1. GİRİŞ
Davet ve
sakındırma ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (as)’dan beri var olan hem
insani hem peygamberi iki önemli ameldir. Bu iki amel özellikle peygamberlerin
en başta gelen misyonlarından olmuştur. Öyle ki davet ve sakındırmayı
dinlemeyip isyan eden kavimler helak edilmiş, önceki peygamberin mesajı bozulup
davet ve sakındırma mecrasından saptığında yeni peygamberler gelerek süreci
tekrar olması gereken doğru konumuna oturtmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)’de ömrü boyunca önceki peygamberler gibi davet ve sakındırma
örneklikleriyle dolu bir ömür yaşayarak biz ümmetine bu misyonu miras
bırakmıştır.
Ümmet olarak
omuzlarımızdaki bu yükün durumu bugün için oldukça farklı biçimler kazanarak
şekillenmektedir. Hem davet görevinde bulunanların tam olarak sorumluluklarının
farkında olmaması hem de bu davetin muhataplarının mesaja karşı duyarsızlıkları
temel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Davet ve sakındırma görevlerini
hakkıyla yerine getirecek kişilerin kıtlığı ve muhataplardaki “her şeyin
göreceliliği ve herkesin görüşü kendisine” anlayışı nedeniyle bu görevlerin
hakkıyla ifa edildiklerini söylememiz zorlaşmaktadır.
Bu dersimizde
davet ve sakındırma konularının özündeki temel noktalara değinerek bu konularda
günümüz davetçilerinde yeni bir aşk, yeni bir şevk oluşturma niyetindeyiz.
2. KAVRAM
TAHLİLİ
Tebliğ: Sözlükte “bir şeyi veya bir haberi ulaştırmak” anlamındaki teblîğ kelâm
ilminde “peygamberlerin yükümlü olduğu tebliğ görevi, onların vahiy yoluyla
aldıkları bilgiyi insanlara ulaştırması” demektir (bk. Da‘vet; Peygamber). (https://islamansiklopedisi.org.tr/teblig )
Da’vet: Da‘vet kelimesi Arapça’da masdar olup sözlükte “çağırmak, seslenmek,
adlandırmak, dua veya beddua etmek, ziyafete çağırmak, propaganda yapmak” gibi
anlamlara gelir. Ayrıca da‘vet aynı kökten bir isim olarak “ziyafet yemeği
(velîme), dava, şiâr” gibi mânalarda da kullanılmıştır. Da‘vet kelimesi terim
olarak özellikle “İslâm’a ve İslâm esaslarının uygulanmasına çağrı” anlamına
gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de “İslâm’a çağrı” (es-Saff 61/7), “imana çağrı”
(el-Hadîd 57/8), “Allah yoluna çağrı” (en-Nahl 16/125), “Allah’ın kitabına
çağrı” (Âl-i İmrân 3/23), “hakka çağrı” (er-Ra‘d 13/14), “hayra çağrı” (Âl-i
İmrân 3/104), “kurtuluşa çağrı” (el-Mü’min 40/41), “hayat kaynağına çağrı”
(el-Enfâl 8/24), “esenliğe çağrı” (Muhammed 47/35) gibi mânalara gelen ifadeler
da‘vetin İslâmî inanç ve değerlerin kabul edilip uygulanmasını sağlamayı hedef
alan bir faaliyet olduğunu, dolayısıyla hem gayri müslimlere hem de
müslümanlara yönelik olabileceğini göstermektedir. Buna göre tebliğ, irşad,
vaaz, nasihat, inzâr, tebşîr, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker gibi terimler
de sözlük anlamları itibariyle da‘vetten farklı olmakla birlikte uygulama ve
gayeleri bakımından aynı veya yakın mânaları ifade etmektedirler; bu sebeple
da‘vet ve tebliğ başta olmak üzere bu kavramlar sık sık birbirinin yerine
kullanılmıştır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/davet )
İ‘lâ-yi Kelimetullah: Sözlükte “yükseltmek, yüceltmek” anlamındaki i‘lâ masdarıyla “Allah’ın
sözü” mânasındaki kelimetullāhtan oluşan bu terkipte yer alan kelimetullahın,
tevhid inancının esasını teşkil eden “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka ilah
yoktur) sözünü ve daha genel olarak Allah’ın insanlığa gönderdiği son dini
ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu durumda i‘lâ-yi kelimetullah tabiri,
Allah’ın dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda
gösterilen gayret ve faaliyetleri kapsamakta, cihad ve savaş kelimeleriyle
birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça zikredilen “fî-sebîlillâh” (Allah yolunda)
kavramıyla yakından ilgili bulunmaktadır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/ila-yi-kelimetullah )
3. KONUYLA
İLGİLİ AYETLER
“(İnsanları)
Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü
daha güzeldir?” (Fussilet 33)
“Sizden,
hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte
onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104)
“(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi
yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.”
(Nahl 125)
“Andolsun ki
biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre
onların arasında kaldı.” (Ankebut 14)
“Nûh, şöyle
dedi: "Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat
benim davetim ancak onların kaçışını artırdı. Kuşkusuz sen onları bağışlayasın
diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar,
elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.
Sonra ben onları açık açık davet ettim. Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem
de gizli gizli konuştum." (Nuh 5-9)
“Ey
Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!” (Şu’ara 3)
“İçlerinden
bir topluluk: «Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği
bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dedi. (Öğüt verenler) dediler ki:
Rabbinize mazeret beyan edelim diye bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt
veriyoruz).” (A’raf 164)
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı
buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber
onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl,
pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O
Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte
gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”
(A’raf 157)
4.
KONUYLA İLGİLİ HADİSLER
Sehl İbni Sa’d (ra)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlemiştir: “Allah’a yemin ederim ki,
Allah Teâlâ’nın, senin sebebinle bir tek kişiye hidayet verip doğru yola
iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları tasadduk etmenden)
çok daha hayırlıdır.” (Buhârî,
Fedâilu'l-Ashâb 9, Meğazi 38, Cihad 102,143; Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 34.)
Ebû Saîd (el-Hudrî) (ra) diyor ki, “Resûlullah’ı (sav) şöyle derken
işittim: "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse
diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret
beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir." (Müslim, Îmân, 78)
Huzeyfe (ra)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan
Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz,
ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra
Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9)
5.
TEBLİĞ ve DAVET
SORUMLULUĞU
Davet; iman etmeye, imanı yaşamaya,
günâhlardan kaçınmaya ve salih amele yönelik olmalıdır. Davet, bir açıdan nasihat,
bir açıdan irşad, bir açıdan tebliğ, bir açıdan da ma’rufu emretmek, münkerden
sakındırmaktır.
Davet Müslümanın hayatında mutlaka yer
almalıdır çünkü “peygamberlerin risalet
görevinin varisi olarak” bugünün Müslümanı tarafından da “hakkın yeryüzünde
doğru şekilde temsili” gerekmektedir. Davet Müslümanın hayatında yer almalıdır
çünkü ayeti kerimelerde davet “(İnsanları)
Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü
daha güzeldir?” (Fussilet 33) ifadeleriyle en güzel söz olarak taltif
edilmiştir. Yine hadislerde yer alan “Senin sebebinle bir tek kişiye hidayet
verip doğru yola iletmesi, senin için, kızıl develerin olmasından (ve bunları
tasadduk etmenden) çok daha hayırlıdır.” benzeri ifadeler de davetin ne kadar
değerli bir amel olduğunu göstermektedir. Bu kutlu yolculuk sırasında velev ki
insanlar davete kayıtsız kalsa veya karşı koysalar dahi davetçiye mazeret
olması ya da içlerinden birilerinin bu söze kulak vermesi ihtimali nedeniyle
yine davet Müslümanların hayatında sürekli yer alması gereken güzelliklerin
başta gelenlerindendir.
Bütün bu
sebeplerle, gerek peygamber mirası olarak davetin ifası için olsun, gerek kendi
felahı için olsun, gerekse de insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma, hidayetlerine
vesile olmak için olsun Müslümanın her durumda hayatını davet eksenli yaşaması
gerekmektedir.
6.
DAVETİN UNSURLARI
1-Kimler Davet Yapar?
Her Müslüman Tebliğ Ve Davetten
Sorumlu Mudur? Bu soruya evet dersek yanlış olmaz.
İslâm ümmeti, insanlar arasından
çıkartılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar Allah’a hakkıyla iman eder,
ma’rufu emreder, münkerden sakındırırlar.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve
Allah'a inanırsınız.” (Âl-i İmran 110)
Bu ayetten her müslümanın kendi
çapında, becerebildiği, gücünün yettiği kadar emr-i bil-ma’ruf yapmasının
kulluk görevi olduğu anlaşılmaktadır.
Şu hadislerde de aynı teşviki
görüyoruz: “Benim sözümü işiten, onu
ezberleyip güzelce anlamını anlayıp sonra onu başkalarına rivâyet edenin Allah
yüzünü ak etsin. Nice fıkıh (anlayış ve derin kavrayış) yüklenenler vardır ki,
onu kendisinden daha fâkih (daha anlayışlı veya fıkıh bilgisi çok olan)
birisine aktarırlar” (Ebu Davud, İlim/Hadis no: 3660. İbni Mace,
Mukaddime/18, Hadis no 230. Darimî, Mukaddime/24, Hadis no: 234)
“Kim, bir
hidayete davette bulunursa, o hidayete uyanların elde ettiği mükafatın
tamamına, çağıran da erişir.”(Müslim, İlim 16; Tirmizî, İlim, 15)
Ancak Ali İmran 104. Ayet davet ve
tebliğ işinin uzmanlıkla yapılması gerektiğine işaret ediyor: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip
kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Burada -özellikle gayri müslimlere-
tebliğ ve davet sanatı veya uzmanlığı gündeme geliyor.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en
güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki
candan bir dost olur.” (Fussilet 34)
Bu önemli ve hassas görevi en iyi, en
güzel metodla, sonuç alıcı tarzda, ürkütmeden, nefret ettirmeden yapabilenler
yapmalıdır.
2-Davet Kimlere Yapılır?
İslâmî davetin muhatabı bütün
insanlardır. İslâm’ın ilgi alanına giren bütün din ve dünya işlerinde ‘davet’
geçerlidir.
İslâm’a teslim olmuş müslümanlara
‘davet’ götürülebileceği gibi, ikili oynayan münafıklara, inkâr eden küfür
ehline, hiç bir şeyden haberi olmayan sıradan insanlara da davet götürülebilir.
Kur’an’ın daveti bu açıdan çok açıktır ve bütün insanlara yöneliktir. Her ne
kadar davet tüm kesimlere açık olsa da “(Önce) en yakın akrabanı uyar.” emri
gereği davetin yakınlardan başlanarak yapılması tavsiye edilmiştir. Yine
davetçi işyerinde iş arkadaşlarına, evinde komşularına, yolculukta yol
arkadaşına hatta kısa süreliğine karşılaştığı birine bile davette bulunarak
hayatın her anında davetin olabileceğini göstermiş olur.
3-Tebliğin Ve Davetin Metodları
Nelerdir?
Peygamberimiz buyuruyor ki: “İnsanları dine davet edin, müjdeleyin,
nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, geçimsiz
olmayın.” (Müslim, Cihad/3, Hadis no: 1733, 3/1359. Buharî,
Megazi/60, İcare/8, nak. K. Sitte 12/271)
Tebliğ ve davetin olduğun yerde:
Hatip, hitap, muhatap vardır
Tebliğ ve davette zaman, üslup, metod,
muhatap önemlidir. Söylediğim doğru olabilir ama; her doğru her yerde, her
zaman, herkese aynı üslupla , her zaman aynı metodla söylenmez.
Davetin etkili olabilmesi için,
Peygamberin kullandığı metodlara baş vurmak gerekir. O, Kur’an’ın emrine uyarak
insanları en güzel yollarla Allah’a davet etmiştir.
Kur’an peygamberimize bunun nasıl
yapılacağını özlü bir şekilde haber veriyor: “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna
hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin,
kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi
bilir.” (Nahl 125)
Bu ayet, davet konusunda üç önemli
metodu hatırlatıyor. Bunlar:
“1.
Hikmet ile davet etmek: Muhatapların durumlarını ve şartlarını
gözönünde bulundurmayı, her defasında ne kadar anlatılmasının uygun geleceğine,
ağır gelmeyeceğine dikkat etmeyi, insanların bünyeleri hazırlanmadan, onlara
yükümlülükler yağdırmamayı, onlara nasıl hitap edileceğini, iyi seçmeyi,
şartlara ve durumlara göre bu hitap yöntemlerini ve yollarını çoğaltmayı
gerektirir. Acelecilik, duygusallık ve tepkisellikle işi zora koşup, bu
konuların hepsinde ve diğer konularda hikmetin sınırlarını aşmamayı gerektirir.
2.
Güzel öğütle davet etmek: Yumuşak şekilde kalplere girmeye, tatlılıkla,
duyguların derinliklerine inmeyi gerektirir. Gereksizce azarlama ve zorlamaya
başvurmamayı icap ettirir. Bilgisizlikten veya iyi niyetten kaynaklanmış
olabilecek hataları yüze vurmamayı, deşifre etmemeyi zorunlu kılar. Zira öğüt
vermedeki yumuşaklık, çoğu zaman katı kalpleri bile doğru yola iletir,
birbirinden nefret eden gönülleri kaynaştırır. Neticede azarlama, çıkışma ve
rencide etmekten daha iyi sonuçlar doğurur.
3.
Güzel bir şekilde tartışma: Muhatabın üzerine yüklenmek yok. Onu horlamak
yok. Çirkin görmek yok. Böylece muhatap, davetçinin amacının tartışmada üstün
gelmek olmadığına kesin kanaat getirmeli ve bunu hissettirmelidir. Tek amacının
gerçeğe ulaşmak olduğunu anlamalıdır. İnsanların nefislerinin kendilerine özgü
bir gururu ve inadı vardır. Yumuşaklıkla yanaşılmadıkça, savunduğu
düşüncesinden vazgeçmez ki, yenildiğini hissetmesin. Tartışmada savunulan
görüşün değeri ile kişinin kendi onurunun değeri çabucak birbirine karışır. Bu
sefer görüşünden vazgeçmeyi onurundan, saygınlığından ve değerinden ödün vermek
şeklinde değerlendirir. En güzel biçimde tartışmak ise, bu hassas gurur
duygusunu garanti altına alır. Karşısındaki adamın kendi kişiliğinin
korunduğunu, değerinin ve onurunun garanti altında olduğunu, davetçinin bir
gerçeği dile getirmekten, Allah için bu gerçeğe iletmekten başka amacı
olmadığını, kendi kişiliğini güçlendirmek, görüşünü sağlamlaştırmak ve
muhatabının görüşünü çürütmek için çalışmadığını gözler önüne serer!”
(Fizilali’l-Kur’an)
Bu üç prensibin yanında şunlar da
dikkat edilmesi gereken şeylerdir:
a. Bireyin
Özelliklerini Dikkate Almak
“Peygamberimiz
(sav) insanlarla birebir iletişiminde bireysel farklılıklara dikkat etmiştir.
Örneğin eşinin doğurduğu siyah çocuğun kendisinden olmadığı iddiasıyla
reddetmek isteyen bir bedevî ile aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:
“Benim eşim siyah bir çocuk doğurdu. Ben
bu çocuğu reddetmek istiyorum.”
“Senin develerin var mı?”
“Evet.”
“O develerin renkleri nasıldır?”
“Kırmızıdır.”
“Bunların içinde beyazı siyaha çalan boz
deve var mı?”
“Evet, onların içinde boz renkli develer
elbette vardır.”
“Öyleyse bu boz renklerin nereden
geldiğini düşünüyorsun?”
“Ya Rasulallah bu soyunun damarıdır, ona
çekmiştir.”
“Belki bu oğlan da eski bir soy köküne
çekmiştir (yani ona benzemiştir).”
Bu yaklaşımıyla Hz. Peygamber bedevînin
çocuğunu reddetmesine izin vermemiştir. (Buharî, 96/İtisam, 12 (VIII,
150)) Hz. Muhammed burada, peygamberlik otoritesine
dayanarak, “hayır, ben Allah’ın Elçisi olarak söylüyorum, bu senin çocuğundur”
dememiş; bedevînin anlayacağı dilden, yaşadığı hayattan bir benzetme ile
seviyesini dikkate alarak konuşmuş, muhatabın tecrübesinden de faydalanarak, ikna
edici üslupla, âdeta sonucu bedevîye söylettiren bir yöntemle problemi çözmüştür.
b. Her Fırsatta İnsanlarla İletişim Kurmaya
Çalışmak
Yahudilerden Peygamberimize (sav)
hizmet eden bir çocuk vardı. Hastalanınca Peygamberimiz (sav) onun ziyaretine
gitti. Baş ucuna oturdu ve bu esnada onun Müslüman olmasını arzuladığını
bildirdi. Çocuk yanı başındaki babasına bakınca, babası da Hz. Peygambere
uymasını istedi ve çocuk müslüman oldu. Genel yaklaşım ve tavsiyesi, “...senin
vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi, senin için kırmızı develere
sahip olmaktan daha hayırlıdır” (Buharî, 62/Ashabu’n-Nebi, 9 (IV, 207); Müslim,
44/Fedâilü’s Sahabe, 34 (II, 1872)) şeklinde olan Hz. Peygamber, bu çocuğun
müslüman olması üzerine sevinç ve memnuniyetini “Onu, benim vesilemle ateşten
kurtaran Allah’a hamd olsun” sözleriyle dile getirmiştir. (Buharî, 23/Cenâiz,
80 (II, 97); Ebû Davud, 20/Cenâiz, 5 (III, 474))
c.
Sevdiğini
İfade Etmek ve İlgi Göstermek
“Sizden biri, bir başkasını
sevdiğinde bu sevgisinden onu haberdar etsin” (Ebû Davud, 35/Edeb, 122 (V,
343)) buyuran Hz. Peygamber, bir gün Muaz b. Cebel’in elinden tutarak: “Ey
Muaz, vallâhi ben seni severim. Kıldığın namazların ardından, ‘Allahım, seni
zikretmek, sana şükretmek, sana güzelce ibadet etmek üzere bana yardımcı ol,’
diye dua etmeyi sakın ihmal etmeyesin” (Ebû Davud, 2/Salat, 361 (II, 181)) diye
öğütte bulunur. Diğer bir sözünde de: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe
de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey
söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız” (Müslim, 1/İman, 93 (I, 74))
buyurmuştur.
Hz. Ali’nin gözlemlerine göre Hz.
Peygamber, beraber oturduğu insanlarla yeteri kadar ilgilenir, her birine
gerekli iltifat ve ilgiyi gösterirdi. Öyle olurdu ki, her biri Hz. Peygamberin
en çok sevdiği insanın kendisi olduğunu sanır ve onun yanında kendisinden daha
kıymetli biri olabileceğini düşünmezdi. (Tirmizî,
Şemâili Şerife, Tercüme ve Şerh: Hüsamüddin Nakşibendi, Sadeleştiren: Mehmet
Sadık Aydın, Hilal Yayınları, Ankara, Tarihsiz, s. 342). Nitekim Amr b. As, Hz.
Peygamberin toplum içindeki en kötü insanlarla bile ilgilendiğini ve onlarla en
güzel şekilde konuştuğunu, bu tavırlarıyla onları İslâm’a ısındırdığını, hatta
kendisine bile teveccüh edip güzel karşıladığını ve güzel konuştuğunu, onun bu
yaklaşımı üzerine kendisini halkın en hayırlısı zannettiğini anlatmıştır.
(Tirmizî, Şemâil, s. 348)
d.
İnsanların
Akıl ve Duygularına Hitap Etmek
Davetin önemli bir ilkesi de
insanların akıl ve duygularına hitap etmesidir. Kur’ân’da “İşte biz, bu
temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp
anlayabilir.” (Ankebut 43) buyrularak, ancak bilenlerin akledebileceğine dikkat
çekilmiştir. Nitekim Allah, ayetlerini akledilsin diye açıklamaktadır. (Bakara
242) Kur’ân insanların düşünme ve akletme duygularına sık sık vurgu yapmakta,
verdiği örnekleri akla ve düşünme gücüne yöneltmektedir. Şu ayetlerde bu durumu
açıkça görebiliriz:
“(Resûlüm!) De ki: Hamd olsun
Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa
O'na koştukları ortaklar mı?
(Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri
ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye
gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir ilah mı
var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
(Onlar mı hayırlı) yoksa
yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden)
nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan
mı? Allah'tan başka bir ilah mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri)
bilmiyorlar.
(Onlar mı hayırlı) yoksa darda
kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı
gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir ilah mı var!
Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
(Onlar mı hayırlı) yoksa karanın
ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde
rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir ilah mı var! Allah,
onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
(Onlar mı hayırlı) yoksa ilk
baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden
rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir ilah mı var! De ki: Eğer doğru
söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (Neml 59-64)
Annesinin haccetmeyi adadığını,
ancak haccedemeden vefat ettiğini söyleyen bir kadınla Hz. Peygamber (sav)
arasında şöyle bir diyalog gerçekleşmiştir:
“Annemin yerine haccedebilir
miyim?”
“Evet, onun yerine haccet. Söyle
bana, annenin borcu olsa ödemeyecek miydin?”
“Evet.”
“Allah’ın hakkını da ödeyin.
Çünkü Allah, (kendisine verilen söze) vefa gösterilmeye daha layıktır.”
(Buharî, 28/Cezâ’is-Sayd 22, (II, 217))
Hz. Peygamber (sav), bu diyalogda
açıkça görüldüğü gibi, kendisine gelen bir kişinin henüz vefat eden annesi ile
duygusal bağını dikkate almış, yapması gerekeni söylerken akıl ve duygularına
hitap etmiştir.
e.
İnsanları
ve Onların Değer Verdiği Şeyleri Önemsemek
Kur’ân’da insanların kişisel
olarak değer verdikleri kutsallarına dil uzatılmaması gereğine de dikkat
çekilmiştir. “Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar
da bilgisizce, düşmanca Allah'a söverler.” (Enam 108)
Hz. Muhammed (sav)’de, başkaları
için değerli olan herhangi bir şeye karşı saygılı olunması gereğine dikkat
çekmiştir. Örneğin, Müşriklerin reisi Ebû Cehil’in oğlu İkrime’nin hanımı,
Mekke’nin fethi sırasında İslâm’ı kabul etmişti. Bu arada kocası İkrime
korkusundan Yemen’e kaçtığından, onu affedip Müslümanlığa kabul etmesi
hususunda Hz. Peygamberden söz almıştı. Bunun üzerine eşi, İkrime’yi bulup
müslüman olması için huzuruna getirdiğinde Hz. Peygamber: “Hoş geldin süvari
yolcu!” diyerek onu güler yüzle karşıladı. Öte yandan çevresindeki
arkadaşlarına da, “İkrime aranıza katılıyor, onu gördüğünüzde babası Ebû
Cehil’e sövüp hakaret etmeyin, çünkü ölüye yapılan hakaret, hayatta olanı
incitir” buyurdu. (Kettânî, Terâtib, c. 1, s. 271)
Bu tutumuyla o, arkadaşlarını hoş
olmayan bir davranış içine girmekten alıkoyduğu gibi, yıllarca İslâm’a karşı
tavır almış, sonunda kaçıp gittiği yerden emanla getirilmiş olan İkrime’nin de
onurunu korumuş olmaktadır.
Davetçi, insanların inançları
yanında memleket, ırk, fiziksel / ruhsal özellikleriyle ilgili de aşağılayıcı
ve alaycı tavırlardan uzak durmalıdır.
f.
Kişilerin
Yeteneklerinden Yararlanmak
Ebû Mahzûre Mekke’nin
fethedildiği yıl Hz. Peygamber ile Ci‘râne’de karşılaştıktan sonra müslüman
oldu. O sırada Resûl-i Ekrem Tâif Muhasarası’ndan Ci‘râne’ye dönüyordu. Namaz
vakti gelince müezzin ezan okumaya başladı. Resûlullah’a karşı büyük bir kin ve
düşmanlık besleyen Ebû Mahzûre ile Kureyşli on genç ezan sesini işitince bir
yere gizlendiler ve alaylı bir şekilde müezzini taklit ederek yüksek sesle ezan
okudular. İçlerinden birinin güzel sesli olduğunu fark eden Hz. Peygamber
onları yanına çağırttı ve kendilerine birer birer ezan okuttu. En son okuyan
Ebû Mahzûre’nin sesini çok beğenerek ona ezanı öğretti; daha sonra namaz vakti
gelince elini başına koyup alnını okşadı ve ezan okumasını emretti. Ebû Mahzûre
bu emri isteksiz bir şekilde yerine getirdikten sonra Hz. Peygamber ona bir
miktar gümüş para verdi ve kendisine dua etti. Gönlü İslâmiyet’e ısınan Ebû
Mahzûre orada müslüman oldu ve Hz. Peygamber’den kendisini Mekke’deki Harem-i Şerif’e
müezzin yapmasını istedi. Bu arzusunu kabul eden Hz. Peygamber, Mekke Valisi
Attâb b. Esîd’e gitmesini ve yeni görevini ona bildirmesini söyledi.
Ebû Mahzûre, Resûl-i Ekrem’in
Mekke’den ayrılmasına kadar Kâbe’de Bilâl-i Habeşî ile birlikte ezan okudu.
Resûlullah’ın okşadığı alnına düşen saçları hiç kestirmedi. 59 (678-79) yılında
ölünceye kadar Mekke’de müezzinliğe devam etti. Kendisinden sonra Mescid-i
Harâm müezzinliğini oğlu ve torunları yüzyıllarca devam ettirmişlerdir. https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-mahzure
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde bulunmaktadır (III, 408-409; VI, 401)
Ebu Mahzure (ra)’ın Müslüman olup
müezzinlik yapma sürecinde peygamber (sav)’in davete muhatap olan kişinin
yeteneğini keşfetmesi başta olmak üzere yumuşak tavır alması, olumsuz yerine
olumluyu görmesi (Ezana hakareti değil sesinin güzelliğini görmesi), ikramda
bulunması ve dua etmesi gibi davet ve eğitimle ilgili birçok güzelliği bir
arada görüyoruz.
g.
Hediye
Vererek İnsanların Gönlünü Kazanmak
Hz. Peygamber, dostlukları
kuvvetlendirme, sevgiyi pekiştirme, gönül kazanma, İslâm’a yönlendirme, muhtemel
kötülükleri önleme, hizmet ve başarıyı ödüllendirme gibi çeşitli amaçlarla,
beşeri bir âdete uyarak çevresindeki insanlara hediye vermiş ve başkalarının
hediyelerini de kabul etmiştir.
Hz. Peygamber, muhtaçları
gözetmiş ve kendi nefsine tercih etmiş; bazen yedirmek, bazen de giydirmek
suretiyle onlara iyilik yapmıştır. Bir defasında genç sahabi Cabir’den devesini
satın almış, parasını ödedikten sonra almış olduğu deveyi ona hediye etmişti.
(Müslim, 22/Müsakat, 110 (II, 1221))
Hz. Peygamber, hediye kabul eder,
karşılığında ondan daha fazla hediye verirdi.
Hz. Peygamber, kin ve
düşmanlıkları giderici ve sevgiyi pekiştirici olarak gördüğü hediyeleşmeyi
özellikle teşvik etmiştir. (Malik, 47/Husnu’l Hulk, 16 (II, 908); Tirmizî
29/Velâ’, 6 (IV, 441); Ahmed bin Hanbel, Müsned, (II, 405)) Arkadaşlarından
Enes (ra)’ın anlattığına göre Hz. Peygamber (sav), İslâm için kendisinden ne
istenirse onu mutlaka vermekteydi. Hz. Peygamber (sav)’in bu tutumunun
sonucuyla ilgili olarak Enes (ra) , kimilerinin sırf dünya menfaati için
müslüman olduklarını, fakat çok geçmeden müslümanlığın bu kimselerin gözünde
dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden daha değerli hale geldiği tespitinde
bulunmaktadır. (Müslim, 43/Fezâil, 57-58 (II, 1806))
Kur’ân’ın, zekâttan faydalanacak
kimselere, kalpleri henüz (yeni) ısındırılmış olanları (Tevbe 60) da ilave
etmesi üzerine Hz. Peygamber (sav), yukarıdaki örnekte olduğu gibi, ruhî ve
manevî konularla pek fazla ilgilenmeyen kabile reislerine ve bazı önde
gelenlere, muhtemelen gönül kazanma ve bunlar kanalıyla çevrelerindeki
insanlarla etkili iletişim kurabilme düşüncesiyle çeşitli yardımlarda bulunmuş
ve hediyeler vermiştir.
h.
Mesajını
Kolaylık ve Tedricilik Yöntemiyle Sunmak
Kolaylaştırma ve tedricilik
konusunda Hz. Aişe (ra)’a ait şu tespit oldukça aydınlatıcıdır: “Kur’ân vahyi,
önce cennet ve cehennemden bahseden mufassal surelerle başladı. İnsanlar, İslâm
etrafında toplanınca, helâl ve haramlar indi. Şayet ilk önce: ‘İçki içmeyin!’
şeklinde bir emir gelseydi, o zaman insanlar: ‘İçkiden kesinlikle vazgeçemeyiz’
derlerdi. Şayet: ‘Zina etmeyin!’ şeklinde bir hüküm gelseydi, onlar: ‘Zinayı
asla bırakmayız’ derlerdi.” (Buhârî, 66/Fedâilu’l-Kur’ân, 6 (VI, 101)) Bu
yoruma göre ıslahat yavaş yavaş olmuş, kökleşmiş alışkanlıkların
değiştirilmesinde aceleci davranılmamıştır.
Tedricilik ilkesi ilâhi mesajın
iletilmesini kolaylaştırmıştır. Hz. Muhammed, iki hususla karşılaştığı zaman,
günah olmadıkça sürekli kolay olanı tercih etmiş (Tirmizî, Şemâil, s. 352) ve
bu ilkeyi etkili bir şekilde uygulamıştır. Öncelikle İslâmî inancın tebliği,
namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerin zamana yayılışı, sosyal hayatı
ilgilendiren konular, örneğin alkolün yasaklanışı bu tedricilik ve
kolaylaştırma ilkesi ışığında uygulamaya konulmuştur. Ancak biz, genel bir
yaklaşımla, bu konuyla ilgili sadece bir örnek üzerinde duracağız.
Hz. Peygamber, arkadaşlarından
Muaz’ı Yemen’e gönderirken şu tavsiyeleri yapmıştı: “Ehl-i Kitaptan bir kavme
gideceksin. Onları Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın elçisi
olduğuma şehâdet etmeye davet et. Eğer buna itaat ederlerse, Allah’ın her gün
ve gecede onlara beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Buna da itaat
ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilecek bir zekatı Allah’ın onlara
farz kıldığını bildir. Buna da itaat ederlerse, sakın mallarının en
kıymetlilerini alma. Mazlumun bedduasından kork. Çünkü mazlumun bedduası ile
Allah arasında perde yoktur.” (Müslim, 1/İman, 29 (I, 50); Buharî, 24/Zekat, 1
(II, 108); 41 (II, 125))
Hz. Muhammed, bu tutumuyla
mesajını ileteceği aracı kişiden, Allah’a iman gibi en önemli bir noktadan
başlamasını, kolaylığı tercih etmesini, ama nefret ettirmemesini istemiştir.
Ayrıca, bu yaklaşımıyla onun, iletmek istediği mesajı, insanların ilk anda tam
olarak algılayamayarak, çok zannetmelerini ve toptan reddetmelerini, nefret ve
kaçışlarını önlemiş olduğunu düşünmekteyiz.
i.
Yeni
Bir Kimlik Oluşturmak
Özgün olma, örnek ve model bir
toplum oluşturma Hz. Peygamberin (sav) özellikle üzerinde durduğu bir nokta
olmuştur. Ezan’ın başlangıcında yapılan tartışmalar bizi bu kanaate
götürmektedir. Hz. Peygamber görünüşte bile olsa, başkalarının model alınmasını
hoş bulmamıştır. Örneğin, Mekke’de iken onun saç modeli Mekke’li müşriklerden
farklı, Medine’deki saç modeli ise, orada egemen olan Yahudi kültürünün saç
modelinden farklı olmuştur. Böylelikle o, müslümanların müslüman olmayan
unsurlarla birlikte yaşadıkları bir toplumda bir “kimlik bilinci” geliştirmek
istemiş, kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu
Müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı kültürel değerleri benimsetme
gayreti içinde olmuştur.
j.
Rol
ve Statü İlişkilerini İyi Ayarlamak
Hz. Muhammed (sav) insanlık âlemi
içinde, farklı statü ve rollere sahip olan tüm insanların peygamberi olmuştur.
O, insanlara kendi içlerinden gönderilen bir insan peygamber olup, en belirgin
özelliği de “kulluğu” ve “peygamberliği”dir. Bunun dışında; aile reisliği,
devlet başkanlığı, komutanlığı, tüccarlığı vardır. Ailesine vefalı bir eş,
çocuklarına şefkatli bir baba ve dede iken; devlet idaresinde adil bir başkan
ve savaş alanlarında cesur ve oldukça dirayetli bir komutandır. Böylece o, her
yönden “güzel bir örnek” ve toplumun her
kesiminin kendisinden bir şeyler bulabileceği bir peygamberdir. Bütün bunlara
rağmen onda, üstlendiği rollerin niteliğinden veya bu rolleri yerine ve
zamanına göre kullanış biçiminden dolayı “rol uyumsuzluğu” söz konusu olmamıştır. Bu çeşitli tabiî ve
toplumsal rolleriyle de o, en iyi davranışlar sergileyerek örnek olmuştur.” (Hz.
Muhammed’in Bazı İletişim İlkeleri - Yusuf Macit - https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188589
) Davetçi de hayatında yer alan farklı roller arasında uyumlu davranmalı ve
örnek olmalıdır.
k.
Şefkat Ve
Merhametle Davet Etmek
Müslümanların merhametli olması,
Kur’an’ın emrettiği bir husustur. Davetçi ise, merhametli olmaya daha çok özen
göstermelidir. Başkalarına karşı şefkatli ve merhametli olmayan bir kişi,
onların iyiliğini isteyebilir mi? Hâlbuki davetçi, insanların cehennem
ateşinden kurtulup Allah’ın rızasına kavuşması için gayret sarf eden kimsedir.
O kendisi için sevdiği bir şeyi başkaları için de sever.
Kur’an’da Hz. Peygamber’in merhametli
olması sebebiyle, insanların O’nun etrafına toplanmış olduğu, aksi halde katı
kalpli olmuş olsaydı etrafındakilerin dağılıp gitmiş olacakları
belirtilmektedir.
“O vakit
Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli
olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Âli
İmran 159)
Bu ayet, davetçinin merhametli ve
güler yüzlü olmasının önemi üzerinde durmaktadır. Soğuk ve katı yürekli
insanlardan hiç kimsenin hoşlanmadığı bir gerçektir.
l.
Yumuşak
Söz Söylemek
Fikir ve inançların değiştirilmesinde
insanı etkileyen unsurlardan biri de şüphesiz ki yumuşak söz ve tatlı dildir.
İslam davetçisi bu noktada da herkesten çok duyarlı olarak muhataplarına karşı
kullanacağı dilin yumuşak olmasına itina göstermelidir.
Nitekim Kur’an bu hususa şöyle işaret
etmektedir: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini
söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık
düşmanıdır.” (İsra 53)
İnkâr eden insanlara dahi en güzel şekilde
konuşulması gerekmektedir. Çünkü güzel söz ve yumuşak bir üslup, en katı
insanlar üzerinde bile etkili olmakta ve onların yumuşamasını sağlamaktadır.
“Firavun'a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı.
Ona yumuşak söz söyleyin. Belki o, aklını başına alır veya korkar.” (Tâhâ
43-44)
Mesajın üslubunun güzel, kuşatıcı,
sevdirici olması şarttır. Gereksiz sertlik ve hiddet içeren, kırıcı bir üslupla
asla sonuç alınamaz. İbrahim peygamberin müşrik babasına 'ey babacığım', yine
Nuh peygamberin münkir oğluna 'ey oğulcuğum' şeklindeki hitapları bizler için
örnek teşkil etmelidir.
m.
Müjdeleyerek Davet Etmek
Allah(cc)’ın dinine davet eden
tebliğcilerin bu görevi yaparlarken insanları nefret ettirmeden en güzel
hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle davetlerini yapmaları gerekir. Çünkü Hz. Peygamber
(sav) bir hadislerinde: “Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz.” (Buhârî, Cihad, 164) buyurmuştur.
n.
Korkutarak, Sakındırarak Ve Uyararak Davet
Etmek
İnzar, Arapça’da “bir şeyin
sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak ve dikkatini çekmek”
gibi anlamlara gelir. İnzar işini yapan, yani bir tehlikeyi haber vererek
başkasını uyaran kimseye, münzir veya nezir denir. Dinî bir kavram olarak
“inzâr”; Yüce Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması, onları
kötü akıbetten sakındırmasıdır.
“Şüphesiz biz seni, şahit, müjdeleyici
ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fetih 8)
“O kâfirlere elem verici bir azabı
müjdele!” (Tevbe 3)
İslam’ı tebliğ ederken, ne yalnız
cehennem ile korkutmak ne de yalnız cennet ile müjdelemek; korku ile ümit
arasında dengeli bir davet yapılmalıdır.
o.
Örnek Olmak
En iyi
tebliğ (veya davet) örnek olmaktır yani inandığını yaşamaktır.
Davetçi, davet ettiği şeyi öncelikli
olarak kendisi yaşar, yaşayışıyla örnek olur. Unutulmamalıdır ki, her mü’min
İslâmı yaşamaktan sorumlu olduğu gibi, İslâmı temsil etmekten de sorumludur. Onun
güzel ve takva hayatı Din’e bir davet gibi olmalıdır.
Tıpkı Hz. Peygamber gibi anlattıklarının
en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koyar. İnsanlar çoğu zaman davet edilen şeyi
davetçinin şahsıyla özdeşleştirirler. Bu nedenle davetçinin yaşayışı İslâm
üzere olmalıdır.
Son derece tutarlı, akla uygun,
inandırıcı, mantıklı ve sistemli bir şekilde davet metodu izleyen Allah’ın
Rasûlü davetinde başarılı olmuştur.
Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve yüce
bir ahlâka sahip olan Peygamber (sav), samimi bir şekilde, söylediklerini
yaşayarak insanları Hakk’a çağırmıştır.
Kur’an, Kitab’ı başkasına okuduğu halde
kendini unutanları kınıyor: "Sizler
Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği
emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?" (Bakara
44)
Hasanü'l-Basrî şöyle der:
"İnsanlara uygulamanla, fiilinle nasihat et; sözlerinle değil. Nasihatçi,
bir şeyi emir ve tavsiye etmek istediğinde kendi nefsinden başlar ve önce
kendisi onu yapar. Bir münkerden de sakındırmak istediğinde önce kendisi ondan
sakınır." (Ahmed bin Hanbel, Zühd, 273)
Yine Hasanü'l-Basrî'ye ait başka bir
tavsiye de şöyledir: “Mârufu emreden birisi olduğun zaman, onu kendisi yaşayıp
uygulayanlardan ol; yoksa helâk olursun. Münkeri de sakındıranlardan olduğunda
ise, ondan kendisi sakınanlardan ol; yoksa helâk olursun.” (Ahmed bin Hanbel,
ez-Zühd 360)
Tebliğde belki de en önemli unsur söz
ve eylem arasındaki tutarlılıktır. Bu aynı zamanda lisan-ı hal ile tebliğ
anlamına da gelmektedir. Aslolan dile getirileni yaşamak, onun şahitliğini
yapmaktır.
Kıldığımız namazların, yaptığımız
ibâdetlerin hayata müdâhale etmesi, bizi ve toplumu fahşâ ve münkerden
alıkoyacak (29/Ankebût, 45) şuurda olması, o hasenâtı sâlih amel kategorisine
yükseltir. Şuayb’ın (a.s.) namazı gibi. Onun namazı sâlih amel vasfında,
toplumun şirkine müdâhale eden bir namazdır: “Dediler ki, Ey Şuayb!
Babalarımızın taptıklarını (putları) bırakmamızı veya mallarımız hakkında
dilediğimiz gibi tasarrufta bulunmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor?”
(11/Hûd, 87)
7.
DAVET
YOLUNDA AZIĞIMIZ
- İstikamet – Doğruluk
“O halde seninle beraber tevbe
edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud 112)
Başkalarını İslam’a çağıranların
öncelikle kendilerinin hakikate uygun inanması-yaşaması gerekir. Kendileri
hakkı temsil etmeyenler başkalarını kurtuluşa sevk edemezler.
Bu ayet için peygamberimizin,
saçlarını ağarttığı yönünde ifadeleri mevcuttur. “Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak”
oldukça ağır bir sorumluluktur. Bu nedenle davetçi, peygamberlerin izinin
takipçisi olarak öncelikle kendi istikametini Kur’an’ı ve Sünneti referans alarak
olabildiğince emrolunduğu hale getirme gayretinde olmalıdır.
- İbadet, Haramlardan Uzak Durma,
Azimeti Tercih Etme, Muhasebe
Ø Namazı
Hakkıyla Kılmak: Namaz dinin direği olduğu gibi davetçinin de en başta gelen
özelliklerindendir. Bu nedenle başta
farz namazlar olmak üzere davetçi namazlarına özellikle vakit ve huşu yönüyle dikkat
etmelidir.
Ø Kur’an’ın
Vird Edinilmesi: Kur’an’ın her davetçi tarafından yapabildiği miktarda günlük
olarak metin ve anlamıyla okunması.
Ø Haramlardan
uzak durulması, mümkün oldukça azimetin tercih edilmesi. Kalbin, niyetin
korunması için harama bakmamak: “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama)
dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha
temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından
haberdardır.” (Nur 30)
Ø İffeti
Korumak: Hz Yusuf (as) örneği bu noktada en güzel örnektir.
Ø Kendini
sürekli kontrol etme, sorgulama: Devamlı kendiyle yaka paça olmak, hatalarını
gözünde büyütmek, sevaplarını küçümsemek davetçinin özelliklerindendir.
- Arınırken Arıtmak
Davet süreci tevbe ve ilimle sürekli
arınarak insanları arıtmak ve insanların arıtılmasıyla davetçinin arınması
şeklinde sürekli bir arınma-arıtma sürecidir.
Peygamberler ismet sıfatlarının da
olmasıyla zaten tümüyle arınmış kişilerdir. Üstüne, aldıkları vahiyle ve
hakkıyla yaptıkları kulluklarıyla bu arınmayı sürdürmüşler, daha da
saflaşmışlar ve ümmetlerini de yaptıkları davetle her türlü kirden
arındırmışlardır. Davetçi de peygamberlerin izinden giderek kendini sürekli
arıtırken insanları arıtma gayreti içinde olmalıdır.
- Sabır
Hz. Nuh (as) örnekliğinde gördüğümüz
950 yıllık davet sonrasında sadece bir gemi dolusu iman edenin olması, hatta eşinin
ve oğlunun da iman etmemesi sabır konusunda davetçinin önünde uzun bir yol
olduğunu göstermektedir.
Bu büyük sabırdan kendimizce bir pay
almalıyız: Muhataplarımıza yaptığımız birkaç uyarıyla, az bir birliktelikle
uzun yıllar boyunca muhatapta günah, şirk, cahiliyeden kaynaklanan kirlerin hemen
temizlenip arınmasını bekleyemeyiz.
Yine Kur’anı-ı Kerim’de kıssası
anlatılırken Rabbimizden emir gelmeden kavmini terk etmesi nedeniyle Hz Yunus
(as)’ın balığın karnına atılması ve balığın karnında “Senden başka ilah yoktur,
sen yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum” demesi neticesinde
bağışlanması ibret vesilesi olarak hatırlatılmaktadır. Bu kıssada da günümüz
davetçisine davette sabırsızlık göstermemesi noktasında ibretler vardır.
- Çile
Hz. Yusuf (as) ‘ın hapsi, Hz. Yakub
(as)’ın Yusuf (as)’ı kaybetmesi, Hz. İbrahim (as)’ın ateşe atılması, Hz. Zekeriya
(as)’ın şehid edilmesi, Hz. Peygamber (sav)’ın Taif’te taşlanması.
Bu büyük çileler bugünün davetçisine
başına gelebilecek zorlukların en küçüğünden en büyüğüne kadar katlanabilmesi
için ilham olacaktır. Davetçi kendi çilelerinin peygamberlerinkinin yanında
önemsizliğinin bilincinde olarak başına gelen zorluklarda geçmiş çileleri
düşünerek ve bu niyetle sabreder, geri adım atmaz, boş vermez ve davetini
sürdürebilir.
- İnsanların Kurtuluşunu Arzulamak,
Dertli Olmak
“Gir cennete! denildi. «Keşke, dedi, Rabbimin
beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!»”
(Yasin 26-27) Yasin suresinde kıssası anlatılan davetçi şehid edildiği,
nimetlere kavuştuğunda dahi kendisini katledenlerin bile kurtuluşunu
düşünmüştür.
“(Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye
neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuara 3)
Payımıza Düşen: İnsanların
kurtuluşunu, hidayetini dert edinmek. Bu
dertle kendimizi helak etmesek de bu derdi gücümüz nispetinde yüklenmek, kendi
gücümüzce dertlenmek, en azından yakın çevremizdeki insanların hidayeti için
endişeli olmak.
- Karşılık Beklememek
“Buna karşı ben sizden bir ecir de
istemiyorum, benim ecrim ancak Rabbü’l-âlemîn’e aittir." (Şuara 127)
Ø Maddi çıkar
(ev, araba, para vb.) beklememek.
Ø Başka da
hiçbir paye ( Ne güzel ibadet ediyor, ne ahlaklı, ne güzel ders anlatıyor vb)
beklememek.
Ø Bütün
karşılığı Allah (cc)’tan beklemek.
- Örneklik, Temsil
Örneklik
ve davetini yaptığı şeyleri en güzel şekilde temsil etmek bütün peygamberlerin
en önemli vasıflarındandır. Bu durum davetin muhatapları üzerinde tesirinde çok
etkili olmuştur.
“(Şuayb) Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı
davranmak istemiyorum.” (Hud 88)
“Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab 21)
Davetçi de ancak hayatını davet ettiği şeylerle uyumlu yaşayarak sözünü
etkili hale getirebilecektir.
- Muhatapların Olumsuz
Davranışlarına Tahammül Etmek
“O vakit
Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli
olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet;
bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.” (Al-i İmran 159)
Ø Peygamberimizin
(sav) affettiği / tahammül ettiği davranışlar:
ü İçki
yasağına rağmen içki içen sahabeye bazı olumsuz laflar söylenince “Ama O Allah
ve Rasulunü seviyor” demesi.
ü Ganimet
dağıtılırken “Adil ol ya Muhammed (sav)” denmesi karşında tahammülü .
ü Bedevilerin
edebe aykırı hitaplarına karşı sabrı.
ü Uhud’da ve
Taif dönüşünde müşriklere karşı sabrı
Ø Bize Düşen:
Kardeşlerimize karşı müsamahakâr olmak, hataları nedeniyle hemen itham etmemek,
fırsat vermek, hatalarının düzelmesine yardımcı olmak. Allah (cc) ‘ın onca
hatamıza rağmen halim sıfatıyla bize fırsat vermesi gibi biz de diğer insanlara
karşı toleranslı davranmalıyız.
Ø Davetçi
kendisi mevzu bahis olduğunda alabildiğine katı, kılı kırk yaran biri iken
diğer insanlar söz konusu olduğunda onlar hakkında hüsnü zan besleyen bir
karaktere sahiptir.
- Başarıları
Allah’tan Bilmek, Nefsini Büyük Görmemek
Hak aşığı olmak, Hak için her zaman
özveride bulunmak, bu çabalar neticesinde başarı geldiğinde bunu kendinden
bilmemek de davetçide bulunması gereken önemli hasletlerdendir.
Hz Peygamberin (sav) Mekke fethinde
devesi üzerindeki secdesiyle tevazu dolu tavrında gördüğümüz gibi hiçbir
başarıda kendini öne çıkarmama, başarıları
Allah (cc)’ın lütfu olarak görmek. Tüm başarısızlıkların kendinden
kaynaklandığını bilmek.
“Allah'ın yardımı ve zaferi gelip de
insanların bölük bölük Allah'ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit
Rabbine hamd ederek O'nu tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri
çok kabul edendir.” (Nasr Suresi)
- Hak Yolunda Yürümek İçin Her Daim
Hazır Olmak
Hanzala (ra)‘ın evlendiği günün
sabahında cihad çağrısı yapıldığında yıkanmayı dahi vakit kaybı görüp hemen
kalkıp gitmesi ve şehid olması hak uğrunda hiç vakit kaybetmeden, hemen hareket
etmenin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Allah yolundaki çabaları ölünceye
kadar sürdürmek, adeta koşarak ölen küheylan gibi davranmak. Zira küheylanlar
için koşmanın telaşıyla, koşmaya olan hırsla bağlanma nedeniyle öyle bir
kendini kaybetmekten bahsediliyor ki bu hedefe kilitlenmesinin etkisiyle
kalbinin durduğunu, çatladığını dahi fark edemiyor, koşmaya devam ediyor. Bu
teşbihteki gibi davetçide Allah yolundaki koşturmasının manevi atmosferinde
yorulduğunu, bittiğini anlamıyor adeta ölene kadar koşuyor.
Bugünün davetçisi de zulüm gören
kardeşlerimize destek, insani yardım / yetim çalışmaları, afetzedelere yardım,
ilmi meclislere katılma, ziyaretler, kamplar, kitap okumaları ve daha
sayamadığımız bütün hayır kapılarını bir vesile görüp her fırsatta bu hayırların
peşinden koşma gayreti içinde olmalıdır.
- Davet Ettiklerimize Yüreğimizde
Kocaman Bir Yer Ayırmak
“Andolsun size kendinizden öyle bir
Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size
çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe 128)
Payımıza Düşen: İnsanlara karşı
şefkatli, merhametli olmak. İnsanları, sıkıntılarını dert edinmek, onlarla
kalbi olarak ilgili olmak.
İnanların daha bireysel yaşadığı,
ilişkilerin daha gevşek olduğu günümüz dünyasında davetçinin muhataplarının
dertlerinden haberdar olup ilgilenebilmesi için daha fazla gayretler içerisinde
olması icap eder.
- Yaşatma Aşkıyla Yaşama Zevkinden
Vazgeçmek
İnsanların hidayeti için yeri
geldiğinde kendi rahatını terk eden,
insanlar kurtulsun diye çabalayan olmak.
Her konuda bizlere örnek olan Peygamberimiz
(sav) Mekke’nin ticaretle uğraşan, maddi durumu iyi olan hanımlarından Hz.
Hatice (rah) ile evli ve kendisi de şehrin en güvenilir insanı olarak rahat ve
bolluk içinde yaşayabilecek biridir. Peygamberlik davasıyla birlikte delilik,
sihirbazlık, bozgunculukla itham edilmiş; açlık, savaş ve yokluklara maruz
kalmış; ancak insanların hidayeti için gösterdiği ihtimamla, insanları yaşatma
iştiyakıyla her türlü yaşama zevkini ayaklarının altına almış ve ömrü boyunca
bu yaklaşımını hiç bozmamıştır. Öyle ki bu yolculukta bir gün üzerinde yattığı
hasırın izi yüzünde iz yapmıştır.
Rasulullah (sav) in güzide talebesi
Musab bin Umeyr (ra) de peygamberinden ilham alarak, kendince peygamberlik
misyonunun bir temsilcisi olarak, O’nun izinden giderek, Mekke’nin en zengin ailesine mensupken
yaşatmak için Medine’ye gitmiş, şehadetinde üstünü örtecek elbise kalmayacak
kadar yaşama zevkini terk etmiştir.
Bize düşen de peygamberlerin/peygamberimizin
davet misyonunun bu günkü temsilcileri olarak küçük de olsa yaşama
zevklerimizden feragat ederek yaşatma aşkıyla dolu çabalar içinde olmaktır.
8.
MA’RUFU EMİR MÜNKERDEN NEHİY AHLAKI
a.
Emir
Bi’l-Ma‘Rûf Nehiy Ani’l-Münker / İyiliği Emir Kötülüğü Nehiy:
Kur’an’da ve hadislerde diğer birçok
terim gibi ma‘rûf ve münkerin de kısmen eski anlamlarını korumakla birlikte
kapsamlarının genişlediği görülmektedir. Bu kaynaklarda iyi ve doğru olarak
kabul edilen inanç, düşünce ve davranışlara tek kelimeyle işaret edilmek
istendiğinde en çok ma‘rûf kelimesi; yanlış, İslâm dinine yabancı, müslüman
toplum tarafından yadırganan inanç, düşünce ve davranışlar için de -bazan fahşâ
ile birlikte- münker kelimesi kullanılmaktadır (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem,
“ʿarf”, “nkr” md.leri; Wensinck, el-Muʿcem, “ʿarf”, “nkr” md.leri). Râgıb
el-İsfahânî, “Ma‘rûf, akıl ve şeriatın iyi olarak nitelendirdiği fiilleri ifade
eden bir isimdir; münker de yine aklın ve şeriatın benimsemediği, yadırgadığı
şeydir” der (el-Müfredât, “ʿarf” md.) (https://islamansiklopedisi.org.tr/emir-bil-maruf-nehiy-anil-munker )
b. Ma’rufu
Emir Münkerden Nehyin Önemi:
Bitkilerin sağlıklı şekilde yetiştirilmesinde
faydalı şeylerin yapılıp zararlı şeylerin yapılmamasının zorunlu olması gibi, iyiliği
emir ve kötülüğün nehyi de Müslüman ferdin ve ümmetin bünyesinin sağlıklı
olması için şarttır. Bitkilerin sağlıklı olması için bir taraftan uygun bir
toprak hazırlanması, yeterli sulama, çapalama ve gübreleme yapılması gerekirken
diğer taraftan zararlı otların temizlenmesi, ilaçlama gibi işlerin de yapılması
gerekmektedir. Aynı şekilde bir toplumun sıhhati içinde bir taraftan
iyiliklerin emredilmesi, yapılması ve yaygınlaştırılması gerekirken aynı
zamanda da kötülüklerin yasaklanması, engellenmesi gerekmektedir. Bunlardan
biri eksik olduğunda bitki çürüdüğü / kuruduğu / bozulduğu gibi bu iki unsur
birlikte yer almadığında fert, aile, okul ve toplum da bozulacaktır.
Allah(cc) şöyle buyuruyor: “Sizden, hayra
çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar
kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 104)
Başka bir âyet-i kerîmede Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” (Âl-i
İmrân 110)
Allah (cc) bu ayetlerle öncelikle
müslümanlar arasında insanları hayra davet eden bir topluluğun olmasını
emrediyor. Yine ma’rûfun emredilmesi ve münkerden menedilmesi işini İslâm
ümmetine farz kılıyor. İslâm ulemâsı bu görevi ümmet içinden bir grubun
yapmasıyla diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç kimsenin yapmaması
halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr olacağını söylemiştir
(Elmalılı, a.g.e., II/1155). Bir Müslümanın ailesinde, sokağında, çarşısında,
işinde, alışverişinde, okulunda, akraba ilişkilerinde iyiliği emir kötülüğü
nehyetme sorumluluğu her zaman vardır.
Ma’rûfu emreden, münkerden alıkoyan
mü’minler, dünyada en güzel ahlâkla yetişmiş bir ümmet olurlar. Bu toplumun
korunması için de dinin en önemli ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe
çağırmak esastır.
Bu ayete göre (Âl-i İmrân 104) ‘muflih (kurtulan)’lardan olmanın şartı da
insanları hayra davet etmek, ma’rufu yaygınlaştırmaya, münkeri azaltmaya
çalışmaktır.
Nehiy; İslamî ıstılahta, bir kişiyi
malum bir kötülükten alıkoymak, uzaklaştırmak yahut o kötülüğü yapmayı
bıraktırmak, şeklinde tanımlanır. Arapça’da, “nehy” olarak ifade edilir ve genel
itibariyle ya söz ile emir vererek gerçekleşir ya da kuvvet harcayacak şekilde
elle müdahil olarak.
Ayetlerde “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker”
olarak ifade edilen sakındırma ameli, İslamiyette -delilleriyle malumdur ki-
kulluğun ikamesi için elzem, dinî bir vecibe ve ciddi bir iştir.
Allah (cc) konuyla ilgili olarak
ayet-i kerimelerinde şöyle buyurur:
“Asra
yemin ederim ki insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi
ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler
müstesnadır.” (Asr 1-3)
“Onlar,
işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun
yaptıkları ne kötüdür!” (Mâide 79)
Yine başkâ âyetlerde müşriklerden
başka, mü’minlerin karşısında münkeri emreden, ma’rûfu yasaklayan, böylelikle
Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak emredilenin tam tersini yapan
münâfıklar da zikredilir.
“Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden
değil), birbirlerindendir. Onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkor ve cimrilik
ederler. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! Çünkü münafıklar
fâsıkların kendileridir.” (Tevbe 67)
Hz. Lokman'ın oğluna öğüdü her zaman
ve mekânda uyarıcının hâlini beyan eder:
"Yavrucuğum!
Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere
sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. " (Lokman
17)
Hadislerde de konunun önemine dikkat
çekilmiştir:
Hz. Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur: "Sizden kim bir
kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun
kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise
imanın en zayıf derecesidir.'' (Müslim, İman 78; Tirmizî Fiten 1I;
Nesâî, İman 17; İbn Mâce, Fiten 20)
Resulullah’ın (sav) bir hadisindeki
benzetmede olduğu gibi; eğer bir geminin alt katındakiler su almak için zemini
delecek olurlarsa bundan üst kattakiler de -bir zaman sonra- zarar
göreceklerdir. Aynen öyle, eğer emr-i
bi’l ma’ruf görevi, toplumun bir kesimi tarafından yapılmayacak olursa,
diğer kesim günaha dalıp çıkacak ve bu sürekli artış göstererek sonunda
toplumun tamamına mal olacak bir helakı beraberinde getirecektir.
Nitekim; insanların birbirlerini
kötülükten alıkoymaması ve bu hususta gevşek davranmaları, önceki kavimlerde
olduğu gibi, bizleri de çeşitli bela ve musibetlere uğratacak, Allah’a yapılan
dualarımızı karşılıksız bırakacak ve ilahî rahmetten uzaklaştıracaktır. Hz. Ali
(ra)’nin rivayetinde peygamber efendimiz (sav): “Ya iyiliği emreder ve
kötülükten men edersiniz, ya da size en kötüleriniz (başınıza) musallat olur.
En seçkinleriniz dua eder de duaları kabul olunmaz.” Bkz. İbn Hacer
el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3280.)
Ma’rûfu emretmek, münkerden alıkoymak
sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (sav)'in şu buyruğu ortaya
koymaktadır:
"Bana
hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten
alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman
duâ edersiniz, fakat duânız kabul edilmez." (Ebû Dâvûd, Melâhim 16; Tirmizî,
Fiten 9; Ahmed bin Hanbel, V/388).
Sonuçta ma’rûfun emredilmesi, münkerin
yasaklanması meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil; hakiki kulluğun gereği olarak
vazgeçilmez bir görevdir.
c. Resulullah
(sav)’ın Örnekliği:
İyiliği emir kötülüğü nehiy ameli, en
güzel biçimini Resulullah (sav)’ın
şahsında gösterir.
Efendimiz (sav) bir tarafta ashabına
en latif nasihatlerde bulunmuş, onları iyiliğe ve salih amele teşvik etmiş;
diğer tarafta, kimsenin önemsemeyeceği kadar küçük görülen bir çirkinlikle
karşılaştığında, çok geçmeden, eliyle ve yahut diliyle onu düzeltme yoluna
gitmiştir. Nitekim Ebu Hureyre(ra)’den rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav):
“Cebrail bana nasihat etmeyi emretti.” şeklinde buyurmuştur. (Bkz. İbn Hacer
el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3285.) Ta ki İslam
dini, tastamam anlaşılsın ve yaşansın diye.
Hadis imamlarından Malik, Ahmed,
Buharî, Müslim, Nesaî, Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace ve diğerlerinin eserlerine
baktığımızda görüyoruz ki; Peygamber Efendimizin, bu şekilde, insanları
kötülükten sakındırması çoktur.
Rasullah (sav)’in iyiliği emir
kötülüğü nehiydeki örnekliğini aşağıdaki başlıklarla ele almayı uygun bulduk:
1.
Muhataba
Uygun Tavsiyede Bulunmak
Hz. Peygamber (sav), tavsiyede
bulunacağı insanların içinde bulundukları durumu daima göz önünde bulundurmuş, uyarı/hatırlatmayı
en verimli bir şekilde sağlayan şartları her zaman dikkate almıştır. Onun
içindir ki, kendisine, farklı kişilerce değişik zaman ve mekanlarda en
faziletli
amel sorulduğunda, muhatabının içinde bulunduğu şartlara göre, bazen,
“vaktinde kılınan namaz” diye cevap
vermiş; kimi zaman da, amellerin en faziletlisinin “Allah’a iman ve Allah yolunda cihat” olduğunu
söylemiştir.
2.
Soru
Sorarak Hayra İlgi Oluşturmak
Ebû Musa el-Eş’arî, Hz.Peygamber(sav)’in,
kendisini, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâ Billahi’lAliyyi’l-Azîm” derken
işittiğini söyler ve şöyle devam eder: Hz.Peygamber (sav) bana, “Ey Abdullah!
Sana cennet hazinelerini kazandıracak bir kelimeyi haber vereyim mi?” diye
sordu. Ben de “Evet haber ver yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Allah’ın
Elçisi, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâ Billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm de” buyurdu (İbnu
Mâce, Ebû Abdİllah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu İbni Mâce, nşr.
Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, 1975, II, 1256)
Burada Allah Resûlü (sav) zaten Ebû
Musa(ra)’ın söylediği şeyi emretmektedir. O halde onun vurguladığı şey, Ebû
Musa(ra)’ın söylediği kelimenin faziletini ortaya koymaktır. Önce soruyu
soruyor, Ebû Musa pür dikkat olunca, az önce söylemiş olduğu kelimenin
kendisine cennetin hazinelerini kazanacak kadar önemli olduğunu haber veriyor.
Böylece Hz.Peygamber (sav) Ebû Musa(ra)’a, söylemiş olduğu kelimenin önemini
kavratmış olmaktadır.
Ebû Zerr(ra)’e de, “Namazı geciktiren bir
toplumun içindeyken durumun nasıldır” diye sormuş, böylece dikkati çekilen Ebû
Zerr(ra), “Bu durumda siz ne buyurursunuz?” şeklinde karşılık vermiş, Hz.Peygamber
(sav)’de asıl söylemek istediğini söylemiş, namazı vaktinde eda etmenin gereğine
işaret ederek “Namazı vaktinde kıl, sonra işine git, sen mescitte iken namaz
kılınırsa sen de namaz kıl” (El-Muslim, I, 448-449) demiştir.
Allah Resûlü (sav) , Hz.Ali(ra)’ e sıkıntı
esnasında ne diyeceğini öğretmek için de önce sorusunu sormuş ve “Ey Ali!
Çıkmaza düştüğünde söylemen gereken kelimeleri sana öğreteyim mi?” demiştir.
Hz.Peygamber (sav), bu kelimelerin ne olduğunu açıklamış ve
“Bismillahirrahmanirrahim, velâ Havle velâ Kuvvete İllâ
Billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm” dersen, Allah sana gelecek olan belalardan dilediğini
bu kelime sebebiyle önler” buyurmuştur (El-Aclûnî, İsmail b. Muhammed,
Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs, Beyrut, 1988, II, 382)
Bir gün Hz.Peygamber (sav) Ebû Hureyre(ra)’
e ne diktiğini sormuş, Ebû Hureyre (ra)’de kendisine ait ağaç fidanı diktiğini
söylemiş, bunun üzerine öğreteceği konuya dikkatini çekmek için şöyle soru
yöneltmiştir: “Senin için bundan daha hayırlı fidanı sana söyleyeyim mi?”. Ebû
Hureyre (ra) “Evet” cevabını verince
Hz.Peygamber (sav), “Subhanallahi velhamdulillahi velâ ilâhe illallahu vallahu
ekber” de. O zaman senin için cennette dünya ağacından daha hayırlı bir ağaç
dikilmiş olur” buyurdu (İbnu Mâce, a.g.e., II, 1251) Allah Resûlü (sav) bu soruyu, şüphesiz ağaç
dikmenin önemini küçümsemek için değil, ancak öğreteceği zikrin çok faziletli
olduğunu vurgulamak ve bu fazilete dikkat çekmek için sormuştur.
3.
Helal
Dairede Müsamaha Göstermek
Hz.Peygamber (sav) , Mescid-i
Nebevî’de harp oyunları oynayan bir grup Habeşlinin bu oyunlarını genç eşi
Hz.Aişe(rah)’e göstermişti. Hz.Aişe (rah) Allah Resûlü(sav)’nün omzuna
yaslanmış, bu oyunları seyrediyordu. Aişe (rah) validemiz, “Allah Resûlü bana
“seyretmeye doydun mu?” diye sordukça, ben “Hayır, hayır doymadım”diye cevap
verirdim” (El-Buhârî, 324; El-Kettânî, Abdulhayy b. Abdilkebîr,
et-Terâtibu’l-İdâriyye, Beyrut, ts., II, 141. ) diyerek, Resûlüllah’ın gösterdiği müsamahanın
boyutunu da ortaya koymuştur.
Allah Resûlü(sav)’in sahip olduğu
hoşgörüyü, onun gençlere gösterdiği yumuşaklık ve müsamahayı daha iyi
anlayabilmek için, kendisine gençlik hayatı boyunca on yıl aralıksız hizmet
etmiş olan Enes b. Malik(ra)’ın sözlerine kulak vermek yeterlidir. Enes (ra) şöyle
diyor: “On yıl Hz.Peygamber’e hizmet ettim. Bana bir defa bile “öf” demedi.
Yaptığım bir şey için, “Niye bunu yaptın” diyerek azarlamadı. O, ahlak
bakımından insanların en mükemmeliydi” (Et-Tirmizî, a.g.e., IV, 368)
4.
Muhatabı
Utandırmamak
Hataları düzeltme konusunda Allah’ın
Resûlü(sav)’nün ne kadar seviyeli ve nazik davrandığını Muaviye b. Hakem güzel
bir şekilde anlatmaktadır. Muaviye (ra) Hz.Peygamber(sav)’in arkasında namaz
kılarken, aksıran bir adama, “Yerhamukellah” diyerek karşılık vermişti. Çünkü
namaz kılarken konuşulmayacağını bilmiyordu. Yanındakiler Muaviye’ye bakmaya
başladılar. Muaviye onlara da “Size ne oluyor ki, bana bakıp duruyorsunuz” deyince, bu defa yanındakiler onu ikaz etmek
için ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Muaviye onların kendisini susturmak
istediklerini anlayınca, sustu. Bundan sonrasını Muaviye b. Hakem şöyle
anlatıyor: “Anam babam Resûlüllah’a feda olsun. Onun kadar güzel öğreten bir
öğretmen hiçbir zaman görmedim. Vallahi o, namazı kılınca beni ne dövdü; ne de
azarladı. Sadece namazda dünya kelamı konuşulmayacağını, ancak tesbih, tekbir
yapılarak Kur’an okunabileceğini söyledi” (El-Muslim, Ebu’l-Hüseyin Muslim b.
Haccac el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Muslim, nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki,
Mısır, 1955, I, 381-382; Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak es-Sicistânî,
Sunenu Ebî Davud, (Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in ta’likiyle), Beyrut, ts.,
I, 144-245)
Görülüyor ki Hz.Peygamber(sav),
Muaviye b. Hakem(ra)’i namazdaki hatasından dolayı azarlamamış, onu utandıracak
yada onurunu zedeleyecek herhangi bir söz söylememiştir. Onun bilmemesini
normal karşılayarak büyük bir nezaket içinde öğretmenlik yapmıştır.
5.
En Ağır
Hatalarda Dahi Muhataba Kaba Davranmamak
Hz. Peygamber (sav) inanç ve
prensiplerine ters düşen hareketleri yapan gençlere bile kaba davranmamış,
onları utandıracak tarzda tenkit etmemiş, hatalı olduklarını uygun bir biçimde
ifade etmiştir. Allah Resûlü’nün (sav) en sevdiği gençlerden biri olan Usâme b.
Zeyd(ra), hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracı olarak Resûlüllah
(sav)’a geldi. Suçlu bir kadının, asalet sahibi ve değer verilen önemli bir
kişi olduğu için suçunu görmezden gelmesi isteği, Hz. Peygamberi (sav) son
derece kızdırmasına rağmen, o, bu işe aracı olan genç Usâme(ra)’ı utandıracak
hiçbir kırıcı söz etmemiş, tepkisini onu incitmeden ortaya koymuştur. Bu kabul
edilmez istek karşısında Hz.Peygamber (sav), minbere çıkarak, şu konuşmayı
yaptı: “Ey insanlar! Sizden öncekiler, kendilerine önemli ve nüfuz sahibi bir
kişi suçlu olarak geldiğinde, onun cezasını vermediler. Ancak nüfuz sahibi
olmayan ve zayıf, güçsüz bir kişi suçlu olarak geldiğinde hemen
cezalandırdılar. Bu adaletsizlikten dolayı da helak oldular. Allah’a yemin
ederim ki, hırsızlık yapan benim kızım Fatma olsa, onun da elini keserdim” (El-Buhârî,
III, 1283; el-Muslim, III, 1315.) (Hz.Peygamber Döneminde Gençliğin Eğitimine
Tarihsel Bir Yaklaşım https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/52683 )
6.
Muhataba
Doğru Davranışı Göstererek İyiliği Emir
Bir defasında; yolda yürürken yol
ortasında oturan bir kaç kişi görür ve burada ne yaptıklarını sorar. “Sadece
oturuyoruz ya Resulullah.” demelerine rağmen, Resulullah (sav) onları bırakmaz
ve “İlle de oturmak istiyorsanız bari
bunun hakkını verin ve gözünüzü haramdan sakının, selam verenin selamını alın,
başkasına eziyet etmeyin ve bir kötülük görürseniz engelleyin!” diye
emir buyurur. (Bu kimseler arasında Ebu Saîd el-Hudrî (ra) ile Ebu Talha (ra)
vardır. Nitekim 6 hadis imamı da onlardan rivayet etmiştir.)
Başka bir defasında; bir kimsenin
arkadaşını överek bunda aşırıya gittiğini görmüş ve: “Yazık ettin! Arkadaşını helak ettin!” diyerek tepki göstermiş ve
akabinde de: “Eğer sizden biri bir
kimseyi övecekse şu şekilde konuşsun: Onun şöyle iyi olduğunu sanıyorum ama
hesabını görecek olan Allah’tır!” buyurmuştur. (6 hadis imamı da Ebu
Bekre ve Ebu Musa’dan ayrı ayrı rivayet etmişlerdir.)
7.
Uyarırken
/ Hatırlatırken Gerekçe Göstermek
Başka bir sefer; hasta bir kadın
sahabesinin yanına uğrar. Onu titrerken gördüğünde “Ne bu hal?” diye sual eder. Kadın sahabe sıtma hastalığına
yakalandığını söyler ve peşinden hastalığa sövgüde bulunur. Resulullah (sav) bu
kez onu ikaz eder: “Sıtmaya sakın
sövmeyesin! Zira onun işi, günahları dökmek ve silip götürmektir!” (Bu
kadının Ümmü Saîb (rha) veya Ümmü Müseyyeb (rha) olduğu hususunda ihtilaf
vardır. Rivayeti ise Müslim, Cabir b. Abdullah’tan (ra) yapmıştır.)
Sırf içki içiyor diye genç bir sahabe
hakkında kötü konuşanları uyarmış; “Böyle
yapmayasınız! Kardeşiniz hakkında şeytana arka çıkmış olursunuz!”
demiştir. (Buharî, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.)
Enes b. Malik(ra)’den rivayet
edildiğine göre, Hz.Peygamber(sav), “Yaşından dolayı ihtiyar bir kişiye ikramda
bulunan gence, Allah, yaşlandığında kendisine ikramda bulunan kimseler
lütfeder” (Et-Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, el-Câmi’u’s-Sahîh
(Sunenu’t-Tirmizî), Beyrut, ts., IV, 372.)
8.
Muhatabı
Yasaklanan Şeyden Uzaklaştırmak
Yine başka bir sefer; üzerinde, o
dönemin kâfirlerinin giydiği bir elbise bulunduğu için genç sahabesine kızar
ve: “Bunu yak! Bir daha da bu
elbiselerden giymeyesin!” diye nasihatte bulunur. (Müslim, Abdullah b.
Amr’dan (ra) rivayet etmiştir. Resulullah (sav)’in kızdığı genç sahabe de odur.)
Benzer durumu doksan dokuz adamı
öldüren kişinin kurtuluşu için bulunduğu beldeyi terk edilmesinin tavsiye
edildiği hadiste de görmekteyiz. Söz konusu kişiden öldürme kötülüğünü işlediği
mekândan uzaklaşması istenmiştir.
9.
Yasakladığı
Şeyden Kendisinin de Mutlaka Kaçınması
Resulullah (sav), Müslümanların lükse
kaymalarına çok defa mani olmuştur. Şöyle ki; ashabının gümüş ve altın kaplar
kullanmalarını ve ipekten kumaşa bürünmelerini yasaklaması ve “Bunlar dünyada kâfirlerin, ahirette ise
sizindir…” demesi bundandır. (6 hadis imamı da Huzeyfe b. Yeman’dan (ra)
rivayet etmiştir.)
Rasulullah (sav) sadece altın ve
gümüşü yasaklamakla kalmamış hayatı boyunca imkanı olmasına rağmen son derece
mütavazi bir hayat sürmüş ve ümmetine örnek olmuştur.
10. Allah’ın Azametiyle Korkutarak Kötülükten
Nehiy
Yine Resulullah (sav), zulme asla razı
olmamıştır. Bir defasında; yanında bir kölenin tokatlandığına şahit olunca
hemen o kölenin azat edilmesini emretmiştir.
Buna benzer şekilde; kölesini öfkeli
bir biçimde kırbaçlayan bir başka sahabesine arkadan yaklaşarak: “Ey Ebu Mes’ud! Allah’ın sana olan gücünün,
senin bu köleye olan gücünden daha büyük olduğunu bilesin!” diyerek
-elindeki kırbacı yere düşürecek kadar- yüreğine korku salmıştır. (Her iki
hadisi de Müslim rivayet etmiştir. Rivayetlerin ikincisinde Resulullah (sav)
ilaveten şunu demiştir: “Eğer (köleni) azad etmeseydin cehennem ateşi sana
dokunacaktı!”)
11. İyiliği Yaşayarak Göstermek
Bir defasında; amca kardeşi Cafer’in
(ra) vefatından üç gün geçtikten sonra, ev halkına uğrayarak onlara artık yas
tutmayı bırakmalarını emretmiş ve yeğenlerini dışarıya çıkartıp başlarını tıraş
ettirmiştir. (Ebu Davud, Abdullah b. Cafer’den (ra) rivayet etmiştir.
Abdullah’ın açıklamasına göre: “Resulullah (sav) bizi yanına çağırdığında,
bizler o gün yavru kuşlar gibiydik.”)
Yine Hudeybiye anlaşması yapıldığında
sahabeye tıraş olmalarını söylemiş ve ilk önce kendisi tıraş olarak sahabeye
örnek olmuş ve tüm sahabe de peşinden tıraş olmuştur.
12. Yapılan Kötülüğün Büyüklüğünü Göstererek
Uyarmak
Yine bir defasında; eşlerinden Aişe
(rah) validemiz, Safiyye (rah) validemizin boyu hususunda Resulullah’a (sav)
küçük bir söz söyleyince, Resulullah (sav) onu hemen uyararak: “Sen öyle bir söz söyledin ki, bu söz denize
karışsaydı onu kirletirdi!” demiştir. (Ebu Davud ve Tirmizî Hz. Aişe’den
(ra) rivayet etmiştir.)
13. Kötülüğü Muhataba Empati Yaptırarak Engellemek
Kureyş kabilesinden bir genç,
Hz.Peygamber(sav)’in huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana zina etmek
için izin ver” dedi. Orada hazır bulunan sahabeden bazıları bu isteği İslam
terbiyesine aykırı gördüklerinden, “Sus, sus” diyerek, genci azarladılar. İslam
Peygamberi son derece sakin bir şekilde delikanlıya, “Yanıma gel, otur” diye
yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı. “Söyle bakalım, bir
başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Genç “Sana
feda olayım ey Allah’ın Resûlü, böyle bir şeyi asla istemem” dedi.
Peygamberimiz (sav)’de “Zaten hiç kimse annesine böyle bir şey yapılmasını
istemez” buyurdu. Sorusuna devam ederek, “Başkasının senin kızınla zina
etmesine razı olur musun?” diye sordu. Genç yine, “Sana feda olayım ey Allah’ın
Resûlü (sav), razı olmam” dedi. Hz.Peygamber (sav)’de “Hiç kimse
kızıyla zina edilmesine razı olmaz” dedikten sonra, kız kardeşi, halası ve
teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç, her soruda da
“Sana feda olayım hayır istemem” diye cevap veriyordu. Artık hatasını
anladığını görünce Hz.Peygamber(sav), elini bu gencin omzuna koyarak, “Allahım,
bunun günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru” diye
dua etti. Bu genç, kendi ifadesine göre, bir daha hayatı boyunca kalbinde zina
duygusuna yer vermedi. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ts., IV, 256-257)
14. Uyarıya Karşı Kibirlenene Muamele
Ebû Müslim (veya Ebû İyâs) Seleme İbni
Amr İbni Ekvâ (ra)’ın naklettiğine göre, bir adam Resûl-i Ekrem (sav)’ in
yanında sol eliyle yemek yedi. Peygamber Efendimiz (sav) adama:
– “Sağ elinle ye” buyurdu. Adam:
– Bir türlü yapamıyorum, dedi. Bunun
üzerine Peygamberimiz:
– “Yapamaz ol” diye beddua etti.
Çünkü adamın Resûl-i Ekrem(sav)’i
dinlememesi, kibrinden dolayı idi. Bu beddua üzerine, adam elini ağzına götüremez
oldu. (Müslim, Eşribe 107. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ime 2; Ebû Dâvûd, Et’ime 19;
Tirmizî, Et’ime 47; İbni Mâce, Et’ime 8)
Hülasa; Resulullah (sav), yanında
hiçbir kötü işin yapılmasına müsaade etmemiştir. Hayatının her anında
tetikteymiş gibi, kim bir yanlışlık yahut hata yapacak olsa, onu hemen uyararak
kötülüğü en güzel şekilde ıslah etmeyi amaçlamış, adeta toplum içinde sürekli
bir gözlemci olmuştur.
d.
Sahabenin Birbirini Uyarması:
Resulullah(sav)’ın bu durumlarına
şahit olan ashab da, kendi içinde bir emr-i
bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker mekanizması kurmuş ve ayette
belirtildiği üzere, ölünceye dek birbirlerini kötülükten alıkoyup iyiliği ve
doğruluğu emreder olmuşlardır.
Onlar (ki Allah tümünden razı oldu)
gerek elleriyle ve gerekse dilleriyle cahilî her âdeti kınamış, bid’at olan her
ameli kötülemiş, yanlış olan her işi düzeltmiş ve unutulan yahut ihmal edilen
her emri hatırlatmışlardır. Zira onların hedefinde insanlar değil, işledikleri
çirkin amelleri vardı. Onlar (r.hm), Allah ve Resulü kendilerini hangi işten
neyhettilerse insanları da ondan nehyettiler:
1.
Yanlışa
Duyarlı Olmak
Zübeyr b. Avvam (ra), pazar yerinde
Emevîlerin azatlılarının karaborsacılık (ihtikar) yaptıklarını görünce onlara
dayak atmaya başlamıştı ki, tam o sırada halife Osman, onu durdurdu. Ancak
Zübeyr (ra) öfkeli bir şekilde halifeye de kızdı ve sert sözler söyledi. Bir
süre sonra, sakinleşince Osman’a (ra) şöyle konuştu: “Ey mü’minlerin emiri!
Vallahi ben biliyorum ki, senin benim üzerimde hakkın vardır. Fakat ben öyle
bir adamım ki, bir kötülük gördüm mü dayanamıyorum!” Osman (ra) daha sonra ona
anlayış göstererek yanına oturttu. (Ebu Saîd’den rivayet eden İshak b.
Rahaveyh, Müsned. Bkz. İbn Hacer el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt:
4, hadis no: 3277.)
2.
Emir
Sahiplerine Hakkı Söylemek
Hz. Ömer (ra) halife olduğunda
"benim yanlış yaptığımı görürseniz ne yaparsınız" diye sorunca sahabe
efendilerimizden bir tanesi kılıcını çekmiş ve "seni bu kılıcımızla
düzeltiriz ey Ömer" demiştir.
Yine Ubade b. Samit (ra), Muaviye b.
Ebu Süfyan(ra)’ı -halifeliği döneminde- halka hutbe verdiği bir sırada,
söylediği bir hadis sebebiyle yalancılıkla itham etmişti. Muaviye(ra)’nın “Bu
yaptığından utanmıyor musun?” diyerek karşı çıkması üzerine, Ubade (ra) şöyle
dedi: “Sen bilmez misin ki, ben Akabe gecesi Resulullah(sav)’e ‘hiçbir
kınayıcının kınamasından korkmayacağım’ diyerek biat etmiştim. Şimdi Allah
adına yalan konuştuğun zaman nasıl susarım?” Muaviye (sav) bunun üzerine halka
ikinci bir hutbe daha verdi ve: “Hadis Ubade’nin dediği gibiymiş, doğrusunu
ondan öğrenin...” diyerek hatasını tashih etti. (Ya’la b. Şeddad’dan hasen bir
isnadla rivayet eden İshak b. Rahaveyh, Müsned. Bkz. İbn Hacer el-Askalanî,
Metalibu’l-Aliye, Ocak Yay. cilt: 4, hadis no: 3281.)
3.
Kişiye
Değil Ameline Kızmak
Ebu’d-Derda (ra), günah işleyen
birisine söven bir topluluğun yanından geçerken onlara: “Eğer siz bu adamın bir
kuyuya düştüğünü görseydiniz, onu oradan çıkarmaz mıydınız?” diye sordu.
“Evet.” cevabını alınca şöyle dedi: “Öyleyse kardeşinize sövmeyin. Sizi onun
durumuna düşürmekten koruyan Allah’a hamd edin.” Topluluk sordu: “Demek sen ona
buğzetmiyorsun!” Ebu’d-Derda (ra) şöyle dedi: “Ben onun (kötü) ameline
buğzediyorum. O, (kötü) amelini bıraktığında yine benim kardeşimdir.” (Ebu
Kılabe’den rivayet eden; Ali el-Muttakî, Kenzu’l-Ummal. Bunun bir benzerini İbn
Mes’ud (ra) da dile getirmiştir: “Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüzde; ‘Allahım!
Onu rezil et! Ona lanet et!’ diyerek ona karşı şeytana yardımcı olmayın.
Allah’tan onun durumuna düşmemeyi dileyin. Bkz. M. Zekeriyya Kandehlevî,
Hayatu’s-Sahabe, Bengisu Yay. sf. 339.)
4.
Sevginin
Uyarmaya Engel Olmaması
Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah (ra)
şöyle dedi: Nebî (sav) , Selmân (ra) ile Ebü’d-Derdâ(ra)’ ı
kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân(ra), Ebü’d-Derdâ(ra)’ı ziyaret ederdi. Bir
ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d-Derdâ(rah)’yı oldukça eskimiş elbiseler
içinde gördü. Ona:
- Bu halin ne? diye sorunca, kadın:
- Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve
zevklerine önem vermez, dedi. O esnada Ebü’d-Derdâ eve geldi ve hazırlattığı
yemeği Selmân’a ikram edip:
- Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben
oruçluyum, dedi. Selmân:
- Sen yemedikçe ben de yemem, diye
karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece
olunca Ebü’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:
- Uyu dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu, bir
müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:
- Uyu, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin
sonlarına doğru Selmân:
- Şimdi kalk, dedi ve her ikisi
birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:
- Senin üzerinde Rabbinin hakkı
vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her
birine haklarını ver.
Sonra Ebü’d-Derdâ,
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’ e gidip olup biteni anlattı.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Selmân doğru söylemiş” buyurdu. (Buhârî,
Savm 51, Edeb 86)
5.
Uyarana Bakmadan
Hakka Uymak
Bu hususta Hz. Ömer(ra)'a itiraz eden kadının kıssası meşhurdur: Hz.
Ömer (ra), kadınlara verilen mehrin
âzamî miktarını tesbit etmek niyetiyle, bir cuma hutbesinde: "Kadınlara mehir verirken
aşırı gitmeyin..." deyince, cemaatten bir kadın atılarak: "Ey Ömer,
senin buna hakkın yok. Zirâ âyet-i kerime'de Cenâb-ı Hakk: "Birisine bir
yük altın da vermiş olsanız bile ondan birşey almayın..." (Nisa 20) buyurmuştur"
der. Hz. Ömer (ra) kadına hak verir ve kararından rücû eder.
6.
Bireysel Değil
Umumi Düşünmek
Ebu Bekr es-Sıddık (ra), kendi
halifeliği döneminde, halkın artık birbirlerini kötülükten sakındırmaz
olduklarını görünce, hutbesinde şöyle demiştir:
“Ey insanlar! Sizler: ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Doğru
yolda olduğunuz müddetçe haktan sapıtan kimse size zarar veremez.’
ayetini okuyorsunuz ancak yanlış amel ediyorsunuz. Biz, Resulullah’ı şöyle
derken işittik: İçlerinde kötülük işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf
edecek güçte olduğu halde (seyirci kalır), müdahale etmezse, Allah’ın hepsine
ulaşacak umumî belası yakındır.” (Kays b. Ebi Hazım’dan rivayet edenler;
Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace. Bkz. Kütüb-i Sitte, Akçağ Yay. Hazırlayan:
İbrahim Cananoğlu, c: 1, hadis no: 92.)
e. Bize Düşen
Vazife:
Biz diyoruz ki; Allah’ın Elçisinden ve
onun yakın arkadaşlarından bizlere gerçek bir miras kaldı: Gözümüzle gördüğümüz ve kulağımızla
işittiğimiz her fenalığı ve çirkinliği, elimizle ve dilimizle değiştirmek,
insanları ondan alıkoymak / sakındırmak ve insanlara iyiliği emretmemiz
gerekmektedir. Gerek eşimiz, evladımız ve akrabamızdan olsun, gerekse
bulunduğumuz ortam, okul-iş hayatı, sokak ve internet ağı üzerinden olsun,
imkânımızın el verdiği oranda -şeriate bağlı kalmak kaydıyla- uyarmak,
nasihatte bulunmak, münkere müdahale etmek ve iyiliğe teşvikle memuruz.
Hint yarımadasının alimlerinden
Muhammed Kandehlevî’nin güzel bir tespiti var: Günümüzde Müslümanlar tebliğ
işini sadece bir takım âlimlere ve hocalara bırakmışlardır. Hâlbuki İslam olan
her fert bilmelidir ki, önünde caiz olmayan bir kötülük veya günah
işlendiğinde, eğer ki onu durdurabilir veya bunun için sebeplere
başvurabilirse, bu durumda onu yapmak üzerine vaciptir. (Bkz. M. Zekeriyya
Kandehlevî, Fezâil-i A’mâl (Amellerin Faziletleri), Gülistan Neşriyat, sf. 526.)
Bununla birlikte, eğer bir kimsenin de kötülüğü bertaraf etmeye gücü yetmiyor,
elinden yahut dilinden bir şeyler gelmiyor ise onun yapacağı şey, ancak
kalbiyle nefret etmek ve içinden o kötülüğü şiddetle kınamaktır. (İbn Mes’ud
(ra) şöyle demiştir: “Muhakkak ki bir takım kötü şeyler zuhur edecektir. Böyle
bir durumla karşılaşan kimse, eğer onu değiştirmeye gücü yetmiyorsa, onun için
Allah’ın, kalbinin ondan nefret ettiğini bilmesi yeter.” Bkz. İbn Hacer
el-Askalanî, Metalibu’l-Aliye, cilt: 4, hadis no: 3282.) Yine de bu hal, iman
için en düşük bir haldir.
Resulullah (sav) şunları buyurmuştur:
“...Kalbiyle buğz etmek imanın en zayıf mertebesidir.” “Kalbiyle mücahede edenin gerisinde zerre
miktarı iman yoktur.” “Zalim
bir gücün karşısında hakkı söylemek en büyük cihaddır.” (Sırasıyla: Ebu
Saîd el-Hudrî’den (ra) rivayet edenler; 6 hadis imamı. Kütüb-i Sitte, c: 1,
hadis no: 89. İbn Mes’ud’dan rivayet eden; Müslim, Sahih. Kütüb-i Sitte, c: 1,
hadis no: 90. Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayet eden; Tirmizî, Ebu Davud, İbn Mace.
Kütüb-i Sitte, c: 1, hadis no: 96.)
9.
SONUÇ
Ø
Davet insanların İslam’a çağırılmasıdır.
Ø
Davet bir peygamberlik sıfatıdır. Bu sebeple
de çok değerli ve mükâfatı yüksektir.
Ø
Davette yer, zaman, muhataba göre davranmak
önemlidir.
Ø
Davetçi anlattıklarını önce kendi yaşamaya
gayret etmelidir.
Ø
Davetçi, peygamberlerin davette dikkat
ettikleri noktalara önem vermelidir.
Ø
Davette şefkat, sabır, hikmetle davet, çile,
müsamaha, fedakârlık, süreklilik önemlidir.
Ø
Sakındırma iyiliği emir kötülüğü nehiydir.
Ø
İyi ve kötü İslam’a göre belirlenir.
Ø
İyiliği emir kötülüğü nehiy bir zümreye
sorumluluk yüklese de yapılmadığında herkes sorumludur.
Ø
İyiliği emir kötülüğü nehiy İslam
toplumlarının sağlıklı olması için zorunlu bir salih ameldir.
Ø
Peygamberimiz ve sahabeler ömürleri boyunca
sakındırma örnekliklerinde bulunmuşlardır.
10. ÖDEV
Ø
Bir hafta içinde en az bir iyiliği emir ve bir
kötülüğü nehiy ameli işlemek.
Ø
Sonraki hayatında bu ameli sürekli kılmaya
gayret etmek.
11. VİDEO
245. Hadis
Sohbeti “İyiliği Teşvik Kötülükle Mücadele Etmek” 5.Bölüm
Kur'an ve
Hadis Dersleri - Prof. Dr. Halis Aydemir
https://www.youtube.com/watch?v=9J0ErlksqVI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder