde, tamahında ve hevasında. Çünkü
bunlar, insanların yaratılış tabiatları gereği bir anda değiştikleri
hususlardır. Zira bunlarda nefsin zararı veya yararlandığı bir şeyin
yitirilmesi söz konusudur.
Ediblerden biri şöyle demiştir:
Bir dostundan, kendisinden isteyemeyeceği bir şey isteyen kimse ona haksızlık
etmiştir. Kendisinden isteyebileceği bir şey isteyen kimse de onu yormuş olur.
Böyle bir isteği olmayan ise, dostuna lütufta bulunmuştur.
Kardeşi Özveride Bulunduğunda Beklentisiz Olmak
Müslümanlar, kardeşlerinin fedakârlıklarına
şahit olsalar bile mümkün olabildiğince kardeşine yük olmamaya çalışır.
Hayatındaki zorlukları, imkânsızlıkları kendi iradesiyle aşmaya gayret eder.
Abdurrahman b. Avf, Medine'ye
hicret edince Peygamberimiz Abdurrahman b. Avf ile Ensar'dan Sa'd b. Rebi'in
kardeş olduğunu ilan etti. Sa'd b. Rebi', Abdurrahman'a:
-Kardeşim! İşte evim, yarısı
senin, işte mülküm, yarısı senin, işte eşlerim, birisini boşayıp sana
nikâhlayayım, diyerek fedakârlığın en güzel örneğini ortaya koyar. Ancak Abdurrahman
bin Avf, hazırcılık yerine Sa'd bin Rebi'e:
-Sağ ol kardeşim! Allah aileni
de, malını da sana bağışlasın. Sen bana çarşının yolunu göster, dedi. Sa'd, ona
çarşıyı gösterdi. Abdurrahman alışveriş yaptı. Akşama bir miktar peynir ve yağ
ile eve döndü. Çok geçmeden zengin oldu. (Buharî, Menakıbu'l-Ensar, 3; akt.
Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü's-Sahabe, Hadislerle Müslümanlık: 1/370.
İstanbul 1973.) Bu güzel örnekte Sa'd (ra), sırf cömertliği, zühdü ve
sevgisindeki samimiyeti sebebiyle malını onun emrine sunmuştur. Burada eşitlik
Sa'd (ra), kardeşini tercih ise Abdurrahman (ra) için geçerli olmuştur.
Abdurrahman (ra), ona fazlasıyla ikramda bulunmuştur. Muhacirlerin Ensar üzerindeki
üstünlüklerinden biri de buydu. Çünkü kardeşi tercih etmek, eşitlik isteğinden
daha üst bir derecedir.
Fudayl b. Iyaz (ra) şöyle demiştir: İnsanları küstüren zorlamadan
başkası değildir. Biri kardeşini ziyaret ettiğinde kendi yapmadığı tarzda
zorlama ikramlara muhatap olduğu zaman onun evine bir daha gitmekten çekinir.
Ali b. el-Medini şunu nakletmiştir:
Ahmed b. Hanbel (ra) bana, “Seninle Mekke'ye gitmek istiyorum ama tek düşüncem
seni bıktırmam veya senin beni bıktırman yönündeki endişem. Çünkü kardeşleri
bıktırmak, kerem sahiplerinin ahlakına uyan bir davranış değildir” demişti.
Mekhul de (ra), Hasan'a (ra), 'Seninle Mekke'ye gitmek istiyorum' demişti.
Hasan'ın (ra) cevabı şu oldu: Sana ikramı, aranızdaki ilişkiyi kopartacak
tarzda olan kimseyle arkadaşlık etme!
h.
Vefa
Kalpte olan imanı en güzel bir
şekilde yansıtan ahlak numunelerinden biri de vefa sahibi olmaktır. Mümin
Rabbine karşı vefa sahibi olduğu gibi din kardeşine de vefasını ölüm onları
ayırana dek korur. Vefa münasebetiyle kullar birbirlerine ihtiram gösterirler
ve birbirlerini baş tacı bilirler.
"Emanete riayet etmeyenin
imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur." (İbn Hanbel, III,
134)
Hz. Peygamber (sav) bir defasında
kendisini ziyarete gelen yaşlı bir kadına hürmet gösterip ikramda bulunmuştu.
Hz. Aişe (r.anha) bu kadın neyin oluyor ki bu kadar hürmet gösterdin diye
sorduğunda Hz. Peygamber (sav): “Bu kadın Hz. Hatice (r.anha) hayattayken
evimize gelir, ona yardım eder ve dostluk kurardı.” şeklinde cevap vermiştir. (Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, VI, 117,118)
Ediplerden biri de vefanın bu
şekli hakkında şöyle demiştir: Öldükten sonra gösterilen az vefa, hayatta iken
gösterilen çok vefadan hayırlıdır. Hasan (ra) ve diğerlerinin anlattıklarına
göre Selef-i Salih de böyle düşünürlerdi. Bu meyanda şöyle denilmiştir: Seleften
bir zat ardında aile bırakarak vefat ettiğinde onun samimi dostu ailesine kırk
yıl boyunca bakar ve aile reislerinin kaybından başka hiç bir şey hissetmemelerini
temin ederdi.
Mehmet Akif baytarlık mektebinde
sınıf arkadaşı Hasan Tahsin Bey’le “kim
erken ölürse diğeri onun evlatlarına bakacak” diye sözleşir. Hasan Tahsin Bey
vefat edince Akif de sahip olduğu yüksek vefa ahlakı gereği –madden müreffeh
olmamasına rağmen- onun üç evladının bakımını üstlenir ve kendi çocuklarından
ayırt etmeden büyütür. (Mehmet Akif Ersoy- Hayatı, Eserleri, Seciyesi, Mithat
Cemal Kuntay, Alfa Yayınları)
i.
Güzel
Söz Söyleme – Af – İyi Geçim
Müslümanların kardeşliklerini
korumaları, daha güzel bir niteliğe kavuşturabilmeleri aralarındaki
münasebetlerinde daima güzel sözle hitap etmelerine, birbirlerinin hatalarını
affetmelerine ve iyi geçimli olarak hayatlarını idame ettirmelerine bağlıdır.
Allah Teâlâ bu meyanda şöyle
buyurmuştur: "Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan
aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır." (İsra 53)
Buradan anlaşılan, şeytanın her türlü ifsat girişiminden sonra Müslümanların
birbirlerine güzel sözlerle hitap etmeleri gereğidir. Allah Teâlâ Yusuf (as)
hakkında şöyle buyurmuştur: "(Yusuf dedi ki:) şeytan benimle
kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi." (Yusuf 100)
İkrime, İbni Abbas'tan (ra) şunu
nakletmiştir: "Allah Resulü (sav) buyurdu ki: Kardeşinle tartışma, alaycı
şaka yapma ve tutamayacağın bir söz verme". (Tirmizî, Birr/58) Ebu Hüreyre
(ra) ise Allah Resul’ünün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"İnsanları malla rahatlatamazsınız, ama güleç yüzler ve güzel ahlak ile
rahatlatabilirsiniz". (İbn Adiy, el-Kamil 4/1481, Hakim, Müstedrek 1/124
ve Bezzar, Müsned 2/408).
Ebu Nüceyh, İkrime'nin (ra)
"(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir."
(Araf 199) ayetiyle ilgili olarak şöyle bir tefsir yaptığını rivayet etmiştir:
İnsanların ahlak ve amellerinden görünen kısmı -derinliğine araştırmaksızın-
değerlendirmeye al.
7. KARDEŞLİĞİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ AŞMA
a.
Sevilen
Bir Din Kardeşinin Hal Bakımından Değişmesi Durumunda Kardeşini Terk Etmemek
Allah Teâlâ Hz. Peygamber (sav)’e
şöyle buyurmuştur: "Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin
yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım. ". (Şuara 216) Dikkat edilirse, 'Sizden beriyim'
denilmemiştir. Dolayısıyla kişiye değil yaptığı kötü işe buğz edilerek mesafe
konulur.
“Sevdiğin kimseyi ölçülü sev;
olur ki bir gün o, senin buğzettiğin / sevmediğin kimse oluverir. Buna mukabil,
buğzettiğin kimseye de ölçülü buğzet; olur ki bir gün o, senin sevdiğin kimse
oluverir.” (Tirmizi, Bir, 59)
Allah Resulü (sav) günah işleyen
birine ağır sözler sarf eden bir topluluk görünce, 'Onu bırakın, kardeşiniz
karşısında şeytana destek olmayın' buyurmuştur. (Buhari, Hudud, 4, 5.)
Sahabe, sevilen bir din
kardeşinin hal bakımından değişmesi durumunda ne yapılması gerektiği, ona
buğzedilip edilmeyeceği hususunda farklı görüş belirtmişlerdir. Bu konuda Ebu
Zer (ra) şöyle demiştir: Sevdiğim kimsenin hali değişirse, daha önce sevdiğim
gibi buğz ederim.
Ebu'd-Derda (ra) hakkında ise
şöyle bir hadise nakledilmiştir: Meclisine sürekli gelen ve Allah için sevdiği
bir genç vardı. Ona yaşlılardan fazla değer verir ve kendisine yakın tutardı.
Hatta genç adamı çekemeyenler bile vardı. Genç büyük bir günah işledi. Çekemeyenler
derhal Ebu'd-Derda'ya (ra) gelip durumu haber verdiler ve 'Onu meclisinden
uzaklaştıracaksın değil mi?' dediler. O da kendilerine şöyle cevap verdi: “Allah'ı
tenzih ederim! Dostumuzu, bir günah işledi diye nasıl terk ederiz?”
Benzer bir kıssa selef-i salihten
iki din kardeşiyle ilgili olarak da rivayet edilmiştir: Onlardan biri,
istikametten ayrılmıştı. Bunun üzerine öbürüne, 'Ondan ayrılıp kendisiyle görüşmesen
iyi olur’ denilmişti. Ama o, bu isteklere şöyle karşılık verdi: “Şimdi bana her
zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bu zor anında elini tutmam, hatasını
güzellikle söylemem ve önceki haline dönmeye çağırmam gerekir!”
Seleften birine bu husus
sorulduğunda şöyle demiştir: “Ona değil, ancak işlediği suça buğz ederim.
Kendisi din kardeşim olmaya devam eder.”
b.
Kardeşine
Hatasını Uygun Bir Şekilde Söylemek
Âlim ile cahil, salih ile günah
işleyen arasında da Allah için kardeşlik ve dostluk oluşabilir. Bunun gayesi
de, dindarlığın takviyesi ve taraflardan birinin diğerini Allah Teâlâ'ya
yaklaştırmaya çalışması olabilir. Bu noktada makam bakımından üstte olan dostuyla
ilgili olarak bir takım niyetlere sahip olabilir. Bu niyetler, din kardeşinin
ahlakını güzelleştirmek, amellerini ıslah etmek ya da daha farklı güzellikler
olabilir. Her müminin, amelini düzelten bir dostu vardır. Bu görevi yapması
beklenen biri vardır. Mümin, bir anda ve tamamen helak olmaz. Kendisine
şefkatle yaklaşan bir dostu, âlim veya salih bir zatın tevazusu ona destek
olur. O da bunları, kendi üstünde görür. Onlar, müminin ayıbını örter,
başkalarının onu kınamalarına fırsat vermezler.
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir:
Dosta 'sadık' denilmesi arkadaşına sadaka vermesinden, 'refik' denilmesi ise
iyi davranması ve refakatinden dolayıdır. Dostunuz daha fakirse ona paranızla
rıfk yani şefkat ve dostluk gösterin. Eğer ilim bakımından üstünseniz, o zaman
da ilimle şefkat ve dostluk gösterin. Herkes dostuyla ilişkisinde dürüst ve
samimi olmalı, onu toplum içinde kınamamalı, kusurunu araştırmamalıdır.
Cafer b. Burkan şunu anlatmıştır:
Meymun b. Mehran bana şöyle demişti: İstemediğim şeyleri yüzüme karşı söyle!
Müminin din kardeşine nasihati ve dürüstlüğü, hoşlanmadığı şeyleri yüzüne
söylemedikçe ortaya çıkmaz. Eğer kardeşi samimi ise, bu sözlerden dolayı ona
kızmayacaktır. Ama sevgisinde samimi değilse o zaman öfkelenecek ve
söylediklerinden hoşlanmayacaktır. Bu da dostluğun yalan olduğunu gösterir.
Allah Teâlâ yalancılar hakkında
şöyle buyurmaktadır: "Fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz." (Araf
79)
Salihlerden bir zat şöyle
demiştir: “En sevdiğim kişi, ayıp ve kusurlarımı gösteren kimsedir.”
Ömer b. Hattab (ra) din
kardeşlerini bu şekilde yönlendirir ve emirler verirdi. 'Din kardeşine
kusurlarını gösteren kimseye Allah merhamet buyursun!'
Mus'ir b. Keddam'a, 'Kusurlarının
sana bildirilmesini ister misin?' diye sorulmuş o da şu cevabı vermişti: “Baş başa
iken söylenmişse evet! Ama meclis içinde beni küçük düşürerek söylenirse hayır!”
Selef-i Salih'in güzel ahlakından
biri de şuydu: Onlar içlerinden birinin ahlakını beğenmediklerinde baş başa
iken kendisine söyler veya yazdıkları bir notla kendisine iletirlerdi. İşte öğüt
vermek ile rezil etmek arasındaki fark! Gizlice yapılan nasihat, toplum içinde
yapılan ise rezil etmedir. İkinci tür nasihatlerde niyet genellikle sıhhatli
değildir. Çünkü onda, muhatabı zor duruma düşüren bir çirkinlik söz konusudur.
Kınamakla ayıplamak arasındaki
fark da böyledir. Kınama baş başa iken yapılır. Ayıplama ise insanların
huzurunda yapılır.
Allah Teâlâ da mümin kullarını
huzurunda yalnız iken kınar ve onun bu halini örter. Günahlarını gizliden
bildirir. Bunlar arasında kiminin amel defteri mühürlü olarak verilir ve
cennete götürülürler. Cennete yaklaşıldığında mühürlü defterleri verilir ve
okumaları sağlanır.
Ayıplananlar ise şahitlerin
huzurunda çağrılırlar. Orada bekleyenlerin hepsi onların rezaletine muttali
olurlar. Bu durum azaplarının arttırılmasına sebep olur.
c.
Kardeşlikte
Süreklilik
Denilir ki: İki kişi belli bir
zaman arkadaşlık ettikten sonra eğer hâl bakımından benzer değillerse
ayrılmaları gerekir. Bir bedevi, 'hikmet ehlinden birinin şu beytini okumuştu:
Der ki: Niçin ayrıldınız? Ben de ölçülü bir cevap verdim, benim mizacıma uygun
değildi ayrıldık. Çünkü insanlar binlerce mizaçtadır.
Mümin biri içinde yüz münafığın
ve tek bir müminin bulunduğu bir meclise girse derhal müminin yanına gider ve
yanına oturur. Bu hadisle ilgili sebep şudur: Medine'de attarlık yapan bir
kadın vardı. Mekke'den de şakacı bir attar kadın gelmişti. Allah Resulü (sav)
ona. 'Kime misafir oldun?' diye sorunca, 'Filan attar hanıma’ dedi. Bunun
üzerine Allah Resulü (sav), 'Ruhlar, bir araya toplanmış askerler
gibidir" buyurdu. (Buhârî, Enbiya 2; Müslim, Birr 159; Ebû Dâvud, Edeb 19)
İki insan arasındaki ayrışma veya
kaynaşma dört noktada kendini gösterir. Bunlar; niyet, hâl, ilim ve ahlaktır.
İki insan niyetlerinde denk, hâllerinde müşterek, ilim bakımından yakın ve
ahlak bakımından müttefik olduklarında tür ve yapı bakımından uyum var olur.
Bunun tabii sonucu da aralarındaki birlik ve kaynaşmadır. Bunların tamamında
farklılaşma varsa, o zaman aralarındaki ilişki karşılıklı soğukluk ve nefretten
ibaret olur. Bunun tabii sonucu da ayrılık ve farklılaşmadır. Söz konusu
noktaların bir kısmında uyum varken bir kısmında ayrışma varsa, o zaman uyum
olan kısımda sıcaklık ve yakınlaşma, kalan noktalarda da ayrışma ve farklılık
görülür.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir:
“Kardeşinin incitmelerine karşı sabretmek, onu kınamaktan daha hayırlıdır.
Kınamak da ilişkiyi kesmekten daha hayırlıdır. İlişkiyi kesmek de kavgadan
daha hayırlıdır.”
Ulemadan bir zat da şöyle
demiştir: “Cemaatteki bulanma, ayrılıktaki duruluktan daha hayırlıdır.
Kardeşlik, ince bir cama benzer. Onu iyi koruyup sakınmadığınız takdirde türlü
belalara maruz kalması mümkündür. Kardeşliği ölümün hayırlı olmasıyla tamamlamaya
çalışmak, hayattayken başlatmaktan çok daha zordur.”
İmamlardan biri de şunu
söylemiştir: “İnsanlar dört türdür. Üçünü dost edinebilirsiniz. Birinden ise
sakının. İlki bilen ve bildiğini bilen kimsedir ki o âlimdir onu izleyin.
İkincisi bilen ama bildiğinden haberi olmayandır ki o uyumaktadır. Onu uyarın.
Üçüncüsü, bilmeyen ve bilmediğini bilen kimsedir ki o da cahildir, ona
öğretin. Dördüncüsü ise bilmeyen ama bilmediğini de bilmeyen kimsedir ki o da
münafıktır, bundan sakının.”
Gerçek din kardeşleri, fani
dünyanın geçici nimetleri için değil ahiretin ebedi nimetleri için çalışır ve
onları tadarken birlikte olmak isterler.
Kardeşliğin en faziletlisi; daimi
muhabbet ve asla uzak durulmayan sıcaklık ve kaynaşmadır. Kardeşlik ve
muhabbet, her şeyden önce uhrevi bir ameldir. Her amel için olduğu gibi onun da
güzel bitirilmeye (hüsn-i hatime) ihtiyacı vardır. Amelin tamama ermesi için
böyle bir son şarttır. Bu durumda amelden elde edilecek kazanç da tam
olacaktır. Sonu ahiret olmayan kardeşlik ve dostluğun sonu da güzel
olmayacaktır. Böyle bir kardeşlik, kötü bir sonla noktalanacaktır. Bu tür bir
son, daha önceki dostluğu da hiç yokmuş hükmüne sokacaktır.
Şeytanın en çok haset ettiği
kimseler, din kardeşleriyle iyilik ve takva üzerinde yardımlaşanlardır. O,
birbirlerini Allah için seven kimseleri asla çekemez. Onların beraberliklerini
bozmak ve ilişkilerini berbat etmek için hem kendisi hem de avanesi var
güçleriyle çalışırlar.
d.
Kardeşlik
Bağının Koparılmasında Tehlikeli Üç Yaklaşım
Bunlardan ilki; kurduğu kardeşlik
bağında dünyevi çıkarları gözeten ve bu çıkarlara göre hareket ederek çok
kıymetli bir ameli zayi eden kimsenin durumudur. İkincisi ise İslam’da olmadığı
halde kendini toplumdan soyutlayarak ruhban hayatı yaşamaya çalışan ve toplumun
fitnelerinden (!) kendini korumaya çalışan kimsedir. Üçüncüsü ise fiziksel veya
zihinsel olarak toplumdan kendini yalıtarak yaşayıp kardeşleriyle her türlü
ilişkiden yoksun yaşayan kimsedir. Örneğin komşuluğun bulunmadığı yüksek
güvenlikli rezidans tarzı alanlarda bir yaşamı seçerek toplumdan kaçıp daha
konforlu yaşamak gibi. İslam her üç ifsat edici tavrı yasaklayarak samimiyet
üzere ve Müslümanlarla iç içe bir kardeşlik bağının tesis edilmesini mutedil
bir ahlak olarak bizlere bildirir.
Hikmet ehlinin öncüsü Allah
Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlara karışan ve onların verdiği
rahatsızlıklara karşı sabreden kimse onlara karışmayan kimseden daha
hayırlıdır"! (Benzer hadisler için b. İbni Mâce, Fiten/23; Tirmizi,
Kıyamet/55; İbni Hanbel, 11/43, V/365)
e.
Çok
İnsan Tanımak Afet Mi İmkân Mı?
Niceliğin mutlak üstün değer
olarak görüldüğü çağımızda çok insanla tanışmış olmak da bir itibar göstergesi olarak
karşımıza çıkmaktadır. Şöyle ki; çok fazla sosyal medya grubuna üye olmak,
paylaşımlarında çok fazla “like” alıyor olmak veya rehberinde çok fazla ismin
olması tek başına bir değer ifade etmemektedir. Öyle bir an gelir ki çok fazla
tanıdığının olması Müslümanın kardeşlik imtihanında zorlanmasına sebep
olabilir. İslam kurduğumuz kardeşlik bağının bir anlamı ve hukuku olduğunu
beyan eder. Her tanıştığımız kişinin üzerimizde hakkının olduğunu ve bu hakkı
korumanın da önemli olduğunu hatırlatır. İşte bu minvalde bize düşen kolaylıkla
ülfet kurmakla birlikte bu ülfetin gereği olarak kardeşlerimizle uhuvvet esaslı
bir bağ kurmak ve bu güzel kardeşliği son nefese kadar korumak olmalı.
İslam âlimlerinin konuyla ilgili
görüşlerine baktığımızda bir kısmının az arkadaş edinmenin daha faziletli
olduğunu daha büyük bir kısmının ise çok arkadaş edinmenin faziletli olduğu
yönündeki fikirlerini görebiliriz. Bu farklı yaklaşımların ilkinde sorumluluğun
artması illetinin endişesi, ikincisinde ise ecir kapılarının artması yönünün
baskın olduğu şekilde yorumlanabilir.
8.
SONUÇ
Ø Müslümanlar
olarak fert ve toplum ölçeğinde kurtuluşumuzun olmazsa olmaz şartlarından biri
de yüce dinimiz İslam’ın emrettiği kardeşliği tesis etmektir. Bu inşa sürecinde
hassas olacağımız mevzuları usulünce bilmemiz ve gereğince hayatımıza yön
vermemiz hayati bir öneme sahiptir.
Ø Kardeşliğimizin
temeli iman bağı üzere kurulmalıdır. Her türlü mezhep, ırk, statü vb. niteliğin
ötesinde bir kardeşlik tesis etmeliyiz.
Ø Kardeşliğin
hukukunu, ahlakını ve en güzel örnekliklerini belirleyen temel düstur sadece
Kuran ve sünnet olmalıdır.
Ø Peygamberimizin
(sav) ve sahabe efendilerimizin (ra) hayatında gördüğümüz en güzel kardeşlik
bağlarını anlayıp hayatımıza aktardığımız ölçüde sahte kardeşlik, dostluk
bağlarından kendimizi muhafaza edebiliriz.
Ø Oluşturacağımız
İslam kardeşliğinin hem ferde hem de toplumsal hayata tahminlerin çok ötesinde
faydalar sağladığı, imtihanı kolaylaştırdığı ve Müslümanca yaşayışımızı ikame ettiren
bir gerçek olduğunu bilmeliyiz.
Ø Sahih
temeller üzerine inşa ettiğimiz İslam kardeşliğiyle birlikte yeryüzüne iman
nurunun taşınabileceği inkâr edilemez bir hakikat olarak kabul etmeliyiz.
Ø Her
sorumluluk gibi kardeşliğin de birtakım sorumluluklar gerektirdiği ve bu
sorumluluklarımıza karşı tavrımızın bizleri değerli kıldığını unutmamalıyız.
Ø Apaçık
düşmanımız şeytanın, şeytanlaşmış insanların bu kadar kıymetli olan bir nimeti
zayi etmemiz için canhıraş bir şekilde tuzaklar kuracağını bilmeli ve tedbirli
olmalıyız.
II. CEMAAT AHLAKI
1.
GİRİŞ
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez. (Mehmet Akif
Ersoy)
İctimai bir varlık olarak
yaratılan insanoğlunun tam anlamıyla olgunlaşabilmesinin ve cemiyete faydalı
olabilmesinin yolu cemaat şuuruna sahip olmasıyla mümkündür. Bu sebeple bizlere
düşen; cemaatin ne anlam ifade ettiğini, önemini, sahip olması gereken
ilkeleri, cemaat içerisinde karşılaşılabilecek sorunlara karşı bilinçlenmektir.
Ancak bundan sonra İslam toplumunun küçük bir örnekliğini sergileyerek şahitliğimizi
gerçekleştirebiliriz.
2.
KAVRAM
TAHLİLİ
Belli bir gayeye matufen bir fikir ve inanç etrafında bilinçli ve iradi
olarak bir araya gelen insan topluluğu anlamındaki cemaat kavramının aslı,
toplamak, bir araya gelmek/getirmek anlamındaki CMA fiilidir.
Esasen ilk kullanıldığı dönemde cemaat kavramı İslam ümmetinin
oluşturduğu toplumu ifade ediyordu. Diğer bir deyişle cemaat ve ümmet
birbirinin yerine kullanılan iki kavram konumunda olmakla beraber ümmetin hangi
durumda olursa olsun Müslüman olan herkesi; cemaatin ise daha organize ve
birlikteliği daha fazla şekillenmiş İslam toplumunu ifade etmek için
kullanıldığı anlaşılmaktadır. Efendimizin (sav) namaz için bir araya gelen
topluluğu cemaat olarak tanımlaması da bu manaya atfen olsa gerek. Dolayısı ile
cemaat zorunlulukların, tesadüflerin ve iradesiz şartların bir araya getirdiği
topluluk değildir. Cemaatin fertleri de niçin bir arada bulunduklarını bilmeyen,
konumlarından habersiz ve bilinçsiz kimseler değildir.
Cemaat, şuurlu ve iradi bir birlikteliktir; kütle/kitle değildir. Zira
kitle, şartların, menfaatlerin, konjonktürün, zorunlulukların bir araya
getirdikleri kalabalıklardır.
İslam toplumunun geçirdiği süreç içerisinde meydana gelen değişim ve
anlam kaymalarından cemaat de nasibini aldı. Öncelikle ortaya çıkan akidevi ve
ideolojik sapmalar karşısında ‘ehli sünnet ve-l cemaat’ şeklinde bir terkiple
cemaat, kendini bidat ve sapmalardan koruyan, Hz. Peygamber (sav) ve sahabenin
özellikle de sırasıyla hulefa-i raşidinin dinin temel konularında takip ettikleri
yolu benimseyenler anlamında kullanılmıştır.
Yine bu süreçte “cemaat” kavramı her devirdeki Müslümanların büyük
ekseriyeti (sevad-ı azam) ve müçtehit âlimler gibi farklı şekillerde
yorumlanmışsa da vahyin ilk muhatapları olup inanç, ibadet, hukuk ve ahlak
cepheleriyle İslam’ı bir bütün olarak sonraki nesillere aktaran ashab cemaati
anlamına geldiği yolundaki görüş tercih edilmiştir. Aslında bu anlayış diğer
yorumların da temelini oluşturmaktadır. Buna göre Ehl-i sünnet’i “Hz. Peygamber
(sav) ile ashab cemaatinin dinin temel konularında takip ettikleri yolu
benimseyenler” diye tarif etmek mümkündür.
Günümüzde Cemaat Kavramı
İslam ümmetinin batı karşısında yenilgi ve gerilemesi ile başlayan
özellikle siyasal kırılma sürecinde ortaya çıkan yeni durum Müslümanları
bulundukları yerlerde çözüm arayışına itmiş, akabinde her bölgede farklı
oluşumlar gerçekleşmiş ve bu oluşumlar kendilerini cemaat olarak ifade
etmişlerdir. Böylece cemaat, yeni bir anlam yüklemesi ile karşı karşıya
kalmıştır. Bu süreçte dikkat edilmesi gereken en önemli husus belki de bütün bu
cemaatleri bir vahdet şuuru ile yeniden sahih bir İslam ümmetinin oluşum
seyrine katkı sağlayan unsurlar olduğunun farkında olunmasıdır.
Modern zamanlarda İslam toplumlarında ve Müslüman fertlerin zihinlerinde
modernizmin etkisi ile meydana gelen tahrifat neticesinde Müslümanlar arasında
bütün fıtri bağlar kopma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Ümmeti bir arada tutan bağların parçalanması, şekli bir anlam ifade eder
konumu da olsa hilafetin kaldırılması ve böylece siyasal bağın da koparılması,
modern ulus devletlerin ikamesi ve ortaya çıkan suni sınırlar, İslam
toplumlarında gücü ele geçiren zalim, tağuti, diktatoryal idareler, İslam
ümmetinin vahdete giden yolundaki büyük engeller olarak gözüküyor. Ancak belki
bundan daha büyük tehlike Müslüman fertlerin zihinlerine taht kuran modern
zihni yapıdır. Söz konusu zihniyet daha önce batıda elde ettiği kazanım
seyrini, İslam dünyasında da yürürlüğe koymuştur.
“Babalarımızın dilinde ‘bireycilik’ kelimesi yoktu. Çünkü onların
zamanında bir cemaate mensup olmayan ve mutlak anlamda yalnız telakki
edilebilecek hiçbir birey mevcut değildi.” (Mustafa Özel, Birey, Burjuva ve Zengin, 1998, s.14)
Batılı aydının (Tocqueville) dile getirdiği bu
gerçek İslam ümmetinde de yeşermiş ve büyük oranda semeresini vermeye
başlamıştır.
3.
KONUYLA
İLGİLİ AYETLER
“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a)
sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Ali İmran 103)
“Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir
yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” ( Saf 4)
“Kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.” (Ali İmran 105)
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya
kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfal 46)
4.
KONUYLA
İLGİLİ HADİSLER
“Birbirlerine
acımakta, birbirlerini sevmekte ve birbirlerine şefkat göstermekte, müminlerin
tek bir vücut gibi olduklarını görürsün! (Bu vücudun) bir uzvu mustarip olduğu
takdirde, diğer kısımları da uykusuz kalıp ateşler içinde onun ıstırabını
duyarlar.” (Müslim, Birr, 66)
“Allah ümmetimi dalalette birleştirmez (dalalette
birleşmelerine izin vermez). Allah’ın (yardım) eli cemaatin üzerindedir.
Cemaatten ayrılan ateşe ayrılmış olur.” (Tirmizî, Fiten, 7).
“Üç kişi yolculuğa çıkarlarsa, aralarından birini başkan
seçsinler!” Ebû Dâvûd, Cihâd 80
"Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır." (İbn
Hanbel, IV,145).
5.
CEMAAT OLMANIN ÖNEMİ
İslam bütün Müslümanları Allah’a, kendine, ailesine, topluma, insanlığa
ve bütün evrene karşı sorumlu kılar. Dolayısı ile İslam, bireyciliği kendine
has yollarla ortadan kaldırır. Modern toplumlar yaratılıştan gelen insani
vasıfların kaybedildiği toplumlardır. Modernizm, insanı bireyciliğe mahkûm
eder. Bireyciliği esas alan toplumsal düzenlerde de her türlü sapma
kaçınılmazdır. Sürüden ayrılanı kurdun kapması gibi cemaatten ayrılanı da
şeytan kapar. Gelinen noktada Müslümanlar, hayatı Müslüman'ca yaşamak ve
Allah’a verecekleri hesabı kolaylaştırmak için bir cemaat içinde bulunmak
zorundadırlar. Hiç kimse ‘ben bu hayatı tek başıma Müslüman'ca yaşayabilirim’
iddiasında bulunamaz. Böyle bir iddia hem aklen hem de naklen mümkün değildir.
Akıl bunu reddeder; çünkü insan yaratılışı gereği tek başınalık vasfına
sahip değildir. İnsan ünsiyet sahibidir. İnsan ünsiyetin gereği olan ortam ve
şartlardan uzaklaştıkça insanlığın gereği olan ortam ve şartlardan da
uzaklaşır. Ünsiyet ise en başta bir başkasının da varlığını ve onunla beraber
olmayı zorunlu kılar.
Nakil de bu iddiayı reddeder. Hem Kur’an hem de sünnet biz Müslümanlardan
bir arada olmamızı, ayrılığa düşmememizi isterken bunun tercih edilebilir bir
tavsiye olmaktan çok öte, kulluğun zorunlu/vücup ifade eden itikadi ve ameli
bir yansıması olduğunu vurgular.
Kur’an bize Allah’ın ipine toptan sarılmayı, tefrikaya düşmemeyi (Al-i
İmran-103) dinlerini parçalayanlar gibi olmamayı (Al-i İmran105) sapasağlam bir
bina gibi bir araya gelip Allah yolunda savaşanları Allah’ın sevdiğini (Saff
-4) söyler. Mü’minlerin ancak kardeş olduğunu (Hucurat-10) söyleyen Kur’an pek
çok ayetinde geçmiş toplulukların bu temel yasaya aykırı hareket etmelerinin
sonucunu bize bildirir. Esasen Kur’an’ın gönderiliş gayesinin de bir arada
yaşamanın Müslüman'ca şeklini göstermek olduğu aşikârdır.
Diğer yandan Efendimiz’in (sav) hem pratik örnekliği hem de sözlü
uyarıları ki hepsi bütün Müslümanlarca malumdur, bizi tefrikadan, ayakları
kaydıran bireyselcilikten kurtarmaya, Allah’ın rahmeti olan cemaat içerisinde
bulunmaya sevk eder ve bunu emreder.
Netice itibariyle insan,
fıtratı gereği cemiyet halinde yaşamak zorundadır.
İslam da insanları bilinçli, Müslüman bir topluma/cemaate dönüştürmek
istiyor. Bir cemaat içerisinde yaşama bilinci, fedakârlık, başkalarını düşünme
ve hesaba katma, hakka riayet, hukuku koruma, yardımlaşma, nimetleri ve
külfetleri paylaşma, aralarında bir bağ kurma, bu bağın hukuki ve ahlaki
yapısını oluşturma anlayışını ve pratiğini zorunlu kılar. İslam, bütün bunların
kulluk bilinci ile yerine getirilmesini ve yine bütün bunlardan hesaba
çekileceğimizi öğretir. (Cemaat Bilinci - Necmeddin Irmak, Rahle Dergisi, 32.
Sayı)
6.
NASIL
BİR CEMAAT?
Cemaat, tüm varlığı ve işleyişi Allah’ın rızası, dini mübine hizmet ve
ümmeti Muhammedîn hayrı için gayreti kendine yegâne gaye edinmiş bir şuurlu
birliktelik olmalıdır. Hizmet ettiği toplumun Allah’la barışmasına, aradaki
engellerin kaldırılmasına yönelik çabaları en büyük gayeleri olmazsa olmazıdır.
İslam’ın doğru anlaşılması ve yaşanması hususundaki temsil yönü cemaati değerli
kılan en bariz vasfıdır. Bu anlamda cemaat ümmet okyanusuna dökülerek ona hayat
veren nehirlerden sadece biri olmasıyla kendini anlamlı görmelidir.
En başta ifade edildiği üzere Allah rızası haricinde makam, mevki,
dünyevi çıkar, vb. marazi durumların kendisine bulaşamadığı rahmet toplumu
cemaati diğer gruplardan ayırır. Müntesiplerinin Kuran, sünnet vb. İslam’ın
temeli olarak niteleyebileceğimiz kaynaklardan doğru bir şekilde dinlerini
öğrenmelerini ve beraberce yaşamalarının yollarını açar. Müntesiplerinin her
alanda terbiyelerini temin eder ve örnek bir İslam toplumunun çekirdeğini
oluşturmayı ideal olarak benimser.
Oluşturulan bu vasat toplum Kuran’ın ve Hz. Peygamber (sav)’in
belirlediği ilkeler çerçevesinde hareket metotlarını oluştururlar. Bu hareket
metodunun en önemli köşe taşı ilkelere bağlılık ve istişare ile işlerinin
yürütülmesidir. Kuran ve sünnetten usulüne uygun çıkarılan ilkelere göre bir
hareket tarzının benimsenmesi ve bu işleyişin en küçük birime kadar sirayet
etmesi elzemdir. Usulüne uygun eleştiri kültürü cemaatin hayatiyetini istikamet
üzere idame ettirmesi açısından olmazsa olmaz bir durumdur.
Günümüz Türk toplumunda yaşanılan olumsuz tecrübeler de dikkate
alındığında, toplumdan kopuk ve kendi içine kapanmış bir işleyişe sahip
olmaları sorun teşkil etmektedir. Toplumun yozlaştırıcı rüzgârına kapılmadan
toplumla bağları da koparmadan sürdürülebilecek bir ilişki biçimi hayata
geçirilmelidir.
Ayrıca cemaatlere tek tip
adam yetiştirme, bireysel farklılıkları törpüleme şeklinde yapılan
eleştiriler dikkate alınmalıdır. Ufku geniş olan bir bakış açısıyla, dinin
amacını tümüyle kavrayarak mutedil bir hareketle bu soruna çözüm bulunmalıdır.
Farklılıkları öne çıkan fertler dışlanmamalıdır. Tam aksine bu fertlerin
eğitimine katkı sağlanmalı ve onlardan ümmetin istifade edilmesi istenmelidir.
Yukarda da ifade edildiği üzere cemaatler diğer cemaatlere
ötekileştirici, ayrıştırıcı bir yaklaşımı terk etmelidirler. Bu tür tefrika
oluşturacak yaklaşımların Rabbimiz tarafından yasaklandığı (Ali İmran 105) ve
geçmiş ümmetlerin bu hastalık sebebiyle azaba düçar oldukları asla
unutulmamalıdır. Tam aksine farklı cemaatlerin iyi yönleri konuşulmalı ve
uhuvvetin tesisi için çaba harcanmalıdır. Bu şekildeki iyi amellerle
toplumumuzda yıpratılmış olan cemaat, hizmet vb kavramlar, kurumlar diriltilmelidir.
İçimizdeki cahillerin, sapkınların açtıkları yaralar iyileştirilebilmelidir.
Cemaat içerisinde sorumluluklar mutlak anlamda liyakat dikkate alınarak
verilmeli. Hiçbir gerekçeyle bu ilkeden asla taviz verilmemelidir. Aksi halde
çürüme ve yozlaşma büyüyerek hareketi yok edebilir.
Vahyin ölçüleri içerisinde aynı ilkeler etrafında birleşen fertlerin ve
cemaatin birbirine karşı sorumlulukları vardır. Bu minvalde emir sahibine itaat
haram olmadığı müddetçe farzdır. Ancak isyanın olduğu vakit hiç kimseye itaat
edilmez.
7.
CEMAAT
OLMANIN FAYDALARI
“Değil mi cephemizin sînesinde iman bir;
Sevinme bir,
acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada
bir sîne çarpıyor, yılmaz,
Cihan yıkılsa
emin ol bu cephe sarsılmaz!” ( Birlik Şiiri, Mehmet Akif Ersoy)
Fıtratına ictimai bir hayata iştirak etmenin
yerleştirildiği insanoğlu diğer insanlarla hayatı tüm yönleriyle paylaşır.
Toplumun içinde aile, akraba, iş arkadaşları, köy derneği vb. gruplarla
sosyalleşme ihtiyacını karşılar. İşte bu tabii zeminlerden biri ve belki de en
önemlisi olan cemaat de kişiye çok değişik katkılarda bulunur.
Cemaat bir fert olarak kendimizi daha iyi tanıma ve
geliştirme imkânlarının kapısını bize aralar. İmtihan dünyamızdaki sorunları
cemaatin sunduğu bereketli ortamlarla daha kolay atlatabiliriz. Cemaatin
içindeki sorunları çözme, daha güzel örneklikler ortaya koyma yönündeki
gayretimizle şahsiyetimizi geliştiririz. Cemaat bizim düşünce dünyamızı
geliştirdiği gibi biz de cemaatimizin düşünce dünyasının gelişmesine katkıda
bulunuruz.
Hepimiz hayatın dağdağalarından
bunalırız. Nefes almak, dinlenmek, teselli bulmak, mânevî gücümüzü takviye
etmek, hemcinslerimizle kaynaşmak isteriz. Cemaate girerek teselli
buluruz. (Mektûbât, s. 429.)
Çağımızın en büyük sorunlarından
biri olan bireysellik hastalığının sebep olduğu sorunlardan kurtulabilmemizin
en güzel yollarından biri sahih bir cemaate müntesip olmaktır. Cemaat
içerisinde aldığımız görevlerle bireysel özelliklerimizi, yeteneklerimizi
geliştirme gibi müspet kazanımları elde ederiz.
Cemaatin öncüleri diyebileceğimiz büyüklerimizin feyz ve
bereketinden istifade ederiz. Rabbimizin rahmet ve bereket elinin cemaatin
üzerinde olduğunu biliriz. Şöyle ki büyüklerimizi ziyaret edip meclislerinde
bulunduğumuzda onların ihlasından, takvasından ve istikamet üzere yürüyüşünden
bizler de nasipleniriz. Belki de her birimiz bir ağabeyini ziyaretinin ardından
morali yükselmiş, direniş azmini artırmış ve takvaya sımsıkı sarılmak üzere içinde
kendine söz verip adımlarını kavileştirmiştir. Ayrıca tek başımıza asla
altından kalkamayacağımız piknik organizasyonlarını, kampları, infakta yarış
hizmetlerini velhasıl İslam’ın yücelmesi için yaptığımız tüm amellerin cemaat
halinde yaptığımızda nasıl da kolay ve bereketli bir hale geldiğini
görmüşüzdür.
Bu minvalde Bediüzzaman, grup/ekip/cemaat/ birlik
halinde çalışmanın harika sonuçlarına meşhur bir örnek veriyor: San’atkârlar,
san’atlarının sonucunu ziyadeleştirmek için, san’atta ortaklık cihetinde mühim
bir servet elde ediyorlar. Hattâ dikiş iğneleri yapan on adam, ayrı ayrı
yapmaya çalışmışlar. O ferdî/bireysel çalışmanın, her günde yalnız üç iğne, o
ferdî san’atın meyvesi olmuş. Sonra, ortak çalışma prensibiyle on adam
birleşmişler. Biri demir getirip, biri ocak yandırıp, biri delik açar, biri
ocağa sokar, biri ucunu sivriltir ve hâkezâ... Herbirisi iğne yapmak san’atında
yalnız cüz’î bir işle meşgul olup (bir dalda uzmanlaşıp), meşgul olduğu hizmet
basit olduğundan vakit kaybolmayıp, o hizmette meleke (maharet/uzmanlık)
kazanarak, gayet sür’atle işini görmüş. Sonra, o çalışmalarını birleştirme ve
taksim-i a’mâl (iş bölümü) düsturuyla olan san’atın meyvesini taksim etmişler.
Herbirisine bir günde üç iğneye bedel üç yüz iğne düştüğünü görmüşler. Bu
hadise, san’atkârlar arasında, onları teşrik-i mesâiye (işbirliğine) sevk etmek
için dillerinde destan olmuştur. (Lem’alar, s. 169.) Bu kanun; mânevî,
kültürel işler için de geçerlidir.
8.
FARKLI CEMAATLERE KARŞI AHLAKIMIZ
a. İhtilaflı
Meseleleri Gündeme Getirmekten Kaçınmak: İslam’ın genel sınırları içerisinde
kalan bütün cemaatleri kardeşlerimiz olarak bilmemiz gerekir. Mutlaka farklı
düşünme alanlarının olacağı öngörülerek ihtilaflı olan konuları gereksiz bir
şekilde gündeme getirerek tefrikaya düşmemeliyiz. İhtilafları büyütmek
tecrübeyle sabittir ki yaraya merhem olmak yerine yaralarımızı azdırmaktan
başka işe yaramamaktadır.
b. Hukuku
Gözetmek: Kardeşlerimizin hak ve hukukunu gözetmeli, bize düşen asli
sorumluluklarımızdan asla vazgeçmemeliyiz. Başkaları bu hukuku çiğnese bile
bizler kardeşlik ahlakını terk edemeyiz.
c. Basit
Meselelerde Tartışmamak: Cevaziyet alanı varsa hoş görmek gerekir. Daha çok
ortak noktalarımızın olduğunu sürekli vurgulayarak ümmet şuurunu diri
tutmalıyız.
d. Mü’min
mü’minin velisidir. Müminler diğer müminleri hem ferdi boyutta hem de cemaat
boyutuyla birbirinin dostu, idarecisi, hak üzere yardımlaştığı kardeşi vasfıyla
büyük bir nimet olarak görmeli ve bu nimete karşı nankörlükten sakınmalıdır.
e. Hakikatin
Tekelinde Bulunduğunu İddia Etmemek: “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin
vakit, 'Mesleğim haktır veya daha güzeldir.' demeye hakkın var. Fakat 'Yalnız
hak benim mesleğimdir.' demeye hakkın yoktur.” (Said-i Nursi, Mektubat, Yirmi
İkinci Mektup)
9. SONUÇ
Ø Her
Müslüman fert ümmet olma şuuruyla cemaat olmanın hem Kuranı Kerim’de hem de
Allah Resul’ünün (sav) sünnetinde ehemmiyetle vurgulandığını bilmelidir.
Ø
Tefrikanın toplumsal ifsadı artıracağını tarihin
acı sayfalarında görüp gerekli ibretleri alıp ve hayatımıza ona göre yön
vermeliyiz. Kâfirlerin özellikle
ana hedef olarak Müslüman toplumları ve cemaatleri bölüp parçalamak için
sinsice tuzaklar kurduğunu bilerek buna karşı uyanık olmak zorundayız.
Ø Cemaatlere
müntesip olurken de körü körüne değil basiret üzere, ilkeler ekseninde
bağlanmayı ihmal edilemez bir prensip olarak kabul etmeliyiz.
Ø İstişare
ile hareket etmek, liyakati esas almak, fertleri tekdüzeleştirmekten kaçınmak
ve diğer cemaatlere karşı ötekileştirici olmaktan kaçınmalıyız.
Ø Fert
olarak asla başaramayacağımız amelleri ancak cemaatin gücü ve bereketiyle
başarabileceğimizi bilmeliyiz.
Ø
Müslümanlar
olarak cemaat içerisinde verilen görevleri itinayla yerine getirmeyi, meşru
emirlerinde emir sahiplerine itaat etmeyi de cemaatin mevcudiyetinin ve
faydasının devamlılığı sağlayan zorunlu bir unsur olarak görmeliyiz.
9.
VİDEO
a.
Kardeşlik Farzlar Üstü Bir Farzdır! | Muhammed
Emin Yıldırım
https://www.youtube.com/watch?v=tgYlRfeZj0Y
b.
Kardeşlik Hukuku | Muhasebe Gecesi (2021) |
Necmettin Irmak
https://www.youtube.com/watch?v=Innh08QjpQ0
(10 ila 25. Dk)
c) Cemaate müntesip olurken nelere dikkat edelim?
https://www.youtube.com/watch?v=_z7sawBum_o
10.
ÖDEV
Ø Bir
hafta içinde rehberinde uzun süredir aramadığı yedi kişiyi aramak.
Ø Yurtdışındaki
kardeşi için infakta bulunmak.
Ø Bir
hafta içinde küçükte olsa kardeşlerinden bir hizmet / iş / görev talebinde
bulunmak.
[1] Bu ve bir sonraki ana
başlığın hazırlanmasında Ebu Talib el-Mekki’nin Kut’ul Kulub eserinden istifade
edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder