İnfak ve zekat Müslüman toplumun önemli iki ekonomik dayanışma esasını
oluşturmaktadır. Genel bir ayrıştırmayla ifade etmek istersek zekat dinen farz
olan harcamaları, infak ise nafile harcamaları ifade etmektedir. Her ikisi de
toplum içinde sermayenin belli ellerde tekelleşmesinin önüne geçen, ekonomik
olarak zor durumda olanlara katkı sağlayan, verenlerde Allah (cc)’a şükür,
itaat ve başkalarını düşünmeyi sağlayan, alanlarda Allah (cc)’ın rahmetine,
şefkatine imanı tetikleyen, onları fakirliğin getirebileceği isyan çizgisinden
çekip alan; kısaca toplumun her kesiminin nimetlendiği, kardeşliği tesis eden
iki rahmet-bereket pınarıdır. Zengin fakir arasında dengeyi sağlayan
zekat-infak başkalarına karşı tümüyle kayıtsız kalınıp bireyselleşmenin
yüceltildiği bir çağda bencillik ve dünyevileşme hastalığına deva niteliğinde
bir ibadettir.
Kur’an’da iman ve namazla birlikte sürekli Allah (cc) yolunda infaktan
bahsedilmekte, Müslümanların zor dönemlerinde infak yapanlar övülmekte ve büyük
müjdeler verilmektedir. Buna mukabil infak etmeyenlerin nifakından
bahsedilmekte, infak etmeyip cimrilik yapanlar yerilmektedir. İnfaktan
kaçınanlara karşı Allah (cc)’ın hiçbir şeye muhtaç olmayan, ğani olduğu ifade
edilmektedir. Bu bakımdan kulun infakına muhtaç olan Allah (cc) değil, insanın
kendisidir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) infakıyla bu işin zirvesi olarak usve-i
hasene / güzel bir örnek ve numune-i imtisal / örnek alınacak model olarak
hayatıyla karşımızda durmaktadır. Öyle ki onca kişisel zenginliği ve ganimet
gelirlerine rağmen evinde hiç meta / varlık / para tutmamış anında ihtiyaç
sahiplerine ve davet yolunda müellefe-i kulube infakta bulunmuştur.
Bütün bu yönleri birlikte düşünüldüğünde infak ve zekat hem Rabbimizin
bizlerden istediği, hem peygamberimizin hayatı boyunca en güzel şekilde
örneklik ettiği hem de Müslüman toplumun birbirinden haberdar olma ve ekonomik olarak
birbirlerine destek olma yönüyle çok yönlü iki ibadettir.
2. KAVRAM TAHLİLİ
Sözlükte “tükenmek, tamamlanmak,
son bulmak” mânasındaki nefk kökünden türetilen infâk “bitirmek, yok
etmek; yoksul düşmek” gibi anlamlara gelirse de daha çok “para veya malı elden
çıkarmak” mânasında kullanılmaktadır. Dinî-ahlâkî bir terim olarak genellikle
“Allah’ın hoşnutluğunu elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama
yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Bu
bakımdan infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı
içermektedir. (İslam Ansiklopedisi,
İnfak Maddesi )
İnfâk, İslâm’ın en temel
ibadetlerinden biridir. Yüce Yaratıcı pek çok âyette namaz ibadeti ile zekâtı
ve infâkı birlikte anmıştır. Bu, Yüce Allah’ın hakkı ile kul hakkının iç içe
olduğunun göstergesidir.
İnfak, kapsamı geniş bir
kavramdır. Kur’an-ı Kerim, müminleri tanıtırken; onları ‘Allah yolunda infak
edenler (harcayanlar)’ olarak tanıtıyor. İnfak edenleri sürekli övüyor,
ödüllerinin büyük olduğunu belirtiyor.”
(http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam Ahlakı /
Mustafa Bilgen)
Bir kavram olarak ‘nafaka’; gerek
yakın akraba ve gerekse diğer insanlardan yoksul ve muhtaç olanlara para ve
geçimlik vermek, onların geçimini sağlamak ve beslemek demektir.
Konuyla ilgili bir diğer kavram da
“Gönüllü olarak veya dinî bir vecîbeyi yerine getirmek üzere ihtiyaç
sahiplerine yapılan maddî yardım” anlamındaki sadaka kavramıdır.
Sözlükte “(haber) gerçek olmak; doğruluk” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden
türeyen sadaka kelimesi (çoğulu sadakat), Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için
ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya dinen zorunlu maddî yardımları, bu
çerçevede verilen para ve eşyayı ifade eder. Kelime Türkçe’de daha çok
dilencilere yapılan küçük para yardımını belirtmek üzere kullanılır. Sadaka
vermeye tasadduk denilir…. Fakihler âyet ve hadislerdeki kullanımlarını dikkate
alarak beş tür sadakadan söz etmişlerdir. 1. İslâm’ın beş şartından ve farz
ibadetlerden birini oluşturan sadaka (zekât). Birçok âyet ve hadiste kelime bu
anlamıyla geçer. 2. Bedenin zekâtı olmak üzere ramazan ayının sonunda yerine
getirilmesi vâcip olan sadaka-i fıtır (fitre). 3. Kişinin kendi iradesiyle
üstlendiği yükümlülük anlamındaki nezir gereğince hayır yolunda yapılması vâcip
olan harcama (adak sebebiyle tasadduk). 4. Belirli suç veya hataların telâfisi
amacıyla Allah hakkı olarak ifası farz olan fidye ve kefâret kapsamındaki
sadakalar. 5. Tatavvu sadakası (gönüllü bağış). İlk dört grupta yer alan
sadakalar özel terimleriyle fıkıh eserlerinde ele alınmıştır (bk. ADAK; FİDYE;
FİTRE; KEFÂRET; ZEKÂT). İslâmî literatürde mutlak biçimde kullanıldığında
sadaka kavramının öncelikle belirli bir vecîbe tarzında olmayan gönüllü bağış
mânası hatıra gelir. Nâfile ibadet niteliğindeki bu sadakalar genellikle maddî
bir değerin ihtiyaç sahibine hibe edilmesi yoluyla gerçekleşir.” (İslam
Ansiklopedisi, Sadaka Maddesi)
3. İNFAKLA İLGİLİ AYETLER
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah
yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu
hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân 92)
“Altın
ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem
verici bir azabı müjdele! (Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla
onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki):
«İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz
şeylerin (azabını) tadın!»” (Tevbe 34-35)
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan
alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi
birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de
sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan
harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç
kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münâfikûn
9-11)
“Allah yolunda mallarını
harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz
dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir,
O her şeyi bilir.” (Bakara 261)
“O takvâ sahipleri ki, bollukta
da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları
affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.” (Ali İmran 134)
Kur’an-ı Kerim, infak konusunda
bize orta yolu tavsiye eder. Nitekim Allah (cc): “Eli sıkı olma; büsbütün eli
açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.” (İsrâ
29) buyurarak cimri olmayı hoş görmediği gibi, infakta bulunan kişilerin
malını büsbütün saçıp savurarak sonunda başkalarına muhtaç duruma düşmesini de
uygun görmemiştir.
4. İNFAKLA İLGİLİ HADİSLER
Peygamber Efendimiz (sav): “Yarım
hurma ile dahi olsa infak edin ki Allah da sizi ahirette kurtarsın!” (Buhari,
Edeb 34; Müslim, Zekât 66)
“Yalnızca iki kişiye gıpta
edilir: Allah tarafından kendisine mal verilip de malını hak yolunda harcayan
kimseye, Allah tarafından kendisine ilim verilip de onunla hükmeden ve onu
başkalarına öğreten kimseye.” (Buhârî İlim, 15)
Ebû Hüreyre’den (ra)
nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kulların sabaha
eriştiği her gün (yeryüzüne) iki melek iner. Bu iki melekten biri,
"Allah"ım, malını hayır yolunda harcayan kişiye (harcadığı malın
yerine) yenisini ver." der. Diğeri de, "Allah"ım, malını (hayır
yollarında harcamayarak) elinde tutan (cimrilik eden) kişinin malını telef
et." der.” (Buhârî Zekât, 27)
Zamanın birinde, bir adam çölde
tek başına yolculuk yapıyormuş. Aniden gökyüzünden, “Filânın bahçesini sula!”
diye bir ses işitmiş. Başını kaldırıp baktığında gökte sadece bir bulut görmüş.
Evet, ses oradan geliyormuş. Adam hayretler içerisinde kalarak bulutu takip
etmeye başlamış. Kara taşlık bir yere gelince bulut suyunu boşaltmış. Yağmur
suları bir derede toplanmış ve akmaya başlamış. Bu defa adam suyu takip etmiş
ve önüne bir bahçe çıkmış. Bu bahçede bir adamın elinde kürekle suyu oraya
buraya çevirerek bahçeyi suladığını görmüş. Bahçeyi sulayan adama yaklaşarak,
“Arkadaş, adın ne?” diye sormuş. Bahçeyi sulayan adam yolcunun buluttan duyduğu
ismi telaffuz ederek, “Adımı niçin soruyorsun?” demiş. O da, “Biraz önce yağmur
yağdıran bulut vardı ya...” diyerek anlatmaya başlamış: “Ben, o buluta bir
kişinin senin adını söyleyerek, "Filânın bahçesini sula!" dediğini
işittim. Sonra da bulutu takip ederek buraya kadar geldim. Adını da onun için
soruyorum. Sen hangi davranışın sebebiyle böyle bir ilâhî ikrama nail oldun?”
deyince bahçe sahibi, “Madem merak ediyorsun söyleyeyim. Şu gördüğün bahçe ürün
verince oturup hesap yaparım. Ürünün üçte birini dağıtırım. Üçte birini çoluk
çocuğumla yerim. Üçte birini de tohumluk yaparım. İşte benim yaptığım bundan
ibarettir.” diye karşılık vermiş. (Müslim Zühd, 45)
Bir hanım sahâbî, bir gün kendi
elleriyle ördüğü bir giysiyi getirip Hz. Peygamber (sav)’e vermiş ve “Bunu,
giyesin diye ördüm.” demişti. Peygamber Efendimiz (sav) hediyeyi kabul etmiş ve
onu giyinip ashâbının yanına gitmişti. Allah Resûlü (sav)’in üzerindeki hırkayı
gören bir sahâbî, “Ne kadar da güzelmiş! Bunu bana verseniz.” demişti.
İnsanların en cömerdi olan Resûl-i Ekrem (sav), “Peki.” deyip orada biraz
oturduktan sonra evine dönmüş ve o giysiyi katlayarak, isteyen sahâbîye
göndermişti. (İbn Mâce Libâs, 1)
Âişe (ranhâ)’dan rivayet
edildiğine göre, Rasûl-i Ekrem (sav)’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber
(sav) Efendimiz bir ara: - “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Âişe: -
“Sadece bir kürek kemiği kaldı.” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: -
“(Desene) bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu. (Tirmizî,
Sıfatü’l-Kıyâme 35)
5. İNFAK’IN ÖNEMİ
“Yardımlaşma, varlığın en
kapsamlı kanunudur. Yüce Yaratıcı’mız onu maddî kâinatta işlettiği gibi,
dünyayı şenlendiren insanın içtimaî hayatına da koymuştur. Böylece küçük kâinat
olan insanın, büyük kâinatla bütünleşmesini dilemiştir. Evrene baktığımızda,
toprak, su, hava, ışık gibi cansız denilen unsurların, bitkilerin yardımına
koştuğunu görürüz. Meselâ bir incir ağacı çamur yer, onu tatlı bir meyve hâline
getirir ve canlılara ikram eder. Bitkiler, diğer canlıları beslerler. Hayvanlar
sütleri, etleri, yumurtaları ve yünleri ile canlıların imdadına koşarlar. Cansızı,
madenleri, bitkileri, hayvanları ile bütün kâinat da insanların ihtiyaçlarını
temin etmek için seferber olur. Kandaki alyuvar hücreleri, canlı bedenin diğer
hücrelerine yardım götürmek uğrunda kendilerini telef ederler. Dolayısıyla
bütün bir kâinatın normal ve sağlıklı bir tarzda varlığını sürdürmesi, bu
muazzam yardımlaşma sayesinde olur.” (Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 17.
Lem’a, s.146 ve 155,İstanbul, Şahdamar Yay. 2007.)
İnfak, imkân sahibinin yoksula
bir lütfu değildir. Kur’ân’a göre, Allah Teâlâ’nın fakirler için belirlediği
bir haktır. “Mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli
bir hak tanıyanlar” (Mearic 24-25) ifadesi geçmektedir.
Kur’ân-ı Kerîm ilk inen
âyetlerinden itibaren bu yardımı vurgulamıştır. Daha sonra gelen bir âyet
imandan, namazı gereği gibi kılmadan sonra üçüncü görev olarak infakı
bildirmiştir: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz
mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara 3)
İnfak hakkındaki âyetlerden biri
de şudur: “Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç
fazlasını» de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.” (Bakara 219)
Zekât miktarı belirlenmiş olarak
farz kılınmadan (yani hicretin ikinci senesine kadar), kazanç sahipleri bu
âyete göre kazançlarından kendilerine yetecek kadar alıp gerisini Allah yolunda
infak ediyorlardı. Altın, gümüş gibi nakit sahipleri de bir yıllık geçimlerini
alıp gerisini Allah rızası için veriyorlardı. “İlgili âyet ve hadîslerden,
İslâm’ın getirdiği kardeşlik ve yardımlaşma kavramlarından bizde hâsıl olan
kanaat ve anlayışa göre, toplum içinde temel hak ve ihtiyaçlarını temin
edememiş insanlar bulunduğu müddetçe, bu ihtiyaçları gidermeye yardımcı olmayan
kimseler, ihtiyaç fazlası malları sebebiyle sorumlu olacaklardır.” (Diyanet İş.
Bşk.lığı, Kur’ân Yolu Tefsiri, bu âyetin tefsirinde, 1/237)
“İslâm, infakı sadece zenginlere mahsus bir
ayrıcalık görmez, bütün insanları da imkânları ölçüsünde bu güzellikten
hissedar etmek ister. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav): “Yarım hurma ile dahi
olsa infak edin ki Allah da sizi ahirette kurtarsın!” (Buhari, Edeb 34;
Müslim,Zekât 66) buyurmuştur. Böylece eli dar olanlara da infak etmenin zevkini
tattırmak istemiştir. Yüce Rabb’imiz şu âyet-i kerîmede eli dar olanları da
infaka teşvik eder: “O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için
harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel
davranışta bulunanları sever.” (Ali İmran 134)
“İslâm’a göre ‘bütün mülk’
(mallar ve zenginlikler) Allah (cc)’ındır. İnsan, o mülk üzerinde yaşar, onu
kullanır, geçimliği için harcar, sonunda o mülkün nöbetini başkasına bırakır ve
ahirete gider. İnsanlardan bazıları çok mala, bazıları da, muhtaç olacak kadar
az mala sahip olabilir. Kimileri hastalık ve sakatlık yüzünden yeteri kadar mal
kazanamaz. Üstelik çok mala sahip olmak bir sınav nedenidir. Allah (cc)
insanları ilimle, sağlıkla, malla, geniş imkanlarla, çocuklarla sınamaktadır.
Malı insana veren Allah (cc), bu maldan muhtaçlara ve elimizin altındakilere de
vermemizi emrediyor.
Bir müslüman aile reisi,
hanımına, çocuklarına, anne ve babasına zorunlu olarak bakar. Bu üç grubun
nafakası, aile başkanının görevidir. Bunlardan başka, dedesine, ninesine,
torunlarına, amcasına, halasına, teyzesine, dayısına eğer muhtaç iseler infak
etme durumundadır. İnfak etmek isterse, ilk önce bunlardan başlaması gerekir.
Allah (cc) varlıklı müslümanlara,
Allah (cc) yolunda harcama yapmalarını da (infak etmelerini) emrediyor:” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218
– Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)
“Ey iman edenler! Kendisinde
artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce,
size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın.” (Bakara 254)
“Ey iman edenler!
Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak yerden size çıkardıklarımızdan
hayra harcayın.” (Bakara 267)
“İnfak’ın en güzeli kişinin çok
sevdiği maldan yaptığı harcamadır. İnsanın mala ve dünyalığa meyli fazladır.
Onları çok sever, daha çok olmasını da ister. Yalnızca Allah’ın (cc) emrettiği
sevabını umarak, insanlara iyilik etmenin mutluluğunu yaşayarak o sevdiği
maldan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermek, çok önemli ve övgüye değer bir
fazilettir:” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218 – Yüksek İslam
Ahlakı / Mustafa Bilgen)
“Sevdiğiniz şeylerden (Allah
yolunda) harcamadıkça «iyi»ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu
hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân 92)
“Size verilse, gözünüzü yummadan
alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah
zengindir, övgüye lâyıktır.” ( Bakara 267)
Kişi sevdiği şeylerden az olsun
çok olsun, muhtaçlara verdiği zaman bu ayette müjdelenen ‘iyiliğinin en güzel’
derecesine, yani ‘birr’e ulaşmış olur.
İnfakın en faziletlisi ise
kişinin, muhtaç olan akrabalarına yaptığı yardım ve harcamadır. Kişi, ailesinin
bireylerinin geçimini sağlamak üzere harcama yaparsa bu da, onun için bir
sadaka olur.
“Onlar: Allah'ın elçisinin
yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler,
diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar
bunu anlamazlar.” (Münafikûn 7)
İnfakla aynı kökten türetilen
nifaka insanları sevk eden âmillerden birisi de, işte bu dünyevileşme, sadece
dünyalık peşinde koşmaktır. (Vehbe Zuhaylî, et-Tefsiru'l-Münîr, 10/257) Bu
itibarla infak, nifaka da çare ve onun zuhurunu önleyen bir engeldir. Âyet-i
kerimede, Müslüman toplumların iktisadî açıdan çökertilmesi ve
fakirleştirilmesinde özellikle münafıkların rolüne dikkat çekilmekte, bu tür
çabaların Müslümanları dinden soğutma, ahlâkî olarak çözme, sahip oldukları
yüce değerlerden uzaklaştırma, kısaca dünyevileştirme hedefini gerçekleştirmek
için yapıldığına işaret edilmektedir.”
“Müslüman infak
ederek malına güvenmeyi bırakır, Rabb'ine güvendiğini ortaya kor. Bu da
onun imanını güçlendirir, kişiliğini kuvvetlendirir. İstikbal endişesinden,
maddî sebeplere ve şartlara esir olmaktan kurtarır. Allah Tealâ kuluna değer
kazandırmak için, onun vermesini istiyor. Böylece veren insan, kendini aşıyor,
içinde şeytana yardımcı olan hislere karşı koyuyor, fâniye aldanmamayı
öğreniyor. İnsanın bu mertebeyi kazanması, Allah katında, onun çok mal sahibi
olmasından veya çok mal harcamasından daha önemlidir. Ne mutlu Allah yolunda
malını harcayan o kimseye ki infak ettiği fânî mal ile, bâki Allah’ı, O’nun
hoşnutluğunu kazanır. En üstün mertebe olan “rızâ” mertebesine yükselir.” (http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/kuranda-yardimlasma-ve-infak)
İslâm Medeniyeti tarihi
incelendiğinde, müslümanların yaşadığı bütün coğrafyalarda, saymakla bitmeyen
câmiler, okullar (medrese), köprüler, imaretler, aş evleri, çeşmeler, su
kanalları gibi eserleri inşa ettikleri ve bunları kamu (toplum) yararına infak
ettikleri görülmektedir. İşte bu eserlere İslâm literatüründe “sadaka-i cariye”
(sürekli işleyen sadaka) denilmektedir. İşte müslümanları bu eserleri bırakmaya
teşvik eden duygu, onlardaki infak arzusudur. Dinlerine en içten duygularla
bağlı olan bu müslümanlar, yalnız kendi zamanlarında değil, dünya durdukça
insanlara hizmet edecek olan hayırlı eserler bırakmışlardır.
6. İNFAK KİME YAPILIR?
a. Müslüman önce kendisi için infak etmelidir: Vücut bir emanettir
ve onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak müslümanın görevidir. Hayatı devam
ettirmek, ibadet yapabilmek ve başkalarına yardım edebilmek, bedenin sağlıklı
ve dirençli olmasına bağlıdır.
b. Müslüman sonra da
başkalarına infak eder. Başkaları ise iki gruptur:
i. Kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kimseler: Evlenme ve
akrabalıklar dolayısıyla yardım edilmeye uygun olan kimselerdir. Müslüman kişi eşine,
anne-babasına, çocuklarına infak etmek zorundadır. Bu onun üzerine bir farzdır.
Çünkü Kur’an-ı kerim bu görevi Müslümana veriyor. Ayrıca evlerde hizmetçi
olarak bulunan kimselere de ev reisinin bakması gerekir.
ii. Müslüman insanın, Allah (cc) rızası için O’nun yolunda yaptığı
harcamalar: Bu çeşit infak da farzdır. Kişi, gücü yettiği kadar, ihtiyaç
oldukça başkalarına infak eder.” (http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=1218
– Yüksek İslam Ahlakı / Mustafa Bilgen)
7. İNFAK EDERKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR
İnfâk bir ibadettir. Her ibadet
gibi onun da sahih olabilmesi için, yapılması gereken hususlar, şartlar vardır.
Onları şöyle özetleyebiliriz:
1.
İnfaka konu olan mal, öncelikle Allah (cc)
rızası için verilmiş olmalıdır. Çünkü böyle bir niyetle yapılmayan infakın
kabul edilmeyeceği âyetlerde açıkça belirtilmiştir.
“Ey iman edenler! Allah'a ve
ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa
kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara
264)
“Onların harcamalarının kabul
edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak
üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.”
(Tevbe 54)
“Bedevîlerden öylesi vardır ki
(Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini
bekler. (Bekledikleri) o kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi
işiten, çok iyi bilendir.
Bedevîlerden öylesi de vardır ki,
Allah'a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında
yakınlığa ve Peygamber'in dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o
(harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları
rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.”
(Tevbe 98-99)
2.
Peygamber Efendimiz (sav)’in yoluna uymak, O’nun
Sünnet’ini yerine getirmek, böylece üzerimizdeki hakkını bir nebze ifa etmek ve
onun şefaatine nail olmak için yapılmalı.
3.
Yine Kur'ân'a göre, yapılan harcamaların
ahlâkiliği hususunda genel bir değer ölçüsü de, insanların Allah (cc) yolundaki
çabalarını kısıtlama ve ortadan kaldırma maksadı gütmemektir. İnsanlığın
aleyhine yapılan harcamalar ahlâkî açıdan değersiz ve makbul infakın
dışındadır. İnsanlığın Yüce Allah'tan uzaklaştırılması ve maddî-manevî
sömürülmesi adına yapılacak harcamalar, uzun vadede toplumları köleleştiren
yardımlar (!), Kur'ân'da yasaklanmakta ve ahlâkî değeri olmadığı
vurgulanmaktadır:
“Şüphesiz ki inkâr edenler
mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da
harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp
olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır.” (Enfal
36)
4.
İnfâk edilecek malın helâlinden kazanılmış olması
gerekir. Haram yoldan elde edilen bir malın/paranın herhangi bir sevap
beklemeden elden çıkarılması, fakir fukaraya verilmesi gerekir Nitekim bir
hadislerinde Peygamberimiz (sav) yediği içtiği, giydiği haram olan, haramdan
beslenen kimsenin ne kadar içten yaparsa yapsın duasının bile kabul
edilmeyeceğini haber vermiştir.
5.
İnfâkın
hesâbının titizlikle yapılması gerekir. Nasıl ki malî yılbaşlarında ince
hesaplar yapılıyorsa, bunun için muhâsebecilerden yardım alınıyorsa; fakir
fukarânın hakkı olan infâk (zekat) için de titiz hesaplar yapılmalıdır. Hangi
mallardan, kimlere, ne zaman, nasıl ve ne kadar zekât verileceği, infâk
edileceği tesbit edilmeli, bu konuda bilenlerden yardım alınmalıdır.
6.
Malın en değerli olanından infakta
bulunulmalıdır. Eğer yalnızca elden çıkarılmak için bir mal infak edilmişse,
bunun Allah (cc) katında fazla bir değeri yoktur. Çünkü böyle bir infakın
insanı, iyiliğin ve hayrın kemal noktasına ulaştırması mümkün değildir. Buna
göre infakta bulunulan mal ne kadar değerli ise, infakta bulunan kişi o ölçüde
sevap kazanır ve Allah (cc) katında yüksek dereceye erişir.
7.
Konunun
ahlakî çerçevesini oluşturan bir başka ilke ise, yapılan harcamanın israfa
dönüşmemesidir. Zira infak bir harcama olmakla beraber, asla bir savurganlık,
hesabını bilmeme ve israf değildir:
"(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi
arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan 67)
8.
İnfâk
geciktirilmeden vaktinde edâ edilmelidir. Hayır, sonraya bırakılmaz. Mâzeretsiz
olarak herhangi bir hayrın geciktirilmesinin vebâli vardır ve geciktirme hayrın
sevâbından azaltan bir husustur. Bunun için özellikle farz olan infâklarda
kişinin, ne zaman zengin olduğunu ve ne zaman zekât vermesi gerektiğini
belirlemesi ve ona göre zekâtını vermesi gerekir.
9.
Akrabâ ve
yakın komşulardan işe başlayarak en fazla ihtiyacı olanlara öncelik
verilmelidir. Bu, hem daha sevap, hem de toplumsal düzeni sağlama amacına daha
uygundur. Kişi kendisi araştıramıyorsa, bu konuda tecrübeli kişi ve
kuruluşlardan yardım alarak en uygun kimselere infâkın ulaştırılmasına gayret
etmelidir. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyurur: “Sana (Allah yolunda) ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar,
yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her
hayrı bilir.” (Bakara 215)
10. İncitmeden, kendilerine infâk edilecek
olanların onurlarını zedelemeden vermeye gayret etmek gerekir. Bu konuda
Kur’ân’da şu uyarılar yer alır: “Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.” (Müddessir
6) “Ey iman edenler! Allah'a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş
için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız
hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara 264)
11. İnfâk edilen şey içtenlikle ve sevgiyle
verilmelidir. Her şeyden önce Yüce Allah’ın sevgisiyle verilmelidir. Kişi
sevdiği maldan ve o malın da iyisinden vermelidir; verdiği kimseyi, kendisine
sevap kazandıran kardeş olduğunu bilip sevmelidir. Severek isteyerek
vermelidir; bunun için vermenin dünya ve âhiret kazanımlarını düşünmelidir.
Vermekle insanın kalbini öldüren bencillik, kendini düşünme gibi hastalıklardan
kurtulduğunu; fakir zengin kardeşliğinin sağlandığını, kaza ve belâlardan
kurtulacağını, berekete ereceğini hatırdan çıkarmamalıdır.
“Onlar, kendi canları çekmesine
rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. «Biz sizi Allah rızası için
doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.» «Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden
(O'nun azabına uğramaktan) korkarız» (derler).” (İnsân 8-10)
12. Sağlıklı
iken vermek. Peygamberimiz de en faziletli sadakanın, sağlıklı, yaşama ümidi
varken, cimrilik tutkusu içinde, fakir düşerim endişesi taşırken verilen sadaka
olduğunu söyler ve muhâtabını uyarır: “Sen can boğaza gelmeden vermeye bak,
çünkü ölüm döşeğinde artık (hiçbir şey gözüne gözükmez) şunu falana, şunu
filana verin dersin, ama iş işten geçmiştir, zaten malların falana yahut filana
kalmıştır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 447)
13. Gücü yettiği kadar vermek. Bunun amacı,
kendini ve çoluk çocuğunu ihmal etmemek, kendini tehlikeye atmamaktır. Zaruri
ihtiyaçları karşılaması ve sefalete düşmemesi gerekir. Yine Kur’an’da “Yine
sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. «İhtiyaç fazlasını» de.”
(Bakara 219) buyurulmaktadır.
Bütün servetini getirip tasadduk ettikten sonra oturup halka el açmak kötü
görülmüştür.
14. İnfakı gizlice yapmak. Farz ibadetlerin
açıktan yapılması tavsiye edilirken, nafile ibadetlerin gizli yapılması daha
faziletli görülmüştür. Çünkü farzlar İslâm’ın şiarlarıdır. Müslüman bunları
zaten yapmakla mükelleftir. Onun için de bu ibadetlere riyanın karışması
ihtimali azdır. Ancak infak ve sadaka nafile ibadetlere girdiği için bunlar
yapılırken gizli davranılması daha uygundur.
15. Verdiğinden
bir karşılık beklememek. Kur’an ayetlerinde hayır yapma teşvik edilirken, bu
esnada kalp kırılmaması, Allah (cc)’ın rızasından başka bir şey beklenmemesi,
kalben bile bir beklenti içinde olunmaması istenmektedir. Sadaka verilen kimse
hiçbir şekilde minnet altında bırakılmamalıdır.
16. İnfâk
eden verdiğini unutmalıdır. Hadiste Yüce Allah’ın koruması altında olacak
kişilerden birinin de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kişi olduğu
özellikle belirtilmiştir. Bunun anlamı, kişinin mümkün
olduğunca gizli yardım etmesi, verdiğini unutmasıdır.
Kişinin verdiği içine oturup
kalmamalı, verdiğine pişmanlık duyar noktasına gelmemelidir. Bu ruha sahip
olabilmek için Yüce Allah’ın verdiğini, O’nun kullarına vermenin O’nun emri
olduğunu, vermenin berekete sebep olacağını her zaman düşünmek gereklidir.
17. İnfâk
ibadeti sürekli yerine getirilmeye çalışılmalıdır. Yalnızca farz ve vâcip olan
infâk çeşitleriyle yetinilmemeli, yapılabildiği ölçüde nafile infâklarla infâk
ibadeti kesintisiz sürdürmeye gayret edilmelidir.
Bu konuda, “Az sadaka çok belâyı
def eder, amellerin en efdali az da olsa devamlı olanıdır.” buyrulmuştur. Yine
bir hadiste, “Senden bir şeyler isteyen at üstünde/arabayla da sana gelse onun
hakkı vardır/ona yardım et.” (Ebû Dâvûd) buyrularak devamlı infâk ibadetinin içerisinde
olmaya teşvik edilmiştir. Onun için farz olan infâkların yanı sıra nâfile
infâklarda da bulunmalıyız. Mîzânda hesap görülürken farz namazlardaki
eksikliklerin, nâfilelerle tamamlanacağı haberlerde yer almaktadır. Aynı
şekilde farz infâklardaki eksikliklerimizi tamamlayacak olan nâfile
infâklarımızı da olabildiğince artırmaya çalışmalıyız.
18. Dua
Etmeliyiz. Sâlih amellerimiz, Rabbimize dua için en güzel fırsatlardır. Bunun
için infâk ibadetinden sonra hem kendimiz, hem yardım ettiğimiz kimseler, hem
dünyamız, hem âhiretimiz için dua etmeliyiz.
8. ZEKAT
a. KAVRAM TAHLİLİ
İslâm’ın beş şartından biri. Sözlükte
“artma, arıtma; övgü ve bereket” mânalarına gelen zekât, terim olarak Kur’an’da
belirtilen sınıflara sarf edilmek üzere dinen zengin sayılan müslümanların
malından alınan belli payı ifade eder. Örfte bu payın maldan çıkarılması
işlemine de zekât denilir. Sadaka kelimesi de terim olarak zekâtla eş
anlamlıdır. İslâm maliye hukukunun erken dönem müelliflerinden Ebû Ubeyd Kāsım
b. Sellâm (ö. 224/838), “Sadakaya gelince, sadaka müslümanın altın, gümüş,
deve, sığır, koyun, hububat, mahsul gibi mallarının zekâtıdır; bu zekât
Allah’ın tayin ettiği sekiz zümreye verilir” (Kitâbü’l-Emvâl, s. 24); Şâfiî
fakihi Mâverdî, “Zekât da sadaka mânasınadır, her ikisi de aynı şeye isim
olarak verilmiştir. Zekât hakikaten ve hükmen çoğalma kabiliyeti olan, sahibi
tarafından meşrû yollardan kazanılan mallardan alınan ve lâyık olanlara bir
yardım anlamı taşıyan farz ibadettir” (el-Aĥkâmü’s-sulŧâniyye, s. 113) tanımını
verirken bu eş anlamlılığa dikkat çekerler. Toprak ürünlerinden alınan zekât
nisbetini ifade eden uşr/öşür kelimesi de ziraî mahsullerden tahsil edilen
zekâtın özel adı olmuştur.
Zekâtın, yılı tartışmalı olsa da
Medine döneminde farz kılındığında görüş birliği vardır. Buhârî’nin rivayet
ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (sav)’in zekât farz kılınmadan önce fıtır
sadakası vermeyi emrettiği, zekât farz kılındıktan sonra fıtır sadakasını ne
emrettiği ne de yasakladığı, müminlerin onu vermeye devam ettikleri belirtilir
(Buhârî, “Zekât”, 76). Bu hadis fıtır sadakasının zekâttan önce emredildiğini,
zekâtın ise ramazan orucundan sonra farz olması gerektiğini göstermektedir.
Ramazan orucunun farz kılındığına dair âyetin hicretin 2. yılında (623) nâzil
olduğu, zekâtın da bundan sonra farz kılındığı genel kabul görmüştür. (İslam
Ansiklopedisi, Zekat Maddesi)
Zekât, lügatte ‘tahâret, yani
temizlik, arınma manasına geldiği gibi bereketlenme, nemâ bulma, artma’
manasına da gelir.
Zikr-i Hakim’de bu manaya
kullanıldığı âyetler vardır:
“Temizlenen, Rabbinin
adını anıp O'na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey
insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını
tercih ediyorsunuz.” (A‘lâ 14-17)
“Nefsini kötülüklerden arındıran
kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems 9-10)
Bu âyetlerde “tezekkâ ve zekkâ”
kelimeleri temizliğe, nezahete erdirme, arındırma manalarında kullanılmıştır. İlgili
olarak Rağıb el– Isfahanî; “Zekâtın aslı, Allah (cc)’nün bahşettiği bereketten
meydana gelen artıştır, nemâdır
İkinci mana ise der ve ekler: “Bu
hem dünyevî mallara yönelik bir bereketlenme, bir artış olabileceği gibi,
uhrevî bir artış da olabilir.”
Sonra, ekinlerin bereketlenip
artışının, nemâ bulup bollaşmasının bu kelimeyle ifade edildiğini zikrederek
bunu dünyevî artış için misal gösterir.
b.
ZEKATIN
ÖNEMİ
"Sadakalar (zekâtlar)
Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan)
memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın
almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana
mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir." (Tevbe 60)
Zekât bir farîzadır. İslâm’ın beş
temelinden biridir. Hem zengin-fakir bütün cemiyet fertlerini birbirine
kenetlemede, kaynaştırmada, hem de nefsi terbiye, insan irâdesinin dünya malına
yönelik hırsına galip gelmesinde, dolayısıyla huzur ve sükûnda ciddî tesirleri
olan bir ibadettir.
Kur’an-ı Kerim’de zekâtı emreden,
yerine getirmeyeni de ikaz eden birçok âyet vardır. Zekâtın sünnette de geniş
bir yeri vardır.
Zekât, Kur’ân-ı Kerim’de çok defa
da namazla yan yana zikredilir. Zekâtın manasını da içinde taşıyan bir vurguyla
Rabbimiz Rasûlü (sav)’e şöyle emrediyor:
“Onların mallarından sadaka al;
bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar
için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah
işitendir, bilendir.” (Tevbe 103)
Âyetteki sadakayı birçok ilim
ehli “mü’minlerin zenginlerinden farz olan sadakayı, yani zekâtı al ki bu
onları temizleyici olsun, o sadaka vesilesiyle gönül nezahetine ulaşsınlar,
zekât verenler için de duâ et huzur ve sükûn içinde olsunlar” manasına
anlamışlardır. (Muhtasar-ı Tefsîr İbn Kesîr (2/ 167), el-Câmi’ Li
Ahkâmi’l-Kurân, Kurtubî (8/ 246), Riyâzü’s-Sâlihîn, Nevevî (s. 226),
Tenvîru’l-Ezhân (101), Hak Dini Kur’ân Dili, H. Yazır (3/ 2612-2613).
Âyetteki sadaka başka türlü de
anlaşılsa bu mana zekâtın içinde bütünüyle vardır. Burada dile getirilenler
hikmetinin özetidir.
Bir başka âyette de Rabbimiz
takvâ ehli mü’minleri tarif ederken vasıflarından birini de şu şekilde
zikrediyor:
“Mallarında, muhtaç ve
yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyât 19)
Âyet, varlıklı insanın malında
yoksul kimsenin belli oranda hakkının olduğunu dile getirir. Bu zekâtın farklı
bir ifadesidir. Onun fakir hakkı olduğunu vurgular.
Zekât bağ budama gibidir. Hem
ticâretinize nezahet, hem de sermâyenize güç getirir. Fakir ve muhtaçlarla
aranızdaki bağı güçlendirir, cemiyet fertlerini sevgi ve karşılıklı anlayışla birbirine
bağlar.
Zekat konusu zekat kimlere
farzdır, zekat kime ne zaman ne kadar verilmelidir, kime verilmez, hangi
mallardan zekat verilir hangilerinden verilmez gibi bir çok fıkhi detayı olan
bir konu olduğundan Müslümanların bu konuda ehil kişilere danışıp öyle hareket
etmeleri gerekmektedir.
9. PEYGAMBERİMİZ (sav) VE SAHABEDE İNFAK ÖRNEKLİĞİ
a.
İnfakı dini bir emir olarak telakki etmek ve yerine getirmek için
çaba sarf etmek
Ebû Mes’ûd el-Ensârî (ra) şöyle
der: “Rasûlullâh (sav) bize tasaddukta bulunmayı emredince bizden biri çarşıya
gider, sırtında yük taşıyarak bir müd (yiyecek) kazanır ve ondan infâk ederdi.
Bugün onlardan birinin yüz bin (dinarı) var.” (Buhârî, Zekât, 10)
Allâh Rasûlü (sav) bir gün kalktı
ve: “–Ey insanlar, tasaddukta bulunun! Ey insanlar, tasaddukta
bulunun ki kıyâmet günü size onunla şehâdet edeyim. Belki de biriniz, devesinin
yavruları tok ve rahat içinde yatarken yakınında (amcasının) oğlu
açlıktan kıvrılmış hâldedir. Belki de birinizin ağaçları güzel meyve vermiş,
malı artarken komşusu hiçbir şeyi olmayan bir yoksuldur. Bir adam yok mu ki
develerinden birini sadaka olarak versin de bu fakir âile için sabah bir ihsân,
akşam bir ihsan olsun. Deve onlara sabah akşam süt versin. Uyanık olun! Bunun
mükâfatı pek büyüktür.” buyurdular.
Bir kişi kalktı: “–Ey Allâh’ın
elçisi, benim develerim var; yanımda dört deve sürüsü var (bu develerimden
birisi sadaka olsun).” dedi.
Bir başkası kalktı. Kısa boylu ve
fazla güzel olmayan bir adamdı. Çok güzel bir deveyi çekiyordu. Münâfıklardan
birisi Hz. Peygamber’in duymadığını düşünerek yanındakine:
“–Devesi kendisinden daha
hayırlı.” diye fısıldadı.
Ancak bunu duyan Rasûlullâh
(sav): “–Yalan söyledin, o senden de devesinden de daha
hayırlıdır.” buyurdular.
Abdurrahman bin Avf (ra) kalktı
ve: “–Yâ Rasûlallâh! Sekiz bin dirhemim var. Dört binini âileme bıraktım, dört
binini de getirdim. Onları Allâh’a takdim ediyorum.” dedi. Münafıklar bu
miktarı çok buldular.
Fahr-i Kâinât Efendimiz (sav):
“–Allâh’ım, onun getirdiğini de âilesine bıraktığını da bereketli
eyle!” diye dua ettiler.
Sonra Asım bin Adiyy (ra) kalktı
ve yetmiş vesak hurma tasaddukta bulundu. (Münâfıklar) her ikisiyle de
eğlendiler ve:
“–Bu ancak bir riyâdır. Bunlar
gösteriş olsun diye böyle çok tasaddukta bulunuyorlar. Gizlice verselerdi ya,
parça parça verselerdi ya!” dediler.
Sonra Ensâr’dan Ebû Akîl (ra)
kalktı: “–Yâ Rasûlallâh! Benim malım yok, lâkin geçen akşam falan kimselere
sırtımda ücretle yük taşıdım. Onlardan aldığım iki sa’ hurmanın birini ehlime
bıraktım birini de Allâh’a yaklaşabilmek için tasadduk etmeye getirdim.” dedi.
Münâfıklar ona da gülüştüler ve: “–Deve sahipleri develer getirdi, gümüşü olan
gümüş getirdi, bu da şu hurmacıkları getirmiş. Allâh, Ebû Akîl’in bir sâ’
hurmasından müstağnîdir.” dediler.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav):
“–Allâh senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da
bereketlendirsin!” buyurdu ve getirdiği hurmanın toplanan yardımlar içine
dökülmesini emretti. Bu hâdiseler üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:
«Sadakalar husûsunda mü’minlerden
gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip
alay eden (münâfık)lar var ya, Allâh, işte onları maskaraya çevirmiştir.
Ve onlar için elem verici bir azap vardır.» (et-Tevbe, 79)
(Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, Beyrut ts., X, 146, [Tevbe, 79]; İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV,
127; Taberî, X, 251; Ali el-Müttakî, no: 16181. Ayrıca bkz. Buhârî, Zekât, 10;
Müslim, Zekât, 72.)
b.
İnfakta acele etmek
Rasûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Kişinin hayatında (sağlıklı iken) bir dirhem sadaka vermesi,
ölümü esnâsında yüz dirhem sadaka vermesinden daha hayırlıdır.” (Ebû
Dâvud, Vasâyâ, 3/2866)
Vefât ettiği gün Allah Rasûlü
(sav), Hazret-i Âişe (ra)’nın yanında bulunan altı-yedi dinarı fakirlere
dağıtmasını emretmişti. Bir müddet sonra dinarların ne olduğunu sordu. Hazret-i
Âişe’nin telâştan onları dağıtmayı unutmuş olduğunu öğrenince, dinarları
isteyip avuçlarına aldı:
“–Allâh’ın Peygamberi Muhammed,
bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu hâlde Rabbine kavuşmayı
uygun görecek değildir!..” buyurduktan sonra, onların hepsini Ensâr’ın
fakirlerinden beş ev halkına dağıttı. Bundan sonra da:
“–İşte şimdi
rahatladım!..” buyurarak hafif bir uykuya daldı. (Ahmed, VI, 104; İbn-i
Sa’d, II, 237-238)
İşte cömertler sultânı Efendimiz
(sav)’in, ölüm döşeğindeyken bile terk etmediği infak hassâsiyeti…
c.
Sevdiği şeylerden infak
Ebû Zer (ra) şöyle demiştir:
“Allâh Teâlâ: «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe hakikî iyiliğe
eremezsiniz.» buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir,
(âhirette karşıma çıkması için) onu benden önce gönderiyor (sadaka olarak
veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
d.
Varlıkta da yoklukta da az çok demeden infak
Peygamber Efendimiz’in hanımı
Âişe (ra) oruçlu iken bir yoksul gelip kendisinden birşeyler istedi. Âişe
vâlidemizin evinde bir somundan başka birşey yoktu.
Hizmetçisine: “−Ekmeği ona ver!”
dedi. Hizmetçi: “−Akşam iftar edeceğiniz başka birşey yok!” dedi. Hz. Âişe: “−Sen
ekmeği ona ver.” dedi. Hizmetçi hâdisenin devamını şöyle anlatıyor: Âişe’nin
emri üzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize pişmiş koyun
küreği gönderdi. Hz. Âişe beni çağırdı ve: “−Ye, bu senin ekmeğinden daha
iyidir!” dedi. (Muvatta’, Sadaka, 5)
Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd (ra)
Rasûlullah (sav)’e: “–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı senin üzerine
olsun! Fakir gelip kapımın önünde duruyor da ona verecek bir şey bulamıyorum”
demişti. Rasûlullah (sav) ona şöyle buyurdu: “–Ona vermek için bir koyunun
yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline
ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât,
70/2566; Ahmed, VI, 383)
Birgün Rasûlullah (sav):
“İçinizde bugün herhangi bir fakiri doyuran var mı?” diye sormuştu. Ebû Bekir (ra):
“–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arzeden bir yoksul gördüm. Oğlum
Abdurrahman’ın elinde bir parça ekmek vardı. Onu alıp fakire verdim” dedi.
(Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501)
e.
İnfak İçin Arayış İçinde Olmak
Hicretten sonra müslümanlar
Medine’de içme suyu sıkıntısı çekmeye başladı. Şehrin içme suyu kaynaklarının
başında gelen Rûme Kuyusu’nun sahibi olan ve bazı rivayetlerde yahudi olduğu
bildirilen kişi kuyunun suyunu satıyordu. Resûlullah ona ücret almaktan
vazgeçmesini teklif edince geçim için başka bir gelirinin bulunmadığını
belirterek bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, kuyuyu satın alıp
müslümanların istifadesine sunacak şahsa bu hizmetine karşılık olarak cennetin
verileceğini, bütün günahlarının bağışlanacağını, kendisine cennette bu kuyudan
daha güzel bir su kaynağının verileceğini bildirdi (Buhârî, “Müsâḳāt”, 1, 74;
Tirmizî, “Menâḳıb”, 57; İbn Sa‘d, I, 392). Hz. Osman, Rûme Kuyusu’nu satın
almak istedi. Sahibi tamamını satmaya yanaşmayınca yarı hissesini alarak kuyuyu
nöbetleşe kullanmak üzere onunla anlaşma yaptı. Daha sonra ortağı kendi
hissesini de satmak isteyince tamamını aldı ve müslümanların kullanımına sundu.
Kaynaklarda Hz. Osman’ın Rûme Kuyusu’na 20.000, 30.000, 35.000 veya 40.000
dirhem ödediği rivayet edilir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/rume-kuyusu)
f.
Büyük infaklar insanı korur
Büyük amellerin büyük ikramları
oluyor. Hz. Peygamber (sav)’e ilk iman edenler, ilk hicret edenler, ilk cihad
Bedir’e katılanlar hep el üstünde tutulup takdir edilmişlerdir. Aynı bunlar
gibi infakı büyük ölçekli yapanlar da
takdir gördüler. Hz. Osman (ra) gibi:
Abdurrahman bin Hubâb (ra)
anlatıyor: Rasûlullah (sav), ashâbını Ceyşü’l-Usre’ye[Tebük] yardım etmeleri için teşvik ederken ben de yanındaydım.
Osman bin Affân (ra) ayağa kalktı ve: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda
çuluyla ve semeriyle yüz deve benden!” dedi.
Rasûlullah (sav) ordu için
bağışta bulunmaya tekrar teşvik etti. Hazret-i Osman yine kalkıp: “–Ey Allâh’ın
Rasûlü! Allah yolunda çuluyla ve semeriyle iki yüz deve benden!” dedi.
Rasûlullah (sav) tekrar teşvikte
bulundu. Yine Osman (ra) kalktı ve: “–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah yolunda çuluyla
ve semeriyle üç yüz deve benden!” dedi.
Rasûlullah (sav)’i minberden
inerken gördüm, hem iniyor hem de: “Osmân’a (bu fedâkârâne infâkı sebebiyle) bundan
sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez! Osmân’a bundan sonra yapacağı hiçbir
şey zarar vermez!” buyuruyordu. (Tirmizî, Menâkıb, 18/3700; Ahmed, V, 63)
Hazret-i Osman (ra), buna
ilâveten bin dinar getirip Allah rızâsı için infâk etmiştir. (Tirmizî, Menâkıb,
18/3701)
Bu rivâyetler, Hazret-i Osman
(ra)’ın müstesnâ cömertliğini ifâde etmekle beraber, Allah yolunda infâkın ne
kadar makbûl ve mağfirete vesîle olduğunu göstermektedir.
g.
Nefsini ve malını Allah ve Resulü yolunda feda
Hz. Ebubekir (ra) Tebük seferi
hazırlıklarında yapılan çağrı sonucu malının tamamını getirmiştir. Miktar
olarak büyük bir miktardan bahsedilmemektedir kaynaklarımızda. Ancak Hz.
Ebubekir (ra) malının tamamını vermesiyle “nefsini ve malını Allah ve Resulü
yolunda feda” örnekliği göstermiştir.
Tebük Seferi’ne çıkılacağı zaman
Allah Rasûlü (sav) ordunun ihtiyaçları için ashâbını infâk seferberliğine dâvet
etmişti. Hâlbuki o sırada Medîne’de büyük bir kıtlık yaşanıyordu. Buna rağmen
ashâb-ı kirâm, yüksek bir îman vecdi içinde dünyânın bütün fânî menfaat
düşüncelerini bertarâf edip büyük bir infak ve fedâkârlık yarışına girdiler.
Hazret-i Ebûbekir (ra) malının
tamâmını getirdi. (Tirmizî, Menâkıb, 16/3675)
Bir defâsında Hazret-i Peygamber
(sav), bu cömert arkadaşını taltîf ederek:
“Ebû Bekir’in malından istifâde
ettiğim kadar başka hiçbir kimsenin malından faydalanmadım...” buyurmuştu.
Bütün varlığını Allâh Rasûlü’ne
fedâ eden o mübârek sahâbî, bu sözden bir nevî ayrı görülme mânâsı hissederek
ağladı ve Allah yolunda infak ederken taşıdığı hâlet-i rûhiyeyi sergileyen şu
müthiş cevâbı verdi:
“–Ben ve malım, yalnızca Sen’in
için değil miyiz yâ Rasûlallah?!” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 11)
h.
Su infakının önemi
Müslümanlar su hizmetlerine çok
ehemmiyet verirler. Bilhassa Kâbe’nin yanında hacılara su ve şerbet ikram
etmeyi büyük bir şeref ve mühim bir vazife sayarlar. Peygamber Efendimiz’in
amcası Abbâs (ra)’ın Tâif’te üzüm bağı vardı. İslâm’dan önce de sonra
da oradan kuru üzüm taşır, Zemzem’in içine katarak hacılara ikrâm ederdi.
Kendisinden sonra oğulları ve torunları da hep böyle yaptılar.(İbn-i
Hişâm, IV, 32; İbn-i Sa’d, II, 137; Vâkıdî, II, 838.)
Bir defâsında Rasûlullah (sav)
Harem-i Şerif’teki su ve şerbet ikrâm edilen sebîl mahalline gelmiş ve içecek
istemişti. Hz. Abbâs (ra), oğluna:
“–Fadl! Annene git ve yanındaki
(husûsî) içecekten Rasûlullah (sav)’e getir!” dedi. Rasûlullah Efendimiz:
“–(Hayır) bana herkesin içtiği bu
içecekten ver!” buyurdu. Hz. Abbâs (ra):
“–Yâ Rasûlallah, buradaki içeceğe
bazen insanların eli dokunuyor” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–İşte insanların içtiği bu
içecekten ver!” buyurdu ve Hz. Abbâs’ın sunduğu içecekten içti. Sonra
Rasûlullah (sav) Zemzem kuyusuna geldi. Hz. Abbâs’ın âilesi burada kuyudan su
çekiyor ve hacılara ikram ediyorlardı. Rasûlullah (sav):
“–Ey Abdülmuttalib oğulları,
çekiniz! Siz sâlih bir amel üzeresiniz!” diye taltîf buyurdu. Sonra
Rasûlullah (sav):
“–İnsanlar, (benim yaptığım bir
şeyi tatbik etmek için) hücûm edip başınızda kalabalık etmeyecek olsalardı, ben
de devemden iner, kuyunun ipini şuraya koyar, sizin gibi su
çekerdim” buyurdu. Bu esnâda eliyle mübârek omzuna işâret ediyordu.
(Buhârî, Hac, 75)
Sa‘d bin Ubâde : “‒Yâ Rasûlallah! Ümmü
Sa‘d, (yani annem) vefât etti, hangi sadaka daha fazîletlidir?” diye sordu.
Rasûlullah (sav):
“‒Su!” buyurdular. Sa‘d
hemen bir kuyu kazdırdı ve:
“‒Bu, Ümmü Sa‘d içindir!” dedi.
(Ebû Dâvûd, Zekât, 41/1681)
i.
Açları doyurma infakının önemi
Yemek ve su, Allâh’a kulluk
yapmak için yaratılan insanoğlunun en mühim bedenî ihtiyâcıdır. İnsan asıl
maksadı olan kulluğu, ancak bu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra yapabilir. Bu
sebeple açları doyurmak ve susuzlara su vermek, Allah’a ibadet ve kulluğun devamını
sağlayan en zarûrî hizmetlerden biridir. Bu yönüyle de büyük bir ibadettir.
Zâten İslâm âlimleri de, “İhsân nevîlerinin en kıymetlisi, yemek yedirmektir.
Zîrâ insanın maddî yapısı, yemek ile kâimdir ve hayat da yemek ile devam eder.”
demişlerdir.
Bu sebeple bazı şer’î cezâlar
fakirlerin doyrulmasına yönelik konulmuştur. Meselâ yemin keffâreti, on
yoksulu;[Mâide 89] zıhar keffâreti de altmış yoksulu doyurmaktır.[Mücâdele 4] İhramlıyken
av hayvanını öldüren kimse, ceza olarak fakirleri doyurur,[Mâide 95] oruç
tutmaya güç yetiremeyen kimse de buna karşılık yine bir fakiri doyuracak kadar
fidye verir. (Bakara 184)
Yüce Rabbimiz, açları bizzat
doyurmayan kişiler bir yana, diğer insanları buna teşvik etmeyen kimseleri dahî
azarlayarak şöyle buyurur:
“Yoksulu yedirmeye birbirinizi
teşvik etmiyorsunuz.” (Fecr 18)
Yine amel defteri solundan
verilip de hüsrânâ uğrayan mücrimden bahsedilirken:
“Yoksulu doyurmaya teşvik
etmezdi.” (Hâkka 34) buyrulmaktadır.
Âhirete inanmayan kimsenin başta
gelen vasıfları sayılırken de yine, “Yoksulu doyurmaya teşvik
etmez.” (Mâûn 3) buyrulur.
Rasûlullâh (sav): “Ey insanlar!
Birbirinize selâm veriniz, yemek yediriniz, insanlar uyurken geceleyin namaz
kılınız. Böyle yaparsanız selâmetle cennete
girersiniz.” buyurmuştur. (Tirmizî, Et`ime 45, Kıyâmet 42; İbn-i
Mâce, İkâmet 174, Et`ime 1)
Allâh Rasûlü (sav) bir kudsî
hadîste açları doyurmayı şu çarpıcı üslûb ile anlatır:
“Allâh Teâlâ, kıyâmet gününde
şöyle buyurur:
…Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı
istedim, doyurmadın!» buyurur. Âdemoğlu:
«–Sen âlemlerin Rabbı iken ben
Seni nasıl doyurabilirdim?» der. Allâh Teâlâ:
«–Falan kulum senden yiyecek
istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini Benim katımda mutlaka
bulacağını bilmez misin?
Ey Âdemoğlu! Senden su istedim,
vermedin!» buyurur. Âdemoğlu:
«–Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbı
iken ben Sana nasıl su verebilirdim?» der. Allâh Teâlâ:
«–Falan kulum senden su istedi,
vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun.
Bunu bilmez misin?» buyurur.” (Müslim, Birr, 43)
Öyleyse âhirete inanan
mü’minlerin husûsiyetlerinden biri de açları doyurmak, yoksula infâk etmektir.
Nitekim bir kimse Rasûlullâh (sav)’e:
“–Müslümanın hangi ameli daha
hayırlıdır?” diye sorduğunda, Hazret-i Peygamber (sav):
“–Tanıdık tanımadık herkese yemek
yedirmen ve selâm vermendir.” buyurmuştur. (Buhârî, Îmân 6, 20; İsti’zân
9, 19; Müslim, Îmân 63)
j.
Sadece insanları değil, diğer canlıları doyurmak ve sulamak da
büyük bir sevap kapısıdır
Sürâka (ra) anlatıyor: Rasûlullâh
(sav)’e: “–Kendi develerimi sulamak için hazırlayıp kenarlarını sıvadığım
havuzlarıma, kaybolmuş bir deve gelir ve ben de onu sularsam, bu sebeple bana
sevap yazılır mı?” diye sordum.
“–Evet, harâretli her ciğer
sahibine (her canlıya) su vermekten dolayı insana ecir verilir.” buyurdu.
(İbn-i Mâce, Edeb, 8)
k.
Ölmüşler adına infak
Abdurrahmân bin Ebî Amra (ra)’ın
anlattığına göre annesi, bir köle âzad etmek istemiş ve bunu sabaha tehir
etmişti. Ancak sabaha çıkamadan vefât etti. Abdurrahmân (ra), Kâsım bin
Muhammed (ra)’a:
“–Ben anneme bedel bir köle âzad
etsem, ona faydası olur mu?” diye sordu.
Kâsım şu cevâbı verdi: “–Sa’d bin
Ubâde, Rasûlullah (sav)’e:
«–Annem vefat etti, ben onun
adına köle âzad etsem anneme faydası olur mu?» diye sormuştu. Rasûlullah (sav):
«–Evet!» buyurdu.” (Muvatta’, Itk, 13)
10. YAKIN DÖNEMDE İNFAK ÖRNEKLİKLERİ
İşadamı Hayati ÜSTÜN’ün
Örnekliği
1992 yılında patlak veren Bosna Savaşı
yıllarında Müslümanlarla savaşan Sırplara karşı Müslümanların durumları oldukça
sıkıntılıydı. Birçok ülke, Müslüman Bosna’ya infak göndererek Müslümanların
uğradığı soykırıma engel olmaya çalışıyordu.
Türkiye’den de Bosna’ya yardımlar
yapılıyordu. İşte bu kurumlardan biri de İnsan Vakfı ve Müslümanlardan biri de
Hayati Üstün idi. İnsan Vakfı 1992 yılında Gülhane Parkı’nda düzenlediği bir
programla hem bu soykırıma karşı Bosnalı Müslümanların hakkını savunuyor hem de
onlara teslim edilmek üzere yardımlar topluyordu. Bu yardımlarda en dikkat
çekeni ise bir arabaydı. 5.000 markla açık artırmada satışa çıkartılan bu araç
gönlü zengin yiğitlerin hayırda yarışma arzuları sayesinde 100.000 marka varan
bir bedelle Hayati Üstün tarafından satın alınmıştı. İnfakta öncülüğü zirvelere
taşıyan Hayati Üstün aracı çok yüksek bir bedelle satın aldığı gibi tekrar
İnsan Vakfı’nın hayırlı çalışmalarında kullanılmak üzere aracı yeniden vakfa bağışlayarak
sahabe ruhunun dipdiri olduğunun şahitliğini en güzel şekilde ortaya koymuştu.
Hayati Üstün başta inşaat ve
mobilya sektöründe faaliyetleri olan bir işadamıdır. Evine gidip gelirken bir
süredir inşaatında hiçbir ilerleme kaydedemeyen bir cami dikkatini çeker. Bir
gün bunun sebebini öğrenmek üzere yolunu çevirir ve camiye uğrar. Dernek
yöneticileriyle yaptığı sohbetin sonunda inşaatın bitmesi için nelere ihtiyaç
olduğunu zihnine kaydeder. Görüşmenin sonunda hiçbir şey söylemeden (yapacağı
infaktan bahsetmeden) selam verip ayrılır. Ertesi gün dernek yöneticileri
kamyonlar dolusu demir, çimento, kum vb malzemelerin ard arda gelmesiyle
birlikte inşaatı bitirirler. Ancak bu hayrın kimden geldiğini de merak ederler,
hayrı yapanın en ufak izine bile rastlayamazlar. Ta ki altı ay sonra dernek
yöneticilerinden birinin gazetede Hayati Üstün’ün vefat haberindeki resmi
görünceye kadar. Çünkü biliyorlardır ki Hayati Üstün camiye uğrayıp neden
inşaatın durduğunu, nelere ihtiyaç olduğunu sormasının ertesi günü tüm malzeme
caminin önüne serilmiştir. Dernek yöneticileri gazetedeki haberin izini sürüp
Hayati Üstün’ün firmasına gelerek olayı, onun yaptığı infakı anlatarak
şükranlarını sunarak ayrılırlar.
1999 Büyük Marmara
Depreminde Yaşanan Bir Örnek
1999 Büyük Marmara Depremi
sonrasında ülke çapında genel bir yardım seferberliği oluşmuş idi. Deprem
bölgelerine ülkenin dört bir yanından irili ufaklı yardımlar yapılmaya başlanmıştı.
İnsan Vakfı’da bu kapsamda depremin büyük hasar verdiği ve insanların evsiz
kaldığı önemli noktalardan biri olan Sakarya’da günlük 200 kişilik çorba
dağıtmayı planlamıştı ve çorba dağıtımı başlamıştı. Bu yardımı gören Afrikalı
oldukları tahmin edilen yardım severler yapılan çalışmaları dinlerler ve büyük
miktarda bağışlarlar. İnfak edilen bu para ile 10.000 kişilik çorba ve yemek
dağıtımı yapılmaya başlanmıştır.
11. SONUÇ
Ø
İnfak ve
zekat hem Rabbimizin bizlerden istediği, hem peygamberimizin hayatı boyunca en
güzel şekilde örneklik ettiği hem de Müslüman toplumda dayanışma sağlayan çok
yönlü iki ibadettir.
Ø İnfakı dini bir emir olarak telakki etmek ve
yerine getirmek için çaba sarf etmek gerekir.
Ø
İnfaka
konu olan mal, öncelikle Allah (cc) rızası için verilmiş olmalıdır.
Ø
İnfâk
edilecek malın helâlinden kazanılmış olması gerekir.
Ø
Zekat hesâbının
titizlikle yapılması gerekir.
Ø
Malın en
değerli olanından infakta bulunulmalıdır.
Ø
Yapılan
harcamanın israfa dönüşmemesi gerekir.
Ø
İnfâk
geciktirilmeden vaktinde edâ edilmelidir.
Ø Varlıkta da yoklukta da az çok demeden infak etmek
gerekir.
Ø
Akrabâ
ve yakın komşulardan işe başlayarak en fazla ihtiyacı olanlara öncelik
verilmelidir.
Ø
İncitmeden,
kendilerine infâk edilecek olanların onurlarını zedelemeden vermeye gayret etmek
gerekir.
Ø
Sağlıklı
iken vermek, Gücü yettiği kadar
vermek, İnfakı gizlice yapmak ve
Verdiğinden bir karşılık beklememek gerekir.
Ø
İnfâk
eden verdiğini unutmalıdır.
Ø
İnfâk
ibadeti sürekli yerine getirilmeye çalışılmalıdır.
Ø İnfak için arayış içinde olmak ve yeni yollar
bulmak lazımdır.
Ø İnfak nefsini Allah yoluna feda etmenin
önemli bir göstergesidir.
Ø
İnfakın
bizlerin kurtuluş vesilesi olduğunu bilerek infaka yönelmek gerekir.
Ø
İnfak
açlara yemek, susuzlara su, hatta geçmişler adına hayırlarla bir merhamet ameli
olarak hayatımızı kuşatmalıdır.
Ø
Müslümanlar
yaşadığı zamanlarda hem infakı yaparak hem birbirilerini teşvik ederek bu hayrı
yaşatmalıdır.
12. ÖDEV
a. Cuma çıkışı camiye yardım etmek.
b. Hayatında –miktarına bakmaksızın- bir yardımı / katkıyı düzenli olarak
yapmaya başlamak. (Yetim fonlarına katkı, öğrenci bursu vermek… gibi)
13. VİDEO
1. Allah Rızâsı İçin Vermek [Nouman Ali Khan] [Türkçe Altyazılı]
https://www.youtube.com/watch?v=-hgpRDj8Bsc
2. En Güzel İnfak / Muhammed Emin Yıldırım
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder