35. DAVET ve MA’RUFU EMİR MÜNKERDEN NEHİY AHLAKI

 

1.      GİRİŞ

Davet ve sakındırma ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (as)’dan beri var olan hem insani hem peygamberi iki önemli ameldir. Bu iki amel özellikle peygamberlerin en başta gelen misyonlarından olmuştur. Öyle ki davet ve sakındırmayı dinlemeyip isyan eden kavimler helak edilmiş, önceki peygamberin mesajı bozulup davet ve sakındırma mecrasından saptığında yeni peygamberler gelerek süreci tekrar olması gereken doğru konumuna oturtmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’de ömrü boyunca önceki peygamberler gibi davet ve sakındırma örneklikleriyle dolu bir ömür yaşayarak biz ümmetine bu misyonu miras bırakmıştır.

Ümmet olarak omuzlarımızdaki bu yükün durumu bugün için oldukça farklı biçimler kazanarak şekillenmektedir. Hem davet görevinde bulunanların tam olarak sorumluluklarının farkında olmaması hem de bu davetin muhataplarının mesaja karşı duyarsızlıkları temel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Davet ve sakındırma görevlerini hakkıyla yerine getirecek kişilerin kıtlığı ve muhataplardaki “her şeyin göreceliliği ve herkesin görüşü kendisine” anlayışı nedeniyle bu görevlerin hakkıyla ifa edildiklerini söylememiz zorlaşmaktadır.

Bu dersimizde davet ve sakındırma konularının özündeki temel noktalara değinerek bu konularda günümüz davetçilerinde yeni bir aşk, yeni bir şevk oluşturma niyetindeyiz.    

 

2.      KAVRAM TAHLİLİ

Tebliğ: Sözlükte “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamındaki teblîğ kelâm ilminde “peygamberlerin yükümlü olduğu tebliğ görevi, onların vahiy yoluyla aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir (bk. Da‘vet; Peygamber). (https://islamansiklopedisi.org.tr/teblig )

Da’vet: Da‘vet kelimesi Arapça’da masdar olup sözlükte “çağırmak, seslenmek, adlandırmak, dua veya beddua etmek, ziyafete çağırmak, propaganda yapmak” gibi anlamlara gelir. Ayrıca da‘vet aynı kökten bir isim olarak “ziyafet yemeği (velîme), dava, şiâr” gibi mânalarda da kullanılmıştır. Da‘vet kelimesi terim olarak özellikle “İslâm’a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı” anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İslâm’a çağrı” (es-Saff 61/7), “imana çağrı” (el-Hadîd 57/8), “Allah yoluna çağrı” (en-Nahl 16/125), “Allah’ın kitabına çağrı” (Âl-i İmrân 3/23), “hakka çağrı” (er-Ra‘d 13/14), “hayra çağrı” (Âl-i İmrân 3/104), “kurtuluşa çağrı” (el-Mü’min 40/41), “hayat kaynağına çağrı” (el-Enfâl 8/24), “esenliğe çağrı” (Muhammed 47/35) gibi mânalara gelen ifadeler da‘vetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef alan bir faaliyet olduğunu, dolayısıyla hem gayri müslimlere hem de müslümanlara yönelik olabileceğini göstermektedir. Buna göre tebliğ, irşad, vaaz, nasihat, inzâr, tebşîr, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker gibi terimler de sözlük anlamları itibariyle da‘vetten farklı olmakla birlikte uygulama ve gayeleri bakımından aynı veya yakın mânaları ifade etmektedirler; bu sebeple da‘vet ve tebliğ başta olmak üzere bu kavramlar sık sık birbirinin yerine kullanılmıştır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/davet )

İ‘lâ-yi Kelimetullah: Sözlükte “yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i‘lâ masdarıyla “Allah’ın sözü” mânasındaki kelimetullāhtan oluşan bu terkipte yer alan kelimetullahın, tevhid inancının esasını teşkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah’ın insanlığa gönderdiği son dini ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu durumda i‘lâ-yi kelimetullah tabiri, Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihad ve savaş kelimeleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda) kavramıyla yakından ilgili bulunmaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/ila-yi-kelimetullah )

3.      KONUYLA İLGİLİ AYETLER

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 33)

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104)

 “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl 125)

“Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı.” (Ankebut 14)

“Nûh, şöyle dedi: "Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler. Sonra ben onları açık açık davet ettim. Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizli gizli konuştum." (Nuh 5-9)

“Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!” (Şu’ara 3)

“İçlerinden bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki: Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz).” (A’raf 164)

 “Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.” (A’raf 157)

4.      KONUYLA İLGİLİ HADİSLER

Sehl İbni Sa’d (ra)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlemiştir: “Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.” (Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 9, Meğazi 38, Cihad 102,143; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 34.)

Ebû Saîd (el-Hudrî) (ra) diyor ki, “Resûlullah’ı (sav) şöyle derken işittim: "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir."  (Müslim, Îmân, 78)

Huzeyfe (ra)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu:  “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9)

5.      TEBLİĞ ve DAVET SORUMLULUĞU

Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya, günâhlardan kaçınmaya ve salih amele yönelik olmalıdır. Davet, bir açıdan nasihat, bir açıdan irşad, bir açıdan tebliğ, bir açıdan da ma’rufu emretmek, münkerden sakındırmaktır.

Davet Müslümanın hayatında mutlaka yer almalıdır çünkü  “peygamberlerin risalet görevinin varisi olarak” bugünün Müslümanı tarafından da “hakkın yeryüzünde doğru şekilde temsili” gerekmektedir. Davet Müslümanın hayatında yer almalıdır çünkü ayeti kerimelerde davet “(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet 33) ifadeleriyle en güzel söz olarak taltif edilmiştir. Yine hadislerde yer alan “Senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.” benzeri ifadeler de davetin ne kadar değerli bir amel olduğunu göstermektedir. Bu kutlu yolculuk sırasında velev ki insanlar davete kayıtsız kalsa veya karşı koysalar dahi davetçiye mazeret olması ya da içlerinden birilerinin bu söze kulak vermesi ihtimali nedeniyle yine davet Müslümanların hayatında sürekli yer alması gereken güzelliklerin başta gelenlerindendir.

Bütün bu sebeplerle, gerek peygamber mirası olarak davetin ifası için olsun, gerek kendi felahı için olsun, gerekse de insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma, hidayetlerine vesile olmak için olsun Müslümanın her durumda hayatını davet eksenli yaşaması gerekmektedir.

6.      DAVETİN UNSURLARI

 1-Kimler Davet Yapar?  

Her Müslüman Tebliğ Ve Davetten Sorumlu Mudur? Bu soruya evet dersek yanlış olmaz.

İslâm ümmeti, insanlar arasından çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Allah’a hakkıyla iman eder, ma’rufu emreder, münkerden sakındırırlar.

 “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.”  (Âl-i İmran 110)

Bu ayetten her müslümanın kendi çapında, becerebildiği, gücünün yettiği kadar emr-i bil-ma’ruf yapmasının kulluk görevi olduğu anlaşılmaktadır.

Şu hadislerde de aynı teşviki görüyoruz: “Benim sözümü işiten, onu ezberleyip güzelce anlamını anlayıp sonra onu başkalarına rivâyet edenin Allah yüzünü ak etsin. Nice fıkıh (anlayış ve derin kavrayış) yüklenenler vardır ki, onu kendisinden daha fâkih (daha anlayışlı veya fıkıh bilgisi çok olan) birisine aktarırlar” (Ebu Davud, İlim/Hadis no: 3660. İbni Mace, Mukaddime/18, Hadis no 230. Darimî, Mukaddime/24, Hadis no: 234)

“Kim, bir hidayete davette bulunursa, o hidayete uyanların elde ettiği mükafatın tamamına, çağıran da erişir.”(Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlim, 15)

Ancak Ali İmran 104. Ayet davet ve tebliğ işinin uzmanlıkla yapılması gerektiğine işaret ediyor: Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

Burada -özellikle gayri müslimlere- tebliğ ve davet sanatı veya uzmanlığı gündeme geliyor.

 “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet 34)

Bu önemli ve hassas görevi en iyi, en güzel metodla, sonuç alıcı tarzda, ürkütmeden, nefret ettirmeden yapabilenler yapmalıdır.

2-Davet Kimlere Yapılır?

İslâmî davetin muhatabı bütün insanlardır. İslâm’ın ilgi alanına giren bütün din ve dünya işlerinde ‘davet’ geçerlidir.

İslâm’a teslim olmuş müslümanlara ‘davet’ götürülebileceği gibi, ikili oynayan münafıklara, inkâr eden küfür ehline, hiç bir şeyden haberi olmayan sıradan insanlara da davet götürülebilir. Kur’an’ın daveti bu açıdan çok açıktır ve bütün insanlara yöneliktir. Her ne kadar davet tüm kesimlere açık olsa da “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” emri gereği davetin yakınlardan başlanarak yapılması tavsiye edilmiştir. Yine davetçi işyerinde iş arkadaşlarına, evinde komşularına, yolculukta yol arkadaşına hatta kısa süreliğine karşılaştığı birine bile davette bulunarak hayatın her anında davetin olabileceğini göstermiş olur.

 3-Tebliğin Ve Davetin Metodları Nelerdir?

Peygamberimiz buyuruyor ki: “İnsanları dine davet edin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz olmayın.” (Müslim, Cihad/3, Hadis no: 1733, 3/1359. Buharî, Megazi/60, İcare/8, nak. K. Sitte 12/271)

Tebliğ ve davetin olduğun yerde: Hatip, hitap, muhatap vardır

Tebliğ ve davette zaman, üslup, metod, muhatap önemlidir. Söylediğim doğru olabilir ama; her doğru her yerde, her zaman, herkese aynı üslupla , her zaman aynı metodla söylenmez.

Davetin etkili olabilmesi için, Peygamberin kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur’an’ın emrine uyarak insanları en güzel yollarla Allah’a davet etmiştir.

Kur’an peygamberimize bunun nasıl yapılacağını özlü bir şekilde haber veriyor:  “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (Nahl 125)

Bu ayet, davet konusunda üç önemli metodu hatırlatıyor. Bunlar:

“1. Hikmet ile davet etmek: Muhatapların durumlarını ve şartlarını gözönünde bulundurmayı, her defasında ne kadar anlatılmasının uygun geleceğine, ağır gelmeyeceğine dikkat etmeyi, insanların bünyeleri hazırlanmadan, onlara yükümlülükler yağdırmamayı, onlara nasıl hitap edileceğini, iyi seçmeyi, şartlara ve durumlara göre bu hitap yöntemlerini ve yollarını çoğaltmayı gerektirir. Acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, bu konuların hepsinde ve diğer konularda hikmetin sınırlarını aşmamayı gerektirir.

2. Güzel öğütle davet etmek: Yumuşak şekilde kalplere girmeye, tatlılıkla, duyguların derinliklerine inmeyi gerektirir. Gereksizce azarlama ve zorlamaya başvurmamayı icap ettirir. Bilgisizlikten veya iyi niyetten kaynaklanmış olabilecek hataları yüze vurmamayı, deşifre etmemeyi zorunlu kılar. Zira öğüt vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir, birbirinden nefret eden gönülleri kaynaştırır. Neticede azarlama, çıkışma ve rencide etmekten daha iyi sonuçlar doğurur.

3. Güzel bir şekilde tartışma: Muhatabın üzerine yüklenmek yok. Onu horlamak yok. Çirkin görmek yok. Böylece muhatap, davetçinin amacının tartışmada üstün gelmek olmadığına kesin kanaat getirmeli ve bunu hissettirmelidir. Tek amacının gerçeğe ulaşmak olduğunu anlamalıdır. İnsanların nefislerinin kendilerine özgü bir gururu ve inadı vardır. Yumuşaklıkla yanaşılmadıkça, savunduğu düşüncesinden vazgeçmez ki, yenildiğini hissetmesin. Tartışmada savunulan görüşün değeri ile kişinin kendi onurunun değeri çabucak birbirine karışır. Bu sefer görüşünden vazgeçmeyi onurundan, saygınlığından ve değerinden ödün vermek şeklinde değerlendirir. En güzel biçimde tartışmak ise, bu hassas gurur duygusunu garanti altına alır. Karşısındaki adamın kendi kişiliğinin korunduğunu, değerinin ve onurunun garanti altında olduğunu, davetçinin bir gerçeği dile getirmekten, Allah için bu gerçeğe iletmekten başka amacı olmadığını, kendi kişiliğini güçlendirmek, görüşünü sağlamlaştırmak ve muhatabının görüşünü çürütmek için çalışmadığını gözler önüne serer!” (Fizilali’l-Kur’an)

Bu üç prensibin yanında şunlar da dikkat edilmesi gereken şeylerdir:

a.      Bireyin Özelliklerini Dikkate Almak

“Peygamberimiz (sav) insanlarla birebir iletişiminde bireysel farklılıklara dikkat etmiştir. Örneğin eşinin doğurduğu siyah çocuğun kendisinden olmadığı iddiasıyla reddetmek isteyen bir bedevî ile aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:

“Benim eşim siyah bir çocuk doğurdu. Ben bu çocuğu reddetmek istiyorum.”

“Senin develerin var mı?”

“Evet.”

“O develerin renkleri nasıldır?”

“Kırmızıdır.”

“Bunların içinde beyazı siyaha çalan boz deve var mı?”

“Evet, onların içinde boz renkli develer elbette vardır.”

“Öyleyse bu boz renklerin nereden geldiğini düşünüyorsun?”

“Ya Rasulallah bu soyunun damarıdır, ona çekmiştir.”

“Belki bu oğlan da eski bir soy köküne çekmiştir (yani ona benzemiştir).”

 

Bu yaklaşımıyla Hz. Peygamber bedevînin çocuğunu reddetmesine izin vermemiştir. (Buharî, 96/İtisam, 12 (VIII, 150)) Hz. Muhammed burada, peygamberlik otoritesine dayanarak, “hayır, ben Allah’ın Elçisi olarak söylüyorum, bu senin çocuğundur” dememiş; bedevînin anlayacağı dilden, yaşadığı hayattan bir benzetme ile seviyesini dikkate alarak konuşmuş, muhatabın tecrübesinden de faydalanarak, ikna edici üslupla, âdeta sonucu bedevîye söylettiren bir yöntemle problemi çözmüştür.

 

b.     Her Fırsatta İnsanlarla İletişim Kurmaya Çalışmak

Yahudilerden Peygamberimize (sav) hizmet eden bir çocuk vardı. Hastalanınca Peygamberimiz (sav) onun ziyaretine gitti. Baş ucuna oturdu ve bu esnada onun Müslüman olmasını arzuladığını bildirdi. Çocuk yanı başındaki babasına bakınca, babası da Hz. Peygambere uymasını istedi ve çocuk müslüman oldu. Genel yaklaşım ve tavsiyesi, “...senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmaktan daha hayırlıdır” (Buharî, 62/Ashabu’n-Nebi, 9 (IV, 207); Müslim, 44/Fedâilü’s Sahabe, 34 (II, 1872))  şeklinde olan Hz. Peygamber, bu çocuğun müslüman olması üzerine sevinç ve memnuniyetini “Onu, benim vesilemle ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun” sözleriyle dile getirmiştir. (Buharî, 23/Cenâiz, 80 (II, 97); Ebû Davud, 20/Cenâiz, 5 (III, 474))

 

c.      Sevdiğini İfade Etmek ve İlgi Göstermek

“Sizden biri, bir başkasını sevdiğinde bu sevgisinden onu haberdar etsin” (Ebû Davud, 35/Edeb, 122 (V, 343)) buyuran Hz. Peygamber, bir gün Muaz b. Cebel’in elinden tutarak: “Ey Muaz, vallâhi ben seni severim. Kıldığın namazların ardından, ‘Allahım, seni zikretmek, sana şükretmek, sana güzelce ibadet etmek üzere bana yardımcı ol,’ diye dua etmeyi sakın ihmal etmeyesin” (Ebû Davud, 2/Salat, 361 (II, 181)) diye öğütte bulunur. Diğer bir sözünde de: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız” (Müslim, 1/İman, 93 (I, 74)) buyurmuştur.

Hz. Ali’nin gözlemlerine göre Hz. Peygamber, beraber oturduğu insanlarla yeteri kadar ilgilenir, her birine gerekli iltifat ve ilgiyi gösterirdi. Öyle olurdu ki, her biri Hz. Peygamberin en çok sevdiği insanın kendisi olduğunu sanır ve onun yanında kendisinden daha kıymetli biri olabileceğini düşünmezdi.  (Tirmizî, Şemâili Şerife, Tercüme ve Şerh: Hüsamüddin Nakşibendi, Sadeleştiren: Mehmet Sadık Aydın, Hilal Yayınları, Ankara, Tarihsiz, s. 342). Nitekim Amr b. As, Hz. Peygamberin toplum içindeki en kötü insanlarla bile ilgilendiğini ve onlarla en güzel şekilde konuştuğunu, bu tavırlarıyla onları İslâm’a ısındırdığını, hatta kendisine bile teveccüh edip güzel karşıladığını ve güzel konuştuğunu, onun bu yaklaşımı üzerine kendisini halkın en hayırlısı zannettiğini anlatmıştır. (Tirmizî, Şemâil, s. 348)

d.     İnsanların Akıl ve Duygularına Hitap Etmek   

Davetin önemli bir ilkesi de insanların akıl ve duygularına hitap etmesidir. Kur’ân’da “İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.” (Ankebut 43) buyrularak, ancak bilenlerin akledebileceğine dikkat çekilmiştir. Nitekim Allah, ayetlerini akledilsin diye açıklamaktadır. (Bakara 242) Kur’ân insanların düşünme ve akletme duygularına sık sık vurgu yapmakta, verdiği örnekleri akla ve düşünme gücüne yöneltmektedir. Şu ayetlerde bu durumu açıkça görebiliriz:

“(Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?

(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir ilah mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.

(Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.

(Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!

(Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir ilah mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.

(Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir ilah mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (Neml 59-64)

Annesinin haccetmeyi adadığını, ancak haccedemeden vefat ettiğini söyleyen bir kadınla Hz. Peygamber (sav) arasında şöyle bir diyalog gerçekleşmiştir:

“Annemin yerine haccedebilir miyim?”

“Evet, onun yerine haccet. Söyle bana, annenin borcu olsa ödemeyecek miydin?”

“Evet.”

“Allah’ın hakkını da ödeyin. Çünkü Allah, (kendisine verilen söze) vefa gösterilmeye daha layıktır.” (Buharî, 28/Cezâ’is-Sayd 22, (II, 217))

Hz. Peygamber (sav), bu diyalogda açıkça görüldüğü gibi, kendisine gelen bir kişinin henüz vefat eden annesi ile duygusal bağını dikkate almış, yapması gerekeni söylerken akıl ve duygularına hitap etmiştir.

e.      İnsanları ve Onların Değer Verdiği Şeyleri Önemsemek

Kur’ân’da insanların kişisel olarak değer verdikleri kutsallarına dil uzatılmaması gereğine de dikkat çekilmiştir. “Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler.” (Enam 108)

Hz. Muhammed (sav)’de, başkaları için değerli olan herhangi bir şeye karşı saygılı olunması gereğine dikkat çekmiştir. Örneğin, Müşriklerin reisi Ebû Cehil’in oğlu İkrime’nin hanımı, Mekke’nin fethi sırasında İslâm’ı kabul etmişti. Bu arada kocası İkrime korkusundan Yemen’e kaçtığından, onu affedip Müslümanlığa kabul etmesi hususunda Hz. Peygamberden söz almıştı. Bunun üzerine eşi, İkrime’yi bulup müslüman olması için huzuruna getirdiğinde Hz. Peygamber: “Hoş geldin süvari yolcu!” diyerek onu güler yüzle karşıladı. Öte yandan çevresindeki arkadaşlarına da, “İkrime aranıza katılıyor, onu gördüğünüzde babası Ebû Cehil’e sövüp hakaret etmeyin, çünkü ölüye yapılan hakaret, hayatta olanı incitir” buyurdu. (Kettânî, Terâtib, c. 1, s. 271)

Bu tutumuyla o, arkadaşlarını hoş olmayan bir davranış içine girmekten alıkoyduğu gibi, yıllarca İslâm’a karşı tavır almış, sonunda kaçıp gittiği yerden emanla getirilmiş olan İkrime’nin de onurunu korumuş olmaktadır.

Davetçi, insanların inançları yanında memleket, ırk, fiziksel / ruhsal özellikleriyle ilgili de aşağılayıcı ve alaycı tavırlardan uzak durmalıdır.

f.       Kişilerin Yeteneklerinden Yararlanmak

Ebû Mahzûre Mekke’nin fethedildiği yıl Hz. Peygamber ile Ci‘râne’de karşılaştıktan sonra müslüman oldu. O sırada Resûl-i Ekrem Tâif Muhasarası’ndan Ci‘râne’ye dönüyordu. Namaz vakti gelince müezzin ezan okumaya başladı. Resûlullah’a karşı büyük bir kin ve düşmanlık besleyen Ebû Mahzûre ile Kureyşli on genç ezan sesini işitince bir yere gizlendiler ve alaylı bir şekilde müezzini taklit ederek yüksek sesle ezan okudular. İçlerinden birinin güzel sesli olduğunu fark eden Hz. Peygamber onları yanına çağırttı ve kendilerine birer birer ezan okuttu. En son okuyan Ebû Mahzûre’nin sesini çok beğenerek ona ezanı öğretti; daha sonra namaz vakti gelince elini başına koyup alnını okşadı ve ezan okumasını emretti. Ebû Mahzûre bu emri isteksiz bir şekilde yerine getirdikten sonra Hz. Peygamber ona bir miktar gümüş para verdi ve kendisine dua etti. Gönlü İslâmiyet’e ısınan Ebû Mahzûre orada müslüman oldu ve Hz. Peygamber’den kendisini Mekke’deki Harem-i Şerif’e müezzin yapmasını istedi. Bu arzusunu kabul eden Hz. Peygamber, Mekke Valisi Attâb b. Esîd’e gitmesini ve yeni görevini ona bildirmesini söyledi.

Ebû Mahzûre, Resûl-i Ekrem’in Mekke’den ayrılmasına kadar Kâbe’de Bilâl-i Habeşî ile birlikte ezan okudu. Resûlullah’ın okşadığı alnına düşen saçları hiç kestirmedi. 59 (678-79) yılında ölünceye kadar Mekke’de müezzinliğe devam etti. Kendisinden sonra Mescid-i Harâm müezzinliğini oğlu ve torunları yüzyıllarca devam ettirmişlerdir. https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-mahzure Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde bulunmaktadır (III, 408-409; VI, 401)

Ebu Mahzure (ra)’ın Müslüman olup müezzinlik yapma sürecinde peygamber (sav)’in davete muhatap olan kişinin yeteneğini keşfetmesi başta olmak üzere yumuşak tavır alması, olumsuz yerine olumluyu görmesi (Ezana hakareti değil sesinin güzelliğini görmesi), ikramda bulunması ve dua etmesi gibi davet ve eğitimle ilgili birçok güzelliği bir arada görüyoruz.

g.      Hediye Vererek İnsanların Gönlünü Kazanmak

Hz. Peygamber, dostlukları kuvvetlendirme, sevgiyi pekiştirme, gönül kazanma, İslâm’a yönlendirme, muhtemel kötülükleri önleme, hizmet ve başarıyı ödüllendirme gibi çeşitli amaçlarla, beşeri bir âdete uyarak çevresindeki insanlara hediye vermiş ve başkalarının hediyelerini de kabul etmiştir.

Hz. Peygamber, muhtaçları gözetmiş ve kendi nefsine tercih etmiş; bazen yedirmek, bazen de giydirmek suretiyle onlara iyilik yapmıştır. Bir defasında genç sahabi Cabir’den devesini satın almış, parasını ödedikten sonra almış olduğu deveyi ona hediye etmişti. (Müslim, 22/Müsakat, 110 (II, 1221))

Hz. Peygamber, hediye kabul eder, karşılığında ondan daha fazla hediye verirdi.

Hz. Peygamber, kin ve düşmanlıkları giderici ve sevgiyi pekiştirici olarak gördüğü hediyeleşmeyi özellikle teşvik etmiştir. (Malik, 47/Husnu’l Hulk, 16 (II, 908); Tirmizî 29/Velâ’, 6 (IV, 441); Ahmed bin Hanbel, Müsned, (II, 405)) Arkadaşlarından Enes (ra)’ın anlattığına göre Hz. Peygamber (sav), İslâm için kendisinden ne istenirse onu mutlaka vermekteydi. Hz. Peygamber (sav)’in bu tutumunun sonucuyla ilgili olarak Enes (ra) , kimilerinin sırf dünya menfaati için müslüman olduklarını, fakat çok geçmeden müslümanlığın bu kimselerin gözünde dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha değerli hale geldiği tespitinde bulunmaktadır. (Müslim, 43/Fezâil, 57-58 (II, 1806))

Kur’ân’ın, zekâttan faydalanacak kimselere, kalpleri henüz (yeni) ısındırılmış olanları (Tevbe 60) da ilave etmesi üzerine Hz. Peygamber (sav), yukarıdaki örnekte olduğu gibi, ruhî ve manevî konularla pek fazla ilgilenmeyen kabile reislerine ve bazı önde gelenlere, muhtemelen gönül kazanma ve bunlar kanalıyla çevrelerindeki insanlarla etkili iletişim kurabilme düşüncesiyle çeşitli yardımlarda bulunmuş ve hediyeler vermiştir.

h.     Mesajını Kolaylık ve Tedricilik Yöntemiyle Sunmak

Kolaylaştırma ve tedricilik konusunda Hz. Aişe (ra)’a ait şu tespit oldukça aydınlatıcıdır: “Kur’ân vahyi, önce cennet ve cehennemden bahseden mufassal surelerle başladı. İnsanlar, İslâm etrafında toplanınca, helâl ve haramlar indi. Şayet ilk önce: ‘İçki içmeyin!’ şeklinde bir emir gelseydi, o zaman insanlar: ‘İçkiden kesinlikle vazgeçemeyiz’ derlerdi. Şayet: ‘Zina etmeyin!’ şeklinde bir hüküm gelseydi, onlar: ‘Zinayı asla bırakmayız’ derlerdi.” (Buhârî, 66/Fedâilu’l-Kur’ân, 6 (VI, 101)) Bu yoruma göre ıslahat yavaş yavaş olmuş, kökleşmiş alışkanlıkların değiştirilmesinde aceleci davranılmamıştır.

Tedricilik ilkesi ilâhi mesajın iletilmesini kolaylaştırmıştır. Hz. Muhammed, iki hususla karşılaştığı zaman, günah olmadıkça sürekli kolay olanı tercih etmiş (Tirmizî, Şemâil, s. 352) ve bu ilkeyi etkili bir şekilde uygulamıştır. Öncelikle İslâmî inancın tebliği, namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin zamana yayılışı, sosyal hayatı ilgilendiren konular, örneğin alkolün yasaklanışı bu tedricilik ve kolaylaştırma ilkesi ışığında uygulamaya konulmuştur. Ancak biz, genel bir yaklaşımla, bu konuyla ilgili sadece bir örnek üzerinde duracağız.

Hz. Peygamber, arkadaşlarından Muaz’ı Yemen’e gönderirken şu tavsiyeleri yapmıştı: “Ehl-i Kitaptan bir kavme gideceksin. Onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehâdet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse, Allah’ın her gün ve gecede onlara beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek bir zekatı Allah’ın onlara farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, sakın mallarının en kıymetlilerini alma. Mazlumun bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.” (Müslim, 1/İman, 29 (I, 50); Buharî, 24/Zekat, 1 (II, 108); 41 (II, 125))

Hz. Muhammed, bu tutumuyla mesajını ileteceği aracı kişiden, Allah’a iman gibi en önemli bir noktadan başlamasını, kolaylığı tercih etmesini, ama nefret ettirmemesini istemiştir. Ayrıca, bu yaklaşımıyla onun, iletmek istediği mesajı, insanların ilk anda tam olarak algılayamayarak, çok zannetmelerini ve toptan reddetmelerini, nefret ve kaçışlarını önlemiş olduğunu düşünmekteyiz.

i.       Yeni Bir Kimlik Oluşturmak  

Özgün olma, örnek ve model bir toplum oluşturma Hz. Peygamberin (sav) özellikle üzerinde durduğu bir nokta olmuştur. Ezan’ın başlangıcında yapılan tartışmalar bizi bu kanaate götürmektedir. Hz. Peygamber görünüşte bile olsa, başkalarının model alınmasını hoş bulmamıştır. Örneğin, Mekke’de iken onun saç modeli Mekke’li müşriklerden farklı, Medine’deki saç modeli ise, orada egemen olan Yahudi kültürünün saç modelinden farklı olmuştur. Böylelikle o, müslümanların müslüman olmayan unsurlarla birlikte yaşadıkları bir toplumda bir “kimlik bilinci” geliştirmek istemiş, kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu Müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı kültürel değerleri benimsetme gayreti içinde olmuştur.

j.       Rol ve Statü İlişkilerini İyi Ayarlamak

Hz. Muhammed (sav) insanlık âlemi içinde, farklı statü ve rollere sahip olan tüm insanların peygamberi olmuştur. O, insanlara kendi içlerinden gönderilen bir insan peygamber olup, en belirgin özelliği de “kulluğu” ve “peygamberliği”dir. Bunun dışında; aile reisliği, devlet başkanlığı, komutanlığı, tüccarlığı vardır. Ailesine vefalı bir eş, çocuklarına şefkatli bir baba ve dede iken; devlet idaresinde adil bir başkan ve savaş alanlarında cesur ve oldukça dirayetli bir komutandır. Böylece o, her yönden “güzel bir örnek”  ve toplumun her kesiminin kendisinden bir şeyler bulabileceği bir peygamberdir. Bütün bunlara rağmen onda, üstlendiği rollerin niteliğinden veya bu rolleri yerine ve zamanına göre kullanış biçiminden dolayı “rol uyumsuzluğu”  söz konusu olmamıştır. Bu çeşitli tabiî ve toplumsal rolleriyle de o, en iyi davranışlar sergileyerek örnek olmuştur.” (Hz. Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri - Yusuf Macit - https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188589 ) Davetçi de hayatında yer alan farklı roller arasında uyumlu davranmalı ve örnek olmalıdır.

k.       Şefkat Ve Merhametle Davet Etmek

Müslümanların merhametli olması, Kur’an’ın emrettiği bir husustur. Davetçi ise, merhametli olmaya daha çok özen göstermelidir. Başkalarına karşı şefkatli ve merhametli olmayan bir kişi, onların iyiliğini isteyebilir mi? Hâlbuki davetçi, insanların cehennem ateşinden kurtulup Allah’ın rızasına kavuşması için gayret sarf eden kimsedir. O kendisi için sevdiği bir şeyi başkaları için de sever.

Kur’an’da Hz. Peygamber’in merhametli olması sebebiyle, insanların O’nun etrafına toplanmış olduğu, aksi halde katı kalpli olmuş olsaydı etrafındakilerin dağılıp gitmiş olacakları belirtilmektedir.

 “O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âli İmran 159)

Bu ayet, davetçinin merhametli ve güler yüzlü olmasının önemi üzerinde durmaktadır. Soğuk ve katı yürekli insanlardan hiç kimsenin hoşlanmadığı bir gerçektir.

l.        Yumuşak Söz Söylemek  

Fikir ve inançların değiştirilmesinde insanı etkileyen unsurlardan biri de şüphesiz ki yumuşak söz ve tatlı dildir. İslam davetçisi bu noktada da herkesten çok duyarlı olarak muhataplarına karşı kullanacağı dilin yumuşak olmasına itina göstermelidir. 

Nitekim Kur’an bu hususa şöyle işaret etmektedir:  “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra 53)

İnkâr eden insanlara dahi en güzel şekilde konuşulması gerekmektedir. Çünkü güzel söz ve yumuşak bir üslup, en katı insanlar üzerinde bile etkili olmakta ve onların yumuşamasını sağlamaktadır.  

 “Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Tâhâ 43-44)

Mesajın üslubunun güzel, kuşatıcı, sevdirici olması şarttır. Gereksiz sertlik ve hiddet içeren, kırıcı bir üslupla asla sonuç alınamaz. İbrahim peygamberin müşrik babasına 'ey babacığım', yine Nuh peygamberin münkir oğluna 'ey oğulcuğum' şeklindeki hitapları bizler için örnek teşkil etmelidir.

m.     Müjdeleyerek Davet Etmek

Allah(cc)’ın dinine davet eden tebliğcilerin bu görevi yaparlarken insanları nefret ettirmeden en güzel hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle davetlerini yapmaları gerekir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) bir hadislerinde: “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, Cihad, 164) buyurmuştur.

n.     Korkutarak, Sakındırarak Ve Uyararak Davet Etmek  

İnzar, Arapça’da “bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak ve dikkatini çekmek” gibi anlamlara gelir. İnzar işini yapan, yani bir tehlikeyi haber vererek başkasını uyaran kimseye, münzir veya nezir denir. Dinî bir kavram olarak “inzâr”; Yüce Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması, onları kötü akıbetten sakındırmasıdır.  

“Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih 8)

“O kâfirlere elem verici bir azabı müjdele!” (Tevbe 3)

İslam’ı tebliğ ederken, ne yalnız cehennem ile korkutmak ne de yalnız cennet ile müjdelemek; korku ile ümit arasında dengeli bir davet yapılmalıdır.  

o.     Örnek Olmak

En iyi tebliğ (veya davet) örnek olmaktır yani inandığını yaşamaktır.

Davetçi, davet ettiği şeyi öncelikli olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek olur. Unutulmamalıdır ki, her mü’min İslâmı yaşamaktan sorumlu olduğu gibi, İslâmı temsil etmekten de sorumludur. Onun güzel ve takva hayatı Din’e bir davet gibi olmalıdır.

Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman davet edilen şeyi davetçinin şahsıyla özdeşleştirirler. Bu nedenle davetçinin yaşayışı İslâm üzere olmalıdır.

Son derece tutarlı, akla uygun, inandırıcı, mantıklı ve sistemli bir şekilde davet metodu izleyen Allah’ın Rasûlü davetinde başarılı olmuştur.

Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve yüce bir ahlâka sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde, söylediklerini yaşayarak insanları Hakk’a çağırmıştır.

Kur’an, Kitab’ı başkasına okuduğu halde kendini unutanları kınıyor: "Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Bakara 44)

Hasanü'l-Basrî şöyle der: "İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et; sözlerinle değil. Nasihatçi, bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve önce kendisi onu yapar. Bir münkerden de sakındırmak istediğinde önce kendisi ondan sakınır." (Ahmed bin Hanbel, Zühd, 273)

Yine Hasanü'l-Basrî'ye ait başka bir tavsiye de şöyledir: “Mârufu emreden birisi olduğun zaman, onu kendisi yaşayıp uygulayanlardan ol; yoksa helâk olursun. Münkeri de sakındıranlardan olduğunda ise, ondan kendisi sakınanlardan ol; yoksa helâk olursun.” (Ahmed bin Hanbel, ez-Zühd 360)

Tebliğde belki de en önemli unsur söz ve eylem arasındaki tutarlılıktır. Bu aynı zamanda lisan-ı hal ile tebliğ anlamına da gelmektedir. Aslolan dile getirileni yaşamak, onun şahitliğini yapmaktır.

Kıldığımız namazların, yaptığımız ibâdetlerin hayata müdâhale etmesi, bizi ve toplumu fahşâ ve münkerden alıkoyacak (29/Ankebût, 45) şuurda olması, o hasenâtı sâlih amel kategorisine yükseltir. Şuayb’ın (a.s.) namazı gibi. Onun namazı sâlih amel vasfında, toplumun şirkine müdâhale eden bir namazdır: “Dediler ki, Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları) bırakmamızı veya mallarımız hakkında dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?” (11/Hûd, 87)

7.      DAVET YOLUNDA AZIĞIMIZ

  1. İstikamet – Doğruluk  

“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud 112)

Başkalarını İslam’a çağıranların öncelikle kendilerinin hakikate uygun inanması-yaşaması gerekir. Kendileri hakkı temsil etmeyenler başkalarını kurtuluşa sevk edemezler.

Bu ayet için peygamberimizin, saçlarını ağarttığı yönünde ifadeleri mevcuttur. “Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak” oldukça ağır bir sorumluluktur. Bu nedenle davetçi, peygamberlerin izinin takipçisi olarak öncelikle kendi istikametini Kur’an’ı ve Sünneti referans alarak olabildiğince emrolunduğu hale getirme gayretinde olmalıdır.

  1. İbadet, Haramlardan Uzak Durma, Azimeti Tercih Etme, Muhasebe

Ø  Namazı Hakkıyla Kılmak: Namaz dinin direği olduğu gibi davetçinin de en başta gelen özelliklerindendir.  Bu nedenle başta farz namazlar olmak üzere davetçi namazlarına özellikle vakit ve huşu yönüyle dikkat etmelidir.

Ø  Kur’an’ın Vird Edinilmesi: Kur’an’ın her davetçi tarafından yapabildiği miktarda günlük olarak metin ve anlamıyla okunması.

Ø  Haramlardan uzak durulması, mümkün oldukça azimetin tercih edilmesi. Kalbin, niyetin korunması için harama bakmamak: “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur 30)

Ø  İffeti Korumak: Hz Yusuf (as) örneği bu noktada en güzel örnektir.

Ø  Kendini sürekli kontrol etme, sorgulama: Devamlı kendiyle yaka paça olmak, hatalarını gözünde büyütmek, sevaplarını küçümsemek davetçinin özelliklerindendir.

  1. Arınırken Arıtmak  

Davet süreci tevbe ve ilimle sürekli arınarak insanları arıtmak ve insanların arıtılmasıyla davetçinin arınması şeklinde sürekli bir arınma-arıtma sürecidir.

Peygamberler ismet sıfatlarının da olmasıyla zaten tümüyle arınmış kişilerdir. Üstüne, aldıkları vahiyle ve hakkıyla yaptıkları kulluklarıyla bu arınmayı sürdürmüşler, daha da saflaşmışlar ve ümmetlerini de yaptıkları davetle her türlü kirden arındırmışlardır. Davetçi de peygamberlerin izinden giderek kendini sürekli arıtırken insanları arıtma gayreti içinde olmalıdır.

  1. Sabır

Hz. Nuh (as) örnekliğinde gördüğümüz 950 yıllık davet sonrasında sadece bir gemi dolusu iman edenin olması, hatta eşinin ve oğlunun da iman etmemesi sabır konusunda davetçinin önünde uzun bir yol olduğunu göstermektedir.

Bu büyük sabırdan kendimizce bir pay almalıyız: Muhataplarımıza yaptığımız birkaç uyarıyla, az bir birliktelikle uzun yıllar boyunca muhatapta günah, şirk, cahiliyeden kaynaklanan kirlerin hemen temizlenip arınmasını bekleyemeyiz.

Yine Kur’anı-ı Kerim’de kıssası anlatılırken Rabbimizden emir gelmeden kavmini terk etmesi nedeniyle Hz Yunus (as)’ın balığın karnına atılması ve balığın karnında “Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum” demesi neticesinde bağışlanması ibret vesilesi olarak hatırlatılmaktadır. Bu kıssada da günümüz davetçisine davette sabırsızlık göstermemesi noktasında ibretler vardır.

  1. Çile

Hz. Yusuf (as) ‘ın hapsi, Hz. Yakub (as)’ın Yusuf (as)’ı kaybetmesi, Hz. İbrahim (as)’ın ateşe atılması, Hz. Zekeriya (as)’ın şehid edilmesi, Hz. Peygamber (sav)’ın Taif’te taşlanması.

Bu büyük çileler bugünün davetçisine başına gelebilecek zorlukların en küçüğünden en büyüğüne kadar katlanabilmesi için ilham olacaktır. Davetçi kendi çilelerinin peygamberlerinkinin yanında önemsizliğinin bilincinde olarak başına gelen zorluklarda geçmiş çileleri düşünerek ve bu niyetle sabreder, geri adım atmaz, boş vermez ve davetini sürdürebilir.

  1. İnsanların Kurtuluşunu Arzulamak, Dertli Olmak

 “Gir cennete! denildi. «Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!»” (Yasin 26-27) Yasin suresinde kıssası anlatılan davetçi şehid edildiği, nimetlere kavuştuğunda dahi kendisini katledenlerin bile kurtuluşunu düşünmüştür.

“(Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuara 3)

Payımıza Düşen: İnsanların kurtuluşunu, hidayetini dert edinmek.  Bu dertle kendimizi helak etmesek de bu derdi gücümüz nispetinde yüklenmek, kendi gücümüzce dertlenmek, en azından yakın çevremizdeki insanların hidayeti için endişeli olmak.

  1. Karşılık Beklememek

“Buna karşı ben sizden bir ecir de istemiyorum, benim ecrim ancak Rabbü’l-âlemîn’e aittir." (Şuara 127)

Ø  Maddi çıkar (ev, araba, para vb.) beklememek.

Ø  Başka da hiçbir paye ( Ne güzel ibadet ediyor, ne ahlaklı, ne güzel ders anlatıyor vb) beklememek.

Ø  Bütün karşılığı Allah (cc)’tan beklemek.

  1. Örneklik, Temsil

Örneklik ve davetini yaptığı şeyleri en güzel şekilde temsil etmek bütün peygamberlerin en önemli vasıflarındandır. Bu durum davetin muhatapları üzerinde tesirinde çok etkili olmuştur.

      “(Şuayb) Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum.” (Hud 88)

       “Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 21)

        Davetçi de ancak hayatını davet ettiği şeylerle uyumlu yaşayarak sözünü etkili hale getirebilecektir.

  1. Muhatapların Olumsuz Davranışlarına Tahammül Etmek

“O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.” (Al-i İmran 159)

Ø  Peygamberimizin (sav) affettiği / tahammül ettiği davranışlar:

ü  İçki yasağına rağmen içki içen sahabeye bazı olumsuz laflar söylenince “Ama O Allah ve Rasulunü seviyor” demesi.

ü  Ganimet dağıtılırken “Adil ol ya Muhammed (sav)” denmesi karşında tahammülü .

ü  Bedevilerin edebe aykırı hitaplarına karşı sabrı.

ü  Uhud’da ve Taif dönüşünde müşriklere karşı sabrı

Ø  Bize Düşen: Kardeşlerimize karşı müsamahakâr olmak, hataları nedeniyle hemen itham etmemek, fırsat vermek, hatalarının düzelmesine yardımcı olmak. Allah (cc) ‘ın onca hatamıza rağmen halim sıfatıyla bize fırsat vermesi gibi biz de diğer insanlara karşı toleranslı davranmalıyız.

Ø  Davetçi kendisi mevzu bahis olduğunda alabildiğine katı, kılı kırk yaran biri iken diğer insanlar söz konusu olduğunda onlar hakkında hüsnü zan besleyen bir karaktere sahiptir.

  1.  Başarıları Allah’tan Bilmek, Nefsini Büyük Görmemek

Hak aşığı olmak, Hak için her zaman özveride bulunmak, bu çabalar neticesinde başarı geldiğinde bunu kendinden bilmemek de davetçide bulunması gereken önemli hasletlerdendir.

Hz Peygamberin (sav) Mekke fethinde devesi üzerindeki secdesiyle tevazu dolu tavrında gördüğümüz gibi hiçbir başarıda kendini öne çıkarmama, başarıları Allah (cc)’ın lütfu olarak görmek. Tüm başarısızlıkların kendinden kaynaklandığını bilmek.

“Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi)

  1. Hak Yolunda Yürümek İçin Her Daim Hazır Olmak

Hanzala (ra)‘ın evlendiği günün sabahında cihad çağrısı yapıldığında yıkanmayı dahi vakit kaybı görüp hemen kalkıp gitmesi ve şehid olması hak uğrunda hiç vakit kaybetmeden, hemen hareket etmenin en çarpıcı örneklerinden biridir.

Allah yolundaki çabaları ölünceye kadar sürdürmek, adeta koşarak ölen küheylan gibi davranmak. Zira küheylanlar için koşmanın telaşıyla, koşmaya olan hırsla bağlanma nedeniyle öyle bir kendini kaybetmekten bahsediliyor ki bu hedefe kilitlenmesinin etkisiyle kalbinin durduğunu, çatladığını dahi fark edemiyor, koşmaya devam ediyor. Bu teşbihteki gibi davetçide Allah yolundaki koşturmasının manevi atmosferinde yorulduğunu, bittiğini anlamıyor adeta ölene kadar koşuyor.

Bugünün davetçisi de zulüm gören kardeşlerimize destek, insani yardım / yetim çalışmaları, afetzedelere yardım, ilmi meclislere katılma, ziyaretler, kamplar, kitap okumaları ve daha sayamadığımız bütün hayır kapılarını bir vesile görüp her fırsatta bu hayırların peşinden koşma gayreti içinde olmalıdır.

  1. Davet Ettiklerimize Yüreğimizde Kocaman Bir Yer Ayırmak

“Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe 128)

Payımıza Düşen: İnsanlara karşı şefkatli, merhametli olmak. İnsanları, sıkıntılarını dert edinmek, onlarla kalbi olarak ilgili olmak.

İnanların daha bireysel yaşadığı, ilişkilerin daha gevşek olduğu günümüz dünyasında davetçinin muhataplarının dertlerinden haberdar olup ilgilenebilmesi için daha fazla gayretler içerisinde olması icap eder.

  1. Yaşatma Aşkıyla Yaşama Zevkinden Vazgeçmek

İnsanların hidayeti için yeri geldiğinde kendi rahatını terk eden,  insanlar kurtulsun diye çabalayan olmak.

Her konuda bizlere örnek olan Peygamberimiz (sav) Mekke’nin ticaretle uğraşan, maddi durumu iyi olan hanımlarından Hz. Hatice (rah) ile evli ve kendisi de şehrin en güvenilir insanı olarak rahat ve bolluk içinde yaşayabilecek biridir. Peygamberlik davasıyla birlikte delilik, sihirbazlık, bozgunculukla itham edilmiş; açlık, savaş ve yokluklara maruz kalmış; ancak insanların hidayeti için gösterdiği ihtimamla, insanları yaşatma iştiyakıyla her türlü yaşama zevkini ayaklarının altına almış ve ömrü boyunca bu yaklaşımını hiç bozmamıştır. Öyle ki bu yolculukta bir gün üzerinde yattığı hasırın izi yüzünde iz yapmıştır.

Rasulullah (sav) in güzide talebesi Musab bin Umeyr (ra) de peygamberinden ilham alarak, kendince peygamberlik misyonunun bir temsilcisi olarak, O’nun izinden giderek,  Mekke’nin en zengin ailesine mensupken yaşatmak için Medine’ye gitmiş, şehadetinde üstünü örtecek elbise kalmayacak kadar yaşama zevkini terk etmiştir.

Bize düşen de peygamberlerin/peygamberimizin davet misyonunun bu günkü temsilcileri olarak küçük de olsa yaşama zevklerimizden feragat ederek yaşatma aşkıyla dolu çabalar içinde olmaktır.

8.      MA’RUFU EMİR MÜNKERDEN NEHİY AHLAKI

 

a.      Emir Bi’l-Ma‘Rûf Nehiy Ani’l-Münker / İyiliği Emir Kötülüğü Nehiy:

Kur’an’da ve hadislerde diğer birçok terim gibi ma‘rûf ve münkerin de kısmen eski anlamlarını korumakla birlikte kapsamlarının genişlediği görülmektedir. Bu kaynaklarda iyi ve doğru olarak kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek kelimeyle işaret edilmek istendiğinde en çok ma‘rûf kelimesi; yanlış, İslâm dinine yabancı, müslüman toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için de -bazan fahşâ ile birlikte- münker kelimesi kullanılmaktadır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿarf”, “nkr” md.leri; Wensinck, el-Muʿcem, “ʿarf”, “nkr” md.leri). Râgıb el-İsfahânî, “Ma‘rûf, akıl ve şeriatın iyi olarak nitelendirdiği fiilleri ifade eden bir isimdir; münker de yine aklın ve şeriatın benimsemediği, yadırgadığı şeydir” der (el-Müfredât, “ʿarf” md.)  (https://islamansiklopedisi.org.tr/emir-bil-maruf-nehiy-anil-munker )

b.     Ma’rufu Emir Münkerden Nehyin Önemi:

Bitkilerin sağlıklı şekilde yetiştirilmesinde faydalı şeylerin yapılıp zararlı şeylerin yapılmamasının zorunlu olması gibi, iyiliği emir ve kötülüğün nehyi de Müslüman ferdin ve ümmetin bünyesinin sağlıklı olması için şarttır. Bitkilerin sağlıklı olması için bir taraftan uygun bir toprak hazırlanması, yeterli sulama, çapalama ve gübreleme yapılması gerekirken diğer taraftan zararlı otların temizlenmesi, ilaçlama gibi işlerin de yapılması gerekmektedir. Aynı şekilde bir toplumun sıhhati içinde bir taraftan iyiliklerin emredilmesi, yapılması ve yaygınlaştırılması gerekirken aynı zamanda da kötülüklerin yasaklanması, engellenmesi gerekmektedir. Bunlardan biri eksik olduğunda bitki çürüdüğü / kuruduğu / bozulduğu gibi bu iki unsur birlikte yer almadığında fert, aile, okul ve toplum da bozulacaktır.

 Allah(cc) şöyle buyuruyor: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104) 

Başka bir âyet-i kerîmede Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” (Âl-i İmrân 110)

Allah (cc) bu ayetlerle öncelikle müslümanlar arasında insanları hayra davet eden bir topluluğun olmasını emrediyor. Yine ma’rûfun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işini İslâm ümmetine farz kılıyor. İslâm ulemâsı bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir (Elmalılı, a.g.e., II/1155). Bir Müslümanın ailesinde, sokağında, çarşısında, işinde, alışverişinde, okulunda, akraba ilişkilerinde iyiliği emir kötülüğü nehyetme sorumluluğu her zaman vardır.

Ma’rûfu emreden, münkerden alıkoyan mü’minler, dünyada en güzel ahlâkla yetişmiş bir ümmet olurlar. Bu toplumun korunması için de dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe çağırmak esastır. 

Bu ayete göre (Âl-i İmrân 104)  ‘muflih (kurtulan)’lardan olmanın şartı da insanları hayra davet etmek, ma’rufu yaygınlaştırmaya, münkeri azaltmaya çalışmaktır.

Nehiy; İslamî ıstılahta, bir kişiyi malum bir kötülükten alıkoymak, uzaklaştırmak yahut o kötülüğü yapmayı bıraktırmak, şeklinde tanımlanır. Arapça’da, “nehy” olarak ifade edilir ve genel itibariyle ya söz ile emir vererek gerçekleşir ya da kuvvet harcayacak şekilde elle müdahil olarak.

Ayetlerde “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker” olarak ifade edilen sakındırma ameli, İslamiyette -delilleriyle malumdur ki- kulluğun ikamesi için elzem, dinî bir vecibe ve ciddi bir iştir.

Allah (cc) konuyla ilgili olarak ayet-i kerimelerinde şöyle buyurur:

 Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.” (Asr  1-3)

“Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür!” (Mâide 79)

Yine başkâ âyetlerde müşriklerden başka, mü’minlerin karşısında münkeri emreden, ma’rûfu yasaklayan, böylelikle Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak emredilenin tam tersini yapan münâfıklar da zikredilir.

 “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar fâsıkların kendileridir.” (Tevbe 67)

Hz. Lokman'ın oğluna öğüdü her zaman ve mekânda uyarıcının hâlini beyan eder:

"Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. " (Lokman 17)

Hadislerde de konunun önemine dikkat çekilmiştir:

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.'' (Müslim, İman 78; Tirmizî Fiten 1I; Nesâî, İman 17; İbn Mâce, Fiten 20)

Resulullah’ın (sav) bir hadisindeki benzetmede olduğu gibi; eğer bir geminin alt katındakiler su almak için zemini delecek olurlarsa bundan üst kattakiler de -bir zaman sonra- zarar göreceklerdir. Aynen öyle, eğer emr-i bi’l ma’ruf görevi, toplumun bir kesimi tarafından yapılmayacak olursa, diğer kesim günaha dalıp çıkacak ve bu sürekli artış göstererek sonunda toplumun tamamına mal olacak bir helakı beraberinde getirecektir.

Nitekim; insanların birbirlerini kötülükten alıkoymaması ve bu hususta gevşek davranmaları, önceki kavimlerde olduğu gibi, bizleri de çeşitli bela ve musibetlere uğratacak, Allah’a yapılan dualarımızı karşılıksız bırakacak ve ilahî rahmetten uzaklaştıracaktır. Hz. Ali (ra)’nin rivayetinde peygamber efendimiz (sav): “Ya iyiliği emreder ve kötülükten men edersiniz, ya da size en kötüleriniz (başınıza) musallat olur. En seçkinleriniz dua eder de duaları kabul olunmaz.” Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3280.)

Ma’rûfu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (sav)'in şu buyruğu ortaya koymaktadır:

"Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman duâ edersiniz, fakat duânız kabul edilmez." (Ebû Dâvûd, Melâhim 16; Tirmizî, Fiten 9; Ahmed bin Hanbel, V/388).

Sonuçta ma’rûfun emredilmesi, münkerin yasaklanması meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil; hakiki kulluğun gereği olarak vazgeçilmez bir görevdir.

c.      Resulullah (sav)’ın Örnekliği:

İyiliği emir kötülüğü nehiy ameli, en güzel biçimini Resulullah  (sav)’ın şahsında gösterir.

Efendimiz (sav) bir tarafta ashabına en latif nasihatlerde bulunmuş, onları iyiliğe ve salih amele teşvik etmiş; diğer tarafta, kimsenin önemsemeyeceği kadar küçük görülen bir çirkinlikle karşılaştığında, çok geçmeden, eliyle ve yahut diliyle onu düzeltme yoluna gitmiştir. Nitekim Ebu Hureyre(ra)’den rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav): “Cebrail bana nasihat etmeyi emretti.” şeklinde buyurmuştur. (Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3285.) Ta ki İslam dini, tastamam anlaşılsın ve yaşansın diye.

Hadis imamlarından Malik, Ahmed, Buharî, Müslim, Nesaî, Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace ve diğerlerinin eserlerine baktığımızda görüyoruz ki; Peygamber Efendimizin, bu şekilde, insanları kötülükten sakındırması çoktur.

Rasullah (sav)’in iyiliği emir kötülüğü nehiydeki örnekliğini aşağıdaki başlıklarla ele almayı uygun bulduk:

1.      Muhataba Uygun Tavsiyede Bulunmak

Hz. Peygamber (sav), tavsiyede bulunacağı insanların içinde bulundukları durumu daima göz önünde bulundurmuş, uyarı/hatırlatmayı en verimli bir şekilde sağlayan şartları her zaman dikkate almıştır. Onun içindir ki, kendisine, farklı kişilerce değişik zaman ve mekanlarda en faziletli                                                       amel sorulduğunda, muhatabının içinde bulunduğu şartlara göre, bazen, “vaktinde kılınan namaz”  diye cevap vermiş; kimi zaman da, amellerin en faziletlisinin  “Allah’a iman ve Allah yolunda cihat” olduğunu söylemiştir.

2.      Soru Sorarak Hayra İlgi Oluşturmak

Ebû Musa el-Eş’arî, Hz.Peygamber(sav)’in, kendisini, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâ Billahi’lAliyyi’l-Azîm” derken işittiğini söyler ve şöyle devam eder: Hz.Peygamber (sav) bana, “Ey Abdullah! Sana cennet hazinelerini kazandıracak bir kelimeyi haber vereyim mi?” diye sordu. Ben de “Evet haber ver yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâ Billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm de” buyurdu (İbnu Mâce, Ebû Abdİllah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu İbni Mâce, nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, 1975, II, 1256)

Burada Allah Resûlü (sav) zaten Ebû Musa(ra)’ın söylediği şeyi emretmektedir. O halde onun vurguladığı şey, Ebû Musa(ra)’ın söylediği kelimenin faziletini ortaya koymaktır. Önce soruyu soruyor, Ebû Musa pür dikkat olunca, az önce söylemiş olduğu kelimenin kendisine cennetin hazinelerini kazanacak kadar önemli olduğunu haber veriyor. Böylece Hz.Peygamber (sav) Ebû Musa(ra)’a, söylemiş olduğu kelimenin önemini kavratmış olmaktadır.

 Ebû Zerr(ra)’e de, “Namazı geciktiren bir toplumun içindeyken durumun nasıldır” diye sormuş, böylece dikkati çekilen Ebû Zerr(ra), “Bu durumda siz ne buyurursunuz?” şeklinde karşılık vermiş, Hz.Peygamber (sav)’de asıl söylemek istediğini söylemiş, namazı vaktinde eda etmenin gereğine işaret ederek “Namazı vaktinde kıl, sonra işine git, sen mescitte iken namaz kılınırsa sen de namaz kıl” (El-Muslim, I, 448-449) demiştir.

 Allah Resûlü (sav) , Hz.Ali(ra)’ e sıkıntı esnasında ne diyeceğini öğretmek için de önce sorusunu sormuş ve “Ey Ali! Çıkmaza düştüğünde söylemen gereken kelimeleri sana öğreteyim mi?” demiştir. Hz.Peygamber (sav), bu kelimelerin ne olduğunu açıklamış ve “Bismillahirrahmanirrahim, velâ Havle velâ Kuvvete İllâ Billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm” dersen, Allah sana gelecek olan belalardan dilediğini bu kelime sebebiyle önler” buyurmuştur (El-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs, Beyrut, 1988, II, 382)

Bir gün Hz.Peygamber (sav) Ebû Hureyre(ra)’ e ne diktiğini sormuş, Ebû Hureyre (ra)’de kendisine ait ağaç fidanı diktiğini söylemiş, bunun üzerine öğreteceği konuya dikkatini çekmek için şöyle soru yöneltmiştir: “Senin için bundan daha hayırlı fidanı sana söyleyeyim mi?”. Ebû Hureyre  (ra) “Evet” cevabını verince Hz.Peygamber (sav), “Subhanallahi velhamdulillahi velâ ilâhe illallahu vallahu ekber” de. O zaman senin için cennette dünya ağacından daha hayırlı bir ağaç dikilmiş olur” buyurdu (İbnu Mâce, a.g.e., II, 1251)  Allah Resûlü (sav) bu soruyu, şüphesiz ağaç dikmenin önemini küçümsemek için değil, ancak öğreteceği zikrin çok faziletli olduğunu vurgulamak ve bu fazilete dikkat çekmek için sormuştur.

3.      Helal Dairede Müsamaha Göstermek

Hz.Peygamber (sav) , Mescid-i Nebevî’de harp oyunları oynayan bir grup Habeşlinin bu oyunlarını genç eşi Hz.Aişe(rah)’e göstermişti. Hz.Aişe (rah) Allah Resûlü(sav)’nün omzuna yaslanmış, bu oyunları seyrediyordu. Aişe (rah) validemiz, “Allah Resûlü bana “seyretmeye doydun mu?” diye sordukça, ben “Hayır, hayır doymadım”diye cevap verirdim” (El-Buhârî, 324; El-Kettânî, Abdulhayy b. Abdilkebîr, et-Terâtibu’l-İdâriyye, Beyrut, ts., II, 141. )  diyerek, Resûlüllah’ın gösterdiği müsamahanın boyutunu da ortaya koymuştur.

Allah Resûlü(sav)’in sahip olduğu hoşgörüyü, onun gençlere gösterdiği yumuşaklık ve müsamahayı daha iyi anlayabilmek için, kendisine gençlik hayatı boyunca on yıl aralıksız hizmet etmiş olan Enes b. Malik(ra)’ın sözlerine kulak vermek yeterlidir. Enes (ra) şöyle diyor: “On yıl Hz.Peygamber’e hizmet ettim. Bana bir defa bile “öf” demedi. Yaptığım bir şey için, “Niye bunu yaptın” diyerek azarlamadı. O, ahlak bakımından insanların en mükemmeliydi” (Et-Tirmizî, a.g.e., IV, 368)

4.      Muhatabı Utandırmamak

Hataları düzeltme konusunda Allah’ın Resûlü(sav)’nün ne kadar seviyeli ve nazik davrandığını Muaviye b. Hakem güzel bir şekilde anlatmaktadır. Muaviye (ra) Hz.Peygamber(sav)’in arkasında namaz kılarken, aksıran bir adama, “Yerhamukellah” diyerek karşılık vermişti. Çünkü namaz kılarken konuşulmayacağını bilmiyordu. Yanındakiler Muaviye’ye bakmaya başladılar. Muaviye onlara da “Size ne oluyor ki, bana bakıp duruyorsunuz”  deyince, bu defa yanındakiler onu ikaz etmek için ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Muaviye onların kendisini susturmak istediklerini anlayınca, sustu. Bundan sonrasını Muaviye b. Hakem şöyle anlatıyor: “Anam babam Resûlüllah’a feda olsun. Onun kadar güzel öğreten bir öğretmen hiçbir zaman görmedim. Vallahi o, namazı kılınca beni ne dövdü; ne de azarladı. Sadece namazda dünya kelamı konuşulmayacağını, ancak tesbih, tekbir yapılarak Kur’an okunabileceğini söyledi” (El-Muslim, Ebu’l-Hüseyin Muslim b. Haccac el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Muslim, nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki, Mısır, 1955, I, 381-382; Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak es-Sicistânî, Sunenu Ebî Davud, (Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in ta’likiyle), Beyrut, ts., I, 144-245)

Görülüyor ki Hz.Peygamber(sav), Muaviye b. Hakem(ra)’i namazdaki hatasından dolayı azarlamamış, onu utandıracak yada onurunu zedeleyecek herhangi bir söz söylememiştir. Onun bilmemesini normal karşılayarak büyük bir nezaket içinde öğretmenlik yapmıştır.

5.      En Ağır Hatalarda Dahi Muhataba Kaba Davranmamak

Hz. Peygamber (sav) inanç ve prensiplerine ters düşen hareketleri yapan gençlere bile kaba davranmamış, onları utandıracak tarzda tenkit etmemiş, hatalı olduklarını uygun bir biçimde ifade etmiştir. Allah Resûlü’nün (sav) en sevdiği gençlerden biri olan Usâme b. Zeyd(ra), hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracı olarak Resûlüllah (sav)’a geldi. Suçlu bir kadının, asalet sahibi ve değer verilen önemli bir kişi olduğu için suçunu görmezden gelmesi isteği, Hz. Peygamberi (sav) son derece kızdırmasına rağmen, o, bu işe aracı olan genç Usâme(ra)’ı utandıracak hiçbir kırıcı söz etmemiş, tepkisini onu incitmeden ortaya koymuştur. Bu kabul edilmez istek karşısında Hz.Peygamber (sav), minbere çıkarak, şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Sizden öncekiler, kendilerine önemli ve nüfuz sahibi bir kişi suçlu olarak geldiğinde, onun cezasını vermediler. Ancak nüfuz sahibi olmayan ve zayıf, güçsüz bir kişi suçlu olarak geldiğinde hemen cezalandırdılar. Bu adaletsizlikten dolayı da helak oldular. Allah’a yemin ederim ki, hırsızlık yapan benim kızım Fatma olsa, onun da elini keserdim” (El-Buhârî, III, 1283; el-Muslim, III, 1315.) (Hz.Peygamber Döneminde Gençliğin Eğitimine Tarihsel Bir Yaklaşım https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/52683 )

6.      Muhataba Doğru Davranışı Göstererek İyiliği Emir

Bir defasında; yolda yürürken yol ortasında oturan bir kaç kişi görür ve burada ne yaptıklarını sorar. “Sadece oturuyoruz ya Resulullah.” demelerine rağmen, Resulullah (sav) onları bırakmaz ve “İlle de oturmak istiyorsanız bari bunun hakkını verin ve gözünüzü haramdan sakının, selam verenin selamını alın, başkasına eziyet etmeyin ve bir kötülük görürseniz engelleyin!” diye emir buyurur. (Bu kimseler arasında Ebu Saîd el-Hudrî (ra) ile Ebu Talha (ra) vardır. Nitekim 6 hadis imamı da onlardan rivayet etmiştir.)

Başka bir defasında; bir kimsenin arkadaşını överek bunda aşırıya gittiğini görmüş ve: “Yazık ettin! Arkadaşını helak ettin!” diyerek tepki göstermiş ve akabinde de: “Eğer sizden biri bir kimseyi övecekse şu şekilde konuşsun: Onun şöyle iyi olduğunu sanıyorum ama hesabını görecek olan Allah’tır!” buyurmuştur. (6 hadis imamı da Ebu Bekre ve Ebu Musa’dan ayrı ayrı rivayet etmişlerdir.)

7.      Uyarırken / Hatırlatırken Gerekçe Göstermek

Başka bir sefer; hasta bir kadın sahabesinin yanına uğrar. Onu titrerken gördüğünde “Ne bu hal?” diye sual eder. Kadın sahabe sıtma hastalığına yakalandığını söyler ve peşinden hastalığa sövgüde bulunur. Resulullah (sav) bu kez onu ikaz eder: “Sıtmaya sakın sövmeyesin! Zira onun işi, günahları dökmek ve silip götürmektir!” (Bu kadının Ümmü Saîb (rha) veya Ümmü Müseyyeb (rha) olduğu hususunda ihtilaf vardır. Rivayeti ise Müslim, Cabir b. Abdullah’tan (ra) yapmıştır.)

Sırf içki içiyor diye genç bir sahabe hakkında kötü konuşanları uyarmış; “Böyle yapmayasınız! Kardeşiniz hakkında şeytana arka çıkmış olursunuz!” demiştir. (Buharî, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.)

Enes b. Malik(ra)’den rivayet edildiğine göre, Hz.Peygamber(sav), “Yaşından dolayı ihtiyar bir kişiye ikramda bulunan gence, Allah, yaşlandığında kendisine ikramda bulunan kimseler lütfeder” (Et-Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, el-Câmi’u’s-Sahîh (Sunenu’t-Tirmizî), Beyrut, ts., IV, 372.)

8.      Muhatabı Yasaklanan Şeyden Uzaklaştırmak

Yine başka bir sefer; üzerinde, o dönemin kâfirlerinin giydiği bir elbise bulunduğu için genç sahabesine kızar ve: “Bunu yak! Bir daha da bu elbiselerden giymeyesin!” diye nasihatte bulunur. (Müslim, Abdullah b. Amr’dan (ra) rivayet etmiştir. Resulullah (sav)’in kızdığı genç sahabe de odur.)

Benzer durumu doksan dokuz adamı öldüren kişinin kurtuluşu için bulunduğu beldeyi terk edilmesinin tavsiye edildiği hadiste de görmekteyiz. Söz konusu kişiden öldürme kötülüğünü işlediği mekândan uzaklaşması istenmiştir.

9.      Yasakladığı Şeyden Kendisinin de Mutlaka Kaçınması

Resulullah (sav), Müslümanların lükse kaymalarına çok defa mani olmuştur. Şöyle ki; ashabının gümüş ve altın kaplar kullanmalarını ve ipekten kumaşa bürünmelerini yasaklaması ve “Bunlar dünyada kâfirlerin, ahirette ise sizindir…” demesi bundandır. (6 hadis imamı da Huzeyfe b. Yeman’dan (ra) rivayet etmiştir.)

Rasulullah (sav) sadece altın ve gümüşü yasaklamakla kalmamış hayatı boyunca imkanı olmasına rağmen son derece mütavazi bir hayat sürmüş ve ümmetine örnek olmuştur.

10.  Allah’ın Azametiyle Korkutarak Kötülükten Nehiy

Yine Resulullah (sav), zulme asla razı olmamıştır. Bir defasında; yanında bir kölenin tokatlandığına şahit olunca hemen o kölenin azat edilmesini emretmiştir.

Buna benzer şekilde; kölesini öfkeli bir biçimde kırbaçlayan bir başka sahabesine arkadan yaklaşarak: “Ey Ebu Mes’ud! Allah’ın sana olan gücünün, senin bu köleye olan gücünden daha büyük olduğunu bilesin!” diyerek -elindeki kırbacı yere düşürecek kadar- yüreğine korku salmıştır. (Her iki hadisi de Müslim rivayet etmiştir. Rivayetlerin ikincisinde Resulullah (sav) ilaveten şunu demiştir: “Eğer (köleni) azad etmeseydin cehennem ateşi sana dokunacaktı!”)

11.  İyiliği Yaşayarak Göstermek

Bir defasında; amca kardeşi Cafer’in (ra) vefatından üç gün geçtikten sonra, ev halkına uğrayarak onlara artık yas tutmayı bırakmalarını emretmiş ve yeğenlerini dışarıya çıkartıp başlarını tıraş ettirmiştir. (Ebu Davud, Abdullah b. Cafer’den (ra) rivayet etmiştir. Abdullah’ın açıklamasına göre: “Resulullah (sav) bizi yanına çağırdığında, bizler o gün yavru kuşlar gibiydik.”)

Yine Hudeybiye anlaşması yapıldığında sahabeye tıraş olmalarını söylemiş ve ilk önce kendisi tıraş olarak sahabeye örnek olmuş ve tüm sahabe de peşinden tıraş olmuştur.

12.  Yapılan Kötülüğün Büyüklüğünü Göstererek Uyarmak

Yine bir defasında; eşlerinden Aişe (rah) validemiz, Safiyye (rah) validemizin boyu hususunda Resulullah’a (sav) küçük bir söz söyleyince, Resulullah (sav) onu hemen uyararak: “Sen öyle bir söz söyledin ki, bu söz denize karışsaydı onu kirletirdi!” demiştir. (Ebu Davud ve Tirmizî Hz. Aişe’den (ra) rivayet etmiştir.)

13.  Kötülüğü Muhataba Empati Yaptırarak Engellemek

Kureyş kabilesinden bir genç, Hz.Peygamber(sav)’in huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana zina etmek için izin ver” dedi. Orada hazır bulunan sahabeden bazıları bu isteği İslam terbiyesine aykırı gördüklerinden, “Sus, sus” diyerek, genci azarladılar. İslam Peygamberi son derece sakin bir şekilde delikanlıya, “Yanıma gel, otur” diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı. “Söyle bakalım, bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Genç “Sana feda olayım ey Allah’ın Resûlü, böyle bir şeyi asla istemem” dedi. Peygamberimiz (sav)’de “Zaten hiç kimse annesine böyle bir şey yapılmasını istemez” buyurdu. Sorusuna devam ederek, “Başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?” diye sordu. Genç yine, “Sana feda olayım ey Allah’ın Resûlü (sav), razı olmam” dedi.                                                       Hz.Peygamber (sav)’de “Hiç kimse kızıyla zina edilmesine razı olmaz” dedikten sonra, kız kardeşi, halası ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç, her soruda da “Sana feda olayım hayır istemem” diye cevap veriyordu. Artık hatasını anladığını görünce Hz.Peygamber(sav), elini bu gencin omzuna koyarak, “Allahım, bunun günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru” diye dua etti. Bu genç, kendi ifadesine göre, bir daha hayatı boyunca kalbinde zina duygusuna yer vermedi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ts., IV, 256-257)

14.  Uyarıya Karşı Kibirlenene Muamele

Ebû Müslim (veya Ebû İyâs) Seleme İbni Amr İbni Ekvâ (ra)’ın naklettiğine göre, bir adam Resûl-i Ekrem (sav)’ in yanında sol eliyle yemek yedi. Peygamber Efendimiz (sav) adama:

– “Sağ elinle ye” buyurdu. Adam:

– Bir türlü yapamıyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

– “Yapamaz ol” diye beddua etti.

Çünkü adamın Resûl-i Ekrem(sav)’i dinlememesi, kibrinden dolayı idi. Bu beddua üzerine, adam elini ağzına götüremez oldu. (Müslim, Eşribe 107. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ime 2; Ebû Dâvûd, Et’ime 19; Tirmizî, Et’ime 47; İbni Mâce, Et’ime 8)

Hülasa; Resulullah (sav), yanında hiçbir kötü işin yapılmasına müsaade etmemiştir. Hayatının her anında tetikteymiş gibi, kim bir yanlışlık yahut hata yapacak olsa, onu hemen uyararak kötülüğü en güzel şekilde ıslah etmeyi amaçlamış, adeta toplum içinde sürekli bir gözlemci olmuştur.

d.     Sahabenin Birbirini Uyarması:

Resulullah(sav)’ın bu durumlarına şahit olan ashab da, kendi içinde bir emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker mekanizması kurmuş ve ayette belirtildiği üzere, ölünceye dek birbirlerini kötülükten alıkoyup iyiliği ve doğruluğu emreder olmuşlardır.

Onlar (ki Allah tümünden razı oldu) gerek elleriyle ve gerekse dilleriyle cahilî her âdeti kınamış, bid’at olan her ameli kötülemiş, yanlış olan her işi düzeltmiş ve unutulan yahut ihmal edilen her emri hatırlatmışlardır. Zira onların hedefinde insanlar değil, işledikleri çirkin amelleri vardı. Onlar (r.hm), Allah ve Resulü kendilerini hangi işten neyhettilerse insanları da ondan nehyettiler:

1.      Yanlışa Duyarlı Olmak

Zübeyr b. Avvam (ra), pazar yerinde Emevîlerin azatlılarının karaborsacılık (ihtikar) yaptıklarını görünce onlara dayak atmaya başlamıştı ki, tam o sırada halife Osman, onu durdurdu. Ancak Zübeyr (ra) öfkeli bir şekilde halifeye de kızdı ve sert sözler söyledi. Bir süre sonra, sakinleşince Osman’a (ra) şöyle konuştu: “Ey mü’minlerin emiri! Vallahi ben biliyorum ki, senin benim üzerimde hakkın vardır. Fakat ben öyle bir adamım ki, bir kötülük gördüm mü dayanamıyorum!” Osman (ra) daha sonra ona anlayış göstererek yanına oturttu. (Ebu Saîd’den rivayet eden İshak b. Rahaveyh, Müsned. Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3277.)

2.      Emir Sahiplerine Hakkı Söylemek

Hz. Ömer (ra) halife olduğunda "benim yanlış yaptığımı görürseniz ne yaparsınız" diye sorunca sahabe efendilerimizden bir tanesi kılıcını çekmiş ve "seni bu kılıcımızla düzeltiriz ey Ömer" demiştir.

Yine Ubade b. Samit (ra), Muaviye b. Ebu Süfyan(ra)’ı -halifeliği döneminde- halka hutbe verdiği bir sırada, söylediği bir hadis sebebiyle yalancılıkla itham etmişti. Muaviye(ra)’nın “Bu yaptığından utanmıyor musun?” diyerek karşı çıkması üzerine, Ubade (ra) şöyle dedi: “Sen bilmez misin ki, ben Akabe gecesi Resulullah(sav)’e ‘hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağım’ diyerek biat etmiştim. Şimdi Allah adına yalan konuştuğun zaman nasıl susarım?” Muaviye (sav) bunun üzerine halka ikinci bir hutbe daha verdi ve: “Hadis Ubade’nin dediği gibiymiş, doğrusunu ondan öğrenin...” diyerek hatasını tashih etti. (Ya’la b. Şeddad’dan hasen bir isnadla rivayet eden İshak b. Rahaveyh, Müsned. Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3281.)

3.      Kişiye Değil Ameline Kızmak

Ebu’d-Derda (ra), günah işleyen birisine söven bir topluluğun yanından geçerken onlara: “Eğer siz bu adamın bir kuyuya düştüğünü görseydiniz, onu oradan çıkarmaz mıydınız?” diye sordu. “Evet.” cevabını alınca şöyle dedi: “Öyleyse kardeşinize sövmeyin. Sizi onun durumuna düşürmekten koruyan Allah’a hamd edin.” Topluluk sordu: “Demek sen ona buğzetmiyorsun!” Ebu’d-Derda (ra) şöyle dedi: “Ben onun (kötü) ameline buğzediyorum. O, (kötü) amelini bıraktığında yine benim kardeşimdir.” (Ebu Kılabe’den rivayet eden; Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal. Bunun bir benzerini İbn Mes’ud (ra) da dile getirmiştir: “Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüzde; ‘Allahım! Onu rezil et! Ona lanet et!’ diyerek ona karşı şeytana yardımcı olmayın. Allah’tan onun durumuna düşmemeyi dileyin. Bkz. M. Zekeriyya Kandehlevî, Hayatu’s-Sahabe, Bengisu Yay. sf. 339.)

4.      Sevginin Uyarmaya Engel Olmaması

Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah  (ra)   şöyle dedi: Nebî (sav) , Selmân (ra) ile Ebü’d-Derdâ(ra)’ ı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân(ra), Ebü’d-Derdâ(ra)’ı ziyaret ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d-Derdâ(rah)’yı oldukça eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona:

- Bu halin ne? diye sorunca, kadın:

- Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez, dedi. O esnada Ebü’d-Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:

- Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:

- Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:

- Uyu dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:

- Uyu, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân:

- Şimdi kalk, dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:

- Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her  birine haklarını ver.

Sonra Ebü’d-Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ e gidip olup biteni anlattı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Selmân doğru söylemiş” buyurdu. (Buhârî, Savm 51, Edeb 86)

5.      Uyarana Bakmadan Hakka Uymak

Bu hususta Hz. Ömer(ra)'a itiraz eden kadının kıssası meşhurdur: Hz. Ömer (ra), kadınlara verilen  mehrin âzamî miktarını tesbit etmek niyetiyle, bir cuma  hutbesinde: "Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin..." deyince, cemaatten bir kadın atılarak: "Ey Ömer, senin buna hakkın yok. Zirâ âyet-i kerime'de Cenâb-ı Hakk: "Birisine bir yük altın da vermiş olsanız bile ondan birşey almayın..." (Nisa 20) buyurmuştur" der. Hz. Ömer (ra) kadına hak verir ve kararından rücû eder.

6.      Bireysel Değil Umumi Düşünmek

Ebu Bekr es-Sıddık (ra), kendi halifeliği döneminde, halkın artık birbirlerini kötülükten sakındırmaz olduklarını görünce, hutbesinde şöyle demiştir:

“Ey insanlar! Sizler: ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Doğru yolda olduğunuz müddetçe haktan sapıtan kimse size zarar veremez.’ ayetini okuyorsunuz ancak yanlış amel ediyorsunuz. Biz, Resulullah’ı şöyle derken işittik: İçlerinde kötülük işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde (seyirci kalır), müdahale etmezse, Allah’ın hepsine ulaşacak umumî belası yakındır.” (Kays b. Ebi Hazım’dan rivayet edenler; Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace. Bkz. Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay. Hazırlayan: İbrahim Cananoğlu, c: 1, hadis no: 92.)

e.      Bize Düşen Vazife:

Biz diyoruz ki; Allah’ın Elçisinden ve onun yakın arkadaşlarından bizlere gerçek bir miras kaldı:  Gözümüzle gördüğümüz ve kulağımızla işittiğimiz her fenalığı ve çirkinliği, elimizle ve dilimizle değiştirmek, insanları ondan alıkoymak / sakındırmak ve insanlara iyiliği emretmemiz gerekmektedir. Gerek eşimiz, evladımız ve akrabamızdan olsun, gerekse bulunduğumuz ortam, okul-iş hayatı, sokak ve internet ağı üzerinden olsun, imkânımızın el verdiği oranda -şeriate bağlı kalmak kaydıyla- uyarmak, nasihatte bulunmak, münkere müdahale etmek ve iyiliğe teşvikle memuruz.

Hint yarımadasının alimlerinden Muhammed Kandehlevî’nin güzel bir tespiti var: Günümüzde Müslümanlar tebliğ işini sadece bir takım âlimlere ve hocalara bırakmışlardır. Hâlbuki İslam olan her fert bilmelidir ki, önünde caiz olmayan bir kötülük veya günah işlendiğinde, eğer ki onu durdurabilir veya bunun için sebeplere başvurabilirse, bu durumda onu yapmak üzerine vaciptir. (Bkz. M. Zekeriyya Kandehlevî, Fezâil-i A’mâl (Amellerin Faziletleri), Gülistan Neşriyat, sf. 526.) Bununla birlikte, eğer bir kimsenin de kötülüğü bertaraf etmeye gücü yetmiyor, elinden yahut dilinden bir şeyler gelmiyor ise onun yapacağı şey, ancak kalbiyle nefret etmek ve içinden o kötülüğü şiddetle kınamaktır. (İbn Mes’ud (ra) şöyle demiştir: “Muhakkak ki bir takım kötü şeyler zuhur edecektir. Böyle bir durumla karşılaşan kimse, eğer onu değiştirmeye gücü yetmiyorsa, onun için Allah’ın, kalbinin ondan nefret ettiğini bilmesi yeter.” Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, cilt: 4, hadis no: 3282.) Yine de bu hal, iman için en düşük bir haldir.

Resulullah (sav) şunları buyurmuştur:

“...Kalbiyle buğz etmek imanın en zayıf mertebesidir.” “Kalbiyle mücahede edenin gerisinde zerre miktarı iman yoktur.” “Zalim bir gücün karşısında hakkı söylemek en büyük cihaddır.” (Sırasıyla: Ebu Saîd el-Hudrî’den (ra) rivayet edenler; 6 hadis imamı. Kütüb-i Sitte, c: 1, hadis no: 89. İbn Mes’ud’dan rivayet eden; Müslim, Sahih. Kütüb-i Sitte, c: 1, hadis no: 90. Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayet eden; Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace. Kütüb-i Sitte, c: 1, hadis no: 96.)

9.      SONUÇ

Ø  Davet insanların İslam’a çağırılmasıdır.

Ø  Davet bir peygamberlik sıfatıdır. Bu sebeple de çok değerli ve mükâfatı yüksektir.

Ø  Davette yer, zaman, muhataba göre davranmak önemlidir.

Ø  Davetçi anlattıklarını önce kendi yaşamaya gayret etmelidir.

Ø  Davetçi, peygamberlerin davette dikkat ettikleri noktalara önem vermelidir.

Ø  Davette şefkat, sabır, hikmetle davet, çile, müsamaha, fedakârlık, süreklilik önemlidir.

Ø  Sakındırma iyiliği emir kötülüğü nehiydir.

Ø  İyi ve kötü İslam’a göre belirlenir.

Ø  İyiliği emir kötülüğü nehiy bir zümreye sorumluluk yüklese de yapılmadığında herkes sorumludur.

Ø  İyiliği emir kötülüğü nehiy İslam toplumlarının sağlıklı olması için zorunlu bir salih ameldir.

Ø  Peygamberimiz ve sahabeler ömürleri boyunca sakındırma örnekliklerinde bulunmuşlardır.

10.  ÖDEV

Ø  Bir hafta içinde en az bir iyiliği emir ve bir kötülüğü nehiy ameli işlemek.

Ø  Sonraki hayatında bu ameli sürekli kılmaya gayret etmek.

11.  VİDEO

245. Hadis Sohbeti “İyiliği Teşvik Kötülükle Mücadele Etmek” 5.Bölüm

Kur'an ve Hadis Dersleri - Prof. Dr. Halis Aydemir

https://www.youtube.com/watch?v=9J0ErlksqVI

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Dersler