27. İNFAK ve ZEKÂT

 

 1. GİRİŞ

İnfak ve zekat Müslüman toplumun önemli iki ekonomik dayanışma esasını oluşturmaktadır. Genel bir ayrıştırmayla ifade etmek istersek zekat dinen farz olan harcamaları, infak ise nafile harcamaları ifade etmektedir. Her ikisi de toplum içinde sermayenin belli ellerde tekelleşmesinin önüne geçen, ekonomik olarak zor durumda olanlara katkı sağlayan, verenlerde Allah (cc)’a şükür, itaat ve başkalarını düşünmeyi sağlayan, alanlarda Allah (cc)’ın rahmetine, şefkatine imanı tetikleyen, onları fakirliğin getirebileceği isyan çizgisinden çekip alan; kısaca toplumun her kesiminin nimetlendiği, kardeşliği tesis eden iki rahmet-bereket pınarıdır. Zengin fakir arasında dengeyi sağlayan zekat-infak başkalarına karşı tümüyle kayıtsız kalınıp bireyselleşmenin yüceltildiği bir çağda bencillik ve dünyevileşme hastalığına deva niteliğinde bir ibadettir.

Kur’an’da iman ve namazla birlikte sürekli Allah (cc) yolunda infaktan bahsedilmekte, Müslümanların zor dönemlerinde infak yapanlar övülmekte ve büyük müjdeler verilmektedir. Buna mukabil infak etmeyenlerin nifakından bahsedilmekte, infak etmeyip cimrilik yapanlar yerilmektedir. İnfaktan kaçınanlara karşı Allah (cc)’ın hiçbir şeye muhtaç olmayan, ğani olduğu ifade edilmektedir. Bu bakımdan kulun infakına muhtaç olan Allah (cc) değil, insanın kendisidir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) infakıyla bu işin zirvesi olarak usve-i hasene / güzel bir örnek ve numune-i imtisal / örnek alınacak model olarak hayatıyla karşımızda durmaktadır. Öyle ki onca kişisel zenginliği ve ganimet gelirlerine rağmen evinde hiç meta / varlık / para tutmamış anında ihtiyaç sahiplerine ve davet yolunda müellefe-i kulube infakta bulunmuştur.

Bütün bu yönleri birlikte düşünüldüğünde infak ve zekat hem Rabbimizin bizlerden istediği, hem peygamberimizin hayatı boyunca en güzel şekilde örneklik ettiği hem de Müslüman toplumun birbirinden haberdar olma ve ekonomik olarak birbirlerine destek olma yönüyle çok yönlü iki ibadettir.

2. KAVRAM TAHLİLİ

Sözlükte “tükenmek, tamamlanmak, son bulmak” mânasındaki nefk kökünden türetilen infâk “bitirmek, yok etmek; yoksul düşmek” gibi anlamlara gelirse de daha çok “para veya malı elden çıkarmak” mânasında kullanılmaktadır. Dinî-ahlâkî bir terim olarak genellikle “Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Bu bakımdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı içermektedir.   (İslam Ansiklopedisi, İnfak Maddesi )

İnfâk, İslâm’ın en temel ibadetlerinden biridir. Yüce Yaratıcı pek çok âyette namaz ibadeti ile zekâtı ve infâkı birlikte anmıştır. Bu, Yüce Allah’ın hakkı ile kul hakkının iç içe olduğunun göstergesidir.

İnfak, kapsamı geniş bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim, müminleri tanıtırken; onları ‘Allah yolunda infak edenler (harcayanlar)’ olarak tanıtıyor. İnfak edenleri sürekli övüyor, ödüllerinin büyük olduğunu belirtiyor.” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)

Bir kavram olarak ‘nafaka’; gerek yakın akraba ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para ve geçimlik vermek, onların geçimini sağlamak ve beslemek demektir.

Konuyla ilgili bir diğer kavram da “Gönüllü olarak veya dinî bir vecîbeyi yerine getirmek üzere ihtiyaç sahiplerine yapılan maddî yardım” anlamındaki sadaka kavramıdır.

Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakat), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddî yardımları, bu çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Kelime Türkçe’de daha çok dilencilere yapılan küçük para yardımını belirtmek üzere kullanılır. Sadaka vermeye tasadduk denilir…. Fakihler âyet ve hadislerdeki kullanımlarını dikkate alarak beş tür sadakadan söz etmişlerdir. 1. İslâm’ın beş şartından ve farz ibadetlerden birini oluşturan sadaka (zekât). Birçok âyet ve hadiste kelime bu anlamıyla geçer. 2. Bedenin zekâtı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine getirilmesi vâcip olan sadaka-i fıtır (fitre). 3. Kişinin kendi iradesiyle üstlendiği yükümlülük anlamındaki nezir gereğince hayır yolunda yapılması vâcip olan harcama (adak sebebiyle tasadduk). 4. Belirli suç veya hataların telâfisi amacıyla Allah hakkı olarak ifası farz olan fidye ve kefâret kapsamındaki sadakalar. 5. Tatavvu sadakası (gönüllü bağış). İlk dört grupta yer alan sadakalar özel terimleriyle fıkıh eserlerinde ele alınmıştır (bk. ADAK; FİDYE; FİTRE; KEFÂRET; ZEKÂT). İslâmî literatürde mutlak biçimde kullanıldığında sadaka kavramının öncelikle belirli bir vecîbe tarzında olmayan gönüllü bağış mânası hatıra gelir. Nâfile ibadet niteliğindeki bu sadakalar genellikle maddî bir değerin ihtiyaç sahibine hibe edilmesi yoluyla gerçekleşir.” (İslam Ansiklopedisi, Sadaka Maddesi)

3. İNFAKLA İLGİLİ AYETLER

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân 92)

 “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): «İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!»” (Tevbe 34-35)

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın.  Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfikûn 9-11)

“Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara 261)

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Ali İmran 134)

Kur’an-ı Kerim, infak konusunda bize orta yolu tavsiye eder. Nitekim Allah (cc): “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” (İsrâ 29) buyurarak cimri olmayı hoş görmediği gibi, infakta bulunan kişilerin malını büsbütün saçıp savurarak sonunda başkalarına muhtaç duruma düşmesini de uygun görmemiştir.

4. İNFAKLA İLGİLİ HADİSLER

Peygamber Efendimiz (sav): “Yarım hurma ile dahi olsa infak edin ki Allah da sizi ahirette kurtarsın!” (Buhari, Edeb 34; Müslim, Zekât 66)

“Yalnızca iki kişiye gıpta edilir: Allah tarafından kendisine mal verilip de malını hak yolunda harcayan kimseye, Allah tarafından kendisine ilim verilip de onunla hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimseye.” (Buhârî İlim, 15)

Ebû Hüreyre’den (ra) nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kulların sabaha eriştiği her gün (yeryüzüne) iki melek iner. Bu iki melekten biri, "Allah"ım, malını hayır yolunda harcayan kişiye (harcadığı malın yerine) yenisini ver." der. Diğeri de, "Allah"ım, malını (hayır yollarında harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin malını telef et." der.” (Buhârî Zekât, 27)

Zamanın birinde, bir adam çölde tek başına yolculuk yapıyormuş. Aniden gökyüzünden, “Filânın bahçesini sula!” diye bir ses işitmiş. Başını kaldırıp baktığında gökte sadece bir bulut görmüş. Evet, ses oradan geliyormuş. Adam hayretler içerisinde kalarak bulutu takip etmeye başlamış. Kara taşlık bir yere gelince bulut suyunu boşaltmış. Yağmur suları bir derede toplanmış ve akmaya başlamış. Bu defa adam suyu takip etmiş ve önüne bir bahçe çıkmış. Bu bahçede bir adamın elinde kürekle suyu oraya buraya çevirerek bahçeyi suladığını görmüş. Bahçeyi sulayan adama yaklaşarak, “Arkadaş, adın ne?” diye sormuş. Bahçeyi sulayan adam yolcunun buluttan duyduğu ismi telaffuz ederek, “Adımı niçin soruyorsun?” demiş. O da, “Biraz önce yağmur yağdıran bulut vardı ya...” diyerek anlatmaya başlamış: “Ben, o buluta bir kişinin senin adını söyleyerek, "Filânın bahçesini sula!" dediğini işittim. Sonra da bulutu takip ederek buraya kadar geldim. Adını da onun için soruyorum. Sen hangi davranışın sebebiyle böyle bir ilâhî ikrama nail oldun?” deyince bahçe sahibi, “Madem merak ediyorsun söyleyeyim. Şu gördüğün bahçe ürün verince oturup hesap yaparım. Ürünün üçte birini dağıtırım. Üçte birini çoluk çocuğumla yerim. Üçte birini de tohumluk yaparım. İşte benim yaptığım bundan ibarettir.” diye karşılık vermiş. (Müslim Zühd, 45)

Bir hanım sahâbî, bir gün kendi elleriyle ördüğü bir giysiyi getirip Hz. Peygamber (sav)’e vermiş ve “Bunu, giyesin diye ördüm.” demişti. Peygamber Efendimiz (sav) hediyeyi kabul etmiş ve onu giyinip ashâbının yanına gitmişti. Allah Resûlü (sav)’in üzerindeki hırkayı gören bir sahâbî, “Ne kadar da güzelmiş! Bunu bana verseniz.” demişti. İnsanların en cömerdi olan Resûl-i Ekrem (sav), “Peki.” deyip orada biraz oturduktan sonra evine dönmüş ve o giysiyi katlayarak, isteyen sahâbîye göndermişti. (İbn Mâce Libâs, 1)

Âişe (ranhâ)’dan rivayet edildiğine göre, Rasûl-i Ekrem (sav)’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber (sav) Efendimiz bir ara: - “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Âişe: - “Sadece bir kürek kemiği kaldı.” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: - “(Desene) bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 35)

5. İNFAK’IN ÖNEMİ

 “Yardımlaşma, varlığın en kapsamlı kanunudur. Yüce Yaratıcı’mız onu maddî kâinatta işlettiği gibi, dünyayı şenlendiren insanın içtimaî hayatına da koymuştur. Böylece küçük kâinat olan insanın, büyük kâinatla bütünleşmesini dilemiştir. Evrene baktığımızda, toprak, su, hava, ışık gibi cansız denilen unsurların, bitkilerin yardımına koştuğunu görürüz. Meselâ bir incir ağacı çamur yer, onu tatlı bir meyve hâline getirir ve canlılara ikram eder. Bitkiler, diğer canlıları beslerler. Hayvanlar sütleri, etleri, yumurtaları ve yünleri ile canlıların imdadına koşarlar. Cansızı, madenleri, bitkileri, hayvanları ile bütün kâinat da insanların ihtiyaçlarını temin etmek için seferber olur. Kandaki alyuvar hücreleri, canlı bedenin diğer hücrelerine yardım götürmek uğrunda kendilerini telef ederler. Dolayısıyla bütün bir kâinatın normal ve sağlıklı bir tarzda varlığını sürdürmesi, bu muazzam yardımlaşma sayesinde olur.” (Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 17. Lem’a, s.146 ve 155,İstanbul, Şahdamar Yay. 2007.)                       

İnfak, imkân sahibinin yoksula bir lütfu değildir. Kur’ân’a göre, Allah Teâlâ’nın fakirler için belirlediği bir haktır. “Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar” (Mearic 24-25) ifadesi geçmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm ilk inen âyetlerinden itibaren bu yardımı vurgulamıştır. Daha sonra gelen bir âyet imandan, namazı gereği gibi kılmadan sonra üçüncü görev olarak infakı bildirmiştir: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara 3)

İnfak hakkındaki âyetlerden biri de şudur: “Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara 219)

Zekât miktarı belirlenmiş olarak farz kılınmadan (yani hicretin ikinci senesine kadar), kazanç sahipleri bu âyete göre kazançlarından kendilerine yetecek kadar alıp gerisini Allah yolunda infak ediyorlardı. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de bir yıllık geçimlerini alıp gerisini Allah rızası için veriyorlardı. “İlgili âyet ve hadîslerden, İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve yardımlaşma kavramlarından bizde hâsıl olan kanaat ve anlayışa göre, toplum içinde temel hak ve ihtiyaçlarını temin edememiş insanlar bulunduğu müddetçe, bu ihtiyaçları gidermeye yardımcı olmayan kimseler, ihtiyaç fazlası malları sebebiyle sorumlu olacaklardır.” (Diyanet İş. Bşk.lığı, Kur’ân Yolu Tefsiri, bu âyetin tefsirinde, 1/237)

 “İslâm, infakı sadece zenginlere mahsus bir ayrıcalık görmez, bütün insanları da imkânları ölçüsünde bu güzellikten hissedar etmek ister. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav): “Yarım hurma ile dahi olsa infak edin ki Allah da sizi ahirette kurtarsın!” (Buhari, Edeb 34; Müslim,Zekât 66) buyurmuştur. Böylece eli dar olanlara da infak etmenin zevkini tattırmak istemiştir. Yüce Rabb’imiz şu âyet-i kerîmede eli dar olanları da infaka teşvik eder: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Ali İmran 134)

“İslâm’a göre ‘bütün mülk’ (mallar ve zenginlikler) Allah (cc)’ındır. İnsan, o mülk üzerinde yaşar, onu kullanır, geçimliği için harcar, sonunda o mülkün nöbetini başkasına bırakır ve ahirete gider. İnsanlardan bazıları çok mala, bazıları da, muhtaç olacak kadar az mala sahip olabilir. Kimileri hastalık ve sakatlık yüzünden yeteri kadar mal kazanamaz. Üstelik çok mala sahip olmak bir sınav nedenidir. Allah (cc) insanları ilimle, sağlıkla, malla, geniş imkanlarla, çocuklarla sınamaktadır. Malı insana veren Allah (cc), bu maldan muhtaçlara ve elimizin altındakilere de vermemizi emrediyor.

Bir müslüman aile reisi, hanımına, çocuklarına, anne ve babasına zorunlu olarak bakar. Bu üç grubun nafakası, aile başkanının görevidir. Bunlardan başka, dedesine, ninesine, torunlarına, amcasına, halasına, teyzesine, dayısına eğer muhtaç iseler infak etme durumundadır. İnfak etmek isterse, ilk önce bunlardan başlaması gerekir.

Allah (cc) varlıklı müslümanlara, Allah (cc) yolunda harcama yapmalarını da (infak etmelerini) emrediyor:” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)

“Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın.”  (Bakara 254)

 “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan hayra harcayın.” (Bakara 267)

“İnfak’ın en güzeli kişinin çok sevdiği maldan yaptığı harcamadır. İnsanın mala ve dünyalığa meyli fazladır. Onları çok sever, daha çok olmasını da ister. Yalnızca Allah’ın (cc) emrettiği sevabını umarak, insanlara iyilik etmenin mutluluğunu yaşayarak o sevdiği maldan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek, çok önemli ve övgüye değer bir fazilettir:” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân 92)

“Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır.” ( Bakara 267)

Kişi sevdiği şeylerden az olsun çok olsun, muhtaçlara verdiği zaman bu ayette müjdelenen ‘iyiliğinin en güzel’ derecesine, yani ‘birr’e ulaşmış olur.

 İnfakın en faziletlisi ise kişinin, muhtaç olan akrabalarına yaptığı yardım ve harcamadır. Kişi, ailesinin bireylerinin geçimini sağlamak üzere harcama yaparsa bu da, onun için bir sadaka olur.

“Onlar: Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.” (Münafikûn 7)

İnfakla aynı kökten türetilen nifaka insanları sevk eden âmillerden birisi de, işte bu dünyevileşme, sadece dünyalık peşinde koşmaktır. (Vehbe Zuhaylî, et-Tefsiru'l-Münîr, 10/257) Bu itibarla infak, nifaka da çare ve onun zuhurunu önleyen bir engeldir. Âyet-i kerimede, Müslüman toplumların iktisadî açıdan çökertilmesi ve fakirleştirilmesinde özellikle münafıkların rolüne dikkat çekilmekte, bu tür çabaların Müslümanları dinden soğutma, ahlâkî olarak çözme, sahip oldukları yüce değerlerden uzaklaştırma, kısaca dünyevileştirme hedefini gerçekleştirmek için yapıldığına işaret edilmektedir.”

“Müslüman infak ederek malına güvenmeyi bırakır, Rabb'ine güvendiğini ortaya kor. Bu da onun imanını güçlendirir, kişiliğini kuvvetlendirir. İstikbal endişesinden, maddî sebeplere ve şartlara esir olmaktan kurtarır. Allah Tealâ kuluna değer kazandırmak için, onun vermesini istiyor. Böylece veren insan, kendini aşıyor, içinde şeytana yardımcı olan hislere karşı koyuyor, fâniye aldanmamayı öğreniyor. İnsanın bu mertebeyi kazanması, Allah katında, onun çok mal sahibi olmasından veya çok mal harcamasından daha önemlidir. Ne mutlu Allah yolunda malını harcayan o kimseye ki infak ettiği fânî mal ile, bâki Allah’ı, O’nun hoşnutluğunu kazanır. En üstün mertebe olan “rızâ” mertebesine yükselir.” (http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuranda-yardimlasma-ve-infak)

İslâm Medeniyeti tarihi incelendiğinde, müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda, saymakla bitmeyen câmiler, okullar (medrese), köprüler, imaretler, aş evleri, çeşmeler, su kanalları gibi eserleri inşa ettikleri ve bunları kamu (toplum) yararına infak ettikleri görülmektedir. İşte bu eserlere İslâm literatüründe “sadaka-i cariye” (sürekli işleyen sadaka) denilmektedir. İşte müslümanları bu eserleri bırakmaya teşvik eden duygu, onlardaki infak arzusudur. Dinlerine en içten duygularla bağlı olan bu müslümanlar, yalnız kendi zamanlarında değil, dünya durdukça insanlara hizmet edecek olan hayırlı eserler bırakmışlardır.

6. İNFAK KİME YAPILIR?

a. Müslüman önce kendisi için infak etmelidir: Vücut bir emanettir ve onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak müslümanın görevidir. Hayatı devam ettirmek, ibadet yapabilmek ve başkalarına yardım edebilmek, bedenin sağlıklı ve dirençli olmasına bağlıdır.

b. Müslüman sonra da başkalarına infak eder. Başkaları ise iki gruptur:

i. Kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kimseler: Evlenme ve akrabalıklar dolayısıyla yardım edilmeye uygun olan kimselerdir. Müslüman kişi eşine, anne-babasına, çocuklarına infak etmek zorundadır. Bu onun üzerine bir farzdır. Çünkü Kur’an-ı kerim bu görevi Müslümana veriyor. Ayrıca evlerde hizmetçi olarak bulunan kimselere de ev reisinin bakması gerekir.

ii. Müslüman insanın, Allah (cc) rızası için O’nun yolunda yaptığı harcamalar: Bu çeşit infak da farzdır. Kişi, gücü yettiği kadar, ihtiyaç oldukça başkalarına infak eder.” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)

7. İNFAK EDERKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

İnfâk bir ibadettir. Her ibadet gibi onun da sahih olabilmesi için, yapılması gereken hususlar, şartlar vardır. Onları şöyle özetleyebiliriz:

1.     İnfaka konu olan mal, öncelikle Allah (cc) rızası için verilmiş olmalıdır. Çünkü böyle bir niyetle yapılmayan infakın kabul edilmeyeceği âyetlerde açıkça belirtilmiştir. 

“Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 264)

“Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.” (Tevbe 54)

“Bedevîlerden öylesi vardır ki (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini bekler. (Bekledikleri) o kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi işiten, çok iyi bilendir.

Bedevîlerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.” (Tevbe 98-99)

2.     Peygamber Efendimiz (sav)’in yoluna uymak, O’nun Sünnet’ini yerine getirmek, böylece üzerimizdeki hakkını bir nebze ifa etmek ve onun şefaatine nail olmak için yapılmalı.

3.     Yine Kur'ân'a göre, yapılan harcamaların ahlâkiliği hususunda genel bir değer ölçüsü de, insanların Allah (cc) yolundaki çabalarını kısıtlama ve ortadan kaldırma maksadı gütmemektir. İnsanlığın aleyhine yapılan harcamalar ahlâkî açıdan değersiz ve makbul infakın dışındadır. İnsanlığın Yüce Allah'tan uzaklaştırılması ve maddî-manevî sömürülmesi adına yapılacak harcamalar, uzun vadede toplumları köleleştiren yardımlar (!), Kur'ân'da yasaklanmakta ve ahlâkî değeri olmadığı vurgulanmaktadır:

“Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (Enfal 36)

4.     İnfâk edilecek malın helâlinden kazanılmış olması gerekir. Haram yoldan elde edilen bir malın/paranın herhangi bir sevap beklemeden elden çıkarılması, fakir fukaraya verilmesi gerekir Nitekim bir hadislerinde Peygamberimiz (sav) yediği içtiği, giydiği haram olan, haramdan beslenen kimsenin ne kadar içten yaparsa yapsın duasının bile kabul edilmeyeceğini haber vermiştir.

5.      İnfâkın hesâbının titizlikle yapılması gerekir. Nasıl ki malî yılbaşlarında ince hesaplar yapılıyorsa, bunun için muhâsebecilerden yardım alınıyorsa; fakir fukarânın hakkı olan infâk (zekat) için de titiz hesaplar yapılmalıdır. Hangi mallardan, kimlere, ne zaman, nasıl ve ne kadar zekât verileceği, infâk edileceği tesbit edilmeli, bu konuda bilenlerden yardım alınmalıdır.

6.     Malın en değerli olanından infakta bulunulmalıdır. Eğer yalnızca elden çıkarılmak için bir mal infak edilmişse, bunun Allah (cc) katında fazla bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir infakın insanı, iyiliğin ve hayrın kemal noktasına ulaştırması mümkün değildir. Buna göre infakta bulunulan mal ne kadar değerli ise, infakta bulunan kişi o ölçüde sevap kazanır ve Allah (cc) katında yüksek dereceye erişir. 

7.      Konunun ahlakî çerçevesini oluşturan bir başka ilke ise, yapılan harcamanın israfa dönüşmemesidir. Zira infak bir harcama olmakla beraber, asla bir savurganlık, hesabını bilmeme ve israf değildir:  "(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan 67)

8.       İnfâk geciktirilmeden vaktinde edâ edilmelidir. Hayır, sonraya bırakılmaz. Mâzeretsiz olarak herhangi bir hayrın geciktirilmesinin vebâli vardır ve geciktirme hayrın sevâbından azaltan bir husustur. Bunun için özellikle farz olan infâklarda kişinin, ne zaman zengin olduğunu ve ne zaman zekât vermesi gerektiğini belirlemesi ve ona göre zekâtını vermesi gerekir.

9.      Akrabâ ve yakın komşulardan işe başlayarak en fazla ihtiyacı olanlara öncelik verilmelidir. Bu, hem daha sevap, hem de toplumsal düzeni sağlama amacına daha uygundur. Kişi kendisi araştıramıyorsa, bu konuda tecrübeli kişi ve kuruluşlardan yardım alarak en uygun kimselere infâkın ulaştırılmasına gayret etmelidir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.” (Bakara 215)

10.   İncitmeden, kendilerine infâk edilecek olanların onurlarını zedelemeden vermeye gayret etmek gerekir. Bu konuda Kur’ân’da şu uyarılar yer alır: “Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.” (Müddessir 6) “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 264)

11.   İnfâk edilen şey içtenlikle ve sevgiyle verilmelidir. Her şeyden önce Yüce Allah’ın sevgisiyle verilmelidir. Kişi sevdiği maldan ve o malın da iyisinden vermelidir; verdiği kimseyi, kendisine sevap kazandıran kardeş olduğunu bilip sevmelidir. Severek isteyerek vermelidir; bunun için vermenin dünya ve âhiret kazanımlarını düşünmelidir. Vermekle insanın kalbini öldüren bencillik, kendini düşünme gibi hastalıklardan kurtulduğunu; fakir zengin kardeşliğinin sağlandığını, kaza ve belâlardan kurtulacağını, berekete ereceğini hatırdan çıkarmamalıdır.

“Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. «Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.»  «Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız» (derler).” (İnsân 8-10)

12.  Sağlıklı iken vermek. Peygamberimiz de en faziletli sadakanın, sağlıklı, yaşama ümidi varken, cimrilik tutkusu içinde, fakir düşerim endişesi taşırken verilen sadaka olduğunu söyler ve muhâtabını uyarır: “Sen can boğaza gelmeden vermeye bak, çünkü ölüm döşeğinde artık (hiçbir şey gözüne gözükmez) şunu falana, şunu filana verin dersin, ama iş işten geçmiştir, zaten malların falana yahut filana kalmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 447)

13.   Gücü yettiği kadar vermek. Bunun amacı, kendini ve çoluk çocuğunu ihmal etmemek, kendini tehlikeye atmamaktır. Zaruri ihtiyaçları karşılaması ve sefalete düşmemesi gerekir. Yine Kur’an’da “Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de.”  (Bakara 219)   buyurulmaktadır. Bütün servetini getirip tasadduk ettikten sonra oturup halka el açmak kötü görülmüştür. 

14.   İnfakı gizlice yapmak. Farz ibadetlerin açıktan yapılması tavsiye edilirken, nafile ibadetlerin gizli yapılması daha faziletli görülmüştür. Çünkü farzlar İslâm’ın şiarlarıdır. Müslüman bunları zaten yapmakla mükelleftir. Onun için de bu ibadetlere riyanın karışması ihtimali azdır. Ancak infak ve sadaka nafile ibadetlere girdiği için bunlar yapılırken gizli davranılması daha uygundur.

15.  Verdiğinden bir karşılık beklememek. Kur’an ayetlerinde hayır yapma teşvik edilirken, bu esnada kalp kırılmaması, Allah (cc)’ın rızasından başka bir şey beklenmemesi, kalben bile bir beklenti içinde olunmaması istenmektedir. Sadaka verilen kimse hiçbir şekilde minnet altında bırakılmamalıdır.

16.  İnfâk eden verdiğini unutmalıdır. Hadiste Yüce Allah’ın koruması altında olacak kişilerden birinin de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kişi olduğu özellikle belirtilmiştir. Bunun anlamı, kişinin    mümkün olduğunca gizli yardım etmesi, verdiğini unutmasıdır.

Kişinin verdiği içine oturup kalmamalı, verdiğine pişmanlık duyar noktasına gelmemelidir. Bu ruha sahip olabilmek için Yüce Allah’ın verdiğini, O’nun kullarına vermenin O’nun emri olduğunu, vermenin berekete sebep olacağını her zaman düşünmek gereklidir.

17.   İnfâk ibadeti sürekli yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Yalnızca farz ve vâcip olan infâk çeşitleriyle yetinilmemeli, yapılabildiği ölçüde nafile infâklarla infâk ibadeti kesintisiz sürdürmeye gayret edilmelidir.

Bu konuda, “Az sadaka çok belâyı def eder, amellerin en efdali az da olsa devamlı olanıdır.” buyrulmuştur. Yine bir hadiste, “Senden bir şeyler isteyen at üstünde/arabayla da sana gelse onun hakkı vardır/ona yardım et.” (Ebû Dâvûd)  buyrularak devamlı infâk ibadetinin içerisinde olmaya teşvik edilmiştir. Onun için farz olan infâkların yanı sıra nâfile infâklarda da bulunmalıyız. Mîzânda hesap görülürken farz namazlardaki eksikliklerin, nâfilelerle tamamlanacağı haberlerde yer almaktadır. Aynı şekilde farz infâklardaki eksikliklerimizi tamamlayacak olan nâfile infâklarımızı da olabildiğince artırmaya çalışmalıyız.

18.  Dua Etmeliyiz. Sâlih amellerimiz, Rabbimize dua için en güzel fırsatlardır. Bunun için infâk ibadetinden sonra hem kendimiz, hem yardım ettiğimiz kimseler, hem dünyamız, hem âhiretimiz için dua etmeliyiz.

8. ZEKAT

a.  KAVRAM TAHLİLİ

İslâm’ın beş şartından biri. Sözlükte “artma, arıtma; övgü ve bereket” mânalarına gelen zekât, terim olarak Kur’an’da belirtilen sınıflara sarf edilmek üzere dinen zengin sayılan müslümanların malından alınan belli payı ifade eder. Örfte bu payın maldan çıkarılması işlemine de zekât denilir. Sadaka kelimesi de terim olarak zekâtla eş anlamlıdır. İslâm maliye hukukunun erken dönem müelliflerinden Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm (ö. 224/838), “Sadakaya gelince, sadaka müslümanın altın, gümüş, deve, sığır, koyun, hububat, mahsul gibi mallarının zekâtıdır; bu zekât Allah’ın tayin ettiği sekiz zümreye verilir” (Kitâbü’l-Emvâl, s. 24); Şâfiî fakihi Mâverdî, “Zekât da sadaka mânasınadır, her ikisi de aynı şeye isim olarak verilmiştir. Zekât hakikaten ve hükmen çoğalma kabiliyeti olan, sahibi tarafından meşrû yollardan kazanılan mallardan alınan ve lâyık olanlara bir yardım anlamı taşıyan farz ibadettir” (el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye, s. 113) tanımını verirken bu eş anlamlılığa dikkat çekerler. Toprak ürünlerinden alınan zekât nisbetini ifade eden uşr/öşür kelimesi de ziraî mahsullerden tahsil edilen zekâtın özel adı olmuştur.

Zekâtın, yılı tartışmalı olsa da Medine döneminde farz kılındığında görüş birliği vardır. Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (sav)’in zekât farz kılınmadan önce fıtır sadakası vermeyi emrettiği, zekât farz kılındıktan sonra fıtır sadakasını ne emrettiği ne de yasakladığı, müminlerin onu vermeye devam ettikleri belirtilir (Buhârî, “Zekât”, 76). Bu hadis fıtır sadakasının zekâttan önce emredildiğini, zekâtın ise ramazan orucundan sonra farz olması gerektiğini göstermektedir. Ramazan orucunun farz kılındığına dair âyetin hicretin 2. yılında (623) nâzil olduğu, zekâtın da bundan sonra farz kılındığı genel kabul görmüştür. (İslam Ansiklopedisi, Zekat Maddesi)

Zekât, lügatte ‘tahâret, yani temizlik, arınma manasına geldiği gibi bereketlenme, nemâ bulma, artma’ manasına da gelir.

Zikr-i Hakim’de bu manaya kullanıldığı âyetler vardır:

“Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (A‘lâ 14-17)

“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 9-10)

Bu âyetlerde “tezekkâ ve zekkâ” kelimeleri temizliğe, nezahete erdirme, arındırma manalarında kullanılmıştır. İlgili olarak Rağıb el– Isfahanî; “Zekâtın aslı, Allah (cc)’nün bahşettiği bereketten meydana gelen artıştır, nemâdır

İkinci mana ise der ve ekler: “Bu hem dünyevî mallara yönelik bir bereketlenme, bir artış olabileceği gibi, uhrevî bir artış da olabilir.”

Sonra, ekinlerin bereketlenip artışının, nemâ bulup bollaşmasının bu kelimeyle ifade edildiğini zikrederek bunu dünyevî artış için misal gösterir.

b.     ZEKATIN ÖNEMİ

"Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir."  (Tevbe 60)

Zekât bir farîzadır. İslâm’ın beş temelinden biridir. Hem zengin-fakir bütün cemiyet fertlerini birbirine kenetlemede, kaynaştırmada, hem de nefsi terbiye, insan irâdesinin dünya malına yönelik hırsına galip gelmesinde, dolayısıyla huzur ve sükûnda ciddî tesirleri olan bir ibadettir.

Kur’an-ı Kerim’de zekâtı emreden, yerine getirmeyeni de ikaz eden birçok âyet vardır. Zekâtın sünnette de geniş bir yeri vardır.

Zekât, Kur’ân-ı Kerim’de çok defa da namazla yan yana zikredilir. Zekâtın manasını da içinde taşıyan bir vurguyla Rabbimiz Rasûlü (sav)’e şöyle emrediyor:

“Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe 103)

Âyetteki sadakayı birçok ilim ehli “mü’minlerin zenginlerinden farz olan sadakayı, yani zekâtı al ki bu onları temizleyici olsun, o sadaka vesilesiyle gönül nezahetine ulaşsınlar, zekât verenler için de duâ et huzur ve sükûn içinde olsunlar” manasına anlamışlardır. (Muhtasar-ı Tefsîr İbn Kesîr (2/ 167), el-Câmi’ Li Ahkâmi’l-Kurân, Kurtubî (8/ 246), Riyâzü’s-Sâlihîn, Nevevî (s. 226), Tenvîru’l-Ezhân (101), Hak Dini Kur’ân Dili, H. Yazır (3/ 2612-2613).

Âyetteki sadaka başka türlü de anlaşılsa bu mana zekâtın içinde bütünüyle vardır. Burada dile getirilenler hikmetinin özetidir.

Bir başka âyette de Rabbimiz takvâ ehli mü’minleri tarif ederken vasıflarından birini de şu şekilde zikrediyor:

“Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyât 19)

Âyet, varlıklı insanın malında yoksul kimsenin belli oranda hakkının olduğunu dile getirir. Bu zekâtın farklı bir ifadesidir. Onun fakir hakkı olduğunu vurgular.

Zekât bağ budama gibidir. Hem ticâretinize nezahet, hem de sermâyenize güç getirir. Fakir ve muhtaçlarla aranızdaki bağı güçlendirir, cemiyet fertlerini sevgi ve karşılıklı anlayışla birbirine bağlar.

Zekat konusu zekat kimlere farzdır, zekat kime ne zaman ne kadar verilmelidir, kime verilmez, hangi mallardan zekat verilir hangilerinden verilmez gibi bir çok fıkhi detayı olan bir konu olduğundan Müslümanların bu konuda ehil kişilere danışıp öyle hareket etmeleri gerekmektedir.

9. PEYGAMBERİMİZ (sav) VE SAHABEDE İNFAK ÖRNEKLİĞİ

a.      İnfakı dini bir emir olarak telakki etmek ve yerine getirmek için çaba sarf etmek

Ebû Mes’ûd el-Ensârî (ra) şöyle der: “Rasûlullâh (sav) bize tasaddukta bulunmayı emredince bizden biri çarşıya gider, sırtında yük taşıyarak bir müd (yiyecek) kazanır ve ondan infâk ederdi. Bugün onlardan birinin yüz bin (dinarı) var.” (Buhârî, Zekât, 10)

Allâh Rasûlü (sav) bir gün kalktı ve: “–Ey insanlar, tasaddukta bulunun! Ey insanlar, tasaddukta bulunun ki kıyâmet günü size onunla şehâdet edeyim. Belki de biriniz, devesinin yavruları tok ve rahat içinde yatarken yakınında (amcasının) oğlu açlıktan kıvrılmış hâldedir. Belki de birinizin ağaçları güzel meyve vermiş, malı artarken komşusu hiçbir şeyi olmayan bir yoksuldur. Bir adam yok mu ki develerinden birini sadaka olarak versin de bu fakir âile için sabah bir ihsân, akşam bir ihsan olsun. Deve onlara sabah akşam süt versin. Uyanık olun! Bunun mükâfatı pek büyüktür.” buyurdular.

Bir kişi kalktı: “–Ey Allâh’ın elçisi, benim develerim var; yanımda dört deve sürüsü var (bu develerimden birisi sadaka olsun).” dedi.

Bir başkası kalktı. Kısa boylu ve fazla güzel olmayan bir adamdı. Çok güzel bir deveyi çekiyordu. Münâfıklardan birisi Hz. Peygamber’in duymadığını düşünerek yanındakine:

“–Devesi kendisinden daha hayırlı.” diye fısıldadı.

Ancak bunu duyan Rasûlullâh (sav): “–Yalan söyledin, o senden de devesinden de daha hayırlıdır.” buyurdular.

Abdurrahman bin Avf (ra) kalktı ve: “–Yâ Rasûlallâh! Sekiz bin dirhemim var. Dört binini âileme bıraktım, dört binini de getirdim. Onları Allâh’a takdim ediyorum.” dedi. Münafıklar bu miktarı çok buldular.

Fahr-i Kâinât Efendimiz (sav): “–Allâh’ım, onun getirdiğini de âilesine bıraktığını da bereketli eyle!” diye dua ettiler.

Sonra Asım bin Adiyy (ra) kalktı ve yetmiş vesak hurma tasaddukta bulundu. (Münâfıklar) her ikisiyle de eğlendiler ve:

“–Bu ancak bir riyâdır. Bunlar gösteriş olsun diye böyle çok tasaddukta bulunuyorlar. Gizlice verselerdi ya, parça parça verselerdi ya!” dediler.

Sonra Ensâr’dan Ebû Akîl (ra) kalktı: “–Yâ Rasûlallâh! Benim malım yok, lâkin geçen akşam falan kimselere sırtımda ücretle yük taşıdım. Onlardan aldığım iki sa’ hurmanın birini ehlime bıraktım birini de Allâh’a yaklaşabilmek için tasadduk etmeye getirdim.” dedi. Münâfıklar ona da gülüştüler ve: “–Deve sahipleri develer getirdi, gümüşü olan gümüş getirdi, bu da şu hurmacıkları getirmiş. Allâh, Ebû Akîl’in bir sâ’ hurmasından müstağnîdir.” dediler.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav): “–Allâh senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirdiği hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti. Bu hâdiseler üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

«Sadakalar husûsunda mü’minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden baş­kasını bulamayanları çekiştirip alay eden (münâfık)lar var ya, Allâh, işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici bir azap vardır.» (et-Tevbe, 79) (Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Beyrut ts., X, 146, [Tevbe, 79]; İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV, 127; Taberî, X, 251; Ali el-Müttakî, no: 16181. Ayrıca bkz. Buhârî, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 72.)  

b.     İnfakta acele etmek

Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kişinin hayatında (sağlıklı iken) bir dirhem sadaka vermesi, ölümü esnâsında yüz dirhem sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvud, Vasâyâ, 3/2866)

Vefât ettiği gün Allah Rasûlü (sav), Hazret-i Âişe (ra)’nın yanında bulunan altı-yedi dinarı fakirlere dağıtmasını emretmişti. Bir müddet sonra dinarların ne olduğunu sordu. Hazret-i Âişe’nin telâştan onları dağıtmayı unutmuş olduğunu öğrenince, dinarları isteyip avuçlarına aldı:

“–Allâh’ın Peygamberi Muhammed, bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu hâlde Rabbine kavuşmayı uygun görecek değildir!..” buyurduktan sonra, onların hepsini Ensâr’ın fakirlerinden beş ev halkına dağıttı. Bundan sonra da:

“–İşte şimdi rahatladım!..” buyurarak hafif bir uykuya daldı. (Ahmed, VI, 104; İbn-i Sa’d, II, 237-238)

İşte cömertler sultânı Efendimiz (sav)’in, ölüm döşeğindeyken bile terk etmediği infak hassâsiyeti…

c.      Sevdiği şeylerden infak

Ebû Zer (ra) şöyle demiştir: “Allâh Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe hakikî iyiliğe eremezsiniz.» buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (âhirette karşıma çıkması için) onu benden önce gönderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)

d.     Varlıkta da yoklukta da az çok demeden infak

Peygamber Efendimiz’in hanımı Âişe (ra) oruçlu iken bir yoksul gelip kendisinden birşeyler istedi. Âişe vâlidemizin evinde bir somundan başka birşey yoktu.

Hizmetçisine: “−Ekmeği ona ver!” dedi. Hizmetçi: “−Akşam iftar edeceğiniz başka birşey yok!” dedi. Hz. Âişe: “−Sen ekmeği ona ver.” dedi. Hizmetçi hâdisenin devamını şöyle anlatıyor: Âişe’nin emri üzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize pişmiş koyun küreği gönderdi. Hz. Âişe beni çağırdı ve: “−Ye, bu senin ekmeğinden daha iyidir!” dedi. (Muvatta’, Sadaka, 5)

Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd (ra) Rasûlullah (sav)’e: “–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı senin üzerine olsun! Fakir gelip kapımın önünde duruyor da ona verecek bir şey bulamıyorum” demişti. Rasûlullah (sav) ona şöyle buyurdu: “–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)

Birgün Rasûlullah (sav): “İçinizde bugün herhangi bir fakiri doyuran var mı?” diye sormuştu. Ebû Bekir (ra): “–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arzeden bir yoksul gördüm. Oğlum Abdurrahman’ın elinde bir parça ekmek vardı. Onu alıp fa­kire verdim” dedi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501) 

e.      İnfak İçin Arayış İçinde Olmak

Hicretten sonra müslümanlar Medine’de içme suyu sıkıntısı çekmeye başladı. Şehrin içme suyu kaynaklarının başında gelen Rûme Kuyusu’nun sahibi olan ve bazı rivayetlerde yahudi olduğu bildirilen kişi kuyunun suyunu satıyordu. Resûlullah ona ücret almaktan vazgeçmesini teklif edince geçim için başka bir gelirinin bulunmadığını belirterek bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, kuyuyu satın alıp müslümanların istifadesine sunacak şahsa bu hizmetine karşılık olarak cennetin verileceğini, bütün günahlarının bağışlanacağını, kendisine cennette bu kuyudan daha güzel bir su kaynağının verileceğini bildirdi (Buhârî, “Müsâḳāt”, 1, 74; Tirmizî, “Menâḳıb”, 57; İbn Sa‘d, I, 392). Hz. Osman, Rûme Kuyusu’nu satın almak istedi. Sahibi tamamını satmaya yanaşmayınca yarı hissesini alarak kuyuyu nöbetleşe kullanmak üzere onunla anlaşma yaptı. Daha sonra ortağı kendi hissesini de satmak isteyince tamamını aldı ve müslümanların kullanımına sundu. Kaynaklarda Hz. Osman’ın Rûme Kuyusu’na 20.000, 30.000, 35.000 veya 40.000 dirhem ödediği rivayet edilir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/rume-kuyusu)

f.       Büyük infaklar insanı korur

Büyük amellerin büyük ikramları oluyor. Hz. Peygamber (sav)’e ilk iman edenler, ilk hicret edenler, ilk cihad Bedir’e katılanlar hep el üstünde tutulup takdir edilmişlerdir. Aynı bunlar gibi infakı  büyük ölçekli yapanlar da takdir gördüler. Hz. Osman (ra) gibi:

Abdurrahman bin Hubâb (ra) anlatıyor: Rasûlullah (sav), ashâbını Ceyşü’l-Usre’ye[Tebük] yardım etmeleri için teşvik ederken ben de yanındaydım. Osman bin Affân (ra) ayağa kalktı ve: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda çuluyla ve semeriyle yüz deve benden!” dedi.

Rasûlullah (sav) ordu için bağışta bulunmaya tekrar teşvik etti. Hazret-i Osman yine kalkıp: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda çuluyla ve semeriyle iki yüz deve benden!” dedi.

Rasûlullah (sav) tekrar teşvikte bulundu. Yine Osman (ra) kalktı ve: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda çuluyla ve semeriyle üç yüz deve benden!” dedi.

Rasûlullah (sav)’i minberden inerken gördüm, hem iniyor hem de: “Osmân’a (bu fedâkârâne infâkı sebebiyle) bundan sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez! Osmân’a bundan sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez!” buyuruyordu. (Tirmizî, Menâkıb, 18/3700; Ahmed, V, 63)

Hazret-i Osman (ra), buna ilâveten bin dinar getirip Allah rızâsı için infâk etmiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 18/3701)

Bu rivâyetler, Hazret-i Osman (ra)’ın müstesnâ cömertliğini ifâde etmekle beraber, Allah yolunda infâkın ne kadar makbûl ve mağfirete vesîle olduğunu göstermektedir.

g.      Nefsini ve malını Allah ve Resulü yolunda feda

Hz. Ebubekir (ra) Tebük seferi hazırlıklarında yapılan çağrı sonucu malının tamamını getirmiştir. Miktar olarak büyük bir miktardan bahsedilmemektedir kaynaklarımızda. Ancak Hz. Ebubekir (ra) malının tamamını vermesiyle “nefsini ve malını Allah ve Resulü yolunda feda” örnekliği göstermiştir.

Tebük Seferi’ne çıkılacağı zaman Allah Rasûlü (sav) ordunun ihtiyaçları için ashâbını infâk seferberliğine dâvet etmişti. Hâlbuki o sırada Medîne’de büyük bir kıtlık yaşanıyordu. Buna rağmen ashâb-ı kirâm, yüksek bir îman vecdi içinde dünyânın bütün fânî menfaat düşüncelerini bertarâf edip büyük bir infak ve fedâkârlık yarışına girdiler.

Hazret-i Ebûbekir (ra) malının tamâmını getirdi. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)

Bir defâsında Hazret-i Peygamber (sav), bu cömert arkadaşını taltîf ederek:

“Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım...” buyurmuştu.

Bütün varlığını Allâh Rasûlü’ne fedâ eden o mübârek sahâbî, bu sözden bir nevî ayrı görülme mânâsı hissederek ağladı ve Allah yolunda infak ederken taşıdığı hâlet-i rûhiyeyi sergileyen şu müthiş cevâbı verdi:

“–Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlallah?!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11)

h.     Su infakının önemi

Müslümanlar su hizmetlerine çok ehemmiyet verirler. Bilhassa Kâbe’nin yanında hacılara su ve şerbet ikram etmeyi büyük bir şeref ve mühim bir vazife sayarlar. Peygamber Efendimiz’in amcası Abbâs (ra)’ın Tâif’te üzüm bağı vardı. İslâm’dan önce de sonra da oradan kuru üzüm taşır, Zemzem’in içine katarak hacılara ikrâm ederdi. Kendisinden sonra oğulları ve torunları da hep böyle yaptılar.(İbn-i Hişâm, IV, 32; İbn-i Sa’d, II, 137; Vâkıdî, II, 838.)

Bir defâsında Rasûlullah (sav) Harem-i Şerif’teki su ve şerbet ikrâm edilen sebîl mahalline gelmiş ve içecek istemişti. Hz. Abbâs (ra), oğluna:

“–Fadl! Annene git ve yanındaki (husûsî) içecekten Rasûlullah (sav)’e getir!” dedi. Rasûlullah Efendimiz:

“–(Hayır) bana herkesin içtiği bu içecekten ver!” buyurdu. Hz. Abbâs (ra):

“–Yâ Rasûlallah, buradaki içeceğe bazen insanların eli dokunuyor” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–İşte insanların içtiği bu içecekten ver!” buyurdu ve Hz. Abbâs’ın sunduğu içecekten içti. Sonra Rasûlullah (sav) Zemzem kuyusuna geldi. Hz. Abbâs’ın âilesi burada kuyudan su çekiyor ve hacılara ikram ediyorlardı. Rasûlullah (sav):

“–Ey Abdülmuttalib oğulları, çekiniz! Siz sâlih bir amel üzeresiniz!” diye taltîf buyurdu. Sonra Rasûlullah (sav):

“–İnsanlar, (benim yaptığım bir şeyi tatbik etmek için) hücûm edip başınızda kalabalık etmeyecek olsalardı, ben de devemden iner, kuyunun ipini şuraya koyar, sizin gibi su çekerdim” buyurdu. Bu esnâda eliyle mübârek omzuna işâret ediyordu. (Buhârî, Hac, 75)

Sa‘d bin Ubâde : “‒Yâ Rasûlallah! Ümmü Sa‘d, (yani annem) vefât etti, hangi sadaka daha fazîletlidir?” diye sordu. Rasûlullah (sav):

“‒Su!” buyurdular. Sa‘d hemen bir kuyu kazdırdı ve:

“‒Bu, Ümmü Sa‘d içindir!” dedi. (Ebû Dâvûd, Zekât, 41/1681)

i.       Açları doyurma infakının önemi

Yemek ve su, Allâh’a kulluk yapmak için yaratılan insanoğlunun en mühim bedenî ihtiyâcıdır. İnsan asıl maksadı olan kulluğu, ancak bu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra yapabilir. Bu sebeple açları doyurmak ve susuzlara su vermek, Allah’a ibadet ve kulluğun devamını sağlayan en zarûrî hizmetlerden biridir. Bu yönüyle de büyük bir ibadettir. Zâten İslâm âlimleri de, “İhsân nevîlerinin en kıymetlisi, yemek yedirmektir. Zîrâ insanın maddî yapısı, yemek ile kâimdir ve hayat da yemek ile devam eder.” demişlerdir.

Bu sebeple bazı şer’î cezâlar fakirlerin doyrulmasına yönelik konulmuştur. Meselâ yemin keffâreti, on yoksulu;[Mâide 89] zıhar keffâreti de altmış yoksulu doyurmaktır.[Mücâdele 4] İhramlıyken av hayvanını öldüren kimse, ceza olarak fakirleri doyurur,[Mâide 95] oruç tutmaya güç yetiremeyen kimse de buna karşılık yine bir fakiri doyuracak kadar fidye verir. (Bakara 184) 

Yüce Rabbimiz, açları bizzat doyurmayan kişiler bir yana, diğer insanları buna teşvik etmeyen kimseleri dahî azarlayarak şöyle buyurur:

“Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (Fecr 18)

Yine amel defteri solundan verilip de hüsrânâ uğrayan mücrimden bahsedilirken:

“Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.” (Hâkka 34) buyrulmaktadır.

Âhirete inanmayan kimsenin başta gelen vasıfları sayılırken de yine, “Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.” (Mâûn 3) buyrulur.

Rasûlullâh (sav): “Ey insanlar! Birbirinize selâm veriniz, yemek yediriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete girersiniz.” buyurmuştur. (Tirmizî, Et`ime 45, Kıyâmet 42; İbn-i Mâce, İkâmet 174, Et`ime 1)

Allâh Rasûlü (sav) bir kudsî hadîste açları doyurmayı şu çarpıcı üslûb ile anlatır:

“Allâh Teâlâ, kıyâmet gününde şöyle buyurur:

…Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın!» buyurur. Âdemoğlu:

«–Sen âlemlerin Rabbı iken ben Seni nasıl doyurabilirdim?» der. Allâh Teâlâ:

«–Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin?

Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin!» buyurur. Âdemoğlu:

«–Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbı iken ben Sana nasıl su verebilirdim?» der. Allâh Teâlâ:

«–Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?» buyurur.” (Müslim, Birr, 43)

Öyleyse âhirete inanan mü’minlerin husûsiyetlerinden biri de açları doyurmak, yoksula infâk etmektir. Nitekim bir kimse Rasûlullâh (sav)’e:

“–Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır?” diye sorduğunda, Hazret-i Peygamber (sav):

“–Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm vermendir.” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 6, 20; İsti’zân 9, 19; Müslim, Îmân 63)

j.       Sadece insanları değil, diğer canlıları doyurmak ve sulamak da büyük bir sevap kapısıdır

Sürâka (ra) anlatıyor: Rasûlullâh (sav)’e: “–Kendi develerimi sulamak için hazırlayıp kenarlarını sıvadığım havuzlarıma, kaybolmuş bir deve gelir ve ben de onu sularsam, bu sebeple bana sevap yazılır mı?” diye sordum.

“–Evet, harâretli her ciğer sahibine (her canlıya) su vermekten dolayı insana ecir verilir.” buyurdu. (İbn-i Mâce, Edeb, 8)

k.      Ölmüşler adına infak

Abdurrahmân bin Ebî Amra (ra)’ın anlattığına göre annesi, bir köle âzad etmek istemiş ve bunu sabaha tehir etmişti. Ancak sabaha çıkamadan vefât etti. Abdurrahmân (ra), Kâsım bin Muhammed (ra)’a:

“–Ben anneme bedel bir köle âzad etsem, ona faydası olur mu?” diye sordu.

Kâsım şu cevâbı verdi: “–Sa’d bin Ubâde, Rasûlullah (sav)’e:

«–Annem vefat etti, ben onun adına köle âzad etsem anneme faydası olur mu?» diye sormuştu. Rasûlullah (sav): «–Evet!» buyurdu.” (Muvatta’, Itk, 13)

10. YAKIN DÖNEMDE İNFAK ÖRNEKLİKLERİ

İşadamı Hayati ÜSTÜN’ün Örnekliği

1992 yılında patlak veren Bosna Savaşı yıllarında Müslümanlarla savaşan Sırplara karşı Müslümanların durumları oldukça sıkıntılıydı. Birçok ülke, Müslüman Bosna’ya infak göndererek Müslümanların uğradığı soykırıma engel olmaya çalışıyordu.

Türkiye’den de Bosna’ya yardımlar yapılıyordu. İşte bu kurumlardan biri de İnsan Vakfı ve Müslümanlardan biri de Hayati Üstün idi. İnsan Vakfı 1992 yılında Gülhane Parkı’nda düzenlediği bir programla hem bu soykırıma karşı Bosnalı Müslümanların hakkını savunuyor hem de onlara teslim edilmek üzere yardımlar topluyordu. Bu yardımlarda en dikkat çekeni ise bir arabaydı. 5.000 markla açık artırmada satışa çıkartılan bu araç gönlü zengin yiğitlerin hayırda yarışma arzuları sayesinde 100.000 marka varan bir bedelle Hayati Üstün tarafından satın alınmıştı. İnfakta öncülüğü zirvelere taşıyan Hayati Üstün aracı çok yüksek bir bedelle satın aldığı gibi tekrar İnsan Vakfı’nın hayırlı çalışmalarında kullanılmak üzere aracı yeniden vakfa bağışlayarak sahabe ruhunun dipdiri olduğunun şahitliğini en güzel şekilde ortaya koymuştu.

Hayati Üstün başta inşaat ve mobilya sektöründe faaliyetleri olan bir işadamıdır. Evine gidip gelirken bir süredir inşaatında hiçbir ilerleme kaydedemeyen bir cami dikkatini çeker. Bir gün bunun sebebini öğrenmek üzere yolunu çevirir ve camiye uğrar. Dernek yöneticileriyle yaptığı sohbetin sonunda inşaatın bitmesi için nelere ihtiyaç olduğunu zihnine kaydeder. Görüşmenin sonunda hiçbir şey söylemeden (yapacağı infaktan bahsetmeden) selam verip ayrılır. Ertesi gün dernek yöneticileri kamyonlar dolusu demir, çimento, kum vb malzemelerin ard arda gelmesiyle birlikte inşaatı bitirirler. Ancak bu hayrın kimden geldiğini de merak ederler, hayrı yapanın en ufak izine bile rastlayamazlar. Ta ki altı ay sonra dernek yöneticilerinden birinin gazetede Hayati Üstün’ün vefat haberindeki resmi görünceye kadar. Çünkü biliyorlardır ki Hayati Üstün camiye uğrayıp neden inşaatın durduğunu, nelere ihtiyaç olduğunu sormasının ertesi günü tüm malzeme caminin önüne serilmiştir. Dernek yöneticileri gazetedeki haberin izini sürüp Hayati Üstün’ün firmasına gelerek olayı, onun yaptığı infakı anlatarak şükranlarını sunarak ayrılırlar.

1999 Büyük Marmara Depreminde Yaşanan Bir Örnek

1999 Büyük Marmara Depremi sonrasında ülke çapında genel bir yardım seferberliği oluşmuş idi. Deprem bölgelerine ülkenin dört bir yanından irili ufaklı yardımlar yapılmaya başlanmıştı. İnsan Vakfı’da bu kapsamda depremin büyük hasar verdiği ve insanların evsiz kaldığı önemli noktalardan biri olan Sakarya’da günlük 200 kişilik çorba dağıtmayı planlamıştı ve çorba dağıtımı başlamıştı. Bu yardımı gören Afrikalı oldukları tahmin edilen yardım severler yapılan çalışmaları dinlerler ve büyük miktarda bağışlarlar. İnfak edilen bu para ile 10.000 kişilik çorba ve yemek dağıtımı yapılmaya başlanmıştır.

11. SONUÇ

Ø  İnfak ve zekat hem Rabbimizin bizlerden istediği, hem peygamberimizin hayatı boyunca en güzel şekilde örneklik ettiği hem de Müslüman toplumda dayanışma sağlayan çok yönlü iki ibadettir.

Ø  İnfakı dini bir emir olarak telakki etmek ve yerine getirmek için çaba sarf etmek gerekir.

Ø  İnfaka konu olan mal, öncelikle Allah (cc) rızası için verilmiş olmalıdır.

Ø  İnfâk edilecek malın helâlinden kazanılmış olması gerekir.

Ø  Zekat hesâbının titizlikle yapılması gerekir.

Ø  Malın en değerli olanından infakta bulunulmalıdır.

Ø  Yapılan harcamanın israfa dönüşmemesi gerekir.

Ø  İnfâk geciktirilmeden vaktinde edâ edilmelidir.

Ø  Varlıkta da yoklukta da az çok demeden infak etmek gerekir.

Ø  Akrabâ ve yakın komşulardan işe başlayarak en fazla ihtiyacı olanlara öncelik verilmelidir.

Ø  İncitmeden, kendilerine infâk edilecek olanların onurlarını zedelemeden vermeye gayret etmek gerekir.

Ø  Sağlıklı iken vermek,  Gücü yettiği kadar vermek,  İnfakı gizlice yapmak ve Verdiğinden bir karşılık beklememek gerekir.

Ø  İnfâk eden verdiğini unutmalıdır.

Ø  İnfâk ibadeti sürekli yerine getirilmeye çalışılmalıdır.

Ø  İnfak için arayış içinde olmak ve yeni yollar bulmak lazımdır.

Ø  İnfak nefsini Allah yoluna feda etmenin önemli bir göstergesidir.

Ø  İnfakın bizlerin kurtuluş vesilesi olduğunu bilerek infaka yönelmek gerekir.

Ø  İnfak açlara yemek, susuzlara su, hatta geçmişler adına hayırlarla bir merhamet ameli olarak hayatımızı kuşatmalıdır.

Ø  Müslümanlar yaşadığı zamanlarda hem infakı yaparak hem birbirilerini teşvik ederek bu hayrı yaşatmalıdır.

12. ÖDEV

a. Cuma çıkışı camiye yardım etmek.

b. Hayatında –miktarına bakmaksızın- bir yardımı / katkıyı düzenli olarak yapmaya başlamak. (Yetim fonlarına katkı, öğrenci bursu vermek… gibi)

13. VİDEO

1. Allah Rızâsı İçin Vermek [Nouman Ali Khan] [Türkçe Altyazılı]

https://www.youtube.com/watch?v=-hgpRDj8Bsc

2. En Güzel İnfak / Muhammed Emin Yıldırım

https://www.youtube.com/watch?v=COPCp9pdnps 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler