8. ÖFKE
1. GİRİŞ
Öfke duygusu âdemoğlu ile şeytan
arasındaki düşmanlığın ilk ve en önemli sebeplerinden biri olarak Kuran-ı
Kerim’de Rabbimiz tarafından dikkatlerimize sunulmuştur. İnsanın kolaylıkla
mağlup olabildiği bu zaafına karşı hem Kuranı Kerim’de hem de Hz. Peygamber’in
(sav) hadislerinde yeterli düzeyde çözüme yönelik reçetelerle bize çözüm
yolları da gösterilmiştir. Bu referanslardan hareketle konuyu ele alan
âlimlerimiz ise öfke kavramını İslam ahlakının mühlikat ana başlığı altında ele
alarak Müslüman şahsiyetin öfkesini nasıl dengeleyebileceği ve faydalı bir
şekilde nasıl kullanabileceği hususunda çözüm önerileri sunmuşlardır.
Günümüzde toplumlar arası
çatışmalardan aile içi şiddete veya bireysel ilişkilerdeki sorunların kaynağına
dikkat edildiğinde öfke duygusunun sorunların kronikleşmesinde önemli bir etken
olduğunu görebiliriz. İslam düşüncesindeki toplumsal değişim metodunun bireyden
topluma doğru oluşan bir ivmeyle gerçekleştiği hakikatinden yola çıkarak şunu
ifade edebiliriz: Bu konunun muhatabı olan her Müslüman fıtratındaki bu duyguya
dair kendisini gözden geçirebilmeli ve bir an önce eksiklerini tespit ederek
adalet üzere şahsiyetini inşa etmenin yolunu aramalıdır. Tam bu noktada
yapacağımız hatırlatmaları bize önemli ipuçları verebileceği şuuruyla takip
etmeliyiz.
İmam Gazalî İhya-u Ulumuddin adlı eserinde öfkeyle ilgili
şu tespitleri yapar:
Bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır.
Göğüslerde yanan Allah'ın ateşinden alınmıştır. Muhakkak ki öfke ateşi,
küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir.
Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan
kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Yakîn nuruyla
bakanlar bilir ki, insanoğlundan, Allah'ın rahmetinden kovulmuş şeytana uzanan
bir damar vardır. Bu bakımdan öfke ateşi kime galip gelirse, o kimsede şeytanın
yakınlığı kuvvet bulur. Nitekim şeytan şöyle demiştir:
‘Beni ateşten, onu ise çamurdan
yarattın!’(A'raf 12)
Muhakkak ki çamurun durumu vakar
içinde sükûnettir. Ateşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptır.
Kin ve haset, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdir. Helâk olan kimseler bu iki
kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardır. Fesada uğrayanlar da onlardan dolayı
fesada uğramışlardır. Kin ve hasedin kaynağı, bir çiğnem ettir. O et, doğru
olduğu takdirde, onunla beraber bedenin tümü doğru olur. Madem kin, haset ve
öfke, kulu felâkete sevk eden amil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin
tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp,
korunsun! Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsın. Eğer kalpte yerleşmiş ise,
tedavi etmek suretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse
şerrin içine girebilir. Şerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve
uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmaz. Biz bu
yazıda öfkenin kötülüğünü hilmin ise faziletini ele alacağız.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Öfke/gazap, acı veren kötü bir
davranışın kişinin ruhunda uyandırdığı kızgınlık, intikam duygusu ve
cezalandırma isteği anlamında ahlâk terimidir.
Sözlükte ‘kızmak, öfkelenmek; kızgınlık,
öfke duygusu’ anlamına gelen ve umumiyetle rızâ ve hilim kavramlarının karşıtı
olarak kullanılan gazabın tanımı yapılırken bunun ‘intikam alma ve cezalandırma
isteği’ olduğuna özellikle işaret edilir (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, I, 262;
İbn Ebü’l-İz, s. 685; Ali el-Kārī, s. 59, 61). Gazap kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de
on dört yerde geçer; on âyette de aynı kökten türeyen isim ve fiil şekilleri
yer alır. Bunların çoğunda gazap Allah’a nisbet edilmiş ve intikam alma anlamı
(Bakara 90) kastedilmiştir. İki âyette Hz. Musa’nın, kendisi Tûr-i Sînâ’da
bulunduğu sırada yoldan sapan kavmine üzüntülü ve öfkeli olarak çıkıştığı
anlatılır (Arâf 150; Tâhâ 86). Bir âyette de müminlerin üstün nitelikleri
sayılırken kızdıkları zaman bile kusurları bağışladıklarından övgüyle söz
edilir (Şûrâ 37). (İslam Ansiklobedisi cilt: 13, sayfa: 436)
İlgili Kavramlar
Ğayz kelimesi öfke ile
eş anlamlıdır. Öfke duygusunun en üst boyutunu ifade eder. Gazap kelimesi
Allah’a ait bir sıfat olarak kullanılabilir ancak ğayz sıfatı Allah’a isnat
edilemez. Kızma, öfkelenme özelliği insana mahsus bir özelliktir. Şu ayet bunun
bariz bir örneğidir: ‘Musa’nın öfkesi dinince (attığı) levhaları aldı. Onların
yazısında Rableri için korku duyanlara bir hidayet ve bir rahmet vardı.’ (Araf 154)
Sehat: Cezalandırmayı gerektirecek
şekilde, şiddetli bir biçimde gazaplanmak (öfkelenmek) demektir. Allah Teâla
hakkında kullanıldığında cezalandırma, anlamında zikredilir. (Âl-i İmran 162;
Maide 80; Muhammed 28; İsfehani a.g.e., s. 402, 403.) Es-suhtü: Rızanın
(hoşnutluğun) zıddıdır. (Ebu Bekir er-Razi, Muhtâru’s-Sıhâh, Dâru’l-Marifeti,
Beyrut, 2010, s. 265.) Şu ayette bu açıkça görülmektedir. ‘Allah’ın rızasına
uyan kimse, Allah’ın gazabına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi
midir? O, ne kötü varılacak yerdir!’ (Âli İmran 162) Görüldüğü gibi her üç
kelime de aynı anlamlara gelmektedir. Allah Teâlâ, gazap (öfke) sıfatını
insanın fıtratına yerleştirmiş, ancak onun terbiye edilmesini, gözetim altında
tutulmasını, itidal çizgisinde hareket edilmesini istemiştir.
3. KONUYLA İLGİLİ AYETLER
‘O zaman inkâr edenler, kalplerine
taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere
sükûnet ve güvenini indirdi, onların takvâ sözünü tutmalarını sağladı. Zaten
onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.’ (Fetih 26)
‘O takvâ sahipleri ki, bollukta da
darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler.
Allah da güzel davranışta bulunanları sever.’ (Ali İmran 134)
‘İyilikle kötülük bir olmaz. Sen
(kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık
bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.’ (Fussilet 34)
Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, kâfirleri
haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü'minleri de Allah tarafından
kendilerine gönderilen vakar ve sekinetten dolayı methetmektedir.
4. KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
Bir adam: ‘Ey Allah'ın Resulü (sav)! Bana kısa bir nasihatte
bulun, uzun yapma! Ta ki nasihatini unutmayayım’ demişti. [ve birkaç kere
tekrar etmişti], Aleyhissalatu vesselam (bir kelimeyle): ‘Öfkelenme!’ cevabını
verdi. ( Buhari, Edeb 76; Tirmizi, Birr 73 (2021); Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 11,
(2, 906)
‘Abdullah b. Amr'dan (ra) şöyle rivayet ediliyor: Hz. Peygamber'e (sav)
'Beni Allah'ın gazabından kurtaracak amel nedir?' diye sordum. Hz. Peygamber
cevap olarak 'Öfkelenme!' dedi.’ (Taberânî ve İbn Abdilberr, hasen bir senedle)
‘İbn Mes'ud (ra) der ki, Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: 'Siz aranızda kimi pehlivan kabul edersiniz?' Biz cevap olarak
dedik ki: 'Sırtı yere gelmeyen kimseyi pehlivan olarak kabul ediyoruz'. Hz.
Peygamber (sav) 'O pehlivan değildir. Ancak öfkelendiği anda nefsine hâkim olan
bir kimse pehlivandır' dedi. (Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3,
(4779)
‘İbn Ömer (ra) Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu
rivayet eder: Kim öfkesini zapt ederse, Allah Azîmüşşân onun çirkin taraflarını
örter.’ (İbn Ebî Dünya)
Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: ‘Sabur denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke de imanı
ifsad eder.’ (Taberani ve Beyhakî)
Bir kimse öfkelendiği zaman muhakkak
cehenneme yaklaşır. (Bezzar ve İbn Adîy)
5. ÖFKENİN HAKİKATİ
Allah Teâlâ, canlıları birtakım iç ve
dış sebeplerle ölüme maruz kalacak şekilde yarattığı zaman, kendisini koruyucu
imkânları da kendisine bahşetti. O imkânlar vasıtasıyla kitabında muayyen ecel
diye tabir ettiği zamana kadar kendisinden ölümü uzaklaştırır.
Dâhili sebebe gelince, o sebep şudur:
Allah Teâlâ canlıları hararet ve rutubetten mürekkeb olarak yaratmış, aynı
zamanda hararet ve rutubet arasında zıddiyet kılmış, hararet durmadan rutubeti
kurutur, buhar haline getirir. Eğer alınan gıdadan rutubete yardım yetişip
hararet vasıtasıyla buharlaşan cüz'lerin yeri yenileriyle doldurulmazsa, hayat sahibi
muhakkak ölür. Bu bakımdan Allah, canlının bedenine uygun gıda ve canlıda o
gıdayı almaya iteleyici şehveti yarattı, bu yaratılan şehvet tıpkı kırılanı
düzeltici, yok olanın yerini doldurucu bir vekil gibidir. Allah bu şehveti,
onun vasıtasıyla insanı helâkten korusun diye yaratmıştır.
İnsanoğlunda meydana gelen haricî
sebeplere gelince, onlar kılıç, mızrak gibi insanoğlunun helâk olmasına sebep
olan diğer şeylerdir. Bu hususta insanoğlu, içinden gelen bir hamiyet ve
kuvvete muhtaçtır ki onun vasıtasıyla kendisinden helâk edicileri
uzaklaştırsın! Bu bakımdan Allah Teâlâ, ateşten öfke tabiatını yarattı ve
insanoğlunda o tabiatı yerleştirdi, onun hamuru ile yoğurdu. O halde insanoğlu
hedeflerinin birinden menedildiği zaman, öfke ateşi alevlenir. Kalbin kanını
kaynayacak şekilde kabartır. O kan, damarlara yayılır. Ateşin yükseldiği gibi,
bedenin yukarılarına doğru yükselir. Çanakta kaynayan su gibi bedende kaynar ve
bunun içindir ki insanın yüzüne yayılır ve insanın yüzü, gözü kızarır. İnsanın
bedeni berrak olduğundan arkasında bulunan kan kırmızılığını dışarıya yansıtır.
Nitekim camın, içinde bulunan maddeyi yansıttığı gibi...
a)
Kan, insanoğlu kuvvetçe kendisinden
aşağı olan bir kimseye kızdığı zaman dağılır.
b)
Eğer kendisinden üstün olan bir
kimseye karşı öfkelenirse ve ondan intikam almaktan ümitsiz ise, bu durumda
kan, derinin dışından, kalbin içine doğru çekilir ve üzüntüye dönüşür ve bunun
içindir ki insanoğlunun rengi sararır.
c)
Eğer insanoğlunun kızması,
kendisinden üstün olup olmadığı hususunda şüphe ettiği birine karşı olursa, kan
bu takdirde toplanma ve yayılma arasında tereddüt eder. Hem kızarır, hem
sararır ve hem de titreme meydana getirir.
Kısacası öfke kuvvetinin merkezi
kalptir. Manası ise intikam talebiyle kalp kanının kaynamasıdır. Ancak bu kuvvet
eziyet vericiler oluşmadan önce kabaran ve yönelen bir kuvvettir. Eziyet
vericiler oluştuktan sonra intikam ve iç rahatlığı maksadıyla bu kuvvet kabarır
ve eziyet vericilere yönelir. İntikam ise, bu kuvvetin gıdası ve şehvetidir.
İntikam içinde bu kuvvetin lezzeti vardır ve bu kuvvet ancak intikam ile
sükûnet bulur. Sonra bu kuvvet hususunda insanlar, yaratılışın başlangıcında
tefrit, ifrat, itidal olmak üzere üç gruba ayrılırlar ve üç derecede
bulunurlar.
Tefrite gelince, tefrit, bu kuvvetin yok olmasından veya zayıf düşmesinden
doğar. Bu ise dinen kötüdür ve böyle bir kimse hakkında gayreti yoktur
denilmiştir. Bu hususa binaen İmam Şâfiî (r.ah.)şöyle demiştir: 'Kim kızdırıldığı
halde kızmazsa o eşektir!'
Bu bakımdan kim temelinden öfke ve
gayret kuvvetini kaybederse o gerçekten eksik bir kimsedir. Allah Teâlâ, Hz.
Peygamber'in (sav) ashabını, şiddet ve gayretle nitelendirerek şöyle
buyurmuştur:
‘Muhammed Allah'ın elçisidir.
Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.’
(Fetih 29)
‘Ey Peygamber! Kâfirlere ve
münafıklara karşı cihat et, onlara karşı sert davran.’ (Tahrim 9)
Ayette geçen gılzet ve şiddet,
öfkeden ibaret olan gayret kuvvetinin eserlerindendir.
İfrat'a gelince, bu niteliğin akıl, din ve itaatin siyasetinden çıkması
demektir. Öyle ki kişinin basireti, düşüncesi ve mefkûresi kalmaz. İradesi
tamamen elinden çıkar. Hatta mecburen hareket eden hayvan durumuna düşer. Bu
sıfatın galebe çalmasının sebebi, birtakım tabii ve âdet edinilmiş şeylerdir.
Çok insan vardır ki fıtraten ve yaradılışça çabuk öfkelenmeye hazırdır. Öyle ki
yaradılışta onun sureti, öfkelenmenin sureti şeklinde yaratılmıştır. Kalp
mizacının harareti de buna yardımcı olur. Çünkü öfke ateştendir. Nitekim Hz.
Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Ancak mizacın serinliği onu söndürür ve
şiddetini kırar.’ (Tirmizî)
Adî sebeplere gelince, öfkelerini
dindirmemekle böbürlenen, öfkelerine itaat etmekle iftihar eden, buna erkeklik
ve kahramanlık adı veren bir grupla kişinin karışmasıdır. O gruptan biri der
ki: 'Ben o kimseyim ki hile ve kurnazlığa karşı sabretmem, hiç kimseden bir
zorluğu kabul etmem!' Bu sözünün manası şu demektir: 'Bende akıl ve hilm diye
bir şey yoktur!' Sonra bu söylediğini cehaletiyle iftihar etmek sadedinde söylemektedir.
Bu bakımdan kendisini dinleyen bir kimsenin kalbinde öfkenin güzel olduğu ve
onlara benzeme arzusu yerleşir. Dolayısıyla bununla öfkesi kuvvet bulur. Öfke,
ateşi şiddetlendiği, alevleri kuvvet bulduğu zaman sahibini kör eder. Onu vaaz
ve nasihate sağır eder. Ona vaaz edildiği zaman dinlemez. Hatta vaaz ve nasihat
onu daha da azıtır. Akıl nuruyla ışığa kavuştuğu ve nefsine müracaat ettiği
zaman buna gücü yetmez; zira derhal öfke dumanı kendisini sarar, aklın nurunu
söndürür hatta dipten siler götürür. Çünkü düşüncenin kaynağı dimağdır. Öfkenin
şiddetli anında kalp kanının kaynamasından kapkaranlık bir duman dimağa
yükselir, fikir kaynaklarının tümünü kapsar. Fikir kaynaklarını kapladığı gibi,
his kaynaklarına da sirayet eder. Bu bakımdan kişinin gözü kararır. Öyle ki
görmez olur. Dünya tamamıyla kendisine kapkaranlık kesilir. Dimağı, içinde ateş
yakılan bir mağara misaline benzer. Onun havası kapkaranlık kesilmiş, merkezi
kızmış, her tarafı dumanla dolmuştur. Orada zayıf bir çıra vardır. O da sönmüş veya
ışığı görünmez olmuştur. Bu bakımdan orada ayak durmaz, söz dinlenilmez.
Herhangi bir suret görülmez. Ne içten, ne dıştan onu söndürmeye de artık güç
yetmez. Yanmaya elverişli olan her şey yanıp kül oluncaya kadar sabretmek
uygundur. İşte gazab da kalbe ve dimağa aynı şeyi yapar. O zaman gazabın ateşi
kuvvetlenir. Kalp, hayatının kıvamı olan rutubeti yok eder. Sahibi öfkesinden
ölür. Nitekim mağarada ateş kuvvetlenir, mağarayı çatlatır, altını üstüne
getirir. Bu durum, mağaranın etrafındaki tutucu kuvvetin ateşle iptal
olunmasından meydana gelir. O kuvvet ki parçaları bir araya getirmiştir, işte
öfke anında kalbin durumu da böyledir. Gemi, denizin ortasında dalgalar
arasında, kopan fırtınalarda sallandığı halde, durum bakımından öfkeli kalpten
daha güzel ve selâmet bakımından daha ümitlidir; zira sallanan gemide gereken
tedbirin alınması için çare arayan, gemiye bakıp kumanda eden bir kimse vardır.
Kalbin ise kaptanı kendisidir. Öfke onu kör ve sağır ettiğinden bütün imkânlar
onun elinden çıkmıştır! Zahirde rengin bozulması, azaların şiddetle titremesi,
fiil ve hareketlerin tertip ve nizamdan çıkması, sallantılı olması, abur cubur
konuşması, dudaklarda köpüğün belirmesi, gözlerin çanaklarından fırlayıp
kızarması, burun deliklerinin kabarması ve ahlâkın geçimsiz bir hâl alması,
öfkenin görünen eser ve etkileridir. Eğer öfkelenen kişi, öfke halinde şeklinin
çirkinliğini görmüş olsaydı, o çirkinlikten utanarak öfkesi derhal söner ve
ahlâkı da değişirdi. Öfkenin iç çirkinliği ise, zahirî çirkinliğinden kat be kat
üstün ve felaketlidir. Çünkü görünen taraf, iç âleminin nişanesi ve
tezahürüdür. Fakat iç suret çirkinleştiği için onun çirkinliği ikinci derecede dışa
yansımıştır. Bu bakımdan zahirin bozulması, iç âleminin bozulmasının ürünüdür.
Durum bu iken meyveyi, meyve veren ağaca kıyaslayabilirsin. İşte bu, öfkenin
bedendeki tesiridir.
Dildeki tesirine gelince, dili fâhiş
konuşmak ve sövmekle serbest bırakmaktır. Öyle ki öfkesi geçtiği zaman, sarf ettiği
sözlerden akıllı bir kimsenin utandığı gibi, söyleyen de bu fâhiş konuşmasından
utanır. Bu da ibarenin zikzaklı olmasıyla belli olur.
Azalar üzerindeki eserine gelince,
vurmak, hücum etmek, yırtmak, öldürmek, imkân anında çekinmeden yaralamaktır.
Eğer kendisine öfkelenilen kaçar veya başka bir sebepten dolayı öfkelenenin
elinden kurtulur veya öfkelenen ondan intikam almak suretiyle gönlünü
rahatlatamazsa bu sefer öfke, sahibine döner. Kendi elbiselerini yırtar,
kendisini yumruklar. Bazen de elini yere vurur. Sarhoş şaşkın bir kimsenin
koştuğu gibi sağa sola koşar. Bazen de baygın olarak yere serilir. Ne koşmayı
ve ne de -şiddetli öfke sebebiyle- kalkmayı becerir. Kriz geçirme gibi
durumlara girer. Bazen cansızlara ve hayvanlara vurur. Mesela önündeki yemek
tabağını yere çarpar. Yemek masasında öfkelendiği zaman, masayı kırar.
Delilerin yaptığını yapar, hayvanlara ve cansızlara küfreder. Onlarla konuşur
ve der ki: 'Ey filan filan! Ne zamana kadar senden bunu çekeceğim!' Sanki
akıllı bir kimseye hitap ediyormuş gibi davranır. Hatta bazı kere hayvan kendisine çifte attığında
o da hayvana çifte atarak mukabelede bulunur.
Öfkenin, kendisinden öfkelenilenle
beraber kalpteki eser ve etkisine gelince, o eser ve etki, kin tutmak, haset
etmek, kötülük düşünmek, öfkelendiği kişinin kötü taraflarını yaymak, onun
sevilmesine üzülmek, onun sırrını ifşa etmeye azmetmek, onun örtüsünü,
maskesini yırtmak, kendisiyle istihza etmek ve bunlardan başka daha nice
çirkinlikleri yapmaktır. İşte bu saydıklarımız, ifrat derecesindeki öfkenin
ürünleridir.
Zayıf olan kıskançlığın semeresine
gelince, o semere tiksinilmesi gereken şeyden az tiksinmektir. Mahremlerine,
eşine ve cariyesine yapılan taarruzdan ve zelil kimselerden gelen zillet, nefsi
küçültmek ve düşürmekten rahatsız olmayıp bu hareketleri kabullenmektir. Bu da
kötüdür. Çünkü mahremine karşı kıskançlık duymamak, bunun meyvelerindendir. Bu
ise kadınımsı bir harekettir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
‘Muhakkak ki Sa'd (ra) kıskançtır.
Fakat ben ondan daha kıskancım. Allah (cc) da benden daha kıskançtır.’ (Sahih-i
Müslim, Kitabu’l- Liân, B.1, Hds.16.)
Gayret, neseplerin korunması için
yaratılmıştır ve halk gayret hususunda gevşeklik gösterirse nesepler karışır.
İşte bu sırra binaen şöyle denilmiştir. 'Hangi kavmin erkeklerinde kıskançlık
varsa o kavmin nesebi sağlam olur'.
Münker olan işleri gördüğü halde
susmak ve korkmak, öfkenin azlığındandır. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: ‘Benim ümmetimin hayırlıları dinde hiddetli ve sert olanlarıdır.’
(Taberânî ve Beyhâkî)
‘Zina eden kadın ve zina eden
erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız,
Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın.
Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.’ (Nur 2)
İtidal’a gelince; öfkenin tamamen kaybedilmesi, nefsi terbiye etmekten aciz
olmaya yol açar; zira nefsi terbiye etmek ancak öfkeyi şehvete musallat kılmak
suretiyle mümkün olur ki nefsi, hasis şehvetlere meylettiği zaman nefsine
öfkelensin! Bu bakımdan öfkeyi tamamen kaybetmek kötüdür. Ancak övülen öfke o öfkedir ki aklın ve dinin
işaretini bekler. Gayretin gerektiği yerde kabarır,
hilmin güzel olduğu yerde söner. Öfkeyi normal sınırda tutmak ve korumak, Allah
Teâlâ'nın kullarını mükellef kıldığı istikametin ta kendisidir. Bu durum, Hz.
Peygamber'in (sav) hakkında şöyle dediği durumdur:
‘İşlerin en hayırlısı orta
olanlarıdır!’(Beyhaki)
Rasulullah (sav)’in öfkeye ilişkin
ahlakı Doç Dr. Mustafa Genç’in “Hz. Peygamber’in Kızdığı Anlar” isimli
kitabında şöyle ifade edilmektedir: “Hz. Peygamber’in (sav) hayatına
baktığımızda öfke ile ilgili olarak şu hakikati görürüz: Hz. Peygamber (sav)
sahabelerinde gördüğü menfi durumlara karşı ya doğrudan sözlü uyarılarıyla ya
da dolaylı olarak sözlü uyarılarda bulunmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber (sav)
sözsüz uyarılarında öfkesiyle, suskunluğuyla, fiziki tepkileri ve tutum
değişiklikleriyle ortaya çıkan münkere karşı tepkisini koymaktan asla geri
durmamıştır.
Peygamber Efendimiz’in (sav) hayatına
baktığımızda itikadi konulardaki tartışmalarda, ibadetlerdeki yanlışlıklarda,
haram ve helallere dikkat edilmediğinde ve ahlaki bozulmalara karşı
tavırlarında öfkesini görmemiz mümkündür:
“Rasulullah (sav) itikadi hususlarda
pazarlığa girişen ve imanını dünyevi menfaatlere göre belirleyen kişilere
kızmaktadır. Mesela Temimoğullarından bir heyete “Ey Temimoğulları, müjdeyi
alın” şeklindeki hitabına karşılık onlar “ Bizi madem müjdeledin, o halde
mal-mülk ver” diyerek meseleyi dünyevi bir boyuta indirgemişlerdir. Buradaki
“müjdenin” anlamı ise takip edildiği halde cennete gidecek yoldur. (İbn Hacer,
Fethu-l Bari VI 288) Efendimiz onların bu teklifi kabul etmemesi üzerine
teklifi Yemenlilere yapmıştır, onlar da bu teklifi kabul etmişlerdir. (Buhari,
Bedü’l halk1, Meğazi 67, 71; Tirmizi, Menakıb 73, Ahmed bin Hanbel, Müsned IV,
426, 433.)
Efendimiz (sav) sahabelerinin ibadet
hususundaki gevşek davranışlarında da tepkisini/öfkesini ortaya koyarak onları
terbiye etme yöntemini seçmiştir. Şöyle ki, Hz. Peygamber (sav) cemaatle namaza
çok büyük bir önem vermesi sebebiyle bu konuda gevşek davrananlara da
kızmaktadır. Nitekim bir yatsı vakti namaz kıldırmak için mescide gidip az
sayıdaki cemaatin dağınık şekilde oturduklarını görünce daha önce hiç olmadığı
kadar öfkelenmiş ve şöyle demiştir: “Allah’a yemin olsun ki, içimden, şimdi bir
adamı imam tayin ettikten sonra şu namaza gelmeyenlerin evlerine tek tek gidip
yakmak geliyor.” (Darimi, Salat 19, Ahmed bin Hanbel, Müsned, II 416, 526, 537,
III, 377, IV, 32, Buhari, Ezan 29, 34; Müslim, Mesacid 251,254; Tirmizi, Salat
48; Nesai, İmamet 49; Ebu Davud, Salat 46, İbn Mace, Mesacid, 17)
Peygamber Efendimiz (sav)’ in
öfkesini itidal çerçevesinde tutarak ashabına örnek olduğu bir başka yönü ise
cihad, emri bil maruf ve nehyi anil münker vb. ibadetlere riayette de müşahade
edebiliriz. Şöyle ki; Hz. Peygamber (sav) Tebük gazvesinde genel seferberlik
ilan ettiği halde, meşru bir mazereti olmaksızın savaşa katılmayan Kab b.
Malik’e ve diğer iki sahabeye kızmıştır. Hadiseyi bize aktaran Ka’b, savaş
dönüşü Rasulullah’la görüşmeye gidince onun “öfkeli biri gibi güldüğünü”
söylemektedir. Peygamber Efendimiz, münafıklardan farklı olarak sadece ihmalkar
davrandıkları için Ka’b ve onun durumundaki iki arkadaşına –Allah Teala
haklarında net bir hüküm verinceye kadar- elli gün boyunca kendilerine
konuşmama cezası vermiştir. (Buhari, Meğazi, 76, İstizan 21; Müslim, Tevbe 53;
Nesai, Mesacid 38; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 457, VI, 388)”
Bu bakımdan nefsinde gayretin zayıflığını,
gerekmediği halde zulüm ve zilleti kabullendiğini hissedercesine öfkesi
gevşekliğe kayan bir kimseye, öfkesi kuvvet buluncaya kadar nefsini tedavi
etmesi uygundur. Kimin öfkesi ifrata doğru kayar, kendisini tehevvür ve çirkin
şeyleri pervasızca yapmaya sevk ederse, böyle bir kimseye de en uygun olanı,
öfkesinin gücünü kırmak için nefsini tedavi etmek ve öfkeyi ifrat ile tefrit
arasında hak olan orta noktada durdurmaktır. Çünkü sırat-ı müstakim (doğru yol)
budur ve bu yol kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskindir. Eğer bundan aciz
olursa, kişi buna en yakın olan yolu seçmelidir.
‘Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar
arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da
diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan
sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’ (Nisa 129)
Bu bakımdan, hayrın tamamını
yapmaktan aciz olan kimse için şerrin tamamını yapmak uygun değildir. Şerrin
bir kısmı, diğer bir kısmından daha ehvendir. Hayrın bir kısmı da diğer bir
kısmından daha yücedir. İşte öfkenin hakikati ve dereceleri bunlardır.
Allah'tan kendisini razı eden hareketlere bizi sevk eden güzel tevfikini talep
ediyoruz. Çünkü Allah dilediğine kadirdir.
6. ÖFKEYE YOL AÇAN SEBEPLER
Anlaşıldı ki her illetin ilâcı, onun
maddesini ve sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Bu bakımdan öfkenin sebeplerini
tanımak gerekir. Öfkeyi kabartan sebepler, büyüklük taslamak, ucub (kendini
beğenme), mizah yapmak, müstehcen konuşmak, başkasıyla alay etmek, başkasını
ayıplamak, mücadele etmek, düşmanlık gütmek, hainlik, fazla mal ve mertebeye
şiddetle harislik göstererek düşkün olmaktır. Bunların tümü, düşük ve dinen
kötü sıfatlardır. Bu sebepler insanoğlunda kaldıkça öfkeden kurtulması mümkün
değildir. Bu bakımdan her şeyden önce bu sebepleri, zıtları ile bertaraf
etmelidir.
O halde, nefsini tanımak suretiyle ucubu
öldürmelisin. Mağrur olmayı, senin de emrinin altındakilerle aynı cinsten
olduğunu bilmekle silebilirsin. Çünkü insanlar bir babadan gelmişlerdir. Ancak
fazilette değişik mertebelere ayrılmışlardır. Bu bakımdan Âdemoğulları bir
cinstir. Ancak faziletlerle iftihar edilir. İftihar etmek, ucub gütmek ve kibre
kapılmak rezaletlerin en büyüklerindendir. Bunlar, rezaletlerin aslı ve
başıdırlar. Sen bunlardan boşalmadıkça başkasından hiçbir üstünlüğün
olmayacaktır. Emrinin altındakilerle aynı cinsten olduğun halde böbürlenmeye
hakkın yoktur! Çünkü bünye, nesep, dış ve iç organlar bakımından emrinin
altındakilerle aynı cinstensin.
Mizaha gelince, mizahı ancak insan ömrünün tamamını kapsayan dinî
vazifelerle meşgul olmak suretiyle sökebilir. Bunu bildiğin zaman artık
mizahtan uzaklaşırsın. Müstehcen konuşmaya gelince, faziletlerin
araştırılmasında, güzel ahlâkın ve seni ahiret saadetine ulaştıracak dinî
ilimlerin araştırılmasında ciddiyet göstermek suretiyle onu bertaraf
edebilirsin.
Başkasıyla istihza etmeye
gelince, bunu insanları üzmekten kaçınmak ve nefsini istihza edilmekten korumak
suretiyle silebilirsin.
Ayıplamaya gelince, çirkin sözlerden kaçınmak ve acı cevabı vermekten nefsini
korumak suretiyle bu illetten kurtulabilirsin. Maişetin fazlalıklarına karşı
gösterilen şiddetli kanaatsizlik olan harisliğe gelince, o da zaruret
miktarıyla kanaat etmek suretiyle bertaraf edilebilir. Onu da muhtaç olmamanın
azizliğini istemek ve ihtiyaç zilletinden kaçınmak için yapmalısın. Bu
ahlâkların ve bu sıfatların tedavisinde insanoğlu riyazet yapmaya ve
meşakkatleri yüklenmeye muhtaçtır. Bu riyazetin sonucu; tehlikelerini tanımaya dönüşür.
Nefsin kendisinden uzaklaşması ve çirkinliğinden nefret etmesi için
tehlikelerini tanımak gerekir. Bundan sonra uzun bir müddet, bilfiil bu çirkin
ahlâkların zıtlarına devam edip nefse kolay ve alışkanlık hâline gelinceye
kadar bu işe devam ettiğin takdirde nefisten onlar silinir. Nefisten silindiği
takdirde de nefis gelişir ve bu rezaletlerden ayrılır. Bu rezaletlerden doğan
öfkeden de kurtulmuş olursun. Cahillerin çoğunu öfkeye sevk eden sebeplerin en
şiddetlilerinden biri öfkeye kahramanlık, erkeklik, izzet-i nefis ve himmetin
büyüklüğü ismini vermeleridir. Öfkeyi cehalet ve hamakatlarından dolayı övülen
sıfatlarla sıfatlandırmalarıdır ki nefisleri öfkeye meyletsin, öfkeyi güzel
görsün ve iyi kabul etsin. Büyük insanlardan öfkenin şiddetini erkekliğin
simgesi gibi hikâye etmekle bu durum kalpte daha da yerleşir. Nefisler de
kendilerini büyüklere benzetmeye meyyaldirler. Dolayısıyla kalpte öfke kabarır.
Bu şekilde öfkeye izzet-i nefis ve erkeklik ismini vermek katıksız bir
cehalettir. Aksine bu, manevî kalp hastalığı ve akıl eksikliğidir. Bu nefsin
zayıflığından ve eksikliğinden doğar. Bunun, nefsin zayıflığından doğduğunun
belirtisi şudur: Hasta bir kimse sağlam bir kimseden, kadın erkekten, çocuk
büyük insandan, zayıf ve yaşlı zayıf olmayan bir yaşlıdan, kötü ahlâk sahibi
faziletler sahibinden daha çabuk öfkelenir. Bu bakımdan rezil bir kimse,
lokması elinden kaçtığı zaman şehvetinden dolayı, parası elinden düştüğü zaman
cimriliğinden dolayı öfkelenir. Hatta bu durumda aile efradına, çocuğuna ve arkadaşlarına
bile öfkelenir. Kuvvetli o kimsedir ki öfkelendiği anda nefsine hâkim olur.
Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
‘Şiddetli ve kahraman, başkasının
sırtını güreşte yere getiren kimse değildir. Pehlivan ancak o kimsedir ki,
öfkelendiği anda nefsine hâkim olur.’ (Buhari, Edeb 76; Müslim, Birr 107,
(2760); Muvatta, Hüsnü'l-halk 12, (2, 906)
7. ÖFKEYİ YENMENİN ÇARESİ
Bizim bu söylediklerimiz, öfkenin
sebeplerini yok etmek ve kabarmasını önlemek içindir. Bu bakımdan öfke
kabardığı zaman teenni ile hareket etmek farz olur ki öfkenin sahibi, kötü bir
şekilde onu icra etmeye mecbur olmasın. Öfke kabardığı anda, ancak ilim ve amel
macunu ile tedavi edilir. İlim ise altı kısımdır.
1. Bizim
bundan sonra, öfkeyi yutmak, affetmek, hilm göstermek, eziyet ve meşakkatlere
göğüs germek hakkında zikredeceğimiz sözleri düşünmektir. Dolayısıyla onun
sevabını elde etmeye teşvik edilmiş olur. Bu bakımdan öfkeyi yutmaktan elde
edilen sevaba karşı isteği olan kendisini intikam almak suretiyle gönlünü rahat
ettirmekten meneder ve dolayısıyla kabaran öfkesini söndürür.
Mâlik b. Evse b. Hadsan (r.ah.) şöyle
anlatıyor: ‘Hz. Ömer (ra) bir kişiye kızdı ve onun dövülmesini emretti. Bu kişi
Hz. Ömer'den (ra) 'Affet! İyiyi emret ve cahillerden yüz çevir!' (A'raf Suresi 199)
ayetini okumasını istedi. Bu isteğine karşılık Hz. Ömer (ra) ayeti okudu, ayet
hakkında derin derin düşündü. Çünkü Hz. Ömer (ra), kendisine Allah'ın Kitabı
okunduğu zaman kıpırdamadan dururdu. Allah'ın Kitabı hakkında çok düşünürdü. Bu
bakımdan Hz. Ömer (ra), bu ayet hakkında da düşündü ve adamı serbest bıraktı’.
Ömer b. Abdülaziz (r.ah.) bir adamın
dövülmesini emretti. Sonra o adam 'Öfkelerini yutarlar' (Ali İmran 134) ayetini
okudu. Bunun üzerine Ömer (r.ah.), hizmetkârına 'onu serbest bırak' diye
emretti.
2. Nefsini
Allah'ın azabıyla korkutmaktır. Şöyle ki: 'Allah'ın bana karşı olan kuvvet ve
kudreti benim bu insana karşı olan kuvvet ve gücümden daha büyüktür. Eğer ben
bu insana öfkemin icabını tatbik edersem, Allah Teâlâ'nın da kıyamet günü
affedilmeye en muhtaç olduğum bir anda, öfkesini benim hakkımda tatbik
etmeyeceğinden emin değilim' demelidir.
3. Nefsini,
düşmanlık ve intikamın akibetinden, düşmanın, mukabele etmek için çalışmasından
ve hedeflerini yıkmak için gayret göstermesinden, musibetleriyle sevinmesinden
korkutmaktır. Oysa kendisi hiçbir zaman musibetlerden kurtulmaz.
Bu bakımdan nefsini öfkenin dünyadaki
kötü neticelerinden -eğer nefis ahiretteki neticelerinden korkmasa bile-
korkutmalıdır. Bu ise şehveti öfkeye saldırtmaya ve musallat kılmaya dönüşür.
Bu, ahiret amellerinden değildir ve bundan dolayı sevabı da yoktur.
Çünkü kişi, geçici zevk ve safâlarının
bir kısmını diğer bir kısmına tercih etmek suretiyle zevk ve safâsına
koşmaktadır. Ancak kaçındığı hususlar ilim ve ameline engel olacak şeyler olup
aradıkları ameline yardım edecek şeyler ise, bu takdirde sevapdar olur.
4. Şöyle
ki, öfke anında başkasının yüzünü hatırlamak ve kendi öfkesinin çirkinliğini
düşünmek ve öfke sahibinin saldırgan bir köpeğe ve adi bir yırtıcı hayvana
benzerliğini düşünmek; halîm, sakin, öfkeyi terk eden bir kimsenin de
peygamberlere, velî kullara, âlimler ve hükemâya benzediğini düşünmektir.
Bunları düşündükten sonra nefsini serbest bırakmalıdır. İsterse nefis kendisini
köpeklere, yırtıcı hayvanlara ve insanların düşüklerine benzetsin, isterse
âlimler ve peygamberlere benzetsin. Eğer zerre kadar aklı varsa, nefsi bunlara
uymanın sevgisine meyleder.
5. Kendisini
intikam almaya çağıran sebep hakkında düşünmektir. Öfkesini yutmasına mâni olan
illeti süzmektir; zira her öfkenin mutlaka bir sebebi vardır ve olmalıdır.
Mesela şeytan kendisine 'Sen öfkeni yutarsan senin acizliğine, nefsinin
küçüklüğüne, zilletine ve hakirliğine yorumlanır. Halkın gözünde hakir
düşersin' der. Bu bakımdan şeytanın bu sözüne karşı, öfkelenen kişi nefsine
şöyle söylemeli: 'Sen ne acayip mahlûksun! Şimdi eziyetten kaçınıyorsun da
kıyamet gününün rezalet ve sefaletinden kaçınmıyorsun! O gün karşındaki adam
senin elinden tutar ve senden intikam alır. İnsanların gözünde küçük düşmekten
sakınıyorsun da Allah nezdinde, melek ve peygamberler katında küçük düşmekten
kaçınmıyorsun!' Bu bakımdan kişi, ne zaman öfkesini yutarsa, öfkesini sadece
Allah rızası için yutması uygundur. Bu niyetle öfkesini yutarsa Allah nezdinde
alabildiğine kıymetli olur. Bu durumda insanların yanında kıymetli olmanın ne
önemi kalır! Dünyada kendisine kötülük edenin kıyamet günü uğrayacağı zillet,
daha şiddetli olur. Acaba kişi kıyamet gününde 'Allah (cc) katında ecri olan
ayağa kalksın!' diye çağırıldığı zaman ayağa kalkanın kendisi olmasını istemez
mi! Zira bu çağrıya ancak, dünyada affedenler icabet ederek ayağa kalkar. Bu ve
bunun benzerleri imanın marifetlerindendir. Bunları kalpte yerleştirmek
gerekir.
6. Öfkesinin
Allah'ın (cc) isteğine göre cereyan eden bir şeye şaşıp hayret ederek geldiğini
bilmelidir. Evet, bu şey kendi isteğine göre cereyan etmediğinden dolayı
öfkelenir! Acaba 'Benim isteğim Allah'ın (cc) isteğinden daha evlâdır' demesi
nasıl olur? Oysa Allah'ın (cc) kendisine kızması, kendisinin kızmasından
-tehlike bakımdan- daha büyüktür. Amele gelince, senin dilinle eûzübillâhi
min'eşşeytanir-racîm demendir; zira Hz. Peygamber (sav), öfke anında böyle
söylemeyi emretmiştir. Hz. Peygamber (sav) zevcesi Âişe validemiz öfkelendiği
zaman ağzını eliyle kapatır ve şöyle derdi:
‘Ey Ayşecik! De ki: ‘Ey Allahım! Ey
Muhammed'in Rabbi! Benim günahımı affet! Kalbimin öfkesini gider. Fitnelerin
saptırmasından beni koru!' (Müslim)
Bu bakımdan senin de bu duayı okuman
müstehabdır. Eğer öfken bu duayı okumakla da gitmezse ayakta isen otur,
oturuyorsan uzan. Kendisinden yaratılmış olduğun toprağa yaklaş ki nefsinin
zilletini bilmiş olasın. Oturmak ve uzanmakla sükûnete kavuşmaya çalış! Çünkü
öfkenin sebebi hararettir, harareti oluşturan harekettir. Nitekim Hz. Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur:
‘Eğer bununla da öfke geçmezse o
zaman soğuk su ile abdest alsın veya gusletsin. Çünkü ateşi ancak su söndürür.’
Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
‘Biriniz kızdığı zaman su ile abdest
alsın; çünkü kızgınlık ateştendir.’ (Ebu Dâvud)
Başka bir rivayette 'Muhakkak öfke
şeytandandır. Muhakkak şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak su ile
söndürülür. O halde biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın!' demiştir.
İbn Abbas (ra), Hz. Peygamber'in
(sav) şöyle dediğini rivayet eder: ‘Öfkelendiğin zaman sus! (İmam Ahmed, İbn
Ebî Dünya, Taberânî)
Ebu Hüreyre (ra) der ki: 'Hz.
Peygamber (sav) öfkelendiği zaman, ayakta ise otururdu. Oturduğu halde
öfkelendiği zaman uzanırdı ve öfkesi geçerdi'.(İbn Ebî Dünya)
Ebu Said el-Hudrî (ra), Hz.
Peygamber'in (sav) şöyle dediğini rivayet eder: ‘İyi bilin ki öfke,
Âdemoğlu’nun kalbinde bir parça ateştir. Siz onun gözlerinin kızardığına, boyun
damarlarının gerildiğine bakmaz mısınız? Bu bakımdan kim böyle bir şey
hissederse, yanağını yere yapıştırsın. (Sünen-i Tirmizî, Kitabu'I-Fiten, B.24,
Hds.2286.)
Hz. Peygamber (sav) 'Yanağını yere
yapıştırsın' sözü ile secdeye işaret etmiştir. Bu, azaların en azizini,
yerlerin en zelili olan toprağa değdirmeye işarettir. Böylece nefsi zilletini
hissetmiş olsun, nefsin gururu ve öfkenin sebebi olan bencilliği ortadan
kalksın.’
8. ÖFKEYİ YENMENİN FAZİLETİ
Allah Teâlâ 'Öfkelerini yutarlar'
(Ali İmran 134) buyurmuştur ve bunu Müslümanları medhetmek için söylemiştir.
Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur:
‘Allah öfkesini tutan bir kimseye azabını durdurur. Rabbine mazeretini arz eden
bir kimsenin özrünü Allah Teâlâ kabul eder. Kim dilini korursa Allah onun
çirkin taraflarını örter.’ (Taberânî, Beyhâkî )
‘Sizin en pehlivanınız ve en
erkeğiniz o kimsedir ki öfkelendiği zaman nefsine hâkim olur! Sizin en
haliminiz, düşmanından intikam alma imkânı olduğu halde onu affeden kimsedir.’
(İbn Ebî Dünya, Beyhâkî)
‘Öfkesinin gereğini yerine getirme
imkânı varken bundan vazgeçen kimsenin kalbini Allah Teâlâ kıyamet gününde
rızasıyla doldurur.’ (İbn Ebi Dünya, Ebu Dâvud)
Bir rivayette 'O kimsenin kalbini
Allah emniyet ve iman ile doldurur' diye vârid olmuştur.
İbn Ömer (ra) Hz. Peygamber’in (sav)
şöyle dediğini rivayet eder: Allah
rızası için öfkesini yutmaktan, ecir bakımından daha büyük bir şey yoktur ki
kul onu yapsın. (İbn Mâce)
‘Allah nezdinde kulun öfkesini yutmasından
daha sevimli hiçbir şey yoktur. Kul öfkesini yuttuğu takdirde Allah onun
kalbini iman ile doldurur.’ (İbn Ebi Dünya)
‘Kim yerine getirmeye kudreti olduğu
halde öfkesini yutarsa, Allah Teâlâ mahlûkatın gözleri önünde onu çağırır ve
cennet hurilerinden 'hangisini istersen al' diye onu serbest bırakır.’ (Tirmizi, Birr, 74, 2022- Ebu Davud, Edep 3,
4777)
9. ASHÂB'IN VE ÂLİMLERİN SÖZLERİ
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir:
'Allah'tan korkan bir kimse, öfkesini yutar ve bu hususta nefsinin isteğini
yapmaz. Allah'tan korkan bir kimse istediğini yapamaz. (Ancak Allah'ın isteğini
yerine getirebilir). Eğer kıyamet günü olmasaydı siz bugün benden gördüğünüzün
tam aksini görecektiniz!'
Eyyub b. Sehtiyanî (r.ah.)şöyle der:
'Bir saat halîmlik insanoğlundan birçok şerri uzaklaştırır'. Süfyan es-Sevrî,
Ebu Huzeyme, Fudayl b. İyaz (r.ahum) bir araya geldiler, zühdün ne olduğunu
müzakere ettiler. Sonunda şu karara vardılar: 'Amellerin en üstünü kızdığı anda
halîmlik, musibetler anında da sabır göstermektir'.
Adamın biri Hz. Ömer'e (ra) şöyle
haykırdı: 'Yemin olsun, sen adaletle hükmetmiyor ve çok mal vermiyorsun!' Buna
karşılık Hz. Ömer (ra) yüzünde öfkenin alâmetleri görülecek derecede kızdı. Bu
esnada bir kişi kendisine şöyle hitap etti: ‘Ey müminlerin emiri! Sen Allah
Teâlâ'nın ' Affet! İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir' (Araf 119)
buyurduğunu işitmedin mi? İşte bu kişi de cahillerdendir. (Bu bakımdan sen de
onu affet!)’ Bu söz karşısında Hz. Ömer (ra) 'doğru söyledin' dedi. Sanki o
öfke bir ateşti, söndü. ( Buhari, İ'tisam 2, Tefsir, A'raf 5.)
10. HİLM'İN FAZİLETİ
Hilm, öfkeyi yutmaktan daha üstündür.
Çünkü öfkeyi yutmak, olmayan halîmlik sıfatını kazanmaya çalışmaktır. Oysa
öfkeyi yutmaya ancak öfkesi kabaran bir kimse muhtaç olur ve bu hususta
şiddetli bir mücahedeye muhtaçtır. Fakat bunu bir müddet âdet edindiği zaman
kendisine alışkanlık olur ve artık bir daha öfkesi kabarmaz. Kabarsa da onu
yutmakta herhangi bir zorluk söz konusu değildir. Bu tabii halîmliktir. Bu,
aklın kemâle ermesi ve bedeni kontrol altına almasının delâletidir. Öfke
kuvvetinin kırılması ve akla teslim olmasıdır. Fakat bunun başlangıcı, kendini
hilme zorlamak, zoraki bir şekilde öfkeyi yutmaktır. Hilm konusunda Rabbimiz
Kur’an’ı Kerim’de bize örnek olarak Hz. İbrahim’i (as) göstererek onu şu
şekilde tasvir eder: ‘İbrahim cidden yumuşak huylu, bağrı yanık, kendisini
Allah'a vermiş biri idi.’ (Hud 75)
11. HADİSLER
‘İlim ancak öğrenmekledir. Hilm de
halîmliğe kendini zorlamakladır. Kim hayrı kasdederse ona hayır verilir. Şerden
sakınan bir kimse ise şerden sakındırılır.’ (Taberânî, Dârekutnî)
Hz. Peygamber (sav) bu hadisi-i şerifiyle
hilm sıfatının yolunun önce kendini hilme zorlamak ve onun ağırlığına katlanmak
olduğuna işaret etmiştir. Nitekim ilim öğrenmenin yolunun da öğrenmek ve bu
husustaki zahmete katlanmak olduğu gibi.
Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber'in
(sav) şöyle dediğini rivayet eder:
‘İlmi isteyiniz ilimle beraber
sekineti (vâkarı) ve hilmi de isteyiniz. Öğrettiğiniz ve kendisinden ilim
öğrendiğiniz kimselere yumuşak davranınız. Sakın âlimlerin katılarından
olmayınız ki cehaletiniz hilminize galebe çalmasın.’ (İbn Sinnî)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (sav) bu
hadisi-i şerifiyle gururun, katılığın, öfkeyi tahrik edip kabartan biricik amil
olduğuna işaret buyurmuştur. Hilm ve yumuşaklığın engelinin bu sıfatlar
olduğunu belirtmiştir. Şu dua, Hz. Peygamber'in (sav) duasındandır:
Ebu Hüreyre (ra) Hz. Peygamber'in
(sav) şöyle dediğini rivayet eder: ‘Allah'ın katında yüksek derece arayın,
Ashab 'O yücelik nedir?' diye sorunca
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
Senden alâkayı kesene karşı ilgiyi
devam ettirmelisin. Seni mahrum edene vermelisin. Sana karşı cehalet ile
hareket ederek vaziyet alana hilm göstermelisin.’ (Hâkim, Beyhakî)
Beş şey peygamberlerin
sünnetlerindendir: ‘1. Hayâ, 2. Hilm, 3. Hacamat (kan aldırmak), 4. Misvak
kullanmak, 5. Güzel koku sürünmek.’ (Hakim-i Tirmizî)
Hz. Ali(ra) Hz. Peygamberin (sav)
şöyle dediğini rivayet eder:
‘Müslüman kişi, hilim sıfatı
sayesinde gündüz oruçlu, gece ibadet yapan bir kimsenin derecesine varır.
Müslüman kişi himayesi altında ailesi olduğu halde cebbar zorbalardan yazılır.’
(Taberânî)
Ebu Hüreyre (ra) der ki: 'Bir zat Hz.
Peygamber'e (sav) gelerek: 'Benim birtakım akrabalarım var. Ben onlara sılayı
rahim yaptığım halde onlar benden alâkayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik yapıyorum.
Onlar ise, bana kötülük. Onlar cahillikle bana karşı çıktıkları halde ben
onları hilmle karşılıyorum' dedi.
Cevap olarak şöyle buyurdu: Eğer
dediğin gibi ise sen âdeta onların yüzüne kum serpiyorsun. Durmadan bu ahlâka
devam edersen, seninle beraber Allah'tan gelen bir yardımcı olacaktır.’
(Müslim)
Metinde geçen mel kelimesi kum
demektir.
‘Bazılarınız Ebu Damdan gibi olmaktan âciz
midir? Ashab-ı kîram 'Ebu Damdan kimmiş ya Rasûlullah!' diye sorunca şöyle
buyurmuştur: Ebu Damdan sizden önce yaşamış biriydi. Sabahladığı zaman şöyle
derdi: 'Ey Allahım! Muhakkak ben bugün bana zulmedene hakkımı sadaka olarak
vermiş bulunuyorum'. (Ebu Nuaym, Beyhâkî)
Hasan Basrî'nin (r.ah.)'Cahiller
onlara hitap ettikleri zaman, onlar selâm derler' (Furkan/63) ayetinin
tefsirinde 'Hâlim kimselerdir ki eğer cehaletle kendilerine karşı yapılan bir
hakarete maruz kalırlarsa, o şekilde karşılık vermezler' dediği rivayet olunur.
Atâ b. Ebî Rebah der ki: ‘Hevnen (Furkan 63) tabiri hilm mânâsındadır’.
Mücahid (r.ah.)'Onlar lağvın yanından
geçerken şerefli olarak geçerler' (Furkan 72) ayetinin tefsirinde 'Onlara eziyet
edildiği zaman affederler' demiştir.
Rivayet ediliyor ki, İbn Mes'ud (ra)
kendisine hakaret edenlerin yanından geçti. Fakat hiçbir karşılık vermedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
‘İbn Mes'ud şerefli olarak sabahladı
ve akşamladı.’ (İbn Mübarek)
Sonra bu hadisin ravisi İbrahim b.
Meysere (ra) 'Cahiller kendilerine lâf atarsa selâm derler': (Furkan 63)
ayetini okumuştur.
Rivayet ediliyor ki Eşeç (öl. h. 10) adlı zat Hz. Peygamber'e (sav) elçi
olarak geldi. Devesini kapıda çöktürdü. Sonra deveyi bağladı. Sırtında bulunan
iki elbiseyi çıkardı. Torbasından iki tane güzel elbise çıkarıp onları giydi.
Bütün bunları Hz. Peygamber’in gözü önünde yapıyordu. Hz. Peygamber (sav) onun
yaptığını görüyordu. Sonra Hz. Peygamber'e (sav) doğru yürümeye başladı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (sav) kendisine şöyle dedi:
-Ey Eşec! muhakkak sende iki ahlâk
vardır. Allah da, Peygamber (sav) de onları sever!
-Annem ve babam sana feda olsun!
Onlar nelerdir?
-Onlar hilm ile sabırdır!
-Acaba bu iki ahlâkı ben çalışarak mı
elde ettim, yoksa tabiî olarak mı bende vardı?
-Hayır! Allah seni o ahlâklar ile
beraber yaratmıştır.
-Hamd o Allah'a mahsustur ki beni
Allah (cc) ve Resulü (sav) tarafından sevilen iki ahlâk ile yaratmıştır! (Müslim,
Buhari)
12. ASHÂB'IN VE ÂLİMLERİN SÖZLERİ
Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: ‘İlim
öğreniniz! İlim için sekinet ve hilm öğreniniz!'
Hz. Ali (ra) şöyle der: 'Hayr,
malının ve evladının çoğalması değildir. Hayr, ilminin çoğalması, hilminin
büyümesi, ibadetinle halka karşı böbürlenmemen, iyilik yaptığın zaman Allah'a
hamd etmen, kötülük yaptığın zaman Allah'tan af dilemendir.'
Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: 'Halîm
bir kimsenin hilminden ötürü kendisine ilk verilen mükâfat şudur ki; bütün
insanlar câhile karşı ona yardımcı olurlar'.
Ebu Derda (ra) şöyle demiştir: 'Ben halkın dikensiz yaprak
oldukları bir zamanda onlara yetiştim. Sonra yapraksız dikenler oluverdiler.
Onları tanıdığın takdirde seni tenkid ederler. Onları bıraktığın takdirde seni
bırakmazlar'. Dinleyenler, kendisine 'O halde ne yapmalıyız?' diye sorunca
cevap olarak şöyle demiştir: 'Kendi hakkından fakirlik günün için onlara borç
vermelisin?
Hasan Basrî (r.ah.)şöyle demiştir: İlmi arayınız! Fakat
onu vâkar ve hilimle süslendiriniz!'
Seleften biri şöyle demiştir: 'Basra
halkından birine küfrettim. O da bana karşı hilm gösterdi ve bu göstermiş
olduğu hilimden dolayı beni uzun bir zaman kendisine kul ve köle gibi mutî
kıldı'.
Bir kişi İbn Abbas'a (ra) küfrederek,
içindekini döktükten sonra İbn Abbas (ra) kölesine şöyle hitap etti: 'Ey İkrime
(ra)! Acaba kişinin bizce görülecek bir ihtiyacı var mıdır ki görelim?' Bunun
üzerine adam başını eğerek utandı ve yaptığından pişman oldu.
Bir kişi Ömer b. Abdulaziz'e hitaben:
'Ben şahidlik ederim ki sen fâsıklardansın!' dedi. Ömer 'Senin şahidliğin kabul
olunmaz!' diye karşılık verdi. (Tenbihül
Ğafilin )
Bir kimse, Hüseyin'in oğlu Ali
Zeynelâbidîn'e (r.ah.)küfretti. Buna karşılık o, sırtında bulunan gömleği o
kişiye verdi ve bir de kendisine bin dirhem de para verilmesini emretti. Bundan
dolayıdır ki seleften biri şöyle demiştir: 'Zeynelâbidîn (r.ah.)için övülen beş
haslet bir araya gelmiş oldu:
1. Hilm, 2. Eziyeti kaldırmak, 3.
Kişiyi Allah'tan uzaklaştıran hasletlerden kurtarmak, 4. Kişiyi pişman olmaya
ve tevbe etmeye teşvik edip zorlamak, 5. Kişinin kendisini kötülemesine rağmen
onu medhetmeye mecbur etmek. Bütün bunları az bir miktarla (bir abâ, bin
dirhem) satın aldı!
Halil b. Ahmed (r.ah.)şöyle demiştir:
'Önce deniliyordu ki: 'Kim kötülük yaptığı halde kendisine iyilik yapılırsa, bu
iyilik onun kalbinde bir engel olur. Onu o kötülüğün benzerinden meneder'.
Meryem'in oğlu İsa Mesih (a.s),
yahudilerden bir grubun yanından geçti. Onlar Hz. İsa'ya çirkin laflar attılar.
Hz. İsa da onlara güzel sözlerle karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. İsa'ya (as) şöyle
sordular: 'Onlar çirkin, sen ise hayırlı konuşuyorsun!' İsa (a.s), cevap olarak
şöyle dedi: 'Herkes yanındaki sermayeden harcar!'
13. SONUÇ
İslam ahlakını kuşanmayı yegane
hedefi kılan müminin öfke hususunda diğer ahlaki vasıflarda olduğu gibi
kendinde var olan durumu iç gözlemle ele alması ve durum tespitinden sonra
kemale doğru yol alan bir süreci belirlemesi gerekir. Bu minvalde yapabileceği
ilk işlerden biri öfke duygusunun hakikatini vahyin penceresinden kavraması,
öfke duygusundaki farklı katmanların güncel hayatında etkilerini ölçebilmesi ve
ancak itidalde tutulabilen öfkenin insana şahsiyet kazandırdığı tefrite veya
ifrata kaçan ölçüde öfke duygusunun Müslüman ahlakını erittiğini bilmelidir.
Öfkenin kaynaklarının neler olduğu,
bu sebeplere Kuran’ı Kerim’de ve Rasulullah (sav)’in hayatında nasıl
değinildiği detaylıca öğrenilerek sahabenin de öfkelerini yenme/terbiye etme hususunda
hangi güzel örneklikleri ortaya koyduğu sürekli bir biçimde imrenilecek bir
çıta olarak göz önünde bulundurmalıyız. Bu bilgiler ışığında ailemizde,
işimizde, akrabalarımızla ilişkimizde ve diğer sosyal ilişki ağlarımızda hilm
elbisesine bürünüldüğü zaman rahmetin, bereketin ve huzurun etrafımızda hale
hale yayıldığını görebiliriz. Ayrıca hilm sahibi davetçilerin elinde İslam’ın
kurak gönüllere girebildiğini de peygamberlerin ve onlara tabi olan güzide
arkadaşlarının hayatındaki tecrübelerden görebiliriz.
Ödev:
1)
Bir hafta boyunca nelere öfkelendiğini
yazmak ve sonrasında öfkelendikleri hakkında düşünmek.
2)
Öfkendiklerinde eline geçen kazanç
ile hilmle davrandıklarında eline geçen kazanç nedir?
Konuyla İlgili Video :
1. Asla Sinirlenmeyin [Nouman Ali Khan] [Türkçe Altyazılı
| Mekteb-i Suffa] [Türkçe Altyazılı]
https://www.youtube.com/watch?v=NJ_Mxvtu5Kg
2. Öfke kontrolü ve insanları affetmek(nouman ali khan)
https://www.youtube.com/watch?v=mxSwxiKYrkg
3. Mesele
16.Bölüm - Öfke
https://www.youtube.com/watch?v=KcvHfxBsWJE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder