1. GİRİŞ
İnsanın yeme, içme, giyinme ve barınma gibi maddî ihtiyaçlarının yanında
inanma, ibadet etme ve yüce bir varlığa sığınma gibi manevî ihtiyaçları da
vardır. Çünkü yüce Allah (cc) insanı böyle yaratmış,
yaratılış gayesinin Allah (cc)’ a kulluk etmek olduğunu bildirmiştir (Zâriyât 56).
İnsanın, bu görevini yerine getirebilmesi için her şeyden önce iman etmesi
gerekir. İman eden insanın birinci sırada gelen görevi ise namazdır.
Namaz, ilk insandan itibaren peygamberler vasıtasıyla bütün insanlara
emredilmiştir. Çünkü namaz, kulluğun özü ve esasıdır. Namazsız kulluk mümkün
değildir.
Mü’minler; her hâl ve şartta namazlarını kılmakla yükümlüdürler. Su
bulamayanlar veya suyu kullanamayanlar teyemmüm ederek (bk. Mâide 6), bir
tehlikeden korkanlar yaya veya binit üzerinde (bk. Bakara 239), dînen yolcu
sayılanlar dört rekâtlı farz namazları iki rekât olarak; savaş hâlinde olanlar,
nasıl güçleri yetiyorsa o şekilde; ayakta durmaya güçleri yetmeyen hasta ve
özürlüler oturarak, buna da güçleri yetmeyenler yatarak namazlarını ima ile
kılarlar. Kadınların özel hâlleri hariç, namaz kılmamanın hiçbir mazereti
yoktur. Ne ticaret ne alışveriş ne iş (bk. Nûr 37), ne görev, hiçbir şey
müslümanı namaz kılmaktan alıkoyamaz, alıkoymamalıdır.
Kalbine iman yerleşmiş ve gerçek mü’min niteliğini kazanmış bir Müslümana
namaz kılmak ağır ve zor gelmez (bk. Bakara 45). Mü’min, namazlarına ara
vermeden devam eder (bk. Meâric 22-23). Namazlarını zevkle ve isteyerek kılar. Yüce
Allah (cc), Kur’ân’da, namazı üşenerek kılmayı (bk. Nisa 142; Tevbe 54) veya namazı
terk etmeyi münafık (bk. Tevbe 54) ve kâfirlerin niteliği olarak zikretmiştir
(bk. Müddessir 44). Hür iradesiyle iman etmiş gerçek bir mü’minin, her türlü
ibadetin kendisinde toplandığı namazı, terk etmesi asla mümkün değildir. (Namaz
İlmihali DİB Yayınları)
Bugün karşı karşıya kaldığımız büyük tehlike ise, namazları sadece şekle
indirgememizdir. İnsanı her türlü münker ve fahşadan alıkoyacak bir namazı eda
etmekten uzaklaşmamızdır. İlmihal bilgisinin ötesine geçerek, namazın derin
manasını idrak edemeyişimizdir. Samimiyetten mahrum, süresi kısalmış, son ana
kadar ertelenmiş, etkisini yitirmiş, solgun namazlarla kendimizi avutmamızdır.
Soralım kendimize: Kıldığımız namazlar neden bizi kötülükten ve çirkinlikten
alıkoymuyor? Neden bizi merhametli kılmıyor? Neden bizim iyi bir mümin, hayırlı
bir Müslüman olmamızı sağlamıyor? Neden bizi örnek bir insan yapmıyor? Neden
bizi güzel ahlaka erdirmiyor? Oysa
müminin dirilişi ancak namazla olur. Mümin, günde en az beş defa Rabbinin
huzuruna çıkar; O’ndan namaz vasıtasıyla yardım ister. Cennetin anahtarı ve
dinin direği olan namaz sayesinde arınır, tazelenir ve güçlenir. Bilir ki, en
hayırlı ameli vaktinde kıldığı namazdır; ahirette ilk suali ise namazdan
olacaktır. Bu yüzden o hep şöyle dua eder: “Rabbim! Beni ve neslimi namaz
kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”( İbrahim 40)
Namazsız İslam salt ideolojiden ibaret kalır.
Namaz ibadettir,teslimiyettir, tefekkürdür, zikirdir, duadır, ilticadır, huşu
ve hudûdur. Abdest ile her
türlü maddi ve manevi kirden arınan bir insan için namaz hayat dersidir.
Namazdaki niyet, zihnimizi ve kalbimizi ibadete hazır kılma, varlığımızı
Rahman’a sunma dersidir. Namazdaki iftitah tekbiri, dünyevileşmeye sırt çevirme
dersidir. Namazdaki kıyam, her gün müminler için bir istikamet dersidir.
Namazdaki kıraat ve Kur’an, Cenab-ı Hak ile konuşmaktır, ahitleşmektir.
Namazdaki rükû, Allah (cc)’tan başkasına eğilmemek için bir derstir. Namazdaki
secde bize topraktan geldiğimizi öğreten bir tevazu dersi ve Rabbimize en yakın
olma çabasıdır. Namazdaki tahiyyat, Rabbimizle ve bütün müminlerle bir selam ve
barış oturumudur. Namazdaki selam, melekleri şahit kılarak huzur-u İlahiden
edeple ayrılıştır. Oysa bugün biz namazı, bünyesinde topladığı iman, ibadet ve
ahlak bütünlüğüyle dinin direği olarak göremiyoruz. Namazı hayatın kalbine
koyamıyoruz. Ona özen göstermede, onu özlemede, onunla özlemimizi gidermede
çoğu zaman yetersiz kalıyoruz. Hz. Peygamber (sav) namazı “gözünün nuru” olarak
nitelendirmiştir. Onun En Yüce Dost’a giderken ümmetine son vasiyeti namaz
olmuştur. Bugün de Müslümanlar, namazlarını Allah (cc)’ın emrettiği, Rasûlünün
(sav) öğrettiği şekilde, camilerde cemaatle eda ettiklerinde; ruhlarını namazla
güçlendirip,namazın ruhuyla dirildiklerinde; namazı sevip, evlatlarına
sevdirdiklerinde Allah (cc)’ ın izniyle karşılaştıkları her türlü sorunun
üstesinden geleceklerdir. (Prof.Dr. Mehmet Görmez, Camileri İnşa Edip Namazı
Kaybetmek, Cami ve Namazla Diriliş Dib Yay.)
2.
KAVRAM TAHLİLİ
Türkçe’ye Farsça’dan giren ve Farsça’da “tâzim için eğilmek, kulluk,
ibadet” anlamına, sözlükte de “dua etmek, ibadet etmek, bağışlanma dilemek,
yalvarmak” manalarına gelen “namaz”, Kur’an ve Sünnette “salat” kelimesi ile
ifade edilmiştir. Dinî bir terim olarak “Salat” (namaz);
Allah (cc)’ın emrettiği, Peygamberimizin uyguladığı şekilde tekbirle başlayıp
selamla son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan kalp, dil ve bedenle
yapılan bir ibadeti ifade eder. Namaz ibadetindeki rükünlerin aynı zamanda
fiili ve sözlü bir dua niteliğinde olması salat kelimesinin terim ve sözlük anlamları
arasındaki ilişkiyi teyit etmektedir.
“Salat” kelimesi ve türevleri Kur’an’da 99 defa geçmektedir. Kur’an’da
namaz “salat” kelimesiyle ifade edildiği gibi “ibadet” (Hacc 77), “kıyam” (Hacc
26), “kıraat” (İsrâ 78), rükû (Bakara 125), “zikir” (Bakara 239, Ankebut 45,
Cum’a 9), “dua”, “tesbih” (Rûm 17), “huşu”, ve “kunut” kelimeleriyle de ifade
edilmiştir. Bu, namaz ibadetinin anlam derinliğini gösterir.
Namaz kılan Müslüman; Allah (cc)’ı yüceltmiş, O’nun huzurunda divan
durmuş, O’nun kelamından okumuş, O’nu noksan sıfatlardan tenzih etmiş, O’nu
övmüş, nimetlerine şükretmiş, O’nun huzurunda eğilip saygısını ifade etmiş,
O’nu anmış, O’na tevazu göstermiş, O’na dua ve niyazda bulunmuş, itaat edip
kulluk etmiş olur. Böylece kul, namaz ibadeti ile Allah (cc)’ın emir ve
yasaklarına uyma bilincini sürekli canlı tutmuş olur.
Namaz, Allah (cc) için yapılan her türlü kulluğun ifadesidir. Başka bir
ifadeyle, her türlü ibadet, namazda toplanmıştır. Namaz, küfrün ve şirkin her
türlüsüne, nefsin ve şeytanın tüm arzularına karşı koyuştur. Namaz, Allah (cc)’ın
düşmanlarına ve tüm kötülüklere karşı bir tavır alıştır. Namaz, imanın aksiyona
dönüşmesidir, günde beş defa imanı tazeleme, Allah (cc)’ı çokça anma,
günahlardan arınma, Allah (cc)’a sığınma ve hayata çeki düzen vermedir. Namaz,
disiplinli ve intizamlı hayatı sürekli canlı tutmaktır.
3.
NAMAZLA İLGİLİ AYETLER
“…Namazı dosdoğru kılın; çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir
farzdır.” (Nisa 103)
“(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki,
namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah (cc)'ı anmak elbette
(ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah (cc) yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 45)
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; onlar ki, namazlarında huşû
içindedirler.” (Mü’minûn 2)
“Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki, bunlar namazı
bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ileride sapıklıklarının
cezasını çekecekler.” (Meryem 59)
"Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan
eyle.” (İbrahim 40)
“Onlar cennetler içindedir. Günahkârlara: Sizi şu yakıcı ateşe sokan
nedir? diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz
kılanlardan değildik.” (Müddessir 41-43)
“Öyle müminler vardır ki, onları ne ticaret ne alışveriş Allah (cc)’ı
anmaktan, namazı hakkıyla kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz.” (Nûr 37)
4.
NAMAZLA İLGİLİ HADİSLER
İbn Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e
(sav), “Amellerin/İbadetlerin en faziletlisi hangisidir?” diye sordu. Peygamber
Efendimiz, “Vaktinde kılınan namazdır…” buyurdu.
(Buhârî, Tevhîd, 48)
Ebû Hüreyre (ra)’nin naklettiğine göre, Resûllah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Büyük günah işlenmedikçe beş vakit namaz ve iki Cuma, aralarındaki günahlara
kefarettir.” (Müslim, Tahâret, 14)
Câbir b. Abdullah’ın (ra) naklettiğine göre, Resûllah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Cennetin anahtarı, namazdır, namazın anahtarı da abdesttir.”
(Timizî, Tahâret, 1)
Enes (b. Mâlik) (ra)’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: “Muhakkak ki sizden biri namaz kılarken (aslında) Rabbiyle özel
olarak konuşmaktadır…” (Buhârî, Salât, 36)
Ebû Hüreyre (ra)’nin işittiğine göre, Resûlullah (sav) bir defasında
şöyle demiştir: “Birinizin kapısının önünden bir nehir geçse ve onda her gün
beş defa yıkansa, bu o kimsenin kirinden bir şey bırakır mı, ne dersiniz?”
Sahâbîler, “Onun kirinden hiçbir şey bırakmaz.”demişler, bunun üzerine
Resûlullah, “İşte beş vakit namaz da böyledir!Allah (cc) onlarla günahları yok
eder.” buyurmuştur. (Buhârî, Mevâkîtü’s-salât, 6)
Abdullah b. Ömer (ra)’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi
kat daha faziletlidir.” (Bûharî, Ezân, 30; M1477 Müslim, Mesâcid, 249)
Ebû Saîd (ra) ve Ebû Hüreyre (ra)’den nakledildiğine göre, Resûlullah
(sav) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse hanımını uyandırır da ikisi de namaz
kılarsa veya birlikte iki rekât namaz kılarlarsa zâkirîn ve zâkirâtın (Allah
(cc)’ı çokça anan erkekler ve hanımların) arasına yazılırlar.” (Ebû Dâvûd,
Tatavvu’, 18)
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Bana dünyadan üç şey
sevdirildi. Bunlar; 1. Kadınlar, 2. Güzel koku 3. Gözümün nuru da namazda
kılındı.”( Ahmed b. Hanbel, III, 128; Nesâî, İşratü’n-Nisa, 1)
5.
NAMAZDA TADİL-İ ERKAN VE HUŞÛ’
Namazın özü, kalbin huşû ve huzur içinde olmasıdır. Kalpte huzur ve huşû
yoksa kılınan namaz, bir heykeltıraşın özene bezene ve tüm sanatkarlığını
ortaya koyarak yaptığı bir insan heykelinden farklı olmayacaktır. Allah (cc) bu
noktayı şöyle belirtmektedir: "Beni anmak için namaz kıl" (Tâhâ 14).
Bu âyetle namaz Allah (cc)'ı anmanın bir yolu olarak önerildiği gibi, aynı
zamanda namazın Allah (cc)'ı anmaktan ibaret olduğu da vurgulanmaktadır. Çünkü Allah
(cc)'ı anmak için namaza duran kişi, namaz boyunca Rabbin huzurunda durduğundan
gaflet ederek namaza hakkını vermemiş ise nasıl Allah (cc)'ı anmış sayılabilir?
Devlet başkanıyla görüşmek, ondan bir şeyler talep etmek isteyen kişi, bu
imkânı bulup onun huzuruna çıktığında onunla görüşmek yerine, orada bulunan
eşya ile ilgilense veya yanında getirdiği kitabı okusa veya bir şarkının veya
şiirin sözlerini mırıldansa, o devlet başkanının muhtemel tepkisini bir tarafa
bırakalım, buna görüşme denir mi, gelen kişi arzusunu iletmiş olur mu? Bu basit
örneğin de gösterdiği gibi namaza duran kişi, Allah (cc)'ın huzurunda olduğunu
bilmeli, bunu hissetmelidir. "Ne dediğinizi bilinceye kadar namaza
yaklaşmayın" (en-Nisâ 43) ifadesi ne dediğinden haberi olmayan sarhoş
kimselere yönelik olmakla birlikte namazda tam bir şuur ve huşûun gerektiğini
de anlatmaktadır. Yine Kur'an'da, namaz kılarken gaflet ve ciddiyetsizlik
içinde olanlar ağır bir üslûpla zemmedilir (el-Mâûn 4-5). (Diyanet İlmihal)
Allah (cc) insanların kalıplarına değil kalplerine bakar. Hatem-i Esem'e
namazı hakkında sual sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
Namaz yaklaştığı zaman, tam bir abdest alırım. Sonra namaz kılmak
istediğim yere gelirim ve âzâlarım sükûnet bulsunlar diye orada biraz otururum.
Bu maksat hasıl olunca kalkar, Kâbe'yi iki kaşımın arasına, sırat'ı ayaklarımın
altına, cenneti sağıma, cehennemi soluma, ölüm meleğini arkama alır ve sanki
son namazım olacakmış gibi korku ve ümid arasında namaza dururum. Her şeyine
inanarak ve bütün özelliklerine riayet ederek tekbir alırım. Tertîl ile okumaya
başlarım. Rükûa tevazu ile varırım. Huşû ile karışık secde yaparım. Sol kalça
üzerinde oturup sol ayağın sırtını yayar, sağ ayağı baş parmağı üzerine dikerek
otururum. Bu durumları ihlâsla mühürlerim. Bunları yaptıktan sonra da Allah
(cc)’ü teâlâ'nın bu ibadetlerimi kabul edip etmeyeceğini bilmem; zira takdir
O'na aittir.
a. Namazda Tadil-i Erkan
Ta‘dîl-i erkân terkibi, fıkıh terimi olarak
namazın kıyam, rükû ve secde gibi rükünlerini yerli yerinde, acele etmeden
sükûnet içinde yerine getirmeyi, itmi’nan halinde bulunmayı, hareketten
sonra durmayı yahut kalkması eğilmesinden ayrılacak şekilde iki hareket
arasında sükûnet bulmayı ifade eder. Fıkıh kitaplarında aynı anlamda i‘tidâl de kullanılır. “Tume’nîne” ise
(huzur ve iç rahatlığı) kişinin ta‘dîl-i erkâna riayet ettiğine kanaat
getirmesi ve yaptığı ibadetin bu yönden içine sinmesi demektir.
“Namazı benden gördüğünüz şekilde kılın” diyen Hz. Peygamber (Buhârî,
“Eźân”, 18) namazı sükûnet ve huşû içinde kılma ve rükünlerini usulüne uygun
olarak yerine getirme hususunda örnek teşkil etmesi yanında (Buhârî, “Eźân”,
122, 127; Müslim, “Śalât”, 193, 196; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 154), “Rükû ve
secdeleri tam yapın” (Buhârî, “Eymân”, 3); “Rükû ve secdeleri güzel yapın”
(Müsned, II, 234, 319, 505); “Sizden biriniz rükû ve secdelerden kalkarken
belini tam doğrultmadıkça namazı geçerli olmaz” (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 143)
şeklindeki açıklamalarıyla ta‘dîl-i erkânın önemine dikkat çekmiş ve bunlara
uymayanları uyarmıştır. Meselâ gereklerine riayet etmeden namaz kılan bir
bedevîye, “Dön ve namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmış olmadın” diyerek
namazı üç defa tekrar ettirmiş, sonunda yine eksik kıldığını söylemesi ve
bedevînin doğrusunu öğretmesini istemesi üzerine ona namazın kurallarına uygun
kılınış biçimini tarif etmiş ve: “Namaza kalktığın zaman tekbir getir,
sonra kolayına gelen Kur’an ayetlerinden bir kısmını oku. Sonra mutmain
olacak şekilde rukû yap, sonra mutmain olacak şekilde secde yap. Sonra
bunu bütün namazın süresince böyle yap.” diye buyurmuştur. (Buhârî,
“Eźân”, 95, 122; Tirmizî, “Śalât”, 110). Ayrıca, “Hırsızın en kötüsü namazından
çalandır” buyurmuş, “Kişi namazından nasıl çalar?” diye sorulunca “rükû ve
secdesini tam yapmayarak” cevabını vermiştir (el-Muvatta, “Ķaśrü’ś-śalât”, 72).
Ta‘dîl-i erkâna riayet için namazın her rüknü sükûnet içinde, acele
etmeden ve biri diğerinden ayırt edilecek biçimde yerine getirilmeli, meselâ
rükûdan doğrulduktan sonra vücut dimdik hale gelmeli, en az bir defa
“sübhânellah” diyecek kadar ayakta durup hareketsiz kalmalı, iki secde arasında
da bu ölçüye uyulmalıdır.
"Huzeyfe (ra) bir adamın namaz kılarken hîle yaptığını görmüştü. "Sen
bu namazı ne zamandan beri kılıyorsun?" diye sordu. Adamcağız: "Kırk
yıldan beri!" dedi. Huzeyfe: "Öyleyse kırk yıldan beri namaz kılmadın
(bütün kıldıkların boşa gitmiş). Şâyet bu şekilde namaz kılarak ölecek olursan
Muhammed'in fıtratından başka bir fıtrat üzere öleceksin!" dedi ve ilave
etti: "Kişi namazı hafif kılar (ama buna rağmen) tam kılar, güzel
kılar!" (Buharî, Ezân: 119, 132)
Hadisin sonunda namazın mükemmel olması için mutlaka uzun kılınması
gerekmediğine de dikkat çekilmiştir: "Kişi hafif bile kılsa tam ve güzel
yapabilir namazını" denmektedir.
Abdurrahman İbnu Şibl (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav) karga gagalamasından, vahşi hayvanlar gibi
kolları yaymaktan, kişinin mescidde deve gibi mekân tutmasından nehyetti"
(Ebû Dâvud, Salât: 148)
Resûlullah (sav) bu hadiste namazla ilgili üç âdâb beyan etmektedir:
* İki secde arasında bir miktar oturmaya (tuma'nîne) yer vermeden çabucak
ikinci secdeye gitmeyi karga gagalaması olarak tavsif etmiştir. Çünkü karga da
bir leşe rastlayınca gagalarını peş peşe aralıksız saplar.
* Musalli'nin secde sırasında kollarını yere yaymasını da vahşi
hayvanların yatma sırasında (ön ve arka) bacaklarını yere yaymasına
benzetmiştir. Hâlbuki kollar yana doğru çıkmış ve dirsekler havada olmalıdır.
* Namaz kılan kimse mescidde aynı yere alışıp, her gelişinde orada namaz
kılmamalıdır. Bu davranış hadiste "deve gibi mekân tutmak" tabiriyle
yasaklanmıştır. Çünkü develer ağıllarda her seferinde aynı alıştıkları yere
ıharak yatmayı tercih ederler.
Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî, Ca‘ferî, Zeydî ve Zâhirî mezhepleriyle
Hanefîler’den Ebû Yûsuf’a göre ta‘dîl-i erkânın hükmü farz, Ebû Hanîfe ve
Muhammed b. Hasan’a göre vâcip, bazı Hanefî âlimlerine göre ise vâcibe yakın
müekked sünnettir; ancak mezhepte vücûb görüşü tercih edilmiştir (İbn Âbidîn,
I, 465).
Namazdan manevî feyiz ve zevk alan kimseler acele etmez ve namazı
sükûnet içinde kılarlar. Acele etmeyi ta’zime ve edebe aykırı görürler.
Günlük hayatta en yararlı, en değerli saatlar ibadet ile geçen
vakitlerdir. Boş yere ve süflî zevkler uğruna saatlerini, günlerini
geçiren kimselerin namaz gibi ulvî ve müminin miracı olan bir ibadetten
bir an önce çıkıp kurtulmaya çalışması yersiz bir aceleciliktir
b.
Namazda Huşu’
“Huşu” kelimesinin terim anlamını, "Allah (cc) karşısında duyulan
saygı ve tazimden dolayı her türlü benlik iddiasını terk ederek O'na boyun
eğme ve bunun hareketlere yansıyan tezahürü" şeklinde belirlemek
mümkündür.
İslâm âlimlerinden bazıları huşûun korku gibi sadece manevî (kalbe
mahsus) bir hal, bazıları sakin ve vakur olmak gibi beden ve organlara ait bir
tavır, bazıları ise hem kalp hem de bedenle ilgili bir durum olduğunu
düşünmüşlerdir (Fahreddin er-Râzî, XXVIII, 77). Gerçekte huşu kökleri kalpte,
belirtisi bedende olmak üzere bu iki çeşit fiili de kapsamaktadır.
Bilhassa mutasavvıf müelliflerin kalbe ait fiillerden saydıkları huşu,
her şeyden önce kişinin Allah (cc)’a karşı son derece saygılı olması, kendini
O'nun huzurunda hissedip sükûnet ve vakar içinde boyun eğmesi şeklinde manevî
bir durum olduğuna göre yalnız belirli ibadetler esnasında değil hayatın her
anında Allah (cc)'ın huzurunda kulun takınması gereken bir kulluk tavrı ve
edebidir. Bununla birlikte huşu denince ilk akla gelen şey namazdaki duruştur.
Çünkü namaz hem şekil hem de muhteva
olarak kulluğun derinden yaşanmasına ve hareketlerle ifade edilmesine en
uygun ibadettir. Bu sebeple namazın temeli huşu ve ihlâstır. "Gerçekten
namazlarında huşu içinde olan müminler kurtuluşa ermiştir" (Mü'minûn 1-2)
mealindeki âyet namazda huşûun önemini göstermektedir. Bundan dolayı Ebû
Bekir el-Vâsıtî huşûu, "bir karşılık beklemeden Allah (cc) için tam bir
ihlâsla namaz kılmak" şeklinde tanımlamıştır (Aynî, V, 280). Bazı İslâm
âlimleri namazdaki huşûu, kişinin namaza durduğu zaman sağında solunda
kimlerin bulunduğunu bilmeyecek derecede kendisini ibadete vermesi şeklinde
anlamışlardır (Mâtürîdî, II, vr. 423b). Gazzâlî namazdaki huşûun önemine
işaret ederek, "Namaz kılan kimse rabbi ile gizli konuşur" (Buhârî,
"Mevâkît", 8; "Salât", 33) mealindeki hadisi açıklarken
namazın özü ve esası olan zikrin Allah (cc) ile konuşma anlamına geldiğini,
gaflet içinde kelimeleri ve harfleri telaffuz etmenin ise Allah (cc) ile
konuşma sayılamayacağını söyler. Çünkü âyet ve duaların anlamı düşünülmediği
sürece kalp de gaflet içinde olacaktır. Bu sebeple namazda huşu olmayınca
namaz sırt ve başın hareketinden, vücudun eğilip doğrulmasından ibaret kalır (İhya
1, 59-160).
Hz. Peygamber diğer ibadetlerde olduğu gibi namazda da huşûya çeşitli
vesilelerle dikkat çekmiş, huşu halini zedeleyecek şekilde namaz kılanları
ikaz etmiş, bizzat kendisi gözünün nuru saydığı namazda hem zihnini hem de
bedenini gafletten ve gafilce hareketlerden uzak tutarak huşûda ümmetine
örnek olmuştur. Bunun için de kişinin bütün kalbiyle Allah (cc)’a yönelerek
her türlü dünyevî düşünceden uzak durmaya çalışması, okuduğu ayetlerin manasını
düşünmesi, secde yerine bakması ve gereksiz hareketlerde bulunmaması tavsiye
edilmiştir. Hz. Peygamber (sav)’de namazda ilâhî rızâ ve rahmete nail olabilmek
için yüzünü sağa sola çevirip bakmaktan, yani namazın ruhu olan huşûu
zedeleyecek hareketlerden kaçınılmasını istemiş (Mûsned, VI, 130, 443; Ebû
Dâvûd, "Salât", 165; Tirmizî, "Cum'a", 59), ayrıca yemek
hazırken namaza durmak (Buhârî, "Ezan", 42; Müslim,
"Mesâcid", 64), namaz vaktinin çıkması söz konusu olmadığı halde
sıkışık abdestle namaz kılmak (Müslim, "Mesâcid", 67) gibi âdaba aykırı
olan davranışlar namaz kılanın zihnini meşgul edeceğinden böyle durumlarda
namaza başlamayı uygun bulmamıştır.
Huşû; kalbin yalnızca Allah (cc)’a teslim olması, O’ndan başka bir şeyle
meşgul olmaması, O’nun zikriyle tatmin olup huzur bulmasıdır.
Huşû; Allah (cc)’ın huzurunda bulunmanın, yalnızca O’nu düşünmenin, biz
O’nu görmesek de O’nun bizi gördüğünü hissetmenin verdiği vecd halidir.
Huşû; fizikî ve maddi benlikten kurtulup, manevi ve ilahi benliğe
bürünmenin adıdır.
Tanımlanan manada huşû duyarak kılınan namaz, mü’mini felaha, huzura ve
sükûna kavuşturacaktır. Huşû içindeki namaz ise; ancak dosdoğru, ta’dîl-i
erkâna riayet ederek, kıraatin hakkını verip onu tefekkür ederek, sağa sola
iltifat etmeyip dünyadan koparak ve kalbini Allah (cc)’a teslim ederek kılınır.
“Onlar ki, Allah (cc) anıldığı zaman kalpleri titrer.” (Hacc 35)
“Ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar ve (Kur’ an) onların huşûunu
artırır.” (İsrâ 109)
Namazdaki bütün fiilî, lisanî, fikrî ve kalbî eylemler huşû ile doğrudan
alakalıdır: Önce, Allah (cc)’ın huzurunda, ayakta el-pençe divan durup hafif
başı öne eğik durumda saygıyla kıyamda bulunmak, sonra eğilip sırtını dümdüz
tutarak haşyet içinde rükûa varmak, daha sonra da yere kapanıp alnını toza
toprağa sürerek tevazu ve tezellülün zirvesine ulaşmak… Bütün bunlar, kulun
namazda huşû‘a ermesini ve kendisini Allah (cc) karşısında hiçe saymasını
sağlayan davranışlardır.
6. NAMAZDAN LEZZET ALMANIN YOLLARI
a. Kalbin Tamamen Namaza
Verilmesi: Bunun anlamı ise
kalbin yapılan şeyle ilgili olan düşüncelerin dışındaki bütün düşüncelerden
arındırılmasıdır. Bunun sebebi ise zihnin meşguliyetidir. Çünkü kişi bir şeye
zihnini verdiği zaman kalbi de ister istemez onunla meşgul olacaktır. Bunun,
zihni tamamen namaza vermekten başka bir tedavisi yoktur. Zihnin namaz
dışındaki şeylerden alıkonmasının derecesi, ahiret inancının gücüne ve dünyayı
basite alma derecesine göre artar ve eksilir. Şunu bilmeliyiz ki, namazda
zihnin başka şeylerle meşgul olmasının sebebi iman zayıflığıdır. Artık imanı
güçlendirmek için çalışmak gereklidir.
b. Kişinin Okuduğunu
Anlaması: Bu, kalbini
vermekle doğrudan bağlantılı olan bir şeydir. Çünkü bazen insan okuduğu
sözlere kalbini verir ama anlamına kalbini vermez. Bunun için, insanın zihnini
meşgul eden şeyleri zihninden atarak ve onların gelmesine yol açan unsurları
yok ederek zihnini tamamen okuduğuna vermesi iyi olur. Çünkü söz konusu
düşüncelerin zihne gelmesine yol açan sebep yok edilmezse o düşünceler de zihni
terk etmez.
Zihnin meşguliyetine yol açan unsurlar,
yerine göre dıştan gelen (zahiri) şeyler olabilir. Bunlar gözü ve kulağı meşgul
eden unsurlardır. Ya da içten gelen şeyler olabilir ki, bunlar daha kuvvetli
etki yapar. Bunlar ise dünyanın değişik alanları ile ilgili düşüncelerdir. Bu
gibi düşünceler çoğu zaman tek bir konu üzerinde toplanmazlar. Bu düşünceler,
gözü sağa sola bakmaktan alıkoymakla da gitmezler. Çünkü bizzat kalbin içine
giren düşünceler, onu meşgul etmeye yetmektedir.
Eğer zihni meşgul eden unsurlar dıştan gelen
şeylerse, bunun tedavisi; gözü ve kulağı meşgul eden şeylerle bağlantıyı
kesmektir. Bu da kıbleye yakın durmak (yani kıble cihetindeki duvara veya
benzeri engele yakın durmak), gözleri secde yerine doğru çevirmek, nakışlı ve
süslü yerlerde namaza durmaktan çekinmek ve namaza dururken etrafında kendini
zihnen meşgul edecek bir şey bırakmamakla olur.
Eğer zihni meşgul eden şeyler içten
geliyorsa, bunun tedavisinin yolu da insanın kendini okuduğuna vermeye
zorlaması ve zihnini başka şeylerle meşgul olmaktan alıkoymaya çalışmasıdır.
İnsan bunun için kafasındaki düşünceleri atmak ve zihnini namazla ilgili
olmayan düşüncelerden arındırmak suretiyle namazdan önce, kendini namaza
hazırlamalıdır. Bu arada ahiret konusunu her dem aklına getirmeli ve Yüce Allah
(cc)'ın önünde durmanın dehşetini, o halin korkunçluğunu düşünmelidir. Eğer
buna rağmen yine zihnindeki düşünceler gitmezse, bu düşüncelerin kendini
yakından ilgilendiren birtakım konularla ve bazı arzularıyla bağlantısının
olduğunu bilmelidir. Bundan dolayı söz konusu konularla bağlantısını koparmalı
ve zihnini meşgul eden arzuları kalbinden atmalıdır.
Şunu bilmeliyiz ki, bir rahatsızlık iyice
yerleşince o, ancak oldukça etkili bir ilaçla tedavi edilebilir. Rahatsızlık
iyice etkili duruma gelirse, namaz kılanın dikkatini çeker. Namazını bitirinceye
kadar dikkatini, kendini çeken şeye verebilir. Bir ağacın altında bulunan ve
belli bir konuya zihnini vermek isteyen şöyle bir adamın durumu buna örnektir:
Ağacın üzerindeki kuşlar adamın zihnini meşgul etmektedir. Adam elindeki
değnekle kuşları kovar. Ancak daha kendini istediği konuya tam veremeden kuşlar
yeniden gelirler ve zihnini meşgul etmeğe başlarlar. Bunun üzerine ona:
"Bu işin ardı gelmez. Eğer sen onlardan kurtulmak istiyorsan ağacı
kesmelisin" denir. İşte arzu ve şehvet ağacı da böyledir. Eğer büyür ve
dallanırsa tıpkı normal ağaçların kuşları, pisliklerin de sivrisinekleri
kendilerine çekmeleri gibi insanın zihnini kendine çeker. Böylece güzel bir
ömür, çekilip gitmeyen bir şeyle kovalamaca oynamakla geçer. İşte insanın
zihnini meşgul eden bu şehvet ve arzuların sebebi ise dünya sevgisidir.
Kalpten dünya sevgisinin atılması zor bir
iştir. Bunun tamamen yok olması ise gerçekten büyük bir şeydir. Dolayısıyla ne
kadarı atılabilirse o kadarının atılması için gayret edilmelidir. Başarıya ulaştıran
ve yardım edecek olan ise Allah (cc)'tır.
c. Allah (cc)'ın Yüceliğini ve Ulviyetini
Düşünmek: Bu düşünce iki şeyden doğar: Allah (cc)'ın yüceliğini ve büyüklüğünü
bilmekten ve insanın kendinin basitliğini ve kulluk için yaratılmış olduğunu
bilmesinden. Bu iki bilgi Allah (cc) (cc)’a karşı boyun eğme ve huşu
duygularını doğurur.
Bu noktada
ümit konusu düşünülmelidir ki, o her zaman korkudan daha fazladır. Namaz kılan
da namazından dolayı sevap alacağını ümit etmekle birlikte yaptığı hatalardan
dolayı cezalandırılacağından da korkmalıdır.
Namaz kılan
kişinin namazının her bölümünde kalbini yaptığına ve okuduğuna vermesi
gerekir. Müezzinin çağrısını duyduğunda bunu kıyamet gününün çağırışına
benzeterek kendini o çağrıya cevap için hazırlık yapma durumundaki biri gibi
hissetmelidir. Bu durumda böyle bir çağrı üzerine düşen biri, ne olduğuna nasıl
bir bedenle bu çağrıya cevap vereceğine bakmalıdır. Avret yerini örttüğünde
bundaki amacın bedenindeki ayıp yerleri yaratılanlara karşı kapatmak olduğunu
bilmelidir. Bu zaman içinde bulunan ve yaratıcının bildiği ayıplarını, gizli
kalan çirkinlikleri düşünmeli ve yaratıcıya hiçbir şeyin gizli kalmayacağını
aklına getirmelidir. Bunları örtmenin yolunun ise pişmanlık, haya ve korku
olduğunu düşünmelidir.
Kıble
tarafına yöneldiği zaman yüzünü diğer yönlerden kıble yönüne doğru çevirmiş
olur. Kalbini Yüce Allah (cc)’a yöneltmesi ise bundan daha önemli bir şeydir.
Bir kimsenin kıble tarafına yönelmesi, diğer yönleri terk ederek sadece o
tarafa doğru dönmesiyle ancak mümkün olabileceği gibi kalbin Allah (cc)'a
yönelmesi de ancak O'nun dışındaki her şeyden kalbi alıkoymakla mümkün
olabilecektir.
Ey namaz
kılan kişi! Tekbir getirdiğin zaman kalbin, dilini yalanlamasın. Çünkü eğer
kalbinde Allah (cc)'tan daha büyük tuttuğun (yani kalbini daha çok meşgul eden)
bir şey varsa, o zaman dilinle yalan söylüyorsun demektir. Arzularını daha
büyük tutmaktan sakın. Bunun göstergesi ise arzularına uymayı Allah (cc)’a
itaate tercih etmendir.
İsti'azeyi
okuduğun zaman bil ki, istiaze şanı yüce olan Allah (cc)’a iltica etmektir.
Eğer kalbinle Allah (cc)’a iltica etmezsen, dilinle söylediğin söz, boş bir söz
olur. Okuduğunu da anlamaya çalış. "Hamd âlemlerin Rabb'i olan Allah (cc)’adır"
dediğin zaman, kalbini bunun anlamına ver. "(O Allah (cc)) Rahman ve
Rahim'dir" dediğin zaman, Allah (cc)'ın lütfunu kalbinde düşün. "(O)
hesap gününün sahibidir" dediğin zaman, O'nun yüceliğini ve büyüklüğünü
düşün. Bunun gibi okuduğun her şeyin manası üzerinde düşün. Bir rivayette
bildirildiğine göre Zurare bin Ebi Evfa (ra): "Sur'a üflenildiği zaman...” (Zümer 68) mealindeki
ayeti kerime okunduğunda düşmüş ve bu halde canını vermiştir. Bunun sebebi onun
bu ayeti kerimede anlatılan durumu zihninde tasarlaması ve onun etkisinin
kendini ölüme götürmesidir.
Rükû
ettiğin zaman gönlünde alçakgönüllülük (tevazu) duygusunu canlandır. Secdeye
vardığında da son derece basit bir yaratık olduğunu aklına getir. Çünkü bu
durumda nefsini lâyık olduğu yere koymuş olmaktasın. Secde ile aciz bir şeyi
(fer'i/insanı) aslına döndürmüş olmaktasın. Çünkü
insan topraktan yaratılmıştır. Okuduğun zikirlerin lezzetlerini de tat.
7.
NAMAZIN TAMAMLAYICISI OLAN BÂTINÎ MÂNÂLAR
Bu mânâların tafsilâtlı beyanı, uzun ibarelere muhtaçtır. Fakat
hülâsası altı cümle ile şu şekilde ifade edilebilir:
1.
Huzur-u kalb: Kalbi tümüyle okunan şeye
bağlamak, onları düşünmek, başka bir şey düşünmemek.
2.
Tefehhüm: Okunanın ve söylenenin manasını
anlamak, onları düşünüp tefekkür etmek.
3.
Ta‘zîm: Kölenin efendisine duyduğu ve gösterdiği
saygıdan daha fazlasını Allah (cc) için göstermek.
4.
Heybet: Bu saygıdan kaynaklanan bir korku hissi
duymak.
5.
Recâ: Kusurlardan dolayı Allah (cc)’ın azabından
çekinmek ve namazda Allah (cc)’a saygı duyup korkulduğu için de sevap ummak.
6.
Hayâ: Kusur ve hataları hatırlayıp anlayarak Allah
(cc)’tan hayâ etmek. (İhya Namaz)
Namazı kalp
huzuruyla, tefekkür ve tazim de bulunarak, heybet, recâ, ve hayâ duyguları
içinde kılabilmek için gönlü ve kafayı meşgul edecek her türlü engeli ortadan
kaldırmak gerekmektedir.
Rasûlüllah (sav),
namazda huşû’a engel olacak şeylerden özellikle kaçınmış ve kaçınmayı tavsiye
buyurmuştur: Örneğin: “Yemek hazırlanmışken veya küçük, büyük abdest sıkıntısı
varken kılınan namaz, kâmil bir namaz olmaz!” (Müslim,
Mesâcid, 67)
Böyle bir
durum da yemeği düşünmemek ve namazı bir an önce bitirmeye gayret etmemek
mümkün değildir. Bu tür sıkışık anlarda Allah (cc)’ın âyetlerini düşünmek,
hissetmek ve yaşamakta elbette çok zor olacaktır. Allah (cc) Rasûlü (sav), evde
kapağı açık unutulan tencerenin bile namazın huşûunu zedeleyebileceğini
düşünerek bir sahabeyi (Osman Bin Ebî Şeybe) uyarmıştır: “Evde ki tencereyi
kapatmanı sana söylemeyi unuttum; çünkü namaz kılarken insanı meşgul edecek bir
şeyin evde bulunması uygun olmaz.” (İhya Namaz)
O, sadece
ashabını bu konularda uyarmakla kalmamış, bizzat kendisi de namaz da huşû
duymasına engel olabilecek her türlü şeyi ortadan kaldırmaya özen göstermiştir.
Bir keresinde Rasûlullah (sav), üzerinde bazı işaretler bulunan yeni bir elbise
ile namaz kılmış ve gözleri bu işaretlere takılmıştı. Namazdan sonra şöyle
dedi: “Namazdayken işaretlere baktım; az kalsın huşûumu bozacak, beni fitneye
düşürecekti.” Daha sonra bu elbiseyi Ebû Cehm’e geri gönderdi.” (Sıfatu Salat’in Nebiy, el Albani, s.71-72)
Yine bir
keresinde, namazda huşûuna engel olan yeni bir ayakkabısını, bir diğerinde de
yüzüğü namazdan sonra çıkarıp atmış veya bir başkasına hediye etmiştir. (İhya
Namaz)
Sahabe ve ilk
nesiller de onu örnek alarak, namaz da huşû konusunda son derece titiz
davrandılar:
Ensar’dan Ebû
Talha (ra), bir gün bahçesinde namaz kılıyordu. O sırada bir kumru uçtu ve
ileri geri gidip gelmeye başladı. Çıkacak bir yer arıyordu. O, Ebû Talha (ra)’nın
hoşuna gitti; gözü ona bir müddet takıldı kaldı. Sonra kendine gelip namaza
devam etmek istedi. Baktı ki, kaç rekât kıldığını bilmiyor. Bunun üzerine “VAllah
(cc)i, bana şu malım yüzünden bir fitne isabet etti de kaç rekât namaz
kıldığımı dahi bilemedim.” dedi ve hemen Resulullah (aleyhisselâm)’a gelip
durumu anlattı. Sonra da “Ey Allah (cc)’ın Rasûlü! Şu bahçem Allah (cc) için
sadakadır. Onu dilediğin yere sarfeyle!” dedi.
Yine aynı
şekilde, Ensar’dan bir başkası da namazına ve huşûna engel olan bahçesini,
Halife Osman (ra)’a gidip vakfetmişti.
Bu türden
örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bilinmesi gereken husus şudur ki; namazla
mü’min arasına pek çok engel girebilir. İşte bu engelleri ortadan kaldırmadan
huşû içinde namaz kılmak oldukça zor ve hatta imkânsızdır.
Namaz da huşû
duymayı engelleyecek yukarıdaki pratik örneklerin dışında; bazı düşünceler,
hayaller, kuruntular, vesveseler ve hatırlamalarda namazı zedeleyebilecek
unsurlar olarak karşımıza çıkar. Zaten, şeytanın görevi, insanların gönlüne
çeşitli vesvese ve düşünceleri fısıldayarak onlara Allah (cc)’ı anmayı
unutturmaktır:
Namaz da
huşûa engel olan etkenleri ortadan kaldırmak için, istiâze (şeytandan Allah (cc)’a
sığınmak) ve tebettül (kalbini her şeyden boşaltıp Allah (cc)’a yönelmek)
şarttır. Şeytanın vesvese,
fısıltı ve dürtüklemelerine kulak tıkamadan, bu konuda Allah (cc)’tan yardım
dilemeden namaza durmak ve Kur’ an okumaya başlamak, tilkilerin cirit attığı
bir ortamda kümesin kapısını açık bırakmak gibidir.
Ayrıca;
dünyadan kopmadan, dünyevi ilgi, sevgi ve düşüncelerden kurtulmadan ve her şeye
veda ederek Allah (cc)’ın yüce denetimini ense kökünde hissetmeden de namazda
huşû’a ermek mümkün olmaz.
“Namaz
kıldığın zaman, veda eden gibi namaz kıl!” (İbn Mace, Zühd 15
(4171).)
“Her
namazınızı, son kez namaz kılıyormuşçasına ve Allah (cc)’ı görüyormuşçasına
kılın.! O’nu görmüyorsanız da muhakkak o sizi görüyor.” (Sıfatu Salat’in Nebiy,
el Albani, s.71-72)
Namaza
dururken Allah (cc)’ı anmak, O’nun bizi görüp gözettiğini hissetmek Allah (cc)’ın
huzurunda mutlaka hesaba çekileceğimizi ve bu hesap için amellerimizin dökümü
yapıldığında iyilik hanemize yazılacak en son ibadetin işte şu kıldığımız namaz
olabileceğini düşünmek, bir sonraki namaz vaktine yetişip yetişemeyeceğimize
dair bir garantimizin olmadığını hatırlamak, adeta bu fani dünyada son
demlerini geçiren bir insanın psikolojik halini yaşamak… İşte bu duygularla
namaza başlamak, başından sonuna kadar namazda huşû içinde bulunmamızı sağlamaya
yetecek de artacaktır.
Zaten; Allah (cc)’ı,
âyetlerini, cennet ve cehennemini; yaratma, öldürme ve diriltme kudretini,
azametini ve yüceliğini hatırlamaktan başka ne ile kalpler tatmin bulup huzura
ve sükûna kavuşacaktır?
“Bunlar, iman
edenler ve gönülleri Allah (cc)'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki,
kalpler ancak Allah (cc)'ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d 28)
8.
NAMAZIN KÖTÜLÜKLERDEN ALIKOYMASI
Namaz Allah (cc)
ile kul arasındaki ilişkiyi bir ömür boyu amelî olarak sürdüren, insanın
eylemlerini dinî ve ahlakî hükümler çerçevesinde geliştirmesine yardımcı olan
bir ibadettir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de namazın ahlakî tesirlerine ve
kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilerek, “Şüphesiz namaz
hayâsızlıktan ve kötülükten meneder” buyurulur (Ankebût 45). Hem zâhirî
şartlarına ve rükünlerine hem ihlâs, huşû, takvâ gibi mânevî şartlarına özen
gösterilerek kılınan namaz hayâsızlık ve kötülük olarak değerlendirilen tutum
ve davranışlarla uyuşmaz. Namaz âdeta bir nasihatçı ve uyarıcı gibi kişiyi bu
davranışlarından meneder (M. Tâhir İbn Âşûr, XX, 259). Namaza devam edildikçe
genellikle kötülüklere ve günahlara karşı koyma duygusu gelişir. Böylece kişi
büyük günahlardan uzaklaşmaya başlar, alıştıklarından pişmanlık duyarak tövbe
etmeye yönelir.
“(Resûlüm!)
Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkoyar. Allah (cc)'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah
(cc) yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut 45)
Yalnızca Allah
(cc) için namaz kılan bir mü’min, Allah (cc)’ın haram kıldığı ve münker saydığı
şeylerden uzak durmaya ve onlara yaklaşmamaya çalışacaktır. Çünkü namazla bu
tür olumsuzlukları bağdaştırmak mümkün değildir; ateşle barutu bir arada tutmak
nasıl imkânsızsa, namazla fahşa ve münkerin arasını telif etmekte öylesine imkânsızdır.
Namaz kılan bir kimse, en azından namaz kıldığı süre içinde bu tür kötülük ve
çirkinliklerden uzak kalacak demektir. Bu da fahşa ve münkeri tamamen terk
etmek için ilk adım sayılır.
Namaz;
mü’minin, o ana kadar işlediği günah ve hataların farkına varması, bunlardan
dolayı tevbe ve istiğfarda bulunması için ele geçmez bir fırsattır. Böylece
kendi kendini hesaba çekecek, Rabb’inden af ve bağışlanma dileyecektir;
“Ey Rabbimiz!
Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle
beraber al.” (Al-i İmran 193)
Namaz kılan
bir mü’min bir yandan namazını mükemmel bir hale getirmeye çalışırken, öte
yandan da salih amellerde, iyilik ve ihsanlarda bulunarak kötülüklerini örtmeye
çalışacaktır:
“Gündüzün iki
ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri
(günahları) giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır.” (Hûd 114)
Dolayısıyla
beş vakit namaza devam edildikçe arada meydana gelebilecek küçük günahlar da
silinir. Nitekim Hz. Peygamber, beş vakit namazın iki namaz arasındaki küçük
günahlara kefâret olduğunu (Buhari, Mevakıtü’s-Salat,4,6; Müslim, Taharet,
14,15) ve güzel bir şekilde abdest alıp beş vakit namazı zamanında kılan, rükû,
secde ve huşûunu tam olarak yerine getiren kimseyi Allah (cc) (cc)’ın
affedeceğini belirtmiştir (İbn Mâce, Salat, 94; Ebû Dâvut, Salat, 9). Diğer taraftan
namazı “gözümün nuru “diye nitelendiren Rasûl-i Ekrem (sav) (Müsned, III, 128, 199)
günlük farz namazları bir insanın kapısının önünden akıp giden bir ırmağa,
namaz kılmayı da bu ırmakta her gün beş defa yıkanmaya benzeterek nehirde günde
beş defa yıkanan kimsede kir kalmayacağı gibi beş vakit namaz kılan kimsenin
günahlarını Allah (cc)’ın sileceğini ifade etmiştir (Buhârî,
“Mevâkitü’s-salât”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 282).
9. RASULULLAH (sav)’IN NAMAZI
a)
Namazlara Karşı Gösterdiği Yoğunluk ve Hassasiyet: Hz. Peygamber (sav), devletin ve halkın
işlerini yürütmesinin yanında Allah (cc) tarafından elçi olarak gönderilmesinin
temel gayesi olan tebliğ görevini de en zor şartlarda bile yerine getirmenin
gayreti içerisindeydi. Mescid-i Nebevîde kıldırdığı farz namazlarının haricinde
o kadar yorulmasına ve zahmetlere katlanmasına rağmen hücre-i saâdetlerinde
istirahata çekildiği zamanda namazlarına yoğun olarak devam ettiğini
görmekteyiz. Bu hususta Hz. Âişe’nin rivâyetine göre Resûlüllah (sav) ayakları
patlayacak dereceye gelinceye kadar namaz kılardı. Hz. Âişe “Ya Resûlellah! Allah
(cc) senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını sana bağışladığı halde böyle mi
yapıyorsun? (bu zahmete katlanıyorsun)” deyince Hz. Peygamber “ Ya Aişe
Şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buharî, Teheccüd, 6) buyurmuştur. Muğîre b.
Şu’be’nin rivayetine göre Hz. Peygamber ayakları şişinceye kadar namaz kılardı.
(Müslim, Münâfikûn, 79-80)
Abdullah b. Ömer (ra), Hz. Aişe’ye
“Resûlüllah’tan gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin” diye sorunca
Hz. Aişe uzun müddet ağlamış ve sonra şöyle demiştir: “Onun her işi hayret
verici idi. Bir gece yanıma geldi, hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra
şöyle buyurdu: “Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir
misin?” Bunun üzerine ben “Ey Allah (cc)’ın Resûlü! Ben senin yakınlığını
severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin”
dedim. (Ben bunu söyleyince) Resûlüllah kalktı, odadaki su ibriğinin yanına
gitti, abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaz kılmaya başladı.
Ağlıyordu, hatta ağlamaktan sakalı ıslandı. Sonra secde etti ve ağlamaya devam
ediyordu. Ağlamasından yer ıslanmıştı. Sonra yan tarafına yattı ve yine
ağlıyordu. Sonra Bilal geldi, kendisini sabah namazına çağırıyordu. Bilal onun
ağlamasını görünce “Ey Allah (cc)’ın Resûlü! Allah (cc) senin geçmiş ve gelecek
günahlarını bağışladığı halde seni ağlatan şey nedir? Bunun üzerine Hz.
Peygamber “Ey Bilal! şükreden bir kul olmayayım mı?” Nasıl ağlamayayım? Allah
(cc) Teâlâ bu gece bana “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün
birbiri ardınca gelişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler
vardır” (Âl-i İmrân 190) âyetini indirdi” dedikten sonra şöyle buyurdu:
“Yazıklar olsun bunu okuyup ta bunun hakkında düşünmeyene!” Diğer bir rivayette
ise “ vay bunu çeneleri arasında çiğneyip te bunun üzerinde düşünmeyenlere!”
buyurmuştur. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, 1981, II, 164.) Görüldüğü
gibi Hz. Âişe uyumamış ve dikkatle yatağından ayrılan Resûl-i Ekrem’in hal ve
hareketini izlemiş, onun evinde yaptığı ibadetin mahiyetini ümmete duyurarak
büyük bir hizmeti ifa etmiştir. Resûlullah’ın özel hayatını ümmete en fazla yansıtan
ve duyuran bu annemiz olmuştur.
b) Hz. Peygamberin Son Hastalığında Namaz İçin
Gösterdiği Hassasiyet
Hz. Peygamber, âhirete irtihal edeceği sırada
bile namazı düşünüyor ve bu konuda ümmetine önemli mesaj sunmayı ihmal
etmiyordu. Ubeydullah b. Abdillah şöyle bildirir: Âişe’nin yanına girdim ve
kendisine “Bana Resûlüllah (sa.v) in hastalığından bahsetmez misin?” deyince
Hz. Âişe “evet” dedi (ve şunları söyledi): “Peygamber(sav) in hastalığı
ağırlaştı. (Bir ara) “insanlar namaz kıldı mı?” diye sordu. Biz: Hayır seni
bekliyorlar ey Allah (cc)’ın Resûlü dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “(Öyle
ise) benim için leğene su koyun” buyurdu. Dediğini hemen yerine getirdik,
Resûlüllah (sav) yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı. Fakat bayıldı. Sonra
ayılarak: “İnsanlar namazı kıldı mı?” diye sordu... ve bu hal üç defa tekrar
etmiştir. ...Sonra Resûlüllah (sav) kendisinde biraz hafiflik hissederek biri
Abbas olmak üzere iki kişinin arasında öğle namazına çıktı. Ebû Bekir cemaatle
namaz kıldırıyordu. Ebu Bekir onu görünce geri çekilmeye davrandı, fakat
Peygamber (sav) ona geriye çekilmemesi için işaret etti. Yanındaki iki zata:
“Beni onun yanı başına oturtun” buyurdu. Onlar da kendisini Ebu Bekir’in yanı
başına oturttular. Ebu Bekir ayakta Peygamber (sav) in namazına uymuş, cemaat
ta Ebu Bekir’in namazına uymuş olarak namaz kılıyorlardı. Peygamber (sav) ise
oturuyordu...” (Müslim, Salât, 90.)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber, ayakta namazda
duramayacak ve mescide yardımsız gidemeyecek durumda ağır hasta olmasına rağmen,
ashabının namaz kılıp kılmadıklarını sormuş, cemaate iştirak etmenin hasreti
ile yanıp tutuşmuştur. Kelime-i Şahadetten sonra İslam’ın en önemli rüknü olan
namaz hususundaki hassasiyetini göstermiş ve cemaate iştirak etmenin önemini Allah
(cc)’a kavuşmasına ramak kala bütün ümmetine göstermiştir.
c) Hz. Peygamberin Namazlarda Uzun Kıraatte Bulunması
Hz. Peygamber’in, namazlarda özellikle tek
başına kıldığı namazlarda kıraati uzun tuttuğu rivayet edilmektedir. Huzeyfe (ra)
bu hususta şu malumatı verir: “Bir gece Peygamber (s.av) ile birlikte namaz
kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz âyeti tamamlayınca rükû
eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rek’atda
okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre ile rükua varır, dedim. Sonra
Nisâ sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sûresine başladı; onu da
okudu. Ağır ağır okuyordu, içinde tesbih bulunan bir âyete gelince tesbih
ediyor; istek (rahmet ve bağışlanma) âyetine gelince istiyor; teavvüz (sığınma)
âyetine gelince (Allah (cc)’a) sığınıyordu...” (Müslim, Müsâfirûn, 203.)
Bu hadis, Hz. Peygamber’in bazı zamanlarda
namaz kılarken uzun kıraatte bulunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte
Resûl-i Ekrem, cemaatle namaz kılınması esnasında imamın kıraati hafif yapmasını
istemiştir. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Biriniz cemaate imam olursa, namazı
hafif kıldırsın. Çünkü onların içerisinde küçük, yaşlı, zayıf ve hasta olanlar
vardır. Kendi kendine kıldığı vakit istediği gibi kılsın. Yalnız başına kıldığı
zaman, namazını istediği kadar uzatsın.” (Buharî, Ezân, 63)
Resûl-i Ekrem’in namaz kıldırması hakkında
Hz. Enes şu bilgiyi verir: “Ben Peygamber (s. a. v) den daha hafif ve ondan
daha tamam namaz kıldıran hiçbir imamın arkasında namaz kılmadım. Şayet bir
çocuğun ağlamasını işitirse, annesini sıkıntıya düşürmekten endişe duyduğu için
namazı hafif kıldırırdı.” Yine Enes (ra) ın rivayetine göre Hz. Peygamberimiz
şöyle buyurmuştur: “Ben (bazen) namaz kıldırmaya kalktığımda namazı uzatmak
isterim (uzatmak niyeti ile namaza başlarım). Fakat bir çocuğun ağlayışını
duyunca, annesinin çocuğun ağlamasından dolayı üzüleceğini, ıstırap duyacağını
bildiğimden ve ayrıca annesine sıkıntı vermeyi ve zorluk çıkarmayı uygun
görmediğimden dolayı kıraatimi kısa tutarım” (Buhârî, Ezân, 65) Bu
hadisler, cemaatle namaz kılınması sırasında, insanları nefret ettirmeden,
bıktırmadan namaz kıldırmanın önemini göstermektedir. Resûlüllah (sav) in
namazı hafif kıldırıldığına işaret edilen hadiste ayrıca onun namazı tam
kıldırdığına da dikkat çekilmiştir. Görüldüğü gibi o, insanlara kulluktan söz
ederken, öncelikle bunu en yoğun bir şekilde kendisi uyguluyordu. Hatta, onun
terbiyesinde yetişmiş ve bu alanda ün yapmış bir sahabi bile onun uygulamasına
zor dayanıyordu
d) Hz. Peygamber’in Ömrünün Sonuna Doğru İbadetini
Yoğunlaştırması
Hz. Peygamber, Nasr sûresinin indirilmesinden
sonra daha çok tövbe ve istiğfara devam etmiş,
Hz. Âişe (ra)’nın rivayetine göre
Peygamber (sav), rükua ve secdeye vardığı zaman
Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, ömrünün
sonlarına doğru ibadetlerini ve istiğfarını yoğunlaştırmıştır. Allah (cc) tarafından
geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığı bildirildiği halde Resûl-i
Ekrem’den bağışlanma talebinde bulunması ve tövbe etmesi istenmiştir. Bu
uygulama ve davranış Resûlüllah’ın zatında bütün ümmetten istenmektedir. Bu
sebeple herkes ömrünün sonuna doğru daha fazla ibadetini yoğunlaştırmalı ve
daha fazla tövbe ve istiğfarda bulunmalıdır. Ömrünün hangi zaman ve hangi
noktada son bulacağını kimse bilemez. Müslüman, hemen ölecekmiş duygusuyla
âhiret hazırlığını her zaman ve hiç ara vermeden yapmalı ve Hz. Peygamberin
hayatından ve ibadetlere karşı gösterdiği hassasiyetten ders almalıdır.
(Altınoluk dergisi, 12/2004)
10. NAFİLE NAMAZLAR
Farz
veya vâcip namazların dışında kalan namazlar genel olarak nâfile namaz olarak
adlandırılır. Bu sebeple farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnet namazlar
nâfile namazlara dâhildir. Kaynaklarda Hz. Peygamber (sav)’in günlük beş vakit
farz namazlardan başka değişik zamanlarda ve değişik vesilelerle nâfile
namazlar kıldığı ve bu namazlara önem verdiği ifade edilmektedir. Nitekim bir
hadiste kişinin kıyamet gününde ilk olarak namazından hesap sorulacağı ve
farzlarında bir eksikliğin bulunması durumunda Allah (cc)’ın meleklere bunu
nâfilelerle tamamlamalarını emredeceği ifade edilmektedir (Nesâî, “Śalât”, 9).
Nâfile namazların fıkıh kaynaklarında çeşitli
açılardan tasnife tâbi tutulduğu görülür. Hanefîler’e göre nâfile namazlar farz
namazlara tâbi olup olmamaları açısından ikiye ayrılır. Farz namazlara tâbi
nâfile namazlar belli bir düzen içinde beş vakit farz namazlarla birlikte
kılındığı için “revâtib”, farzlara tâbi olmayanlar ise “regāib” şeklinde
isimlendirilir. Revâtib nâfile namazlar müekked sünnet (Hz. Peygamber (sav)’in devamlı
kıldığı) ve gayri müekked sünnet (Hz. Peygamber (sav)’in ara sıra terkettiği)
şeklinde iki kısma ayrılır. Diğer taraftan Hanefî literatüründe müekked sünnet
olan nâfile namazlar sünnet, gayri müekked olanlar ise müstehap ya da mendup
şeklinde adlandırılmıştır.
Revâtib sünnetler dışında regāib olarak
isimlendirilen nâfile namazlar, Hz. Peygamber (sav)’in uygulamalarına
dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin
kendi isteğiyle herhangi bir zamanda Allah (cc)’a yakınlaşmak ve sevap kazanmak
amacıyla kıldığı namazlardır. Herhangi bir yükümlülük olmaksızın gönüllü olarak
kılındığı için tatavvu namazlar olarak da adlandırılır. Teheccüd, kuşluk
(duhâ), istihâre, yağmur duası, husûf (ay tutulması), küsûf (güneş tutulması),
tahiyyetü’l-mescid, evvâbîn, tesbih, ihrama giriş ve hâcet namazlarıyla abdest
ve gusülden sonra kılınan namaz regāib türünden nâfile namazlardır.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Hz.
Peygamber (sav)’in Rabbinin rızası ve kendisine verdiği nimetler karşısında
şükreden bir kul olmak için her fırsatta nafile namaz kıldığı görülmektedir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, kıldığı nafile namazların kimisine mübarek ayakları
şişecek ve çatlayacak kadar uzun, kimisini ise insanı yormayacak kadar hafif
tutuyor; bazı namazları iki rekât, bazı namazları ise sekiz hatta daha fazla rekât
halinde kılıyordu. Kimi namazları aksatmadan devamlı olarak, kimi namazları ise
ara sıra veya nadiren kılıyordu. Efendimizin bu çeşitli uygulamaları nafile
namazlarda farzlardaki kadar kesin kurallar olmadığını, bu namazların kişinin o
andaki durumuna göre uygun miktarda ve uzunlukta kılınabileceğini
göstermektedir.
Hz. Peygamber (sav)’in kıldığı nafile
namazlarda titizlikle üzerinde durduğu husus ise, ailesiyle olan ilişkilerden
uzak kalmamak, onların ve diğer insanların haklarını çiğnememekti (Buhârî, nikâh,
1). Ayrıca Allah Resûlü, ibadet eden kimsenin kendini harap etmesini de hoş
karşılamamış, nafile ibadetlerin çok olmasını değil kişinin gücü ölçüsünde
olmasını arzu etmiştir (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18).
Biz Müslümanlara düşen ise Hz. Peygamber
(sav)’i örnek alarak onun kıldığı nafile namazları gücümüz yettiğince
kılmaktır. Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine uymak Allah (cc)’ın sevgisini
kazanmaya vesile olduğu gibi (Âl-i İmrân, 3/31), onun yaptığı üzere nafile
ibadetlere özen göstermek de Rabbimize yaklaşmanın ve O’nun rızasına ermenin
bir vesilesidir (Buhârî, Rikâk, 38). Peygamber
Efendimizin nafile ibadetler hususunda ümmetine tavsiyesi ise diğer amellerde
olduğu gibi namazların da az da olsa ihlâslı ve devamlı olmasıdır: Zira “Allah
(cc) katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.” (Buhârî,
Rikâk, 18)
11. CEMAATLE NAMAZ
a) Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti:
İslâm dini birlik ve beraberliğe büyük
önem vermiştir. Günde beş vakit namazın bir arada eda edilmesinin teşvik
edilmesi, haftada bir cuma namazının ve senede iki kez olan bayram namazlarının
topluca kılınmasının gerekli görülmesi, müminlerin görüşüp halleşmelerine,
birbirleriyle yardımlaşmalarına vesile olmak gibi bir anlam
taşımaktadır. Bu bakımdan cemaatle namaz esprisi, oluşturulmak istenen
birlik ruhunun hem bir göstergesi ve hem de o birlik ruhunun
sağlamlaştırıcısı ve devam ettiricisi olmaktadır. "Ve sen içlerinde olup da onlara namaz
kıldıracak olursan, onlardan bir bölümü seninle birlikte namaza dursun, silâhlarını da yanlarına alsınlar"
(Nisâ 102) âyetinde Allah (cc) (cc) cihad sırasında korkulu anlarda bile
cemaatle namaz kılmayı söz konusu etmektedir. Korkulu anlarda cemaatle
namaz kılmanın teşvik edilmesi, normal zamanlarda cemaate riayet
edilmesinin daha öncelikli ve önemli olduğunu da belirtmiş olmaktadır.
Savaş durumunda namazın, normal kılınış biçiminin dışında farklı bir
şekilde kılınması, cemaatin önemi ve güvenlik gibi sebeplerle
açıklanabileceği gibi, bunda sahâbenin Peygamber’le birlikte namaz kılma
iştiyakının da rolü bulunmaktadır. İnsanlar Hz. Peygamber (sav)’in arkasında,
iki ayrı grup halinde nöbetleşe namaz kılınca hem cephe terkedilmemiş
hem de herkes Hz. Peygamber (sav)’in arkasında namaz kılmış olmakta ve
bu suretle Hz. Peygamber (sav)’in belli bir grupla namaz kıldığı takdirde ortaya
çıkması muhtemel olan yanlış anlamanın önüne geçilmiş olmaktadır. Hz.
Peygamber cemaatle namazı teşvik sadedinde cemaatle kılınan namazın, tek
başına kılınan namazdan yirmi yedi veya yirmi beş derece daha faziletli
olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Ezân”, 30; Müslim, “Mesâcid”, 42). Kendisi de
hayatı boyunca cemaate namaz kıldırmış, hastalandığında ise cemaate katılarak
Ebû Bekir'in arkasında namaz kılmıştır. Cemaatle namaz, içerdiği dayanışma
ve yardımlaşma anlamı nedeniyle İslâm'ın bir şiarı ve sembolü haline
gelmiştir ve vazgeçilmez bir uygulama olarak öylece devam etmiştir. Cuma
namazı dışında en kuvvetli cemaat, sabah namazının cemaati, sonra yatsı
namazının cemaati, sonra ikindi namazının cemaatidir. Ebû Hüreyre (ra)'dan rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için
kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını
bilselerdi bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini
bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi" (Buhârî, “Ezân”, 9, 32; Müslim, “Salât”, 129,
131). Bir başka hadiste de "Kim
yatsı namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış sevabını
alır. Sabah namazını da cemaatle kılarsa bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş
gibi sevap alır" (Buhârî, “Ezân”, 34; Müslim, “Mesâcid”, 260)
buyurmuşlardır.
Safların en faziletlisi en ön saftır. Bu
fazilet imama yakınlık derecesindedir. Fakat imama en yakın duran kişiler
imamlığa ehil olan kişiler olmalı ki imamın abdesti bozulduğunda, hemen birini
yerine geçirebilsin.
b) Cemaatle Namazın Hükmü
Cemaat fazileti her ne kadar bir kişiyle
de olabilir ve hâne halkıyla dahi cemaatle namaz kılınabilirse de bu, camiye
çıkmanın ve daha kalabalık bir cemaatte bulunmanın sevabına denk olmaz. Farz
namazların cami ve mescitlerde cemaatle kılınışı İslâm dininin bir sembolü ve
şiarı olduğu için bunun terk ve tatil edilmesi asla câiz görülemez. Cemaatin
önemini gösteren çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bunlardan birinde Hz.
Peygamber (sav) "Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle namaz
kılınmazsa, şeytan onlara hâkim olur. Öyleyse cemaatten ayrılma. Çünkü kurt
ancak sürüden ayrılan koyunu yer" buyurmaktadır (Ebû Dâvûd, “Salât”, 47).
Bir diğer hadiste ise "Nefsim kudret elinde olan Allah (cc)’a yemin ederim
ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, sonra da namaz için ezan
okunmasını, daha sonra da bir kimseye emredip imam olmasını, sonra da cemaatle
namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm" (Buhârî, “Ezân”, 29,
34; Müslim, “Mesâcid”, 251-254) diyerek cemaatin topluca terkedilmesinin en ağır müeyyide uygulanmasını gerektiren
yanlış bir davranış olduğunu
ifade etmektedir. Cemaatle
namaz kılmanın önemine dair bu ve benzeri hadislerden ve ilgili âyetlerden hareketle Hanbelîler,
cemaatle namaz kılmanın erkekler için farz-ı
ayın, Şâfiîler de farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Hanefî ve Mâlikîler'e göre ise, cuma namazı
dışındaki farz namazları cemaatle kılmak,
gücü yeten erkekler için müekked sünnettir. Kadınların, hastaların, çok
yaşlı kimselerin ve
kötürümlerin ise cemaatle namaz kılmak için mescide gitmesi gerekmez. Hanefî ve Şâfiîler'e göre, cemaatin en az sayısı imam ve ona
uyan olmak üzere iki kişidir.
Hatta uyan kişi çocuk da olabilir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), teheccüd namazında çocuk yaşta olan
İbn Abbas (ra)'a imamlık yapmış ve bir
hadisinde "İki kişi ve daha fazlası cemaattir" (Zeylaî, Nasbü'r-râye,
II, 198) buyurmuştur.(diyanet ilmihal)
12. SONUÇ
Ø Namaz; Allah (cc)’ı anma, O’nu yüceltme,
kıraat, dua, tekbir, tesbih, tahmîd ve saygı başta olmak üzere pek çok ibadeti
bünyesinde toplar. Namaz; dinin direği, mü’minin miracı, imanın göstergesidir.
Namaz, ilk emredilen ve ahirette de ilk sorgusu yapılacak olan ibadettir.
Namaz; insanı kötülüklerden ve haramlardan alıkoyar, insan hayatına çeki düzen
verir. Özellikle cuma, bayram ve cemaatle kılınan namazlar, kaynaşma ve dayanışmayı
sağlar, birlik ve beraberliği pekiştirir. Namaz, maddî ve manevî arınmadır.
Ø Namazsız İslam salt ideolojiden ibaret kalır.
Namaz ibadettir, teslimiyettir, tefekkürdür, zikirdir, duadır, ilticadır, huşu
ve hudûdur.
Ø Dinî bir terim olarak “Salat” (namaz); Allah
(cc)’ın emrettiği, Peygamberimizin uyguladığı şekilde tekbirle başlayıp selamla
son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan kalp, dil ve bedenle yapılan bir
ibadeti ifade eder.
Ø Ta‘dîl-i erkân terkibi, fıkıh terimi olarak
namazın kıyam, rükû ve secde gibi rükünlerini yerli yerinde, acele etmeden
sükûnet içinde yerine getirmeyi, itmi’nan halinde bulunmayı, hareketten
sonra durmayı yahut kalkması eğilmesinden ayrılacak şekilde iki hareket
arasında sükûnet bulmayı ifade eder.
Ø Huşû duyarak kılınan namaz, mü’mini felaha,
huzura ve sükûna kavuşturacaktır. Huşû içindeki namaz ise; ancak dosdoğru,
ta’dîl-i erkâna riayet ederek, kıraatin hakkını verip onu tefekkür ederek, sağa
sola iltifat etmeyip dünyadan koparak ve kalbini Allah (cc)’a teslim ederek
kılınır.
Ø Namazın bir mü’minin hayatındaki en önemli
etkisi; onu çirkin, fena ve kötü olan şeylerden, nahoş ve yüz kızartıcı
davranışlardan uzak tutmasıdır.
Ø Her konuda olduğu gibi namaz konusunda da "Beni
nasıl namaz kılarken görüyorsanız siz de öylece namaz kılınız" (Buhârî,
Ezan 18, no: 630, Edeb 27, no: 6008) hadisi gereğince namazımızda da
Rasululllah (sav)’in namazını iyi öğrenip ona uygun olarak kılma gayretinde
olmalıyız.
Ø Peygamber Efendimizin nafile ibadetler
hususunda ümmetine tavsiyesi ise diğer amellerde olduğu gibi namazların da az
da olsa ihlâslı ve devamlı olmasıdır.
Ø Cemaatle namaz, içerdiği dayanışma ve
yardımlaşma anlamı nedeniyle İslâm'ın bir şiarı ve sembolü haline gelmiştir ve
vazgeçilmez bir uygulama olarak öylece devam etmiştir.
13. ÖDEVLER
1.
Bir
hafta içinde en az 2 vakit namazı cemaatle kılmak.
2.
Bir
hafta boyunca Fatiha ve zammı sureyi anlamını okuyarak namaz kılmak.
14. VİDEO
Namaz Önemli Değildir, Namaz Dindir | Nureddin Yıldız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder