30. AİLE AHLAKI- 2 (ÇOCUK EĞİTİMİ)

 

                                                                                        "Terbiye temsil ister, talim istemez" İhsan Fazlıoğlu

1.GİRİŞ

Çocuk, anne babaya yüce Allah (c.c) tarafından bahşedilmiş en değerli armağandır. Çocuk, ebeveyn için büyük bir nimet olduğu kadar aynı zamanda kıymetli bir emanettir. Bu açıdan, çocukların bedenen ve ruhen sağlıklı bir şekilde, zamanın ihtiyaçlarına göre yetiştirilip güzel ahlak ile terbiye edilmeleri, söz konusu emanete karşı en temel sorumluluktur. Nitekim Peygamber (sav) Efendimiz, bu sorumlulukla çocukları hayata hazırlama noktasında büyük bir önem ve özveri gösteren ebeveynleri methetmiş: “Bir baba, çocuğuna iyi terbiyeden daha değerli bir hediye vermemiştir.” (Tirmizî, Birr, 33) buyurarak bu hususun önemine işaret etmiştir. Bu hadis-i şerifte, aynı zamanda, çocukların insani değer ve davranışları aile içerisinde görerek öğrendikleri gerçeğine de vurgu yapılmaktadır. Hiç şüphesiz, çocukların öğrendikleri değerleri ve davranış modellerini gerçekten benimsemesi ve içselleştirerek hayat boyunca bunlara sahip çıkması, her şeyden önce aile içindeki saygı ve muhabbet ortamına bağlıdır. Bugün dünya, Peygamber (sav) Efendimizin örnekliğini anlamaya, ahlakını yaşamaya ve mücadelesini kuşanmaya her zamankinden daha çok muhtaçtır. Hz. Peygamber (sav)’in bir eğitimci olarak çocuklara yaklaşımını, onlarla kurduğu ilişkinin şekil ve niteliklerini doğru bir şekilde tespit etmek, onun bu konudaki tavır ve davranışlarının arka planındaki temel prensipleri kavramak ve çocuklarımızı bu doğrultuda yetiştirmek hepimizin en öncelikli görevidir. (Peygamber (sav)’ imiz ve Çocuk, Önsöz, Prof. Dr. Ali ERBAŞ Diyanet İşleri Başkan)

Teknolojik aletler, gittikçe artan hayat temposuna yetişmek adına ebeveynler tarafından adeta kendi sorumluluklarını devrettikleri, çocuğun sevgi, şefkat, oyun, paylaşma, iletişim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan bir araç konumuna gelmiştir. Kendini sürekli yalnız hisseden, ifade etmekte zorlanan çocuklar için internet, kaçış ortamı oluşturmakta ve onları yaşanan gerçeklikten koparmaktadır. Dünya üzerindeki globalleşme hareketi ile birlikte insanların giyinişlerinden, yeme-içmelerine, konuşmalarından, hayattaki hedeflerine kadar "tek tip" insan modeline büründükleri görülmektedir. Gerek dizilerde gerekse yayınlanan programlarda işlenen toplum ahlakını zedeleyen nitelikte şiddet, aldatma ve ahlaksızlık temeline dayanan aile yapılarının empoze edilmesi ya da toplum yapısının genel realitesine aykırı olumsuz tiplemeler, genç nesli ve buna özenen aileler arasındaki iletişimi olumsuz yönde etkilemektedir. Bireylerin özellikle de ergenlik çağındaki çocukların aileden kopuşu hızlanmış, anne-babanın çocuk üzerindeki yönetici ve denetici rolü azalmıştır. ( Buhârî'nin El-Edebü'l-Müfred Adlı Eserindeki Aile Konulu Hadislerin Din Eğitimi Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi Mesut ESKİN, Çorum 2019)

Günümüzde maalesef çocuklarımız internetin, hızın ve “Hemen şimdi benim olmalı!”, “Hemen şimdi satın al!” gibi unsurların etkisi ile hareket etmekteler.  Hayâtın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil davranabiliyorlar. Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor. Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık. Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber.

Sorumluluk sahibi anne ve babaların çocuklarının her türlü eğitiminin en önemli aktörü olarak rollerini hiçbir kimseye ya da hiçbir kuruma devretmemek konusunda dikkatli olması gerekir. Modern hayat anne babaların çocuklarının terbiyesini aile içinde gereği gibi yapma konusunda birçok dezavantaj ortaya çıkarmıştır. Bu ortamda anne babalar çocuklarına aile içinde yeterli terbiyeyi verme konusunda zaaf yaşamaktadır. Yine modern hayatta çocukların yetiştirilmesinde aile dışı kurum ve kişilere (Kreş, yurt, dernek… vb.) olan ihtiyaç görece artmıştır ve bu durum ebeveynlerin sorumluluktan kaçması riskini beraberinde getirmiştir.

İçinde bulunduğumuz zamanda gittikçe önemini artıran aile içerisinde çocuk terbiyesi konusunu İslami perspektifte çeşitli yönleriyle bu dersimizde ele almaya çalışacağız.

2. KAVRAM TAHLİLİ

Kur’ân-ı Kerîm’de, Türkçe’deki çocuk kelimesinin karşılığı olan tıfl ve sabî kelimeleri ancak birkaç âyette geçer. Fakat çocukla ilgili meseleler, diğer anlamları yanında “çocuk” mânasında da kullanılmış olan çok sayıda değişik kelime etrafında geniş bir şekilde ele alınmaktadır. Bunların başlıcaları ibn, veled (çoğulu evlâd), gulâm, sagīr, zürriyyet, hafede, ehl, âl, yetîm, rebâib... kelimeleridir. Kullanıldıkları yer ve üslûp bakımından genellikle bu kelimelerle henüz bulûğ çağına ermemiş insan kastedilmektedir. Bunun yanında gerek fıkıh kitaplarında gerekse çocuk gelişimi ve eğitimine yer veren bazı eserlerde, bu devrenin kendi içindeki gelişim safhaları dikkate alınarak her safhadaki çocuk için, hatta kız ve erkek çocuklar için ayrı ayrı kelimeler de kullanılmıştır.

Arapça’da “çocuk” anlamındaki veled kelimesinin çoğulu olan evlâd, erkek kız ayırımı yapılmaksızın “çocuklar” karşılığında kullanılır. Kur’an’da veled ve evlâd kelimeleri altmışa yakın âyette, aynı anlama gelen veya yakın bir anlam ifade eden mevlûd, vildân, velîd, tıfl-etfâl gibi kelimeler ise ondan fazla âyette geçer. Kur’ân-ı Kerîm’de servetle birlikte çocuklar da zenginlik, güç ve kuvvet simgesi olarak anılır ve birer imtihan vesilesi olan bu emanetlerle övünmenin yanlışlığı anlatılır. Yine Kur’an’da anne, baba ve çocukların karşılıklı haklarından, çocukların emzirilmesinden ve eğitiminden söz edilir. Bütün bu âyetlerde yer alan veled-evlâd kelimeleri hep sözlük anlamında kullanılmıştır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem “vld”, “ṭfl” md.leri; DİA çocuk ve evlat maddeleri )

3.AYETLER

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah (c.c)'ın katındadır.” (Enfâl 28)

 “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah (c.c) çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tegâbün 14)

 “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah (c.c)'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münâfikûn 9)

“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 6)

“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.” (Taha 132)

 “Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah (c.c) (c.c)'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.” (Bakara 133)

“Lokman, oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah (c.c) (c.c)'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.” (Lokmân 13)

“(Lokman, öğütlerine devamla şöyle demişti:) Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah (c.c) (c.c) onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah (c.c) (c.c), en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır. Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah (c.c) (c.c), kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez. Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir. (Lokmân 16- 19)

4.HADİSLER

Eyyûb b. Musa"nın, babası aracılığıyla dedesinden naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr, 33; İbn Hanbel, IV, 77)

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hıristiyan veya Mecûsî yapar…” (Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; Müslim, Kader, 22)

Ebû Saîd el-Hudrî’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim üç kız çocuğunun geçimini üstlenir, onları terbiye edip evlendirir ve onlara güzel davranırsa, ona cennet vardır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121; İbn Hanbel, III, 96)

Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sav) (torunu) Hasan b. Ali’yi (ra) öptü. O sırada yanında Akra’ b. Hâbis et-Temîmî (ra) oturmaktaydı. Akra" şöyle dedi: "Benim on çocuğum var ama hiçbirini öpmüş değilim." Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona baktı ve ardından şöyle buyurdu: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)

“Hz. Peygamber (sav)’e hurma dolu bir sepet getirilmişti. Hasan (ra) ile Hüseyin (ra)  bu hurma ile oynaşıyorlardı. Onlardan biri bir hurma tanesini alarak ağzına götürdü. Rasûlullah (sav) bunu görünce onun ağzından hurmayı çıkarmış ve: “Sen Âli Muhammed (sav)’in sadaka yemediğini bilmiyor musun?” demiştir.” (Buhârî  Zekat, 58.)

Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor: "Peygamber (sav) Efendimiz insanların en güzel ahlaklısı idi. Bir gün beni bir işi için göndermek istedi. Ben: ‘Vallahi gitmeyeceğim’ dedim. (Enes Peygamber (sav) efendimizin emrine uymanın gerekliliğini anlayamayacak kadar küçük yaşta idi. Onun için böyle demişti.) İçimden de Peygamber (sav) Efendimizin emrettiği yere gitmek istiyordum. Efendimizin yanından çıktım. Sokakta oynayan çocuklara uğradım. Onlara takılıp kaldım. Aradan epey zaman geçti. Birden Peygamber (sav) efendimizin ensemden tuttuğunu gördüm. Hemen ona baktım. Gülümsüyordu. "Ey Enescik! Gönderdiğim yere gittin mi?" dedi. "Evet gidiyorum, ya Rasulullah " dedim. Enes sözlerine devamla demiştir ki: "Rasulüllah’a on yıl hizmet ettim. Her işim onun arzu ettiği şekilde olmuyordu. Yaptığım bir şey için "bunu niye böyle yaptın?" Yapmadığım bir şey için de "niye şöyle yapmadın?" demedi. "Resûlüllah beni ne dövdü, ne bana kötü bir laf söyledi ne de yüz ekşitti. Bir kere bile bana öf demedi. Beni hiçbir zaman ayıplamadı.”(Ebû Dâvûd, Edeb, 1 (IV, 246))

5. ÇOCUK EĞİTİMİNDE ÖNCELİKLİ İLKELER

Eğitim çok yönlü bir olaydır. İnsan, sahip olduğu özellikleri, birçok etkenin etkisiyle kazanır. İyi bir eğitim için tüm etkenlerin dikkate alınması ve olumlu bir şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu konudaki görev ve sorumluluk toplumun birçok kesimini fakat en çok da aileyi ilgilendirmektedir.

a)       Örnek/Model Olmak

Yaşayarak eğitme, bizzat iyi davranış örnekleri sunmak eğitimde tartışmasız kabul edilen bir husustur. Örnek/model olma derken sadece aile bireylerinin örnek olmasını anlamamalıyız. İlk bebeklik döneminde doğal olarak anne baba gibi aile bireyleriyle yaşayan çocuğun, büyüdükçe çevresi genişleyecektir. Bu nedenle, iyi bir çevre oluşturmak önemlidir.

Çocuk her yerde güzel davranış görmelidir. Çünkü çocukta öğrenmenin ilk ve basit şekli, çevresinde gördüğü davranışları taklit etmesidir. Bu nedenle çocuğun çevresinde bol miktarda iyi davranış örnekleri meydana getirmeye dikkat edilmelidir. Aksi hâlde sözlerle telkin edilmeye çalışılan, davranışlar ile yalanlanmış olur. Çünkü çocuklarda sözlü telkinleri fiil hâline dönüştürmekten çok, gördüklerini taklit etme özelliği hâkimdir.

Çocuk ailede öğrendiği davranış kalıplarına göre hareket etmektedir. Anne babalar çocuklara olumlu model olmanın bilinciyle, onlara davranışlarıyla örnek olmalıdır. Olumlu olsun veya olmasın anne babalar, çocukları için doğal öğrenme modelleridir. Çocuklar anne babaya ait gördükleri tüm özellikleri öğrenirler. Bu öğrenme bilgi, duygu ve davranış kazanma olarak gerçekleşir. Çocuklar her şeyi, diğer insanların yaptıklarını izleyerek; söylediklerini dinleyerek, nesne ve olaylara bakarak; televizyon, video, CD, internet, gazete, dergi, kitap vb. okuyarak, seyrederek veya dinleyerek; yani kısaca “gözlem” yoluyla öğrenirler.

Öğrenilenlerin kalıcı olması için, aile bireylerinin, her zaman benzer tutum ve davranışları “tutarlı” bir biçimde sergilemeleri gereklidir. Aynı şekilde, çocuk model görerek öğrendiğinden, toplumda benzer olayların, kişilerin çocuğa gösterilmesi, gözlemletilmesidir.

Bu nedenle, çocukların doğru, iyi, güzel davranışları görmesi ve yaşaması için fırsatlar oluşturulmalıdır.

Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır, ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Okul öncesi dönemde çocuk, sosyal birey olmayı öğrenirken aynı zamanda özdeşim yapacağı bir modele ihtiyaç duyar. Kişilik oluşumu için gerekli olan özdeşim, büyük ihtimalle aile içindeki yakın bir üye ile gerçekleşmektedir. Genellikle özdeşim nesnesi anne baba olmaktadır, fakat ağabey, teyze, hala, dayı ya da amca gibi aile içinden bir erişkin de özdeşim nesnesi olabilir. Bu üyelerin bozuk bir kişilik yapısına sahip olması hâlinde, olumsuz davranış örneğinin çocuğa yansıma ihtimali artmaktadır.

b)     Ailede İyi Bir İletişim Ortamının Oluşturulması

İletişim, kişiler arasındaki karşılıklı bilgi, duygu, tutum, beceri yani davranışların paylaşılması demektir. İki insanın karşılıklı konuşmasında bir bilgi alışverişi varsa bu bir iletişimdir. Örneğin, anne babalar çocuklarına veya amirler memurlarına sadece birtakım emirler verip, onların bu emirler karşısındaki tepkileriyle ilgilenmezlerse bu iletişim olmaz. Bunu ancak tek yönlü bilgi iletimi olarak kabul edebiliriz. İletişim, ne söyleyeceğini bilmek, bunu ne zaman söylemenin daha uygun olacağına, nerede söylemenin doğru olduğuna karar vermek, en iyi nasıl söyleyeceği hususunda fikir yürütmek, olayları basite indirgeyerek sunabilmek, akılcı bir dille, karşıdaki kişiyle göz teması kurarak konuşabilmek, dikkati yoğunlaştırabilmek, karşıdaki kişinin verilen mesajı anlayıp anlamadığını kontrol edebilmektir. Aile içi iletişim denilince, eşlerin birbirleriyle, varsa çocuklarla ve diğer aile bireyleriyle bilgi alışverişini anlıyoruz.

Çocuk, iyi bir eğitimi ancak iyi bir aile ortamında elde edebilir. Bu nedenle anne babanın çocuklarıyla sağlıklı iletişiminden önce, eşlerin birbiriyle olan iletişiminin iyi olmasından bahsetmek gerekir. Aile iletişiminin iyi olması, aile bireylerinin hayatı paylaşmalarıyla mümkündür. Evi paylaşmak, hayatı paylaşmak anlamına gelmemektedir.

Hayatı paylaşmak evde iş bölümü yapmak da değildir. Evde sadece maddî şeyler değil manevî şeyler, duygular da paylaşılıyorsa yani birlikte yaşanılıyorsa hayat paylaşılıyordur.

Hayatı paylaşmak, hayatın güçlüklerini beraber karşılamak, sevinçlerini beraber yaşamak ve bundan da keyif duymaktır. Sağlıklı bir ilişkinin oluşmasında, anne babanın ruh sağlığı da büyük önem taşır. Mutsuz bir evliliği olan, eşinden yeterli ilgi görmeyen, ekonomik sıkıntılar ve gerginlikler içinde yaşayan anne babalar, çocuklarıyla iyi bir iletişim ortamı oluşturamazlar.

Her ilişki gibi, aile içi ilişkiler de dikkat ve özen ister. Birbirlerini seven eşlerin çocuklarına duygusal olarak daha iyi bir gelişme imkânı sunacakları muhakkaktır. Çocuğu asıl etkileyen, anne babanın birbirlerine karşı olan davranış biçimidir. Evlilikte kaçınılmaz olarak bazı sorunlar, anlaşmazlıklar olabilir. Çocuğa yapacağı olumsuz etkiler açısından önemli olan sorunların varlığı değil, anne babanın bu sorunları karşılama biçimidir. Çocuk, sorunlardan çok anne babasının sorun karşısındaki tutumlarından etkilenir. Örneğin, eşlerin, başkalarının yanında ciddi tartışmalara girişmeleri, birbirlerine karşı rencide edici sözler söylemeleri veya birbirlerinden tamamen uzak durarak hiç iletişime geçmemeleri hem kendileri hem de çocuk için sonun başlangıcıdır. Bunun tam aksi olarak, eşlerin, birbirlerini tamamlamaları çocuk için mutluluk, huzur ve güven kaynağı olur.

İyi iletişim kurmayı kolaylaştıran etkenlerden biri de empatidir. Empati, bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Bir insana özellikle de çocuklara etki etmek, onu eğitmek istiyorsanız, onunla olumlu bir iletişim kurmak mecburiyetindesiniz. “Zorla güzellik olmaz.” atasözü bunu açıklar.

Birisinden nefret eden bir çocuk, ondan hiçbir şey öğrenemez. Aile içi iletişiminin nasıl olduğunu değerlendirmek isteyenler için bir önerim var.

Şöyle düşünün: Evinizde birkaç tane kamera var ve sizin tüm hareket ve konuşmalarınızı kaydediyor ve siz ertesi gün çekilen görüntüleri seyrediyorsunuz. Seyrederken, konuşmalarınızdaki güzel sözlerinize artı puan, (azarlama, bağırma, tehdit, alay gibi) güzel olmayan sözlerinize eksi puan verin. Bakalım artılarınız mı fazla, eksileriniz mi fazla oldu.

Benim ağzımdan hiç kötü söz çıkmaz, ben melek gibi bir insanım diyenlere de evet benim hatalarım olabilir diyenlere de denemelerini tavsiye ederim.

c)       Çocukların Gelişim Özelliklerine Göre Eğitilmesi

Eğitimde gelişim önemlidir. Çocuğun çeşitli dönemlerdeki gelişimsel özelliklerinin bilinmesi, çocuğa verilecek eğitimin sağlıklı olması açısından son derece önemlidir. Çocuk, her gelişim döneminin kendi özelliklerini yaşar. Her dönemin ihtiyaçları, ilgi ve arzuları anne baba tarafından karşılanmalıdır. Gelişim çağlarını (Bebeklik Dönemi (0- 2 Yaş), Oyun Çağı (2 -6 Yaş), Okul Çağı, Ergenlik Çağı (13 -19 Yaş), Ergenlik, Son Ergenlik) ve gelişim özelliklerini (1. Bilişsel gelişim 2. Ahlak gelişimi 3. Psiko-seksüel gelişim 4. Psiko-sosyal gelişim) bilmek, çocuk eğitiminde çok önemlidir.

d)      Dengeli Bir Disiplin Sahibi Olunması

Eğitimde disiplin önemlidir. Özellikle bebeklik ve ilk çocukluk döneminde disiplin kazanma daha önemlidir. Disiplin, herhangi bir toplulukta uyulması gereken yasa ve kuralların tümü, bireylerin içinde yaşadığı topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla alınan tedbirlerin tümü; adabı muaşeret, eğitmek, idare etmek; çocuğa rehberlik yardımcı olmak, çocuğa istenen davranış ve alışkanlıkları öğretmek, onda kendi kendini denetleme, ya da iç denetim demek olan ahlak gelişimini sağlamak anlamlarına gelmektedir.

Ceza ve disiplin birbirine karıştırılmamalıdır. Disiplin, kabul edilebilir nitelikteki davranışları belirleyen kuralların ve kontrollerin tümüdür. Ceza ise çocuğun uymadığı kuralların karşılığında ödediği bir bedeldir. Ceza tehditleri sözde kalınca, ebeveynin otoritesi zayıflar.

e)     Ödül ve Cezanın Yerinde Kullanılması

Eğitimde ödül ve cezanın önemli bir yeri vardır. Bu konuda, çok şey söylenmiş ve yazılmıştır. Genel olarak bir eğitim yöntemi olarak ödül, bir teşvik aracı olarak ele alınırken; ceza, disiplin sağlamak, kötü davranışı engellemek ve iyi davranışı zorla yaptırmak amacıyla kullanılmaktadır.

Ödül veya mükafat, iyi bir iş, hizmet veya başarıdan dolayı verilen şey; iyiliği iyilikle karşılama anlamlarına gelmektedir. Ödül, bir teşvik aracıdır. Çocuk eğitiminin bu temel üzerine oturtulması güzeldir. Çocukta görülen iyi davranışların karşılığı olarak, o davranışın aynısı veya daha fazlasıyla karşılık vermek; böylece çocuğu sevindirmek ve davranışların alışkanlık hâline gelmesini temin etmekte ödül vazgeçilemez bir güdüleme aracıdır.

Ceza, suç, kusur veya yanlış yapan kişiye uygulanan yaptırım demektir. Cezanın kaynağı, insandaki korku psikolojisidir. Korku insandan genellikle ayrılmayan, kaçınılmaz ve temel bir duygudur. Tehlike karşısında enerjiyi artırdığı, kişiyi uyanık tutuğu da bilinen bir gerçektir. Ceza ve cezalandırma, işte bu duygunun üstüne oturtulmaktadır. (http://www.mehmetzekiaydin.com/alimalarim/2011-15.pdf )

6. AİLEDE DİN EĞİTİMİNİN BAZI KÖŞE TAŞLARI   

“Ailede din eğitimi” denince akla çocuğun aile ortamında dinî ve ahlâkî değerler istikametinde yetiştirilmesi gelmelidir. Söz konusu ifade bu manada kullanıldığında çocuğun din eğitimi, ona dinî bilgilerin öğretilmesinin yanında dinî tutum, davranış ve kişilik kazandırılmasını da kapsar. Çocuğa dinî tutum ve davranışları kazandırmanın en kestirme yolu ise ana-babasının ve diğer aile fertlerinin tutum ve davranışları ile ona örnek olması ve onu etkilemesidir. Ana-babanın aile içindeki bütün davranışları, dinî ve ahlâkî değerler bakımından doğru, tutarlı ve sürekli olduğu takdirde çocuklar bu yönde davranışlar kazanma ve kişiliklerini geliştirme imkânına sahip olurlar. 

Çocuklar, çok iyi gözlemci ve taklitçi olduklarından, büyükleri dikkatle izler, onlarda gördükleri tutum ve davranışları olduğu gibi benimserler. Hâl böyle olunca, aile içindeki yetişkin davranışlarının kontrol altına alınması, her davranışın dinî ve ahlâkî değerlerle uyumlu olması çocuk eğitimi açısından son derece önem kazanmaktadır. 

Aile Eğitiminin Temeli

Yaratılıştan potansiyel olarak çok üstün özelliklere, mükemmel bir ruhî dokuya sahip olarak dünyaya gelen insanın, fizikî ve zihnî olgunluğa kavuşuncaya kadar uzun bir süreye ihtiyacı vardır. Çocuk bu süre içinde kendi kendine yetmeyip yetişkinlerin yardımına ihtiyaç duymakta, onların elinde büyüdüğünden nasıl bir kişiliğe sahip olacağına, hangi değerleri edineceğine kendisi değil büyükler karar vermektedir. Çocuk her türlü etkiye açık, Gazali’nin ifadesiyle hayrı da şerri de kabul edebilecek kabiliyette yaratılmış olduğundan ana-baba onu nasıl yönlendiriyorsa, hangi yöne sevk ediyorsa çocuk o yönde yol alacaktır.

“Çocuk, ana-babası elinde bir emanettir. Kalbi, kıymetli bir cevher gibi temizdir. Mum gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak gibi olup, hangi tohum atılsa büyür. İyilik tohumu ekilirse din ve dünya saadetine kavuşur. Annesi, babası ve hocası sevabına ortak olur. Gayet fesat tohumu atılırsa helak olur; annesi, babası ve hocası günahına ortak olur.”

Dolayısı ile hayat ilkin ailede şekillenmekte, geleceği tayin edecek kişilik ve karakter özelliklerinin temelleri aile ocağında atılmaktadır. Bu durum, yetişen her ferdin aile içinde muhatap olduğu din eğitiminin mahiyeti, yönü ve şekli hakkında bir temel oluşturmaktadır. 

Allah (c.c) Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de insanları hiçbir şey bilmeyerek dünyaya getirdiğini belirterek öğrenip kişilik kazanmalarını sağlayan organlar olan gözün, kulağın ve kalbin sorumluluğuna dikkat çekmektedir.

“Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl 78)

“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 36) 

Çocuğun fıtrattan getirdiği saf ve dingin insanî melekelerle bir kişilik geliştirmesi, bu organlar vasıtasıyla sağlanacak öğrenmelerle mümkün olacaktır. Çocuk hayatının ilk yıllarında neleri görecek, neleri işitecek, neleri hissedip düşünecekse onları öğrenecek ve onlara göre bir kişilik geliştirecektir. Ailede çocuğa ilk ve en temel öğrenme imkânlarını sunan ana-babalar onlara görmeleri gerekenleri gösterecek, işitmeleri gerekenleri işittirecek, hissetmeleri gerekenleri hissettireceklerdir. Ana-babalar çocuklarının yetiştirilmelerini ve eğitilmelerini sağlayan ilk ve temel öğretmenlerdir. 

Peygamberimiz (sav), çocukların eğitimi hususunda ana-babanın mesuliyetine dikkat çektikleri bir hadîslerinde, “Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu ya Yahudi ya Hristiyan yahut Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 80, 93; Müslim, kader 22, 25.) buyurmuşlardır. Burada Yahudi, Hristiyan, Mecusi denmiş olması, ebeveynin çocuğunu istediği çok farklı kalıplara sokabileceğini göstermektedir. Allah (c.c), mükemmel özelliklerle yaratıp hiçbir şey bilmeyerek dünyaya gönderdiği insanoğlunun, istikametini tayin etmedeki bu ana-baba rolü ve sorumluluğu uykuları kaçırtacak ağırlıktadır. Modern eğitim biliminde de bu sorumluluğuna dikkat çekilir.

Aile eğitimi konusunda neler yapılabileceği, çocukları dinî ve ahlâkî yönden istenen iyi özelliklerle yetiştirebilmek için onlara aile içinde ne tür yönlendirmeler yapılacağı, onlarla nasıl bir münasebet ve iletişim kurulacağı deneylere dayalı ilmî araştırmaları gerekli kılmaktadır. Son zamanlarda bu konuda önemli çalışmalar yapılmakta, deney ve tecrübelere dayalı birtakım prensip ve metotlar geliştirilmektedir. Şüphesiz ki, ilmî çalışmalarla tespit edilen kural ve prensipler çocuk yetiştirmede ihmal edilemez imkânlardır. Ancak bunlardan önce dikkatten uzak tutulmaması gereken husus, her çocuğun ister istemez bir değerler dünyasının içine doğması ve onunla büyümesidir. 

Her çocuk, ailesinin sahip olduğu değerler sistemi yahut karmaşası içinde, aile mensuplarının bilgi birikimleri, fikir ve kanaatleri çerçevesinde bir kişilik bulmakta ve onu geliştirmektedir. Bu yüzden ailedeki din eğitimi hususunda önce ailenin değerler sistemine yönelmek, onu tanzim etmenin imkânlarını ve yollarını aramak gerekmektedir. Bu mânâda ailede çocuğun din eğitimi, geniş kapsamlı bir konu olarak, hem ana-baba hem de top yekûn aile eğitimi şeklinde düşünülmelidir. Ailede çocuğun eğitimi sadece çocukla başlayıp biten bir hâdise değildir, çocuk üzerinde tesiri bulunan bütün aile fertleri bu eğitimin bir parçası, birer paydaşıdırlar. Bazen ebeveynin öğretici emeklerini diğer aile fertleri bilmeyerek ve istemeyerek de olsa boşa çıkarmakta, onların kaşıkla doldurduğunu kepçe ile boşaltmaktadırlar. Sevme güdüsüyle çocuğu ana-babaya karşı korumak, bir ikaza ve tedibe maruz kaldığında çocuğa destek çıkmak, ebeveynin koyduğu kural ve prensipleri çiğnemesinin yolunu açmak, bu hususta onu cesaretlendirmek şeklindeki davranışlar ebeveynin öğretici gayretlerini boşa çıkarmaktır. Bu davranışlar çocuğa bir iyilik değil aksine çok büyük bir kötülüktür. Eğer aile büyükleri, ebeveynin öğretici davranışlarını hatalı bulurlarsa, bunu çocuğa fark ettirmeden onlara iletmelidirler. Hele yanlışlığı, çocuğa destek mânâsında hemen o ânda asla dile getirmemelidirler. Yapılan araştırmalar çocuk üzerinde ana-babalardan ziyade, ana-babalığa soyunan yakınların etkili olduğunu göstermektedir. 

Aile fertlerinin sadece çocukla olan münasebetlerindeki hâl ve davranışları değil, aile içindeki bütün tutum ve davranışları çocuğu etkilemektedir. Onların her tavır ve hareketi çocuk tarafından sürekli gözlenip taklit edilmektedir. Bu bakımdan aile içinde bütün fertleri kapsayan ilişkiler düzeni, herkesin konumuna göre karşılıklı sevgi, saygı ve anlayışla dinî ve ahlâkî kurallar çerçevesinde en ideal düzeyde kurulmalıdır. İşte bu aile içi münasebetler düzeni çocukların dinî eğitimleri açısından üzerinde titizlikle durulması gereken en temel faktördür.

 Aile İçinde Münasebetler Düzeni

Aile içindeki ilişki ve etkileşimler çok karmaşık bir durum arz etmekle beraber ortak yaşama disiplini içinde bunların belli bir düzene sokulması çok kolay olmasa da mümkündür. Münasebetlerin düzene sokulması, çocukların eğitimi ve iyi yetiştirilmeleri bakımından önemli olduğu kadar bütün olarak ailenin yaşama kalitesi açısından da aynı ölçüde önemlidir. Yaşama kalitesi yüksek ailelerde uyumsuzluk, çekişme, gerginlik, düzensizlik ve süflî davranışlar görülmez. Uyumlu, düzenli ve kaliteli bir hayat tarzına sahip ailelerde yetişen çocukların, fazladan emek sarf edilmese de emsallerine göre kişiliği daha sağlam ve olgun kişiler olmaları tabiîdir. Çocuk eğitiminde; değerleri, kuralları, âdetleri olan ve bunlar üzerinde geliştirilmiş yaşama disiplini ve geleneğine sahip bir aile olmak önemlidir. 

Aile hayatının bu yönde ciddi eksiklik ve aksaklıkları varsa öncelikle bunların giderilmesi, ailede dinî ve ahlâkî değerlere uygun hayat sistematiğinin kurulması gerekir. Aile içinde dinî ve ahlâkî kurallara uygunluk yönünden ciddi hatalar, yanlışlıklar (meselâ ailede sevgi, saygı, dürüstlük, sadakat, edep, iffet, nezaket, yardımlaşma, paylaşma, çalışkanlık, ciddiyet, sorumluluk vb. konularda bir gevşeklik, dikkatsizlik ve duyarsızlık…) varsa bunlar giderilmeden din eğitimi adına yapılan işler, alınan tedbirler neticesiz kalmaya mahkûmdur. Allah (c.c) Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de insanı cehenneme sürükleyecek davranışlardan kaçınılmasını ihtar ederken “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm 6) buyurmaktadır. Dikkat edilirse ayette önce kendimizin, sonra da ailemizin davranış ve yaşayışını düzene sokmamız emredilmektedir. 

Okul öncesi çağdaki çocukların büyükleri gözleyerek onları taklit ederek öğrenme eğilimleri baskındır. Çocuklar bu dönemde büyükler gibi olmaya özenir, onların davranışlarını doğruluk ve yanlışlık yargısında bulunmaksızın benimser. Modern eğitim bilimi, çocukların, çevrelerine uyum sağlama sürecinde önce sembollerden yola çıktıklarını, onlarla ilgilenip bütünleşmekten haz duyduklarını, sonra onları kavramaya ve anlamlandırmaya çalıştıklarını tespit etmiştir. (Haluk Yavuzer, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1992) Çocuklar çevrelerindeki insanların davranış sembollerini model alıp taklit etmeye çalıştıkça, aslında kendi davranışlarını geliştirirler. Bu bakımdan aile içinde dinî değerleri ve bu değerler üzerinde olumlu davranışları kazandırmanın en temel yollarından biri, çocuklara görsel zenginlikli modeller sunmaktır. 

Meselâ namaz kılan, dua eden bir aile büyüğü çocuklar açısından oldukça güzel ve etkili bir modeldir. Dürüstlük, çalışkanlık, cömertlik, merhamet, saygı, yardım davranışları aile içinde yaygınlaştırılmalıdır. Öğretmek istediklerimizi yaparak, yaşayarak göstermemiz gerekir. Çocuk dinî ve ahlâkî değerlere uygun davranışların neler olduğunu, ailesinde ve büyüklerinde görmelidir. Kimi anne-babalar çocuklarının iyi davranışlar kazanmasını isteyerek onlara hep iyi şeyler söylerler, nasıl davranmaları gerektiğini anlatırlar. Fakat çocuğa söyledikleri ile kendi yaptıkları birbirini tutmadığında anne-babanın bu çelişkisini çocuk çabuk fark etmekte ve onların söylediklerine itibar etmemeye başlamaktadır. 

Çocuk, hayatı yaşamaya, hayatın içinde kendisi olarak var olmaya çalışırken bunu büyüklerinin sözel telkinlerinden çok kendi yaşantıları yoluyla başarabilmektedir. Mücerret işlemler düzeni ve ortak yapı sistemleri oluşuncaya kadar çocuğun hayata dair eylemler şeması deneyimlerle oluşmaktadır. Çocuk bizzat yapmaktan, denemekten ve hissî münasebetlerden haz duyar; yapıp ettikçe öğrenir, yaşayarak öğrendikleri ile bütünleşerek o yönde bir kişilik geliştirir. Bu bakımdan çocuğun istenilen dinî ve ahlâkî değerlere uygun davranışlar geliştirebilmesi için, ona olabildiğince bu değerleri ihtiva eden özendirici yaşantılar hazırlanması, onunla paylaşılan uygun ortak yaşantı alanları oluşturulması gerekir. Böylece çocuklar bu yaşantı ortamlarında geliştirdiği ilişkilerle istenilen değerleri kazanma imkânını elde etmiş olurlar. Anne-baba çocuğuna daha çok vakit ayırmalı, ona hikâyeler, masallar, anılar anlatmalı, onu gezdirmeli, onunla oynamalı, şakalaşmalı, konuşmalı, bazı olayları ve nesneleri birlikte incelemeli ve değerlendirmeler yapmalıdır. Özellikle yemeklerde sofraya birlikte oturmak, birlikte dua etmek, çocuğun ibadet ve sohbet ortamlarına, faydalı sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasını sağlamak çok değerli neticeler vermektedir. Çocuğun haz duyarak katıldığı dinî törenler (bayramlaşmalar, kandil geceleri programları, mevlitler vb.) ibadetler, dualar, ilâhiler, dinî sohbetler onda ömür boyu silinmeyecek izler bırakır. 

Çocuğun İki Hassas Gelişim Evresi 

Çocuğun doğumdan itibaren başlayan fizikî, zihnî ve cinsî melekelerinin gelişimi, uzun zaman alan ve belli aşamalardan geçen bir seyir takip etmektedir. Gelişim psikologları, çocuğun zihnî gelişimini belli dönemlerdeki melekelerinin karakteristik özelliklerine göre evrelere ayırırlar. Bunlardan ikisi çocuğun tamamen ailenin kontrolünde olduğu okul öncesi döneme aittir. Konumuzla doğrudan ilgili olduğu için kısaca üzerinde durmak istediğimiz bu evreler, duyu-hareket dönemi ve işlem öncesi dönem diye adlandırılır.

Duyu-Hareket Dönemi, doğumdan itibaren geçen ilk iki yıllık süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde bebek çevresindeki nesnelere bir mana verememekle beraber onlara büyük bir ilgi duyar. Çocuk bu dönemde çevresiyle sadece hissî etkileşimler yaşar, annesinin sıcaklığını, sevgisini duyar, onun ilgi ve ilgisizliğinden etkilenir, çevresindeki sesleri, görüntüleri, sevgi ve kavga davranışlarını algılayıp şuuraltına kaydeder. Bu dönemde çocuğun dinî ve ahlâkî değerler kazanmasını sağlayacak öğretici anne-baba rolü, onun hep dinî ve ahlâkî değerler yönünde tutum ve davranışlar görmesini, yanlış ve aykırı sesler yerine tatlı, hoş, sevecen sesler duymasını sağlamak şeklinde olacaktır. Büyüklerin çocuğa karşı içten, sıcak ve sevecen tavırları, onun görebildiği ortamlarda başkalarına karşı gösterdiği sevgi, uyum, yardım davranışları çocukta çok olumlu tesirler bırakır.

Çocuk sevgi-nefret, cömertlik-cimrilik, uyum-uyumsuzluk, dürüstlük-hilekârlık vb. bütün duyguları duyu-hareket döneminde ana-babası ve diğer aile fertleri ile münasebetlerinden kazanmaya başlar. Ferdin sosyal gelişimi üzerinde duran Erikson’a göre sosyal gelişimin ilk evresi olan 0-18 aylık dönemde çocuk annesi ile sıkı bir hissî iletişim yaşamaktadır. Bu dönemde annenin çocukla olan iletişiminin olumlu olması onda temel güven duygusunun gelişmesini sağlarken, olumsuz olması da güvensizlik duygusunun gelişmesine yol açar. Bebeğin beslenme, temizlik, dokunulma, rahatlatılma ihtiyaçlarının giderilmesinde annenin uygun zamanlı, düzenli ve tutarlı davranışları çocukta temel güven duygusunun gelişmesine vesile olurken bu konudaki düzensiz ve tutarsız davranışları da çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına sebep olmaktadır. Bu dönemde çocuğun duyacağı hiçbir söz göreceği hiçbir davranış ihmal edilmeye gelmez. İleride dinî ve ahlâkî yönden önemli olacak tutum ve davranışların temelini oluşturacak kayıtlar bilinçsiz de olsa bu dönemde gerçekleştirilir.  İşlem Öncesi Dönem diye ifade edilen zihnî gelişimin ikinci evresi ise 2 yaş ile 6 yaş arasında geçen süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde çocuk nesnelere mânâ vermeye, onların münasebetlerini fark etmeye başlar, nesnelere yönelik hareketlerini belli sathî düşüncelere dayandırsa da mantıkî davranış gösteremez; kötüyü, yanlışı, faydalıyı, zararlıyı kendine göre bir ilişki seviyesinde algılayabilir ve ancak bu seviyede onlara karşı tutum alabilir. Bu dönemde çocuk bir şeyin kötü veya yanlış olduğunu, öğretilmedikçe veya denemedikçe bilemez, her gördüğünü taklit etmeye çalışır ve büyüklerin yaptığı her davranışı iyi ve doğru olarak kabul eder.  Bazı batılı eğitimcilere göre çocuklar altı yaşında şahsiyetinin üçte ikisini, bazılarına göre ise tamamını tamamlıyor.  

Yine bu dönemde çocuk ben merkezlidir, kendi eğilim ve arzularını ön plânda tutarak başkalarının bakış açısı ile kendi bakış açısı arasında ayırım yapamaz. Anne-babanın yoğun bir şekilde korumacı davrandığı bu dönemde çocuk kendisine enteresan ve çekici gelen hâdise ve ilişkiler içinde kişiliğini geliştirme, kendisi olma ve bağımsız davranma eğilimindedir. Bu tutkuyla her şeye atılmak ve her şeyi denemek ister, öğrenme arzusu üst düzeydedir, ana-babayı bıktırırcasına çok soru sorar. Ana-baba; “Ne yapacaksın, sen anlamazsın, büyüyünce öğrenirsin, her şeyi sorman/öğrenmen şart mı?” gibi itirazlara başvurmadan sabırlı bir şekilde çocuğun her sorusunu onun anlayabileceği şekilde cevaplamalıdır. Ana-baba çocuğun öğrenme ve özgürleşme eğilimlerini hiçbir şekilde bastırmamalı, çocuğu kollama ve gözetme tutkusunu, onu çevreleyen bir kafes hâline getirmemelidir. Çoğu ana-baba koruma refleksi ile farkında olmadan çocuklarını bıktırıcı bir sınırlama içine alırlar. Bu dönemde ana-babanın sınırlayıcı tavrı ile çocuğun özgürleşme eğilimi şeklinde başlayan zıt yönlü davranış ilişkisi, dikkatli bir şekilde uzlaştırılmadığı takdirde ileride tarafları birbirinden uzaklaştıracak yönde gelişme potansiyeline sahiptir. 

Zıt Yönlü Davranışların Kontrolü

Genellikle ebeveyn çocuğunu daima koruma ve kontrol altında tutma, çocuk da özgür davranma ve kendi kişiliğini ortaya koyma tutkusu ile hareket eder. Henüz tek başına sokağa çıkamayacak yaştaki bir çocuğu annesi elinden tutup yolun kenarında gezdirirken çocuk annesinin elinden kurtulup rasgele yürümeye, yolun ortasına dalmaya çalışır. Anne de takılıp düşmesin, başına bir kaza gelmesin diye onu sıkı bir şekilde kontrol altında tutar. Burada dikkat edilmesi gereken önemli husus; çocuğun özgürleşme eğilimi ile ebeveynin sınırlama eğiliminin ortaya koyduğu çelişki ve çekişme hâlidir. Başlangıçta gayet normal görünen bu zıt yönlü davranışlar önemsenmediği takdirde yıllar ilerledikçe başka alanlarda ve başka şekillerde her iki taraf için de bir tutku hâlinde sürüp gider. 

Bu zıt yönlü eğilim gösteren davranışlar baştan itibaren iyi yönetilmediği takdirde zamanla her iki taraf için de problem olmaya başlar ve bu problem daha başka problemleri davet eder. Burada problem oluşmasını önlemek için, durumu kontrol etme ve münasebetleri doğru bir şekilde yönetme sorumluluğu anne-babaya aittir, çocuktan bu konuda bir şey beklenemez. İlişkiler iyi yönetilemezse, anne-babanın aşırı sahiplenici ve korumacı tavrı çocuğun özgürleşme hasretini besleyeceğinden çocuk kendine yeter duruma geldikçe ebeveyninden uzaklaşır. Anne-baba çocuğun bazen yanlış da olsa özgür davranışına -meselâ düşüp canının yanmasına- izin verirse çocuk ağlayarak annesinin yardımını isteyecek ve ona ihtiyacı olduğunu öğrenecektir.

Aile içinde anne-baba ile çocuk arasındaki zıt yönlü eğilimlerin istenmeyen yönde gelişmesinin asıl sebebi; anne-babanın bebeklik yıllarından itibaren çocuğa karşı alışkanlık hâline getirdiği sınırlayıcı tutumunu, akılcı ve şuurlu bir şekilde geliştirememesidir. Çoğunlukla anne-babalar çocuk büyüdükçe ona karşı davranışlarını geliştirmek yerine çocuğun hep kurallara uyan, söz dinleyen, itaatkâr davranan birisi olmasını beklerler. Oysa o her geçen gün büyümekte, gelişmekte, kişiliğini bulmakta ve kendisi olma yolunda mesafe almaktadır. Ana-baba onun hayat basamaklarını tırmandıkça yükseldiğini, etrafa bakış açısının genişlediğini, karar verme yönünün geliştiğini görebilmeli, onun hayata açılma heves ve arzularını sınırlayan korumacılık bağlarını dikkatli bir şekilde gevşetebilmelidir. 

Sıkı korumacı tutumun en belirgin yanlışlıklarından biri, çocuğun her yanlış yahut istenmeyen davranışını yargılayarak ona sürekli nasihatte bulunmaktır. Nasihat çocuğa, suçlandığı, yetersiz olduğu, kabul görmediği hissini verecek şekilde ve sürekli olarak yapıldığında onun psikolojik olarak yıpranmasına sebep olabilmektedir. Nasihatin zamanı, üslûbu ve tarzı çok önemlidir. Öte yandan dinî ve ahlâkî değerler açısından yanlış bir davranışı gözlenen çocuğun “sen şöyle yaptın”, “yine böyle yaptın”, “hep böyle yapıyorsun”, “sen doğru bir şey yapmaz mısın”, “bir de biz söylemeden şöyle yapsan” vb. sözlerle yargılanması bir fayda sağlamamaktadır. Aksine bu tür yargılama sözleri, 6-12 yaş arası çocukların bütünleştirici ve kategorize edici yaklaşımları sebebiyle yanlış neticeler verebilir.

Sürekli yargı sözleri ile telkinde bulunmak, bu yaşlardaki çocukların hassasiyetlerini körelttiği gibi, şekle ait bazı benzerlikler kurdukları diğer konulardaki cesaretlerini de kırabilir. Çocuğun yanlış olan ilk deneyimlerinin, otoriter ve yargılayıcı tavırlarla karşılanması, onun her zaman hata edebileceği korkusu ile kendine güveninin zayıflamasına ve kişilik gelişiminin olumsuz yönde seyrine sebep olabilir. Bunun için ana-baba çocuğun bir yanlış davranışını düzeltmek istediğinde, onun bunu niçin yaptığını sorgulamaktan kaçınarak, ona suçlandığı hissini vermeden, davranışının yanlışlığını öğretmelidir. (Bu bölüm Prof. Dr. Suat Cebeci’nin eğitiminin bazı köşe taşları adlı çalışmasından derlenmiştir.)

(http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/ailede-din egitiminin-bazi-kose-taslari)

7. KUR'AN-I KERİMİN VE PEYGAMBER (SAV) EFENDİMİZİN SÜNNETİ IŞIĞINDA İSLAM'IN TERBİYE SİSTEMİNE KOYDUĞU BAZI ESASLAR

Terbiyeye Erken Başlama

Dinimiz açısından da fiilî ve sistemli terbiye mümkün mertebe erken başlatılmalıdır. Taberanî’nin Ebu’d-Derda’dan aktardığına göre, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Küçük yaşta ilim öğrenmek, taşa yazı nakşetmek / kazımak gibidir. Büyük yaşta ilim öğrenmek ise suya yazmak gibidir." (bk. Mecmau’z-Zevaid, 1/125) buyurmuş ve fakat yaşla ilgili rakam vermemiştir. Hatta Kur’ân-ı Kerîm’de küçük yaşta hikmet verilen Hz. Yahya ve beşikte konuşan Hz. İsa’dan bahsedilmiş olması bile terbiyede erken yaşın önemine ilâhî bir uyarı kabul edilebilir.

Gerek dinî bilgilerin ve gerekse dinî amellerin (namaz, oruç, tesettür, hac vs.) çocuklara erken yaşlarda verilmesinin bir sebebi, insan fıtratında hayrın bir alışkanlık olduğuna dâir düstûr olsa gerektir: “Hayra alışın. Zira hayır alışkanlıkla kaimdir.” (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/198-199.) Burada hayır kelimesiyle, dinimizin yapılmasını emir ve teşvîk ettiği her çeşit güzelliklerin ifâde edildiğini anlayabiliriz.

Hz. Hasan’ a (ra) Al-i Beyt’e haram olan zekât hurmasından yemek üzere ağzına bir tane atınca Rasulullah (sav), “be” “be” [Yavrum at onu, yavrum at onu] Bilmez misin biz sadaka yemeyiz” diye müdahale eder. (Buhari, Zekat 60) Alimlerimiz bu sünnetten hareketle “yapılan müdahaleyi anlayacak yaşa gelen çocuğa terbiyevi müdahale yapılır” demiştir. (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, Işık y., sf:328)

Aleyhisselatü Vesselam konuşmaya başlayan akraba çocuklarına “Çocuk edinmeyen, hakimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allah'a hamd olsun» de ve tekbir getirerek O'nun şanını yücelt!” (İsra 111) ayetini yedi kere tekrar ettirip ezberletmiştir.  (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, Işık y., sf:328)

 Asgari Müdahale

Hz.Peygamber (sav)’in terbiyevî uygulamalarından hareketle, küçük çocukların terbiyesinde aşırı müdâhaleci olmamanın gerektiğini söyleyebiliriz. Bu müsâmahalı tavır, çocukla ilgili pek çok meselede bir esas olduğunu, on yaşından îtibâren, yirmi yaşına kadar Aleyhissalâtuvesselam’ın terbiyesinde kalan Hz. (ra)’ın, farklı rivâyetlerde gelen açıklamalarından  görmemiz mümkün: O, hazerde ve seferde Aleyhissalâtuvesselam’a on yıl hizmet ettiğini, işlerinin her defâsında Resûlullah’ın arzu ettiği şekilde olmadığını, buna rağmen kendisine bir defacık ne vurduğunu, ne sebb ettiğini, ne azarladığını, ne surat astığını, ne ayıpladığını, hatta bir kere olsun: “Öf be!” demediğini, yaptıkları arasında hoşuna gitmeyen için: “ne fenâ yapmışsın...” demediğini, veya yapılan fenâ bir şey için: “bunu niye böyle yaptın!”, yapılmayan bir şey için de: “onu niye yapmadın!” diye hesâba çekmediğini, kazârâ hanımlarından biri: “Keşke şöyle yapsaydın” diye müdâhale edecek olsa: “Bırakın çocuğu. O, Allah (c.c) (c.c)’ın murât ettiğinden başka bir şey yapmamıştır” dediğini anlatmaktadır.

Murakabe

Hz.Enes (ra)’ın beyânlarından hareketle, nebevî terbiyede müdâhalesizliği bir prensip olarak belirlemiş isek de, bununla çocukları başıboş bırakma, onları hevâlarına terk etme anlaşılmasın. Hz.Peygamber (sav) Efendimiz, çocukların eve giriş çıkış saatlerinden, verilen vazîfeleri yapıp yapmadıklarına, kılık kıyâfette edep ve yasağa uyup uymadıklarına, vs. varıncaya kadar pek çok teferruatta murâkabeyi, tâkip etmeyi esas kılmış, tâkip etmiştir. Bu hususla ilgili Peygamber (sav) Efendimizin sünnetinde ders alınacak güzel örnekler var:

Hz. Enes (ra), kendisine Resûlullah’ın mûtat dışı verdiği bir işten dolayı bir gün evine gecikerek döndüğünü, annesinin kendisini: “Niye geç kaldın?” diye sigaya çektiğini, “Resûlullah (sav) bir işe yollamıştı” cevabı üzerine: “O iş de ne idi?...” diye iyice tahkîk ettiğini belirtir.

Yani, Enes (ra) Resûlullah’a (sav) hizmete geliyor ama alışılmış dönüş vakitleri var. Bir kere gecikme dikkat çekiyor ve sebebi soruluyor.

Yine Enes (ra)’ın anlattığına göre, Aleyhissalâtu vesselam, kendisini bir işe gönderir. Fakat aksiliği tutar “gitmeyeceğim” diyerek evden ayrılır. Yolda rastladığı bir grup çocukla oyuna takılır. Derken Resûlullah (sav) gelip ensesinden yakalar. Dönüp yüzüne bakınca görür ki yakalayan Resûlullah’tır ve tebessüm ederek: “Ey Enescik! Sana emrettiğim yere git!” diye tekrar emretmektedir. Ve Enes: “Gidiyorum” diyerek gider. (Ebû Dâvûd, Edeb, 1 (IV, 246).

Yani verilen işten çocuğun kaytarması, ciddî takiple önlenmelidir; aksi takdirde bu kötü bir alışkanlık hâline gelebilir.

Nûman İbnu Beşîr (ra) anlatıyor: “Hz.Peygamber (sav)’e Tâif üzümünden bir miktar hediye getirilmişti. Beni çağırarak: “Şu salkımı al, annene götür!” dedi. Aldım, fakat yolda giderken yedim bitirdim. Birkaç gün sonra (karşılaşmıştık ki sordu): “Salkımı ne yaptın, annene ulaştırdın mı?” “Hayır!” dedim. Bunun üzerine beni “gunder (vefâsız)” diye tesmiye etti.”  (İbnu Mâce, Et´ime 61 (3368h.))

Yani çocuk takip edilecek, verilen işi yerine getirmediyse, bir sûrette hoşnutsuzluk ihsâs edilecek.

Kötü Söz

Kötü söz tâbîriyle, işlenen bir hatâyı yüze vurma dâhil, tehdit, tahkir, takbih, lânet, beddua, azar, sövme, istihza ve benzeri telaffuzların hepsini kastediyoruz. Bunlar, çocukların rûh sağlığını ve karakterini bozacağı ve dolayısıyla suç işlemelerinde etkili olacağı için çocuklara kötü söz sarf etmeyi Peygamber (sav) (sav)imiz yasaklamıştır: “Çocuklarınıza beddua etmeyin. Bu (kötülük talebiniz), Allah (c.c)’ın icâbetine mazhar olabilir.” Şu hadîs de mevzûmuza girer: “Mü’min kişi ta’n edici, lânet okuyucu, müstehcen sözler sarf edici, çirkin laflar edici değildir.” (Tirmizî, Birr, 48.)

Kötü Arkadaştan Sakındırma

Terbiyenin mühim bir meselesi, çocukları arkadaşlarından gelecek kötülüklerden korumaktır. İmam Gazâlî, “Terbiye”yi târîf ederken: “Terbiyenin aslı ve esası, çocukları kötü arkadaşlarından hıfz etmektir” der. Kişinin şahsiyetini bulmasında arkadaşının ne kadar önemli olduğunu Hz. Peygamber (sav) de: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz dost edindiği kimselere dikkat etsin” (Tirmizî, Zühd, 45; Ebû Dâvûd, Edeb, 16) diyerek ifade etmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de de iyi ve kötü dostlarla ilgili uyarılar gelmiştir. Biri şöyle: “Müminler, müminlerden ayrılıp kâfirleri dost edinmesin. Bunu her kim yaparsa Allah (c.c)’la ilişiği kesilmiş olur.” (Al-i İmran 28)

Tabii bu arada şuna da dikkat etmek gerekir; “Çocuğu kötü arkadaşlarından korumak adına tüm arkadaşlarıyla temasını keserseniz terbiye metotları içerisinde zaruri olan dairelerden birini eksik bırakmış olursunuz. Çocuk boşluğu sevmez onun yerine başka zararlı bir husus girer. Onun için çocuk arkadaşlarıyla büyüyecek ama onlardan gelecek kötü tesirleri yakın alaka ile anne-baba önlemeye çalışacak. Yakın alaka ve murakabe çocuğun terbiyesinde en önemli husustur. Yakın alaka ile çocuğun arkadaşlarından alacağı kötü etkileri asgariye hatta sıfıra indirgeyebiliriz. Çocuğu arkadaşlarının arasına salıp peşine düşmez, arkadaşlarından ne alıyor, nasıl etkileniyor diye merak etmezsek  o zaman çocuğumuzun terbiyesini tesadüflere bırakmış oluyoruz. Terbiye ciddi bir meseledir, tesadüflere bırakılmaması lazım gelir.

Şu hâlde çocuğu hayırlı evlat  olarak yetiştirmenin  en mühim yolu, bilhassa günümüzde, onu kötü arkadaşlardan korumaktır diyebiliriz.

Çevreyi, terbiye dairelerinden biri olarak zikretmemiz lazım. İnsan büyük ölçüde içinde yaşadığı çevrenin çocuğudur. Çevreyi içtimâî yönüyle ele alsak da, fizikî yönüyle ele alsak da hüküm değişmez; çocuğun sağlıklı bir gelişme göstermesinde her ikisi de ehemmiyet taşır. Bu sebeple Hz.Peygamber (sav), çocuğun hakları arasına “yerinin güzel olması”nıda dâhil etmiştir. “Yer güzelliği”nden, “annenin temiz asıllı ve dindâr olması” anlaşıldığı gibi, çocuğun yetiştiği yerin, Kur’ân ve ilim öğrenmeyi sağlayacak fizikî ve içtimâî şartları taşıması da anlaşılmıştır. Sünnette gelen çeşitli veriler değerlendirilince, İslâmî meskûn mahallin çarşı-pazar, mescit, mektep, yeşil alan ve hatta çocuklar için oyun bahçesi ile mücehhez olması gerekmektedir.

Bu şartları hâiz bir çevrede yetişen çocuklar elbette ki daha mükemmel bir terbiye almış olarak; bu imkânlardan mahrûm olan emsallerine nispeten suç sayılan işlere daha az rağbet edeceklerdir.

Çocuk Peygamber (sav) Efendimizin sünnetinde bütün cemaatlere dahil olarak yetişiyor. Hiçbir cemaat çocuklara yasak değil. Camisi de serbest Cuması da serbest hatta bir Cuma namazında Peygamber (sav) Efendimiz torunu Hasan’ı (ra) hutbe okurken yanına oturtuyor. Bazen severek bazen okşayarak hutbesini okumaya devam ediyor. Demek çocuk hayatın içinde büyüyor. Laboratuarda yetiştirir gibi çocuğu sokağa çıkarmadan, okula göndermeden, arkadaşlarıyla buluşturmadan evde hapsedemezsiniz. Çocuğu hayatın içinde yetiştirmek zorundayız. Kötünün kötü olduğunu, iyinin iyi olduğunu söyleyerek çocuğu büyüteceğiz. Çocuk sokağa illaki çıkacaktır. Gerçi İstanbul gibi büyük şehirlerimizin sokaklarında çocuklar artık pek toprağı bulamıyor ama ne yapıp edip çocuklarımızı toprakla haşır neşir olmalarını sağlayacağız. Üstünü kirletiyor diye çocuğumuzun toprakla irtibatını kesmeyeceğiz. Çocuğumuzun sağlığı için bunu yapacağız. Çünkü Peygamber (sav) Efendimiz “Toprak çocuğun baharıdır”( Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, VI, 140) buyuruyor.

- Hayvanlar bile çocukların yetişmesinde oldukça önemlidir. Peygamber (sav) Efendimiz büyüklerin hayvanlarla iştigalini pek tasvip etmiyor ama çocuklara müsaade ediyor. Demek ki çocukların inkişafında hayvanlarla oynamasının bir yeri var. Kedilerle, kuşlarla oynamasına mani olursak demek ki bir eksiklik meydana gelecektir.

- Günümüz şartlarında terbiyevi halkaların içine ailenin hemen arkasında ikinci planda medyayı koyabiliriz. Bugün gazete, televizyon, radyo sürekli bir biçimde çocuklarımızla haşır neşir. Tesir bakımından arkadaştan bile önde bulunuyor medya. Medya nasıl kullanılmalı ki çocuklar üzerindeki zararı asgariye düşsün, sorusu sürekli gündemimizde olmalı.

Televizyonlar seyretmenin neden olduğu fiziki zararların yanı sıra oradan alacağı ahlaki birikim söz konusu. Çok kötü sözler, manzaralar o bakımdan medyayı da gündemimizde tutup, medya konusunda bilgilenip çocuklarımızın medyadan kötü tesir almaması için bir şeyler yapmak lazım. Sözgelimi piyasaya çıkan faydalı video ve VCD’ler var. Çocuklarımızı bunlara yönlendirebiliriz.

Televizyonlarda kimi zaman şu yaşın altında kimseler izlemesin tarzında bir yaklaşım sergileniyor. Bu batıdan gelen bir yaklaşım. İslam'da şunlar çocuklar için zararlı büyükler için faydalı diye bir husus yok. Bir şey zararlıysa bu büyük için de küçük için de zararlıdır. Yararlıysa büyük için de küçük için de yararlıdır.

Yaygın gayri İslami kültürden kurtulmak mümkündür. Bunun için medyanın çocuklara ulaşmasının önlenmesi gerekmektedir. Bunun için 1 - Çocukların medyaya ayıracakları vakti sınırlamak, 2 - Çocuklara neyin gösterildiğini dikkatlice (takip edip) gözlemek ve onlar içi medyada sunulan programların tema ve değerlerinin sürekli bir akılcı eleştiri (ve tenkidini) yapmaktır.  (Prof. Dr İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, Işık y., sf:108)

Sevgi ve Şefkat

Günümüz terbiyecilerinin ısrarla üzerinde durdukları bir husûs, çocuğun sevgiye olan ihtiyâcıdır. Bu ihtiyâcın şiddetini belirtmek için, sevgi ihtiyâcını ekmek ve suya ve hatta temiz havaya olan ihtiyâca benzetirler. Bu benzetmede asla mübâlâğa yoktur. Sevgi görmeyen çocukların ne karakter ne de zekâ ve kabiliyetler yönüyle gelişmeyeceği, çocuğun bencil bir hâl alıp içine çekileceği, rûhî kuvvelerinin yeterince inkişâf etmeyeceği belirtilmiştir. Kezâ bedenen sağlıklı inkişâf da onun rûh hâliyle ilgilidir. Sevgisiz yetişen çocuklar, hayâtları boyunca bunun eksikliğini ve bu eksiklikten hâsıl olan pek çok maddî, mânevî, rûhî, psikolojik sıkıntıları çekecektir.

Hz.Peygamber (sav)de çocuklara karşı izhâr edilecek şefkat ve sevgi üzerinde ısrarla durur, şiddetle buna teşvîk eder: “Küçüklerimize şefkat etmeyen ... bizden değildir” (Tirmizî, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 66) “Çocuklarınızı çok öpün, zîrâ her öpücük için size cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beş yüz yıllık mesâfe mevcuttur. Öpücüklerinizi sayarlar ve sizin için yazarlar.”  (Müsnedü Zeyd İbn Ali, 505.)

Örnek Olmak

Çocuklara verilmek istenen bütün değerlerde anne-babanın iyi örnek olması gerekir.

* Ahenkli geçim: Âilede anne ile baba karşılıklı sevgi, saygı, nezâket, anlayış ve dayanışmaya dayalı bir geçim sergilemelidir. Çocukların rûhî ve psikolojik sağlıkları öncelikle böylesi bir âile huzuruna bağlıdır. Bu da kadın ve erkek her iki tarafın çocuklarının geleceğini de düşünerek şuurla hareket etmelerini gerektirir. Birbirine zıt hayât görüşlerine sâhip olan ve bu sebeple sıkça münâkaşa eden ve zıt uygulamalara yer veren anne-babanın çocukları, en azından ihtilaflı meselelerde sağlıklı bir görüş ve alışkanlığa eremez. Sözgelimi televizyon kullanımından, gezme, eğlenme, ibâdet, tatil konularına, hatta sofraya konacak yemeğin çeşidine kadar pek çok şey münâkaşa konusu olabilir. Bunlar asgarîye düşürülmelidir.

* Anne-baba birbirlerine veya çocuklara yalan söyleyerek çocukların doğru sözlü olmalarını sağlayamazlar.

* Anne-baba boş vakitlerini aylak geçirerek çocukların gayretli ve çalışkan olmalarını sağlayamazlar.

* Nezâketli anne ve babanın çocuklarının nezâketsiz olmaları uzak ihtimaldir.

* Kitap okuma alışkanlığının da küçüklükten îtibâren büyüklerden görülerek kazanılan bir erdem olduğunu kim inkar edebilir!

Hz. Peygamber (sav), ibâdetlerden bir kısmının evlerde ifa edilmesini, evlerin kabristana çevrilmemesini emreder: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Kur’ân okuyun; Kur’ân okunan eve şeytan girmez”, “Nâfile namâzlarınızı evlerinizde kılın, onları kabirlere çevirmeyin” (Buhârî, Salât, 52) vs. Bütün bunlar, terbiyevî ideallerin gerçekleşmesinde âilevî hayâtın ehemmiyetini ifâde eder. 

Öncelik Dini Eğitime

Çocuklara öğretilmesi gereken “hayır”lar çoktur. Bunların hepsi birden öğretilemez. Mutlaka burada bir hiyerarşi gerekmektedir. Bu noktada hemen belirtmek isteriz; İslâm dini, ta baştan beri, çocuklara önce îmân esaslarının öğretilmesini, sonra da ibâdetlerini yapmaya alıştırılması sûretiyle dinî terbiyenin verilmesini esas almıştır.

Esâsen Kur’ân-ı Kerîm’de, âile efrâdına öğretilmesi gereken pek çok şey içerisinde sâdece namâzla ilgili açık bir emre yer verilerek: “Âilene namâzı emret, sen de namâza sabır ve sebâtla devâm et” denmesi, namâzın nasıl öncelikli bir yer tuttuğunu gösterir. Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’de, namâzın “hayasızlık ve kötülükten” alıkoyacağının ifâde edilmesinden, dinimiz açısından çocukların fenalıklardan, suçlardan korunmasında önce namâz olmak üzere, din eğitiminin nasıl önemli bir yer tuttuğu anlaşılır. Önceliği dinî terbiyeye veren bir terbiyenin gerçekleşmesinden İmamın da sorumlu olduğuna dikkat çeken Kadı Iyaz, gerekçeyi de ilâve eder: “... Zîrâ çocuğun, bilâhare kalbinden sökülüp atılması zor olan bozuk bir mezhep üzere yetişme ihtimâli vardır.”

Eşit Muamele

Hz. Peygamber (sav)’in çocuk terbiyesinde ısrarla üzerinde durduğu bir husûs, eşit muâmeledir. Bu, aynı âile içerisindeki çocuklar arasında olduğu gibi, okulda aynı hocanın nezâreti altındaki çocuklar arasında da uygulanması gereken bir düstûrdur. Yani anne ve babalar çocukları arasında kızdır-erkektir, büyüktür-küçüktür, şudur-budur diye bir ayırım yapmaktan yasaklandığı gibi, hocalar da ders verdikleri talebeler arasında hür çocuğu-köle çocuğu, akrabâ çocuğu-yabancı çocuğu vs. gibi akla gelebilen her çeşit tefrîk ve ayırımlardan yasaklanmıştır.

Eşit davranma emrini alimlerimiz (Prof. Dr. İbrahim Canan, Aile İçi Eğitim, Işık y.,sf: 325) “bir öpücüğe varıncaya kadar zahire akseden her şeyde olmalıdır” şeklinde anlamıştır. Hasen (güvenilir) bir senetle geldiği belirtilen bir hadiste Aleyhisselatü vesselam, bilhassa erkek çocuklarının kayırılmaması gerektiğini şöyle vurgulamıştır: “Çocuklarınız arasında eşit davranın, şayet ben ayırım yapacak olsaydım kızlara öncelik tanırdım.” (İbn-i Hacer, Fethü’lBari, 6/141 )

8. ÇOCUK EĞİTİMİNDE DOĞRULAR-YANLIŞLAR

Ana-babaların yaptığı hatalar ve ne yapılması gerektiğine kısaca göz atalım: SÖYLEYECEKLERİMİ YAPMAYIN!

1. ÇOCUKLARI KENDİNİZE KARŞI KİNLİ YAPMANIN YOLLARI

Ona KARŞI daima aksi ve asık suratlı olun. Niyetinin ne olduğuna bakmaksızın en küçük bir kabahati ceza ile KARŞILAYIN. Böyle davrandığınız zaman, size nasıl kin beslediğini göreceksiniz. Çocuğunuzun size KARŞI kin beslemesini temin etmenin birçok yolu vardır. Bunlardan biri de onun hislerine değer vermemektir.

2 ÇOCUKLARI KENDİNİZE KARŞI İTİMATSIZ YAPMANIN YOLLARI

Onlara boş vaatlerde bulunun.

3. ÇOCUKLARIN SİZE HAKARET ETMELERİNİ SAĞLAMANIN YOLLARI

“Çocuklarınızın en küçük suçunu hakaret ve alayla KARŞILAYIN.” “Her şeyini tenkit edin.”

4. ÇOCUKLARIN SÖZÜNÜZÜ DİNLEMEMELERİNİ SAĞLAMANIN YOLLARI

Yerine getirip getirmemelerine bakmaksızın emirler yağdırın. Onlardan yerine getiremeyecekleri şeyleri isteyin. Suçlarını zamanında cezalandırmak yerine kuru tehditler savurun.

5. ÇOCUKLARI İNSANLARDAN SOĞUTMANIN YOLLARI

“Onlara daima kötü insanlardan bahsedin.” “Bu dünyada güvenilecek insan kalmadığını tekrarlayın.” “Herkesin menfaat peşinde koştuğunu söyleyin.”

6. ÇOCUKLARI ZALİM VE ACIMASIZ YAPMANIN YOLLARI

“Herkese, hatta çocuklarınıza bile kaba davranın. “ Hayvanlara işkence edin.” “Sizden zayıf olanları daima ezin.”

7. ÇOCUKLARI BAŞKALARINA KİN DUYMAYA ALIŞTIRMANIN YOLLARI

“Çocuklar birbirlerine kızdıkları vakit onlarla birlikte olun.” “Kızdığı kimseye lanetler yağdırın.” “İntikam almasını teşvik edin.” “Birisi çocuğunuza hakaret ettiği zaman olayı büyütün, bunu asla unutmasın.”

8. ÇOCUKLARI KISKANÇ BİRER BİREY YAPMANIN YOLLARI

“Çocukların yanında daima durumu sizden iyi olanları eleştirin.” “Varlıklı, işi yerinde, mutlu insanların başkalarını düşünmeyen kimseler olduğunu söyleyin.”

9. ÇOCUKLARIN HAYAL VE KABUS GÖRMELERİNİ SAĞLAMANIN YOLLARI

“Onlara büyüden, sihirden, peri masallarından, Kaf Dağının ardındaki denizden, kötü kalpli cadıdan bahsedin.”

10. ÇOCUKLARI DİNSİZ YAPMANIN YOLLARI

Çocukları devamlı Allah (c.c) (c.c)'la korkutun. O'nun yaramaz çocukları cehennemine attığını, cayır cayır ateşlerde yaktığını söyleyin. Onlara dinlerini zorla öğretin. Dua ezberleyemedikleri veya camiye gitmek istemedikleri zaman dövün. Din adamlarını, dindarları küçük düşürücü sözler sarf edin. Onların, her insanda bulunabilecek, küçük hatalarını abartarak anlatın. Dindar akrabalarınızı çekiştirerek gözden düşürün.

11. ÇOCUKLARI TABİATIN GÜZELLİKLERİNE KARŞI HİSSİZ YAPMANIN YOLLARI

“Onlar, Allah (c.c) (c.c)’ın sanat harikalarıyla dolu tabiatla ilgilenince bu meraklarıyla alay edin.” “Otla, böceklerle boş insanların uğraştığını söyleyin böylece onların tefekkür hislerini köreltin, ta ki duygusuz kaba birer insan olsunlar.” “Duygularını köreltecek, düşünce kabiliyetini dejenere edecek bir yol da şudur; onlara çok küçük yaşta zorla okuma-yazma öğretin seviyesinin üzerinde bilgi vermeye çalışın. Ders çalışmadığı zaman üzerinde dayağı eksik etmeyin.”

12. ÇOCUKLARI İNATÇI YAPMANIN YOLLARI

“Onların her isteklerini yerine getirin.” “ Bir dediklerini iki etmeyin.” “ Hiçbir arzularını geri çevirmeyin. Göreceksiniz ki söz dinlemez, laftan anlamaz birer inatçı çocuk olup çıkacaklardır.” “Onların haklı isteklerine kulak asmayın. İlla da istiyorum diye ağlamaya başlayınca arzularını yerine getirin.”

13. ÇOCUKLARI KÜÇÜK YAŞTA İFTİRACI YAPMANIN YOLLARI

“Çocukların yanında daima başkalarını çekiştirin ve onlara da tasdik ettirin, sık sık başkalarını eleştirin suç atın.”

14. ÇOCUKLARI YALANCILIĞA ALIŞTIRMANIN YOLLARI

“Onlara yalancılıkla örnek olun.” “Yerine getirmeyeceğiniz vaatlerde bulunun.” “Başkalarına yalan söylemeyi tembihleyin.” “Daha küçüktür diye yalanlarını hoş görün.” “Uyduruyor diye iltifat edin.” “Suçlarını itiraf ettikleri zaman onları şiddetle cezalandırın, böyle davrandığınız takdirde cezadan kurtulmak için yalan söyleyeceklerdir.”

15. ÇOCUKLARI NANKÖR VE SOMURTKAN YAPMANIN YOLLARI

“Her şeyin kötü tarafını gösterin.” “Hayatınızdan hep şikayetçi olun. “ Kötü bir kaderiniz olduğundan yakının.”

16. ÇOCUKLARI GAYESİZ, ENERJİSİZ VE HAYATTAN SOĞUMUŞ İNSAN YAPMANIN YOLLARI

“Onlara ders çalışması için baskı yapın.” “Oyun oynamalarına izin vermeyin.” “Daima ve her zaman ders çalışmalarını sağlayın. “ Sizi dinlemeyerek derslerini ihmal ederse dayağı başlarından eksik etmeyin.” “Kendilerinin hoşlandığı değil sizin seçtiğiniz bir mesleğe özendirin.” “Sevdiğiniz mesleğe kabiliyetlerinin uygun olup - olmadığına aldırmaksızın onlara baskı yapın.

17. ÇOCUKLARDA GÜVEN DUYGUSUNU KIRMANIN YOLLARI

“Çocukların kendilerini size beğendirmek için gösterdikleri gayretleri görmezden gelin.” “ Onların işini beğenmeyip, beceriksizlikle itham edin.” “ Çalışmaları ile alay edin.”

18. ÇOCUKLARI İNTİZAMSIZ, DAĞINIK, PASAKLI YAPMANIN YOLLARI

“Onların temizliğe olan hevesini kırın bu titizlikleriyle alay edin.” “Dağınık ve intizamsız hareketlerinizle onlara örnek olun.”

19. ÇOCUKLARI TEMBEL VE HAYLAZ YAPMANIN YOLLARI

“Onlara mutluluğun sadece parada ve zenginlikte olduğunu söyleyin.” “Çok okumakla zengin olunamayacağını etraftan örnekler göstererek anlatın ve onları okuldan soğutun.” (C. G. SALZMAN’ ın ilgili çalışmasından derlenmiştir.)

Çocuklarla İletişimde Yanlışlar - Doğrular

 “Ne kadar aptalsın!” Şiddetli öfke anında ebeveynler bu sözü sık sık söylerler. Bunu çocuğunuza sık sık tekrarlamanız, onun aptal olduğuna gerçekten inanmaya başlaması için yeterlidir. Ona bu sözü söylemek yerine, “Bu ne kadar aptalca bir durum değil mi?” demeyi deneyin. Daha iyisini yapabilirdin! Aslında bu çocuğa olumlu bir mesaj olmakla beraber, çocuğa olumsuz hisler verebilir. En iyisi çocuğunuz beğeneceğiniz bir şey yapana kadar bekleyin ve “işte şimdi çok iyi oldu” deyin.

“Neden onun gibi değilsin?” Bu asla söylenmeyecek bir sözdür. Çocuğunuzun başka birine benzemesine sebep olursunuz. Bu kıyaslama çok tehlikelidir.

“Keşke çocuğum olmasaydı.” Arada bir de olsa çocuk sahibi olmamayı isteyebiliriz, ama bunu asla söylememeliyiz. Bu çocuk için reddedici bir ültimatomdur. Eğer kendinizi bu sözü söyleyecek kadar kızgın hissederseniz, bulunduğunuz yeri terk edin, mesela odadan dışarı çıkın. Bu öfkenizi yatıştırmak için iyi bir yoldur.

“Senin için yaptıklarıma bak!” Başka bir değişle çocuğunuza:  “Eğer sen doğmasaydın benim yaşantım şimdikinden daha iyi olacaktı.” dememelisiniz. Bu doğru bile olsa, doğmayı çocuk istememiştir. Ebeveyn olmanın fedakârlık yapmak anlamına geldiğini sakın unutmayın.

“Sen bir yalancı ve hırsızsın!” Çocuklar bazen bir şeyi alırlar ve sorulduğu zaman da inkâr ederler. Bu onun yalancı ve hırsız olduğu anlamına gelmez.

“Aptallık etme korkacak bir şey yok.” Yatağının altında korkunç bir mahluk olduğunu söyleyen çocuğunuza bu sözü kolaylıkla söyleriz. Bunu söylemeniz çocuğunuza tehlikeli mesajlar verir. Çocuk korkunun aptalca bir şey olduğuna inanır. Bu yüzden ileride gerçek korkularını size anlatmaktan çekinir. Dünyanın korkutucu olabileceğini kabul ettirin ve korktuğunda ona destek verin.

“Seni terk edeceğim.” Çocuğunuzu, istemediğiniz bir davranıştan caydırmak için “seni terk edeceğim” diye korkutmayın. Çocuk onu terk edip bir daha geri gelmeyeceğinize inanır ve çok korkar. Bunun yerine, istemediğiniz bir davranıştan caydırmak için birkaç dakika onunla ilgilenmeyin, daha sonra elinizi tutmasına izin verin.

“Daima büyüklere itaat etmelisin.” Daima büyüklere itaat etmesi öğretilen bir çocuk, sapıklar ve çocuk istismarcıları için kolay bir avdır. Çocuklarınıza büyüklere saygılı davranmayı öğretin, fakat her büyüğün mükemmel olmayacağını, dolayısıyla onlara itaat etmenin bazen doğru olmayabileceğini ona açıklayın. Mesela çocuğu ayartıp götürmeye çalışan bir büyüğe uymaması gerektiğini daima anlatın.

“Baban eve gelene kadar bekle” Aşırı disiplin düşkünü bir ebeveyn, çocuk için de kendisi için de tehlikelidir. Baba yahut anneyi, aşırı korkutucu birisi olarak empoze etmek çocuk için zararlıdır. Disiplinin en güzel yolu, çocuğun problemleri ile zamanında ve ciddiyetle meşgul olmaktır. (Prof. Dr. Mehmet Emin Ay’ın Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi adlı eserinden derlenmiştir.) (Derleyen: Y. Emre Kırmızılı)

9. SONUÇ

Ø  Çocuk, ebeveyn için büyük bir nimet olduğu kadar aynı zamanda kıymetli bir emanettir. Bu açıdan, çocukların bedenen ve ruhen sağlıklı bir şekilde, zamanın ihtiyaçlarına göre yetiştirilip güzel ahlak ile terbiye edilmeleri, söz konusu emanete karşı en temel sorumluluktur.

Ø  Ebeveynler iş yoğunlukları, evdeki görevleri gibi mazeretlerle çocuklarını ihmal etmemeli, çocuklarına vakit ayırmalıdırlar, onlara değer vermelidirler.

Ø  Teknolojik aletler, gittikçe artan hayat temposuna yetişmek adına ebeveynler tarafından adeta kendi sorumluluklarını devrettikleri, çocuğun sevgi, şefkat, oyun, paylaşma, iletişim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan bir araç konumuna gelmiştir.

Ø  Günümüzde maalesef çocuklarımız internetin, hızın ve “Hemen şimdi benim olmalı!”, “Hemen şimdi satın al!” gibi unsurların etkisi ile hareket etmekteler.  Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil davranmaktadırlar.

Ø  Ebeveynler ne olursa olsun çocuklarını “defterden silme” tarzı davranışlardan uzak durmalıdır. Her zaman çocuklarıyla irtibatlarını açık tutup iyilikleri için çaba harcamalıdır.

Ø  Eğitim çok yönlü bir olaydır. İnsan, sahip olduğu özellikleri, birçok etkenin etkisiyle kazanır. İyi bir eğitim için tüm etkenlerin dikkate alınması ve olumlu bir şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu konudaki görev ve sorumluluk toplumun birçok kesimini fakat en çok da aileyi ilgilendirmektedir.

Ø  Çocuk eğitiminde öncelikli ilkeler; ödül ve cezanın yerinde kullanılması, dengeli bir disiplin sahibi olunması, çocukların gelişim özelliklerine göre eğitilmesi, ailede iyi bir iletişim ortamının oluşturulması, örnek/model olmaktır.

Ø  Ailede din eğitiminin bazı köşe taşları olan;  zıt yönlü davranışların kontrolü, çocuğun gelişim evreleri,  aile içinde münasebetler düzeni, aile eğitiminin temeli dikkate alınmalıdır.

Ø  Kur'an-ı Kerimin ve Peygamber (sav) efendimizin sünneti ışığında İslam'ın terbiye sistemine koyduğu bazı esaslar; eşit muamele, öncelik dini eğitim, örnek olmak, sevgi ve şefkat, kötü arkadaştan sakındırma, kötü söz, murakabe, asgari müdahale gibi dikkate alınmalıdır.

Ø  Çocuklarla İletişimde; “Ne kadar aptalsın!”, “Neden onun gibi değilsin?”, “Keşke çocuğum olmasaydı.”, “Senin için yaptıklarıma bak!”, “Sen bir yalancı ve hırsızsın!”, “Aptallık etme korkacak bir şey yok.”, “Seni terk edeceğim.”, “Daima büyüklere itaat etmelisin.”, “Baban eve gelene kadar bekle” ifadelerini kullanmamalıyız.

Ø  Çocukların olumlu kişilik özellikleri geliştirmelerinde ve tüm gelişim alanlarının desteklenmesinde, anne-babaların çocuklarına karşı tutumlarının önemli bir etkisi vardır. Anne ve baba arasındaki samimi ve sağlıklı iletişim çocuklarla ilişkilerine de yansır; çocuklarına olumlu tutum ve davranışlar geliştirmelerinde önemli bir etkendir. Bu olumlu tutumlar çocuğun kişilik, zihin, dil, motor, sosyal ve duygusal gelişimine de pozitif olarak etki eder.

Ø  Ebeveynlerin çocuklarından istediği davranışlarda öncelikli olarak kendisinin tutarlı olmasının da en etkili terbiye usulü olduğu unutulmamalıdır. Ebeveynlerin kendi eksikliklerini de sürekli gözden geçirip eksikliklerini gidermeye çalışmalıdır.

Ø  Çocuklar ve gençlerin ne bugünün ne de yarınların sorumlusu ya da suçlusu olmadıklarını bilmemiz gerekir. Zira bugünü yaşayan ve yarını hazırlayan bizleriz. Onlar, şu an yaşadığımız kötü şeylerin müsebbibi olmadıkları gibi, yarının da ana aktörleri değildir. Onlar bizleri izleyen, izlediklerinden yeni anlamlar ve dünyalar kuran masum yüreklerdir. Bizlere düşen görev, onların iyi ve güzel davranışları kazanmalarını sağlayacak gerekli terbiyeyi almalarını sağlamaktır.

10. ÖDEV

a. Çocuklara sevdiğini söylemek, öpmek, yakınlık göstermek

b. Hediye almak, birlikte vakit geçirmek, değer vermek

c. Faydalı işleri birlikte yapmak: Cumaya gitmek, teravihe gitmek, pazara-markete gitmek.

11. VİDEO

a. Bir Çocuk Doğurmak - Hayat Rehberi - Nureddin YILDIZ

https://www.youtube.com/watch?v=MNbFvinECRA

b. Pisikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’tan Başarı, Çocuk Yetiştirme ve Hayata Dair Önemli Tespitler

https://www.youtube.com/watch?v=5hvuAHC0dgc

c. Çocuklarımızın istekleri ve ihtiyaçları - Sıtkı Aslanhan 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler